Kategori: Esmalar

“Kayyum” Esması

KAYYÛM

Kur’an-ı Kerim’de Hay ismi ile çoğu zamanda birlikte zikredilir. Bu isimlerin, “İsm-i A ‘zam” olduğu da söylenmiştir.

Bu ismin çeşitli tanımlamaları vardır:

Katede’nin görüşü: Kayyûm, yaratıklarını koruyup idare edin, işlerini düzenleyendir.

Hasan Basri Rahmetullahi aleyh hazretleri: Kayyûm, iyi ya da kötü yaptıklarının karşılığını vermek için her canlının başında duran ve onu gözetleyendir. O, her şeyi bilir ve hiçbir şey O’na gizli kalmaz.

Kayyûm, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin kusursuz güç, kuvvet ve üstünlüğe sahip olduğunu gösterir. O, yalnız başına kâimdir. ayakta kalmak için hiçbir yönden kimseye ihtiyacı yoktur. O, kendi kendine yetendir ve başkasına muhtaç değildir. O’nun dışında her şey O’na muhtaçtır. Her şeyi ayakta tutan ve koruyan O’dur. O’nun desteği olmadan hiçbir şey ayakta duramaz ve varlığını devam ettiremez. Bu, O’nun mükemmel gücünü gösterir.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin dostlarının tecrübe edip kabul ettiklerine göre, “Ya Hayyu yâ Kayyûm, lâ ilâhe illâ ente” (Ey diri ve kâim olan! Senden başka ilâh yoktur) duasını okuyan ve bunu tekrarlayan kimsenin kalbi ve aklı dirilir. Bu iki isimle yardım dilemek sıkıntılardan, dert ve kederlerden, zorluk ve darlıklardan kurtulmak ve isteklere kavuşmakta daha etkilidir.1

O öyle bir hayy ve kayyumdur ki, O’nu ne gaflet basar, ne uyku; daima âlim, daima her şeyden haberlidir. Göklerde ve yerde, yukarılarda, aşağıda ne varsa O’nun; görünür, görünmez, bütün varlık O’nun mülküdür. Tüm sebeb O, tüm gaye O, her şeyin maliki olan O; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin mülkü olan bu yaratıklardan kimin haddi ki Allah Celle Celaluhü hazretlerinin izni olmaksızın yüce huzurunda şefaat edebilsin, bu halde hangi budaladır ki Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emri olmadan bunların birinden şefaat dilenebilsin. Çünkü Allah Celle Celaluhü hazretleri yukarıların aşağıların, önlerindekini ve arkalarındakini, geçmişlerini, geleceklerini bildiklerini ve bilmediklerini bilir, O’nun ilminden gizli hiçbir şey yoktur. Bunlar ise O’nun bildiklerinden hiçbirini bilemezler. Ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. 2

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Merdiyye dairesinde olan salikin okuduğu asıl virdidir.Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100-300-500 adetlerinde okutulur. Bu ism-i şerifin furuu ise “Aliyy” ism-i şeridir.3

Kaynaklar: 1- Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004 

2- Elmalı Tefsiri, Bakara Suresi, 255

3- Miftah’ül İrşad 1993

4- www.biriz.biz ve www.allahinisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Hay” Esması

Hay

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Mümin Suresi 65’inci ayetinde: “O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun” buyuruyor.

İnsan acizdir ve çok az şeye güç yetirebilir. Dünyaya geldiği andan itibaren hayatının 5-10 senesi yarı şuurlu olarak geçer. Bu dönem boyunca sürekli bir ilgiye ve bakıma muhtaçtır. Bundan sonra yaşadığı hayatın ise büyük bir bölümü kendi bedenine bakmakla, temizlenmekle geçer. Eğer bu sayılanları yapmak istemese ve ertelese kısa süre içinde bakılamayacak bir görünüme girer.

Ayrıca insanın bedenen ihtiyaç duyduğu büyük bir eksikliği daha vardır: Uyku. İnsanın ömrünün neredeyse üçte biri uykuyla geçer. Ancak ne kadar istemese de, uykuya ayıracağı zamanlarda başka şeyler yapmayı tercih etse de, buna bir iki günden fazla dayanması mümkün değildir. Hatta 24 saat uyumayan bir insanın şuurunda bir bulanıklık, idrakinde bir yavaşlık görülür. Her zaman doğal olarak yapabildiği şeyleri yapamamaya, karşılaştığı olayları sağlıklı muhakeme edememeye, hatta konuşma güçlüğü çekmeye, bildiği şeyleri unutmaya başlar.

Elbette insan ve insan gibi yaratılmış olan diğer canlılar aciz varlıklardır. Canlı ve cansız tüm kainatın Yaratıcısı olan Allah Celle Celaluhü hazretleri ise Hayy’dır. Daima diridir, her an herşeye hakimdir, herşeyi bilir, herşeye güç yetirir, O’nu uyku ve uyuklama tutmaz, her türlü acizlikten de münezzehtir. O, yarattıklarına çeşitli acizlikler vermiş ve bu eksiklikleri fark ederek yalnızca Kendisi’ne kulluk etmelerini, herşeyi Kendisi’nden istemelerini emretmiştir. İnsana düşen de, Allah Celle Celaluhü hazretleri dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini, tek bir saniye bile hayatını devam ettiremeyeceğini bilerek Rabbimiz’e yönelip dönmesidir. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Hayy sıfatının haber verildiği ayetlerden bazıları şunlardır:1

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Al-i İmran Suresi 2’nci ayetinde: “Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir” buyuruyor.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin dostlarının tecrübe edip kabul ettiklerine göre, “Ya Hayyu yâ Kayyûm, lâ ilâhe illâ ente” (Ey diri ve kâim olan! Senden başka ilâh yoktur) duasını okuyan ve bunu tekrarlayan kimsenin kalbi ve aklı dirilir. Bu iki isimle yardım dilemek sıkıntılardan, dert ve kederlerden, zorluk ve darlıklardan kurtulmak ve isteklere kavuşmakta daha etkilidir. Bu iki isim ism-i azam’dandır.2

