ES-ŞEYH ES-SEYYİD MAHMÛDE’Z-ZENGİNEYİ’T-TALABANİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Şeyh Mahmûd Kaddesallahu sırruh Hazretleri, Irak velilerinden. İsmi Mahmud bin Yusuf’tur. Bâbâniyye sülâlesindendir.1 Babasının ismi Yusuf Ağa’dır. “Ağa” lafzı seyyid manasına gelir. Zira bulunduğu mahal ve vaktinin Iran lisanı lügatinde sâdât-ı kirama, seyyid yerine ağa tabiri kullanılmıştır.2

Yusuf Ağa, Karadağ mahallinden olup servet sahibi ve aynı zamanda belde halkının ileri gelenlerinden, “Zengine” aşiretinin reisidir. Hanımı da Zengineli Mir İsmail Bey’in kızıdır.

Şeyh Mahmud Kaddesallahu sırruh Hazretleri, hicri 1130 senesinde Karadağda doğdu. Mübarek İsimlerine uygun olarak çocukluk zamanlarından itibaren ömürlerinin ortalarına kadar İlim tahsilinde bulundular3, Mahmûd Zengenî önce Kur’ân-ı kerimi ezberledi. Sonra öncelikle okunması gereken kitapları okudu. Beldesindeki birçok medresede âlet ilimlerini tahsîl etti ve Molla Mahmûd adıyla şöhret buldu.İlmin İcâbı olarak da amellerinde kaim oldular. Akraba ve yakın çevresi, her ne kadar onu bu hayatından, azim ve gayretinden geri çevirmek için çalışmışlarsa da asla başarılı olamamışlardır,

Çevresindeki insanlar dinden ve İslami yaşayıştan uzaklaşmaya meyi etseler Hazreti Şeyh onlar devamlı uyarır, dini öğrenmek ve yaşamak hususunda teşvik ederlerdi. Haddi aştıklarında da inzivaya çekilir, İbadetle meşgul olurlardı, ilim öğrenmek maksadıyla yanına gelenleri de boş çevirmez, İlminden yararlanmaları için gayret sarf ederdi.

Şeyh Hazretleri evleninceye kadar hayatını bu Üslûp Üzere devam ettirdi. Evlendikten sonra vaktini ibadet, taat ve riyazete sarf ederek o derece meşgul oldular ki, bütün halk arasında her bakımdan örnek kabul edilen ve par­makla gösterilen bir kişi oldular.

Hiç bir tarikata intisap etmeden ve meşâyıh-ı kiramın hiç birisinin elin­den hırka-i hilafet giymeden, sekiz sene boyunca hadsiz ve hesapsız bir mücâhede ile kulluk vazifesini icra etmeğe çalışmıştır. Lakin Allah dostu bir mürşid-i kâmilin nazarı ve teveccühü olmadan, tam bir riyazet ve mücâhede gayreti ile de olsa nefsi ıslah edip kalbi mutmain kılmak, böylece ârif-i billâh olan evliyâullahın arasına karışmak mümkün değildir. Bu haldeki İnsanın işleri de boştur. Nitekim bu hakka dair Hafız Şirazi Rahmetullahi aleyh şöyle demiştir.

“Marifet-i İlahiyye’nin nihayetsiz olan dergâh-ı âlisi yoluna Hızır Aleyhisselam gibi gönlü mamur bir mürşid-i kâmil ve merdi hakikî bulmadıkça sülük etme… Zira bu yolda insanoğlu İçin nice badireler, karanlıklar ve helak edici eziyetler vardır. Yalnız başına gidenlerin yoldan sapma ve tehlikeli mahallerde helak olma gibi korkunç bir durumları vardır.”

Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri her an manevî cepheden bir mürşid-i kâmilin nişan ve zuhuru temennisinden geri kalmazdı. Zira maksûda erişmek için bu şarttı. Ayrıca kendi sülûkunun sim, mürebbisiz (terbiye eden) müşahedelerinden kalbine gelen zevk ve sefadan gayrı bir şey de hâsıl etmezdi.

Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, gündüzleri, bir parça araziye ekmiş oldukları şeylerin lazım gelen hizmetlerin görür, bunun yanında Zikrullah ile de kalbini meşgul ederdi.

Yine günlerden bir gün normal alışkanlığı Üzere ekmiş olduğu şeyleri sulamaktaydı. Büyük bir kervan kafilesi Bağdat’a doğru giderken kafilenin İçinden bir şahıs binmiş olduğu devesiyle ayrılıp Hazreti Şeyhe doğru geldi:

—Ey Molla Mahmûd, sizi müjdeliyorum. Gelecek sene bu ayda evliya zümresine dâhil olursunuz.

Şeyh Hazretleri başını kaldırıp:

Size bu hadise ne sebepten malum oldu, diye sordu. Adam.-

Kutbu muhteşem, Gavsu’l-Azam Kaddesallahu Sırruh hazretlerini rüya âleminde gör­düm. Bütün evliya İle saf bağlamış yürüyorlar. Siz de onun peşinde yürüyor gördüm. Saflarına katılmak için bir adımınız kalmış idi. Bu adım ise bir sene beklemeye eştir, dedi.

O esrarlı kişi bu müjdeyi verdikten sonra yoluna devam edip gözden kayboldu. Tahkik edilince böyle bir şahsın kafile ile hiç bir tanışıklığının ol­madığı görüldü. Hatta kervana böyle bir kişinin hiç katılmadığı da beyan edildi.

Bunun üzerine Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, eskiden beri süregelen ibadet ve taatını daha da ziyadeleştirdi. Bu yolda ibadeti lüzumlu görerek manevî fetihleri bekleyen ve feyizleri gözleyen bir kişi oldular. Müjdelenen vakti derin bir hasretle, İnce bir hassasiyetle beklediler.

Nihayet o esrarlı kişinin bildirdiği ayda, günlerin birinde bir zat-ı muh­teremin, maiyetindeki iki müridiyle birlikte Bağdat cihetinden gelmekte ol­duklarını gördü.

Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, hemen onları karşılamak Üzere hareketlendi. O esnada mübarek lisanlarından şu beyitler döküldü:

“Ey ruhum! Çetin ve pek dağlar gibi Hakk’ın yolunda sâbid-i kadem ve İstikamet üzere olan arif-i billah’tan ilahi tecellinin nurları şimşek gibi çaktı ve onu gördüm.

Ey o tecellinin nurlarını alan ruhum! Allah Teala’nın İnayeti ile sana o tecelliden bir miktar şule giydirir de gelirim. Öyle ki narın nûr gibi ve kalbin vuslat-ı ilallah ile mesrur olur.”

Sonra gelenlerin yanına varıp hal hatır ve lazım gelen edep, erkân ve usulü layıkıyla yerine getirdi. Yer gösterip buyur etti. İkram ve iltifatta bu­lunda Bilahare Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri dervişlere:

Nereden teşrif ediyorsunuz, maiyetinde bulunduğunuz bu zat-ı muh­terem kimdir, İsmi nedir, diye sordu. Onlarda cevaben:

Bu zat, Kutbu’l-arifin Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Hindistan’ın Lahor vilayetinden gelmekteyiz, dediler.

Bu esnada Şeyh Ahmed-i Hindİ’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bizzat Şeyh Mahmûd’a hitaben dedi ki:

—Ya veledi, biz Mosdar vilayetinden manevî bir emirle senin irşad ve terbiyen için gönderildik.”

Molla Mahmûd, bu müjdeden fevkalade memnun olup Hazreti Şeyh’in ete­ğini tuttu, elini öptü. Onlara İzzet ve ikramda bulunup hususî bir mekân temin etti. Lazım gelen bütün ihtiyaç ve hizmetlerini de harfiyen yerine ge­tirdi.

Bir kaç gün sonra Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin Tarikat-ı Aliye’lerine inâbe ve intisap ettiler. Böylece Şeyh Ahmed Hazretlerinden el alıp Tarik-i Kadiriye şerefine mazhar oldular.