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Furkan Suresi 58’inci ayteinde : “Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter” buyurarak Ve (sen) o ölümsüz ve daima diri olan Allah Celle Celaluhü hazretlerine güvenip dayan; onların kötülüklerinden kurtulmak, verecekleri karşılıklardan gönlü tok olmak için, yalnız o ölmez diriye dayan, ölümden kurtulamayacak olan fâniler yıkılır, dayananları kaybolur gider. Ve O’nu hamd ile tespih et. Nimetlerine şükür için her türlü yüce sıfatlarıyla saygı göstererek, noksan sıfatlardan uzak olduğunu kabul et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter! Hiç kimse bilmese de, onun bilmesi yeterlidir. Hiç bir haberciye ihtiyaç duymaksızın açığı ve gizliyi bilen, O her şeyden haberdar olan Allah Celle Celaluhü hazretleri cezalarını verir. Başka hiçbir ceza vermeyecek olsa bile, yalnız bilmesi bir ceza olarak yeterlidir.3

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Radiyye dairesinde olan salikin okuduğu asıl virdidir.Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100-300-500 adetlerinde okutulur. Bu ism-i şerifin furuu ise “Samed” ism-i şeridir.4

1- Allah’ın İsimleri, Harun Yahya, Vural Yayınları, 2000

2- Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

3- Elmalı Tefsiri,

4- Miftah’ül İrşad 1993

5- www.biriz.biz ve www.allahinisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Hak” Esması

HAKK

Kur’an-ı Kerim’de kelime ve türevleri olarak 285 ayette geçer. İslam nazarında hakın kaynağı ilahi iradedir. Hakkın kaynağı Allah Celle Celaluhü Hazretleridir. 1

Hak, inkârı mümkün olmayan, ispat edilmesine gerek duyulmayan, varlığı kabul edilendir. Buna göre Yüce Allah Celle Celaluhü hazretlerinin varlığı kabul edilmesi gereken şeylerin ilkidir. O’nun varlığı, kabul etme emri henüz insanlara gelmeden kabul edilmiştir. Bu yüzden varlığı inkâr edilemez. Bütün varlık âlemi, O’nun varlığının apaçık delilidir. Yüce Allah Celle Celaluhü hazretlerinin her sözü ve fiili haktır. O’nunla buluşmak haktır. O’na dayanan ve dayandırılan her şey hak ve gerçektir. O, Hak olmakla gerçeklerin gerçeğidir. O’nu bilmek, bilgilerin en gerçeğidir. O’nu ikrar etmek sözlerin en gerçeğidir.

Bir kimse bir şeyi kaybetse, bir parça kağıt üzerine “Ya Hakk” lafzını yazsa ve geceleyin o kağıdı eli üzerine koyup gökyüzüne baksa o zayi eylediği şeyi Allah Celle Celaluhü hazretlerinin izniyle bulur.2

Lokman Suresi 30’uncu ayetinde: İşte böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O’nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, batıldır. Şüphesiz Allah, Yücedir, büyüktür. Buyruluyor.

Zaman ve mekân canlı-cansız her şey gibi ‘yaratılmış’ kavramlardır. Zaman ve mekânın hiç olmadığı bir anda yoktan bir madde âlemi yaratılmış ve bu âlem içinde zaman-mekân kavramları oluşmuştur. Şöyle ki, zaman içinde geriye gittiğimizde bir sınırla karşılaşırız ve bu sınırın gerisine asla geçemeyiz. Bir olay için kullanabileceğimiz en eski ifade, ‘evrenin yaratılış anı’dır. Hatta bugün bilim çevrelerinde tespit edilen sınır, kâinatın yaratılma anından itibaren 10–43 saniyedir. Bu zaman diliminden öncesi için ne zaman ne de mekân tanımlanamamaktadır.

Bu noktada karşımıza zamanın ve mekânın olmadığı bir boyut çıkar. İnsanın sınırlı olduğu bu iki kavram belirli bir anda ‘yaratılmış’ olduklarına göre, bu yaratılıştan önce bir zamansızlık ve mekânsızlık mevcuttu. İşte bizlerin asla dışına çıkamadığımız bu kavramları yaratan onların tamamen dışında olan Allah Celle Celaluhü hazretleridir.

Allah Celle Celaluhü hazretleri zamandan ve mekândan münezzehtir ve dolayısıyla varlığı her zaman mevcuttur. Asla değişmez. Tek gerçek varlık o’dur, O’nun Zatı dışında her şey ancak O’nun ‘ol’ demesiyle var olmuştur. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Zatı dışında her şey ölümlüdür ve yok olucudur. Kuran’da da bildirildiği gibi Hak olan yalnızca o’dur.

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Taha Suresi, 114’üncü ayetinde: Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi artır.” Yine Hac Suresi 6’ncı ayetine: İşte böyle; şüphesiz Allah, hakkın kendisidir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve gerçekten her şeye güç yetirendir. Kehf Suresi 44 ‘üncü ayetinde: İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah’a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Mutmaninne dairesinde olan salikin okuduğu asıl virdidir.Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100-300-500 adetlerinde okutulur. Bu ism-i şerifin furuu ise “Ehad” ism-i şeridir.3

1-Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004 2- Miftahü’l Kulûb, Kalplerin Anahtarı, (Fethiye Evradı Bölümü) M. N. Ş. Nakşıbendî, Bedir Yayınevi, 2001

3- Miftah’ul İrşad 1993

4-www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“HÛ” Esması

“HU”İSM-İ ŞERİFİ

“Hû” Sûfilere göre, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zâtına işaret eden ismidir. Arapçada üçüncü tekil şahıs zamiri olan Hû (hüve) ilk tasavvuf kaynaklarında, cem’ halini yaşayan sâlikin tevhid anlayışını ifade etmek amacıyla “Hû bilâ Hû” ifadesi içinde kullanılmıştır.1

“Hüviyet-i mutlak, sırrı vücûd, gaybı mutlak, âmâyı mutlak” gibi tabirlerle de vücud mertebelerinin ilki olan bu makama işaret edilir. “Hû” bazı mutasavvıfların lâhut, ceberût, melekût ve insan şeklinde sıraladıkları varlık mertebelerinin ilki olan ve künhü zâta tekabül eden lâhût mertebesidir.

Bu mertebe, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin bütün isim ve sıfatlarının batını ve hakikatidir. Necmeddin-i Kübra Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin telakkisine göre Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ismindeki elif ve lâm, harfi tariftir. Lâm harfinin şeddeli olması, tarifte mübalağa içindir. Dolayısıyla Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin isminin aslı “he” harfidir. Böylece canlıların alıp verdikleri her nefeste Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ismi olan “he” sesi vardır. Alınan her nefesteki “he”nin kaynağı kalp, verilen nefesteki “he”nin kaynağı ise arştır. “Hû” kelimesindeki “vav” ise ruhun ismidir.2

Kelâm âlimi Fahreddin er-Râzî radıyallahu Anh’da gerek tefsirinde, gerekse “Levâmi’u’l-beyyinât” adlı eserinde konuyu tasavvufi bir anlayışla yorumlamıştır. Râzî’ye radıyallahu anh göre İhlâs sûresinin ilk üç kelimesi “Hû, Allah, ahad” Celle Celaluhü makamı ifade etmektedir: “Hû” mukarrebûnun makamı olup makamların en yücesidir. Buna göre lizâtihî var olan sadece O’dur. O’nun dışındakiler mümkün varlıklardır ve yok hükmündedir.

İlk dönem sûfilerinin Kelimei Tevhîdi (Lâ ilâhe İllallah) ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ismini zikir maksadıyla tekrar ettikleri bilinmekteyse de, “Hû”nun aynı amaçla tekrar edilmesi, özellikle tarikatların teşekkülünden sonra yaygınlık kazanmıştır.

Sûfilere göre zikrin en faziletlisi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni bir şey isteme anlamı taşımayan bir ifadeyle anmaktır. Bundan dolayı talep manası taşımayan ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zâti ismi olan “Hû”, en faziletli zikir telâkki edilmiştir. İmam-ı Ali Kerremullahu veçhe Hazretleri’nin çok defa “Yâ Hû, Yâ Men Hû, Lâ İlâhe İllâ Hû” diye zikrettiğinin sebebi kendisine sorulduğunda, “Hû”nun İsmi Â’zam olduğunu söylediği rivayet edilir. Gazzâli radıyallahu anh da “Lâ İlâhe İllallah”ın avamın tevhidi, “Lâ İlâhe İllâ Hû” nun havassın tevhidi olduğunu söyler. Allah Celle Celaluhü Hazretleri hangi ismiyle zikrediliyorsa, o ismin feyz ve tecellîleri istenir. Meselâ “Kerim” ismiyle ihsan, “Şâfî” ismiyle şifa umulur. “Hû” ismiyle yalnız O’nun zâtı istendiğinden bu ismin tecellisi kâmil bir keşiftir.

Seyr-i Sulûklarını Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin bazı isimlerini belli sayıda tekrarlamak sûretiyle gerçekleştiren tarikatlarda (Tarîki Esmâ) sâlik, nefsi emmâre mertebesinde “Lâ İlâhe İllallah”, nefsi levvâme mertebesinde “Allah”,nefsi mülhimede “Hû” ismiyle zikir yapar: böylece sırasıyla tevhidi ef’âl, tevhîdi sıfât ve tevhidi zât makamlarına ulaşır.

Mutasavvıf şairlerin “Hû” kelimesiyle biten şiirlerinin bir kısmı ilâhi olarak bestelenmiştir. “Hû” kelimesi tarikat folklorunda çeşitli anlamlarda yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Meselâ dervişler birbirine hitap ve cevap amacıyla “Hû” derler. Tekkeye girmek isteyen kişi izin almak için “destur” der, içeriden “Hû” sesi gelirse girebilir. Tekke hayatında geniş bir uygulama alanı bulan gülbankler “Hû” diye sona erer: “Yâ Hû”, “Bu da geçer Yâ Hû”, “hoş gör Yâ Hû”, “Hay’dan gelen Hû’ya gider”, “İllâ Hû”, “edep Yâ Hû”… “Hû” çekmek mutasavvıfların yanında halkın da çok sık kullandığı ifadelerdir.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yetkinliğini, yüceliğini, ululuğunu, aşkınlığını dile getiren “Hû” (O) sözcüğü, içeriğindeki genellik nedeniyle Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni insanlar tarafından bilinmeyen bütün yönleriyle, evrendeki bütün tecellileriyle tanıtmayı ve onaylamayı amaçlar.

Bu nedenle, ünlü İslâm düşünürü İmam-ı Gazali Rahmetullahi aleyh, “Mişkatül-Enver” adlı eserinde “avam”ın (sıradan insanlar) tevhidinin “Lâ ilahe İllallah” (Allah’tan başka ilâh yoktur), “havas”ın (bilgeler, sûfiler) tevhidinin “La ilahe illa Hû” (O’ndan başka ilâh yoktur) biçiminde olduğunu belirtir. Buna göre, şeyler O’nun yansımasıdır, her şey O’nda başlar, O’nda biter.

Arap abecesindeki “he” harfinin iki gözlü biçiminden esinlenen bazı sufiler, “Hû” sözcüğünden “Allah Celle Celaluh Hazretleri’nin her şeyi gören gözleri”, “iki tarikat büyüğünün birleşmesi” ,”sufinin Allah Celle Celaluh Hazretleri’nde fani olması” gibi simgesel anlamlar çıkarırlar.

Tarikatlarda “Hû” sözcüğü ile yapılan ve “Hû çekmek” diye adlandırılan zikir çok yaygındır. Örneğin Mevlevilik’te mürit, “Destur!” diyerek izin ister, içeridekiler “Gir!” anlamına “Hû” diyerek karşılık verirler. Sema ayini sonunda da “Dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı Şems-i Tebrizi, Kerrem-i İmam-ı Ali, Hû diyelim” denilerek ayine katılanlar uzunca bir “Hû” çekerler.3

“Hû” Kur’an okumada, zikirde, ezan okumada, kamet getirmede, namaz kılmada, cenazede, nefes vermede, getirilen tekbirlerde mevcuttur.(Cenaze defninde 15 defa evde, 15 defa yerde 15 defa kabirde, 15 defa da Cenazeyi defin ettikten sonra evde okunan Kur’an’ın sonunda çekilen Tekbirlerde “Hû” çekilir.