Kış mevsimi dolayısıyla havalar sertti ve şiddetli bir soğuk hüküm sürmekteydi. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri buyurdular ki:

— Biz sizin batini terbiyenize memur edildik. Sizin terbiyeniz İse henüz sona ermiş değildir. Vücuduma arız olan zafiyetten dolayı şiddetli soğuklara tahammül edemiyorum. Allah’ın İzni ve İnayeti ile kış mevsimini Karadağ’da geçirir, bahar mevsimi gelince de sizin irşadınıza başlarız. Ancak siz kendi evrâd ve ezkarınızla devamlı meşgul olunuz.

Şeyh Mahmud Hazretleri de bu emir ve tavsiye üzerine vakitlerini sıkı bir taat ve ibadetle geçirdiler. Bütün bir kış boyu devamlı beraber olup hususi sohbetler yaptılar. Yıllarca birbirini gözleyen İki ezelî dost olarak derin muhabbetlere daldılar. Halvetlerine kimse giremez oldu. Saatlerce baş başa kalıp Fuyuzat-ı Rabbani ve Aşk-ı Rahmani deryalarına dalıp mest oldular.

Bir müddet sonra ortalık bahar mevsimiyle birlikte yepyeni bir tazeliğe büründü. Böyle günlerin birinde Şeyh Ahmed Kaddesallahu sırruh Hazretleri, Şeyh Mahmûd Kaddesallahu sırruh Hazretlerine şöyle bir hitapta bulundu:

Ey Molla Mahmud! Size müjde. Validenizin kabirdeki hali bize keşf oldu. O rahmet-i Rahman’a müstağrak ve affedilmiş. Lakin babanız bir azap içindeydi. Hazreti Allah’tan afv ve mağfiretini istirham ettim. Cenabı mücibü’d-Deavat duamızı kabul edip onu da rahmetiyle mükerrem eyledi.

Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin nazar ve teveccühüyle müşerref oldu. Kendisine lütfedilen ihsana kavuştu. Şeyhinin delaletiyle vasıl-ı ilallah olup maksuduna erişti. Böylece nice yüksek makamları geçip Cenabı Hak yanında yüce ve mükerrem bir mertebeye vâsıl oldu.

Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, ona Kadirîlik hırkasını giydirdi. Ona hil’at ve hilafet verip on iki tarikten icazetli olarak makam-ı İrşada oturttu.

Günlerden bir gün Şeyh Mahmud Hazretleri, mürşidine şöyle bir me­ramını arz eder;

– Efendim, bizim dört bir yanımı? Kısmen ehl-i diyanet ve bize itikad eden kimselerdir. Bir kısmı da inkâr edip bize uymaz. Böyle olanların irşadını pek mümkün görmüyorum.

Bunun Üzerine Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Hazretleri der ki-

– Evladım, sizden talep edilen şey tesliktir (sülük ettirmedir), sülük değildir. Kulların İrşadıdır, reşad değildir. Zira teslikin ve irşadın faydası umuma mahsustur. Sülük ve reşadın faydası ise has ve seçilmiş olanlara mahsustur. Mendup için vacibi terk etmek şeriatte merdûdluktur. Şayet kulların kabul etmezlikleriyle müteessir iseniz, çekinmeyin. Zira Hazreti Allah sizi dergâh-ı İzzetine makbul buyurmuştur, O halde herkesin size itaati ko­laydır. Çünkü Cenabı Hakk Celle Celaluhü, kullarının kalplerine tasarruf İle kullanma hakkı ve salahiyetine sahip olduğu gibi:

“Allah’a itaat edene her şey itaat eder” sırınca bu beraberliğinizin en hayırlısıdır. Şimdi beş dirhem alıp Eş-Şeyh Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin fütuhat dolu ruh ariyetlerine fi-sebilillah infak ve ikram ediniz.