İnsan ister istemez “Hû” ile meşgul olmaktadır. Müslüman biri, “Hû” olmadan ibadet yapamaz. Kur’an okumanın sonunda okunan surelerin sonunda getirilen tekbirlerin (Allahû Ekber) içinde “Hû” çekilir ve adedi 15’dir. Günde 5 vakit okunan ezanlarda (Allahû Ekber) ezanın tekbirlerinde müezzin “Hû” der. 5 vakit farz namazların evvelinde getirilen kamette de çekilen “Hû” ismi şerifi söylenir.

24 Saatte kılınan namazların tamamında toplam olarak 229 defa tekbir söylenir ve bu tekbirlerde “Hû” çekilir. Ramazanda teravih namazında 20 rekatta çekilen “Hû” sayısı 105 adettir. Teravih namazında hoca cemaate cemaatle 105 defa “Hû” çektirir. “Hû”, her çekilen tekbirlerin içindedir. Namaz içinde çekilen her tekbirin (Allahû Ekber) içinde 1 adettir.

Kur’an okumanın sonunda çekilen tekbirlerin her birinin içerisinde 5’şer defa “Hû” vardır. (Allahû Ekber Allahû Ekber, Lâilâhe İllâllâhû Vallahû Ekber, Allahû Ekber,Velillâhil hamd.)

Sabah ve akşam namazlarının ardından Diyanet İşleri Başkanlığının görevlileri olan hocalar, El Haşr Suresinin 22., 23. ve 24’ncü Ayetlerinde 6 şar defa “Hû” çekerler. Tüm Müslümanlar da ferdi olarak bu Ayetleri okurlarken 6’şar defa “Hû” çekerler.

Rivayete göre insanda 24 saatte 24 bin nefes vardır. Her nefesi alıp verişlerinde insanoğlu Müslüman olsun olmasın, her gün 24 saatte 24 bin defa “Hû” çeker ama o çektiği “Hû”dan gafildir. Çünkü dinini iyi bilmediğinden dolayı bilmediğine düşmanlık etmektedir.

İnsanın, her nefesi son nefestir. Bir nefes, insana ömründe bir kere gelir. İkinci defa gelen nefes, başka nefestir. Bunlar, tesbih gibi birbiri ardınca dizilmiştir. Bu nefesler üzerine memur olan melek, her nefes insandan ne hal üzere çıkarsa, mühürler ve saklar. Rûz-i cezada, meydana çıkarılarak mühürü açılınca, ne hal ile mühürlenmişse, o hal ve kıyafetle zuhur eder.

“Bir kimse, erginlik çağına girdikten sonra, ölünceye kadar kaç nefes alıp vermişse, her nefesten sırasına göre on beş kere sual eder.” buyruldu.4

Sakın nefeslerimizden gafil olup zarar ve ziyana uğramayalım. Nefeslerimizin her birini bir inci mercan gibi bilip, değerlendirmeye gayret edelim. Bir günde 24 saat vardır ve 24 bin de nefes vardır. Her nefes bir kitap ve bir dosyadır. Bir gün içerisindeki nefes kitaplarının sayısı da 24 bindir. Her kitabın içerisinde de 15 hesap vardır. Bu sebeple 24 bin nefeste her nefesi 15 ile çarparak hesap edersek bir günde Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri kullarına 360 bin defa hesap soracaktır. Bu hesaplar, nefes, kitap ve dosyaları kıyamet günü tek bir kitapta toplanarak, Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri İsra Suresi 14’üncü ayetinde: “Al kitabını oku!” buyuracağı gün o kitapla sunulacaktır. Çünkü bu nefesler bir daha geri gelmez bilmiş olasın…

Hiçbir bilim ve ilim mensupları “Hû”yu inkâr edemez. “Hû” çekmek belirli bir topluluğa ait değil. Aksine bütün yaratılanlara mahsustur. Çünkü “Hû”, Âyeti Kerimeler ile sabittir. Kur’anı Kerim’de içinde “Hû” esmasının geçtiği nice Âyetler vardır. Uzun sürer diye diğer âyetleri buraya yazmıyoruz.

1-Serrâc El- Lüma. S.353

2-Türkiye Diyanet Vakfı, İslâm Ansiklopedisi. Cilt 18. S.260.

3-Büyük Larousse. Sözlük ve Ansiklopedisi. Cilt 11. S.5405.

4-Miftahül Kulûb. S.307

www.gavsuazam.de adresinden de yaralanılmıştır.

Lafza-ı Celal

“ALLAH” İSM-İ ŞERİFİ

Allah isimi Kur’an-ı Kerim’de 2697 yerde geçmektedir. Kainatın ve kainatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibadet edilmeye layık tek Rab, Mevla, Hüda’nın özel ismi. En yüce varlık, bütün kemal sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek mabut. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcının özel ismi. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da.

Uzaktaki eşyayı gözümüz görmez. Sesini kulağımız işitmez. Duyu organlarımızın bir sınırı var. Hafızamızın sınırı da ana rahminden öne geçemez, kabirden öteye geçemez. Sınırlı olan sınırsızı kavrayamaz.

Rabbimiz En’am Suresi 103’üncü ayetinde : “Gözler O’nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pekiyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” buyurur. Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez. O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle göndeririz.

Mevlana: “Ey Hu, Hu” diyen ve “Hu” demeye kanaat eden, “Hu” kadehinden içmeyince heva ve hevesten nasıl kurtulursun?”1diyor.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin güzel isimleri bizi Allah Celle Celaluhü Hazretlerine götürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir ve pasımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza ermiş oluruz.

Süleyman Çelebi:

“Bir kez Allah dese Aşk ile lisa

Dökülür cümle günah mislü hazan”

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin isimleri aşk ile söylenirse üzüntü, stres, keder, gam ve günahın döküleceğini söylüyor. Dilinle Allah, Allah, Allah diyerek zikret. Kalbinle de Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin yarattıklarını fikret, düşün. Fikirsiz zikirin, zikirsiz fikirin faydası yoktur.

Annenizi, babanızı, eşinizi, dostlarınızı seversiniz ve sevdiğinizi uygun, güzel bir kelime veya cümle ile ifade edersiniz. Bu ifade etme işi yalnız karşı tarafa bildirme işi değildir. Kendi iç dünyamızda besleyip büyüttüğümüz sevginin dilimizde kelimeden çiçekler açması gibidir. Gül ağacı özünde taşıdığı çiçeğini bülbülüne sunamazsa kurur. Tepeden tırnağa kadar bütün hücrelerimizde ve gönlümüzde taşıdığımız Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne imanımızın zikir çiçeğini açtıramazsak biz de çöl gibi kurak oluruz.

Onun için Rabbimiz Bakara Suresi 239’uncu ayetinde “Size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin” buyurduğu gibi yine A’raf Suresi 180’inci ayetinde ”En güzel isimler Allah’a aittir. O isimlerle Allah’a dua ediniz” buyuruyor.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümmetim sahip olacaktır” buyurmuştur.2

Birisi İbn-i Àbidîn Hazretleri, meşhur fakihlerimizden; ikincisi İmâm-ı A’zam Rahmetullahi aleyh Hazretleri, üçüncüsü Tahâvî Hazretleri… Daha buna benzer bütün ulemânın ittifakıyla –isimleri hep yazılı ama, okumadım hepsini– Allah lafza-i celâli İsm-i A’zam’dır.

İsm-i A’zam diye bir laf vardır ya aramızda, “Ah şu ism-i A’zâm’ı bir elime geçirsem!” diyerekten… İşte o İsm-i A’zâmın ta kendisi Allah ism-i şerifidir. Bunu İbn-i Àbidîn, İmâm-ı A’zam Hazretleri, Tahâvî, Alâmetül-Hàricî, Kesâî, Şa’bî, İsmâil ibn-i İshâk, Ebû Hafs vs. bütün ulemâ ittifak etmişler ki, Allah ism-i şerifi İsm-i A’zamdır. Allah ism-i şerifi ile yapılan zikirden daha üstün ve a’lâ makam olmadığını da bildirmişler.

Zikrin çok çeşitleri var ya; “Hû” derler, “Hay” derler, “Hak” derler, “Latîf” derler… Her tarîkın bir zikri var. Fakat bunların hepsinden en alâsının Allah ism-i şerifi olduğunu beyan buyurmuşlar. Çünkü Hazreti Allah Celle ve A’lâ da, Kur’an-ı Azîmüşşan’da; “Ey iman edenler, Allah’ı zikredin!” diye Allah ism-i şerîfi ile zikri emir buyurmuşlardır.

Ma’lûmunuzdur ki, Allah lafz-ı şerifinin içinde Esmâül-Hüsnâ’da yazılı olan 99 ism-i şerîfin mânâları mevcuttur. 99 tanedir Esmâül-Hüsnâ; o 99 kelimenin mânâsı, Allah lafzının içerisine dürülmüş ve konulmuştur. Ona onun için İsm-i A’zam’dır denilmiş. Lâkin diğer esmâlarda bu husûsiyet yoktur. Meselâ; Rahmân, Rahîm, Latîf, Gaffâr, Settâr… bunlar da Allah’ın isimleridir. Fakat bunları zikrettiğiniz vakitte, Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin o has olan ismi ile zikretmiş olmazsınız.

Allah ism-i şerifi, hiç de diğer isimler gibi değildir. Allah denildi mi, Gaffâr, Settâr, Rahmân, Rahîm, Kerîm, Tevvâb, Vehhâb, Hak, Mübîn, Raûf… vs. bütün isimlerin mânâları şâmil ve hâmildir. Diğer isimlerle zikredilmekten daha evlâ ve daha a’lâdır.

Allah ism-i şerîfi ile zikredilmesinin bir hassası daha vardır ki: meselâ; (Allah) kelimesinin başındaki elif’i kaldırsanız, (lillâh) kelimesi kalır.(Lillâhi mâ fis-semâvâti vemâ fil-ard) derken, o da Allah Celle Celaluhü Hazretlerini bize haber verir. Eğer lâm harfini de kaldırırsanız, (lehû) kalır ki; (Lehû mâ fis-semâvâti vemâ fil-ard) diye yine Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin ism-i şerifi çıkar ortaya. Elif’le iki lâm’ı da kaldırsanız, he kalır ki;(Kul huvallàhu ehad… Huvallàhüllezî lâ ilâhe illâ hû…) ayetlerinde Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin ismi, o isimle de zikredilmiştir. Yâni Allah isminin her harfi Allah ismine tekàbül eder.

Onun için, Allah dediniz mi, Cenâb-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerinin ne kadar ismi varsa, onların hepsini zikretmiş olursunuz; sevâbınız da, feyziniz de o kadar çok bol olur.

Cüneyd Radıyallahu anh hazretleri buyurur ki:

“–Bu Allah ism-i şerifini zikredenler nefislerinden geçerler, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine vuslata yol bulurlar. Bu hususlara riayetkâr olmakla kalb gözleri daima Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerini gözler. Bu zikrin nûru, onların beşeriyyet sıfatlarını yıkar ve mahveder.”

Lâyık-ı vechile Allah ismi anıldı mı, bu tamamıyla hâsıl olur

Ebül-Abbas-ı Mürsî Rahmetullahi aleyh Hazretleri der ki:

“–Zikrin, Allah Allah olsun! Çünkü bu ism-i şerif, esmaların sultanıdır ve bu zikirden ilim ve nur hâsıl olur.”

Keşf ü kerâmet ve basîret gözlerinin açılmasına sebep olacağından, Allah ism-i şerîfinin zikrine çok devam edilmesini ve diğer zikirler üzerine tercih edilmesini tavsiye etmişlerdir. Gerek “Lâ ilâhe illâllah” ve gerek sâir zikirlerin bütün mânâlarını Allah ism-i şerifi mütezammındır. Akàid, ulûm, âdâb ve hakîkatlerin hepsini şâmildir. Gaflet etme, fânî dünyaya aldanıp da Hakk’ın zikrinden mahrum kalma.