Şeyh Mahmûd Hazretleri derhal emri yerine getirdi. Sonra Şeyh Ahmed Hazretleri, onun elini mübarek elleri arasına atarak:

— Evladım, asla mahzun olmayınız. Zira sizi müjdeliyorum. Allah Celle Celaluhü indinden kuvvetlendirilmişsiniz. Zira senin sulbünden öyleleri gelecek ki, müminlere ışık, dini yaşamak İsteyenlere feyizlerin kandili olacaklar. Âlemi bir güneş gibi Nur-i İlâhi ile dolduracaklar. Zamanın oturulacak meclisi bu­rasıdır, artık buraya misk gibi bir koku gele… Bize lazım gelen vazifeyi İcra ve sizi terbiye ve irşâd etmek. Size sülûkun ve teslikin yollarını gösterdik. Sizi makam-ı irşada iblâğ eyledik. Bundan böyle siz de vazifenize kaîm olu­nuz, deyip bir çok vasiyet ve tavsiyede bulundu. Sonra da:

– Evladım, biz hayatımızın sonuna yaklaştık. Cenâbı Hakk’ın didarına kavuşmamıza az bir zaman kaldı. İnşallah bize şahâdet rütbesi nasip olacak, dedi.

Şeyh Mahmud Hazretleri bu hüzün dolu ayrılık sözlerinden gayet müteessir oldu. Efendisine şehitliğin ne suretle nasip olacağını izah etmelerini istirham ettiler. Şeyh Ahmed Hazretleri de cevaben dedi ki:

– Evlâdım, maiyetimde bulunan bu iki mürid uzun senelerdir bana hizmet ederler. Birisi kırk sene, diğeri de ona yakın bir zamandır benimle beraberdirler. Bu zaman içinde hiç bir kusurları da olmadı. Kendilerine bir feth-i bab olur ümidiyle ibadet ve taatla meşgul oldularsa da bunların kısmetleri ve fütuhata mazhar olmak gibi bir kabiliyetleri de yoktur. Zannederim ki, canıma kastedecekler bunlardır. Cenâbı Hak bir kuluna lütuf ve İhsan vermeyince, meşâyıh ve evliyâ-İ kirâm dahi kendi başına hiç kimseye bir şey vermeye mezun değildir. Bu hususta size düşen vazife, benim şahadetimi işittiğiniz zaman teçhiz, tekfin, namaz ve defin işlerinde hazır olmanızdır.

Bir müddet sonra Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, veda ederek maiyetindeki dervişlerle beraber tarikatını neşr etmek üzere Süleymaniye sancağına bağlı Surdaş kasabasına gitti. Diğer taraftan da Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri kendi beldesinde irşâd ile iştigal etmekteydi. Etrafındaki cemaat her gün daha da artıyor, az bir zamanda yetişen halifelerin gayretiyle birlikte de Tarik-i âliye gelişmiştir.5

Şeyh Mahmûd Hazretleri her halinde sükûtu tercih eder, vaktinin ekseriyetini farz, sünnet ve nafilelerin edasına sarf ederdi. Zikrullah’a çokça devam eder, elden bırakmazlardı. Kendileri her an kötü söylemekten, muharremattan, mekruhlardan ve menhiyattan ictinâb edip kaçtıkları gibi insanları da bu hususta şiddetle ikaz ve irşâd ederlerdi. Keramet ve olağan üstü halleri asla kendi Üzerine almaz, Allah’a havale ederdi. Kendisine teveccüh etmiş olanlara gayet merhamet ve şefkatle muamelede bulunur, garip, fakir ve zengin herkese elden geldiğince ihtiram, İltifat ve ikram ederdi.

Nakledilir ki, bir gün vecd’in galebe olduğu bir esnada huzuruna yedi seneden beri el ve ayaklan hareket etmeyen bir felçli hastayı, şifâ bulur Ümidiyle getirdiler.

Hazreti Şeyh bir nazar edip felçti adama kalkmasını emretti. Adam:

—Harekete kudretim yok, kalkamam, dedi.