1-T. Mevlevi Şerh. 3447

2-Müslim fiten bab 5, Hadis 2889,

Zikrullahın faydaları. Mehmet Zahit Koktu Hazretlerinin 1971 yılında yapmış olduğu vaaz ve nasihatinden alınmıştır.

Kelime-i Tevhid

Sülük edenin Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin zikrini Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Salât-ü Selamını kendine vird (vazife edinenin) kalbinde Zikrullah nuru bir kere karar tuttuktan sonra, zikredenin onuru asla kaybolmaz. Hatta kabrine bile girer. Onu kabir azabından dahi kurtarır. Nefsinin o çirkin sıfatları, korkunç birer canavar halinde kabrine saldırdıkları vakit, o nur zahir olur ve azap için gelen o canavarları hemen parçalar.

Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri ne zaman ki Ümmet-i Muhammed’in asilerinin cehenneme sürülmelerini irade buyrulduğunda, zakirlere zikrin fazileti orada da imdatlarına yetişir. Zebaniler onları feryad-u figan içinde cehenneme götürüldükleri zaman cehennem malikleri, yüzlerinin kararmamış olduklarını ve boyunlarına zincir takılmamış olduklarını görürler, Derler ki: “Böylesi hiç cehenneme gelmemiştir. Acaba bunlar da kimlerdir?” diye sorarlar. Zebaniler: “Bize böyle emr olundu. Başka bir şey bilmeyiz.” cevabını verince bu defa kendilerinden sorarlar: “Sizler hangi kavimdensiniz? Ve hangi ümmettensiniz?” Yüzleri kararmamış ve boyunlarına zincir vurulmamış cehennemlikler derler ki: “Biz ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen ümmetteniz. Bizim peygamberimize Kur’an-ı Azimüşşan nazil olmuştu. Bizler de o Kuran’ı okurduk. Günde beş vakit namaz kılardık. Yılda 1 ay oruç tutardık. Yılda 2 defa bayram namazı kılardık. Mallarımızın zekâtını verirdik. Şimdi cehennemin heybetinden ve kıyamet korkusundan bu amellerimiz fena olduğundan mahcup ve perişan kaldık ve peygamberimizin adını unuttuk.” Zebaniler derler ki: “Kendine Kur’an-ı Azimüşşan inen Zat Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem’dir. Bu söylediklerinize bakılırsa sizlerde Muhammed ümmetisiniz.” Bunlar Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin mübarek adını duyunca, ağlayıp figan ederler. “Evet, bizler Muhammed ümmetiyiz.” derler. Zebaniler: “Ey Muhammed ümmeti.. Dünyada ettiğiniz ameller; namazlarınız, oruçlarınız, zekâtlarınız, haclarınız, zikirleriniz, teşbihleriniz, hayır ve hasenatlarınız sizleri nasıl oldu da cennete değil de cehenneme düşürdü?” diye sorduklarında bunlar: “Bizler gerçi bu saydığınız amelleri işledik ama Müslümanları incitirdik. Haram helal demez ne bulursak yerdik. Dedikodu ederdik, elimiz altında olanlara ve başkalarına zulmederdik. Mahşer yerinde üzerimizde hak sahibi olanları çağırdılar. Onlarda bizlerden davacı olunca, amellerimizi alıp onlara verdiler. Ve bizim amellerimizle cennete girdiler. Bizleri de mahrum ve mahzun cehenneme gönderdiler.” diye cevap verirler.

Üzerinde kul hakkı bulunanların bütün amelleri ellerinden alınır. Ve hak sahiplerine verilir. Ama “Lâ ilâhe illallah” nurunu kimse alamayacak. Hatta onu mizana dahi koyamazlar. Zira “Lâ ilâhe illallah” demeye hiç bir şey karşılık ve benzer olamaz. Bu zavallılar: “Bizlere müsaade edin de bizler ağlaşalım.” derler. Müsaade edilir. Ve ağlamaya başlarlar. O kadar ağlarlar ki, cehennem malikleri onlara: “Sizler bu ağlamayı dünyada iken yapmanız gerekti. O zaman hiç kimseyi incitmeseydiniz, üzerinizde kimsenin hakkı bulunmasaydı burada bu azaplara duçar olmazdınız. Ağlamanın size hiç bir faydası yoktur.” derler. Ve zebanilere bunları ateşe atmalarını söylerler. Zebaniler kendilerini ateşe atmak üzere gelirken, bunlar hep bir ağızdan: “Lâ ilâhe illallah” diye çağırmaya başlarlar. Ateş “Lâ ilâhe illallah” nidasını duyar duymaz bunlardan kaçar. Hiç birini yakmaz. Cehennem malikleri ateşe sorarlar: “Bu asileri neden yakmıyorsun? Neden bunlardan kaçıyorsun?” Bu defa ateş cevap verir: “Bu kimselerin üzerlerine varınca “Lâ ilâhe illallah” diye çağrıştılar. Onların üzerinden öyle bir nur çıktı ki; eğer kaçmasaydım o nur beni bile yakardı. Sıcağımızı bile söndürürdü. Hak Teala Ve Tekaddes Celle Celaluhü Hazretleri bana “Lâ ilâhe illallah” diyenleri yakmaya destur vermedi.” Cehennem malikleri aciz kalırlar, kendi kendilerine: “Bunların feryatlarına aldırış etmeyerek ateşe atsak bile, Tevhid „Lâ ilâhe illallah”’in nuru ateşi söndürecektir.” derler. Ve Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’ne niyazda bulunurlar. “İlahi! Burada bir bölük kavim var ki, ateş bunları yakmıyor. Ateş kendilerine saldırınca bunlar “Lâ ilâhe illallah” diyorlar. Ateşte onlardan kaçıyor. Ve yakmıyor. Korkuyoruz ki, bunların nuru ateşi tamamen söndürecek.” Hak Celle Ve Ala Celle Celaluhü Hazretleri ferman buyuruyor. “İhlâs ile ‘Lâ ilâhe illallah’ diyenleri ateşe atmayacağımı vaat ettim. Zira onlar benim Zakir (Zikreden) kullarımdır. Varın çıkarın onları ve cennete götürün.” Onları cehennemden çıkarır, nurdan Buraklara bindirir ve cennete götürürler.1

Nitekim Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri Kehf Suresi 24’üncü ayetinde şöyle buyurur: “Unuttuğun zaman, Rabb’ini zikret.” Yani “Rabb’ini zikrettiğin zaman Rabb’inden gayrı her şeyi, hatta kendi nefsini dahi unut” demek olur. Ancak böyle olursa, zikirde ortak koşulmamış olur. Zikir de Allah-u Teala’ya ortak koşulmamak, “Lâ ilâhe illallah” denildiği zaman Allah Celle Celaluhü hazretlerinden gayrı her şeyi tamamıyla unutmakla mümkündür. Bunu yapabilmek için de zikre o kadar devam etmelidir ki, zikir kalbe yetişsin. Ve âleme gönderiliş gayesi hâsıl olsun. Kalpten de ruha erişsin, oradan da talibe ilahi sevgi ve yakınlık eserleri belirsin. Bunun için de talibin beşeriyet sıfatlarını tamamıyla mahvetmesi lazımdır. O kadar ki, kendi adını ve çevresini, dünyayı ve dünya içindeki her şeyi unutması gerektir. Ta ki: “Adın nedir?” diye sorulduğunda, zikrettiği Mabud’un adını söyleyivermelidir. Ancak zikir Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin buyurduğu şekilde kaideleri ve şartları üzere yaptıysa, Zikrullahın faziletleri hâsıl olur.

Her ne kadar bir kişi “Lâ ilâhe illallah” deyince mü’min olursa da, “Lâ ilâhe illallah” demenin kaideleri ve şartları vardır. Ve bu şartları ve kaideleri yerine getirmedikçe, kişinin gönlünden hicabı (perdeyi) gidermez.

“Lâ ilâhe illallah” kelimesi bir macuna benzer. Yani müspet ile menfiden meydana gelmiştir.

Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmaktadır: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri kıyamet günü buyurur. ‘Ey “Lâ ilâhe illallah” diyenler. Yaklaşınız ve arşımın gölgesinde dinleniniz. Siz beni ben de sizi seviyorum.”2 Bu Hadis’ten de anlaşılmaktadır ki; “Lâ ilâhe illallah” demeye devam edenler, Evliyaullah’tan olurlar. Zira Fahr-i Âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e sordular: “Ya Resulûllah, Evliyaullah kimlerdir?” Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem buyurdular: “Allah Celle Celaluhü hazretlerini daima zikredenlerdir.”

Bilmiş ol ki bütün ameller “Lâ ilâhe illallah” demeye bağlıdır. Her kim “Lâ ilâhe illallah” demese, onun ameli batıl olur. Onun İçin iman bundan gayri bir kelime ile sahih olmaz. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz diğer bir Hadis’inde de şöyle buyurmaktadır. “(Miftah-ül Cenneti ‘Lâ ilâhe illallah’) Cennet’in anahtarı (Lâ ilâhe illallah)’tır.”

Allah Celle Celaluhü Hazretleri mahlûkatın en azami olarak arşı halk ettiği vakit arş 24.000 yıl titredi. Allah Celle Celaluhü Hazretleri de onun üzerine 24 harf izhar etti. Bu da “Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resulûllah” kelimesidir. Arş bundan sonra sükûn buldu. Sükûneti 24.000 yıl devam etti. Allah Celle Celaluhü Hazretleri ilk mahlûkunu halk edip ona tevhidi “Lâ ilâhe İllallah” kelimesini emredince, arş tekrar titremeye başladı. Allah Celle Celaluhü hazretleri: “Sakin ol ya arş.” buyurdu. Bunun üzerine arş: “Ya İlahi!… Bu kelimeyi söyleyeni af ve mağfiret etmedikçe sakin olmam.” deyince Allah Celle Celaluhü hazretleri: “Ben seni halk etmeden 2000 sene evvel yemin ettim ki, hangi kulumun diline bu kelimeyi verirsem onu muhakkak af ve mağfiret ederim.” buyurdu.3

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Kalbinde bir arpa ağırlığı kadar dahi iman olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimse ateşten kurtulur. Kalbinde zerre kadar iman olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen, cehennemden necat bulur (kurtulur).” buyurmuşlardır.4

Mü’minlere Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretlerinden bir rahmet ve merhamet olarak ruhlarının kabzedildiği vakitte hatırlayıp söylemeleri için ölüm meleğinin alnında “Lâ ilâhe illallah” yazılıdır. Bunun için Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Mevtanıza Kelime-i Tevhid zikrini telkin ediniz.” buyurmuşlardır. Kelime-i Tevhid aslî imanı tevhid ettiği için, zikrin ekmeli Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerini tahmidde Niamat-ı Samedaniyyeyi tezyide mazhar olduğu için, duaların faziletlisidir. Hususiyle mübarek Ramazan ayında Kelime-i Tevhid ile meşgul olmakta büyük fazilet vardır.

İbadete ihlâs ile devam kalbin uyanmasına vesile olduğu gibi ma’sıyete devamda kalbin hasta olup ölmesine sebep olur. Çok yemek, çok uyumak ve çok söylemek de kalbi kasvete duçar eder, çok gülmek de kalbe manen zarar verir. Kalbin ölmesine de sebep olur demektir.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir Hadis-i Şerif’lerinde: “Hamd nimetin sermayesidir. Tevhid ise cennetin sermayesidir.” buyurmuştur.5

Beyazid-i Bestami Rahmetullahi aleyh hazretlerine insanlar: “La ilahe illallah cennetin anahtarıdır diyorlar. Siz ne buyurursunuz?” diye sordular. O da: “Doğru söylüyorlar, ama anahtar dişsiz ve şifresiz olmaz. Kelime-i Tevhid anahtarının dört dişi (şifresi) vardır:

1: Yalansız ve gıybetsiz bir dil

2: Hilesiz ve hıyanetsiz bir kalb

3: Haram ve şüphelerden uzak bir karın

4: Nefsin kötü arzularından, sünnete uymayan, dine sokulan yeni yeni şeylerden uzak bir amel.

İşte Şeriat-ı Muhammediyye’nin emir ve nehiyleri bu dört cümlede toplanmıştır. Bunlara riayet edenlere Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri kendi katından manevi elbiseler sunar. Ancak ne var ki, bu elbiselere nail olanlar, elbiselerden ziyade onları sunan Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri ile meşgul olmalıdırlar.” buyurdu.

Binaenaleyh Kelime-i Tevhid, yedi ismin evvelidir. Talib şeyhinden aldığı telkin veçhile gece gündüz ayakta, oturarak ve her halinde buna devam edilirse, Batınında bir melekütî lamba yakılır ve işlediği günahları, kötülükleri basiret gözüyle görüp ikrah eder ve zayi eylediği vakitlerine pişman olup halas bulmaya çalışır. Mücahede’ye devam eyledikçe cezbeye kuvvet gelerek fakr ve fena ile tecellilere mazhar olur. Tabi bunlar nefs-i emmareden kurtulup nefs-i hayvaniden nefsi insaniye geçince tecelli eder.

Şunu iyi bilmeli ki, bu dünyaya gelen her insan mutlaka şu yedi tehlike ile karşı karşıya gelecektir:

1- ÖLÜM TEHLİKESİ: Her canlı her nefis ölümü tadacaktır. Bir mutlu son için ölümü iman ile tatmak gerekir. En büyük tehlike son nefesini verirken insan, iman ile mi verecek, yoksa (Allah Celle Celaluhü korusun) imansız mı? İşte bu korkunç tehlikeden hiç kimse emin değildir.

2- KABİR TEHLİKESİ: Hiç bir nefis, kabirdeki durumundan emin değildir. Kabir hayatı cennet bahçesi mi yoksa cehennem çukuru mu olacaktır? İşte bu korkunç tehlikeden de hiç kimse emin değildir.

3- SORGU SUAL TEHLİKESİ: Kabirde sual Melekleri olan Münker ve Nekir’in suallerine doğru cevap verebilecek mi, yoksa veremeyecek mi?

4- HAŞIR TEHLİKESİ: Kabir hayatının sona ermesi ve insanların yeniden dirilmesinde o zaman dirilmesi nasıl olacak, ak mı kara mı? Bundan dahi hiç kimse emin değildir.

5- HESAB VERME TEHLİKESİ: Her nefis hesap vermek zorundadır. Bu dünyada yapılan en küçük bir amelin (işin) hesabı sorulacaktır. İşte o zaman bu hesap işi kolay mı, yoksa çetin zor mu olacaktır?

6- MİZAN TEHLİKESİ: Her nefsin, her insanın amelleri mizana (tartıya) girecektir. İşte o zaman, sevaplar mı ağır gelecek, günahlar mı ağır basacaktır?

7- AYRILIŞ TEHLİKESİ: Son ayrılış, hesap kitap bitip ayrılış, sevkıyat cennete mi, yoksa cehenneme mi? Bu da bir tehlikedir.

İşte bu yedi türlü tehlikeden hiç kimse emin olamaz. Bu yedi tehlikenin acı ve sancısını aklı başında olan her Müslüman çekmelidir. Bu yedi türlü tehlikeden kurtuluş ancak Kelime-i Tevhid ile mümkündür. İslam Âlimleri bu yedi tehlikeye karşı yedi kelimeden meydana gelen Kelime-i Tevhidi “Bu tehlikelere karşı bir kurtuluş çaresidir” demişlerdir. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hadis-i Şeriflerinde: “Son sözü ‘Lâ ilâhe İllallah’ olan bir kimse, cennete girer.” Buyurmuşlardır. Bu dünyada yaşarken zikri Kelime-i Tevhid olanın son nefesini verirken dahi son sözü Kelime-i Tevhid olacaktır. Bunda asla şek ve şüphe yoktur. Çünkü bu hususta Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in verdiği sözde, asla cayma yoktur.6

Hazreti Ebubekir Radıyallahu anh Hazretleri tarafından rivayet edilmiştir. Ashab-ı Kiramdan Dıhyetül Kelbi ismiyle (lakabiyle) bilinen bu zat, arab kabileleri reislerinden olup henüz daha İslam’a girmemiş (Müslüman) olmamıştı. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu zatın Müslüman olmasını çok arzu ediyordu. O zaman yedi yüze yakın hanedanı, Dıhye’nin Müslüman olmasıyla İslam’a girmiş olacaklardı. Beklenilen gün geldi. Dıhyetül Kelbi Müslüman olma arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bir sabah namazından sonra, Dıhye hakkında şöyle vahiyde bulundu: “Ya Habibim! Dıhye’nin kalbine iman nurunun ışığını attım, biraz sonra, sana Dıhye gelecektir.” buyurdu. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz henüz Mescid de iken Dıhye Radıyallahu anh içeri girdi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, üzerindeki mübarek hırkasını çıkarıp yere serdi ve Dıhye’ye hitaben: “Buyurun, hırkamın üzerine oturun!” buyurarak iltifatta bulundu. Dıhye, Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin bu nezaketi ve iltifatını görünce son derece duygulandı ve eğilip hırka-i saadeti yerden hürmetle alarak gözlerine sürdü, başının üzerine koydu, samimiyet, içtenlik, saygı ve hürmetle “Lâ ilâhe İllallah Muhammeden Resulûllah diyerek Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şahadet getirdi ve sonra: “Cahiliyet devrinde birçok kız çocuklarımı kendi ellerimle öldürdüm.” dedi. Dıhye’nin bu itirafına karşılık Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem hayretler içerisinde kaldı. Cebrail Aleyhisselam indi ve : “Ya Muhammed! Dıhye’ye de ki: ‘Ey Dıhye! Rabbin Teala buyuruyor ‘İzzet ve