Şeyh Hazretleri tekrar kalkmasını söyledi. Adam yine:

Ayaklarımda kuvvet ve herhangi bir canlılık alameti yokken nasıl ayağa kalkabilirim, dedi. Bu defa Hazreti Şeyh kuvvetli bir sayha etti ve ardından da:

Kum bi-iznillah, diye emretti.

Adam sayhanın şaşkınlığıyla birden bire elinde olmadan ayağa kalktı. Şeyhin duası bereketiyle şifayab oldu.

Şeyh Hazretlerinin müridlerinin çokluğu ve gelen giden misafirlerin fazlalığından dolayı tekke her an dolup boşalırdı. Gelen herkese de haline ve makamına göre İzzet ve ikramda bulunulurdu. Bir gün tekkenin mas­raflarıyla vazifeli mürid Hazret Şeyh’in huzuruna vararak dedi ki:

– Efendim, yeni mahsulün alınmasına elli gün kadar bir zaman var. Şu andaki mevcut zahiremiz ancak bir kaç gün daha tekkeyi İdare edebilir.

Bunun üzerine Hazreti Şeyh:

– Mevcut buğdayı değirmene götürüp un yaptırın. Müridlerden birisine de her gün abdestli olarak unu hamur yapıp yoğurmasını, zahireyi bir örtü altında tutmasını ve hiç kimseye de göstermemesini söyleyin, diye emretti.

Râvi Allah’a yemin ederek diyor ki:

– Yeni mahsul oluncaya kadar o buğday tekkeyi güzelce idare etti. Gelen gidenlerin çokluğuna rağmen hiçbir sıkıntımız olmadı.

Şeyh Mahmud Hazretleri buyurmuşlardır ki:

—Eğer bir mürşid, teveccüh ve himmetiyle kendi müridini beşerî sıfatlardan kurtarıp seyr-İ sülukunda terakkiye kudretli değilse o kimse irşad etmeye ve şeyhlik yapmaya layık değildir.”

Şeyh Mahmûd Hazretlerinin vefatına yakın şöyle manidar bir hadise zuhur eder:

İki kâmil derviş Kerkük yakınlarından geçerken biri diğerine dönerek der ki:

—Buradan bir hoş koku geliyor. Bu makamda ya bir evliyaullah metfundur, ya da metfun olacaktır!

O esnada da Şeyh Mahmûd Hazretleri hasta yatağında İken oğlu Şeyh Ahmed Hazretlerine bazı vasiyetlerde bulunmaktadır:

— Vefatımdan sonra cenazemi teçhiz ve tekfin edip Kerkük’e ulaştırın. Orada kadri yüce bir zatın zuhuruna kadar bekleyin. O şahıs gelince işaret edeceği yere kabrimi yaparsınız.

Kısa bir müddet sonra Şeyh Mahmûd Kaddesallahu sırruh Hazretleri irtihal edip Cenabı Hakk’a vasıl olur. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh emir üzere hareket ederek cenazeyi Kerkük’e götürür. Bakarlar ki, Şeyh Hazretlerinin işaret ettiği dervişler gelmiş, bekliyorlar. Onların tayin ettiği yere muhterem pederlerini dem ederler. Bir türbe, küçük de bir tekke yaparlar.

Mezkûr dervişler ise Kerkük’te vefat etmişler, Şeyh Cümcüme Hazretlerinin merkadi olan kubbenin arka tarafına defnedilmişlerdir. Kabirleri halen oradadır. Allah Celle Celaluhü sırlarının aziz eylesin, âmin…

Hazreti Şeyhin İki evladı olup İsimleri Şeyh Ahmed ve Şeyh Muhammed’dir. Şeyh Muhammed, muhterem pederinin vefatından sonra fazla yaşamamış hicri 1230 senesinde vefat etmiştir. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri İse pederinin makamında postnişin olup Tarik-i Aliye’yi yaymıştır.6

1. Ulemâüna fî Hidmet-il-İlm-i Ved’dîn; s.555

2. Miftahul irşad

3. Miftahul irşad

4. Ulemâüna fî Hidmet-il-İlm-i Ved’dîn; s.555

5. Miftahul irşad

6. Miftahul irşad

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir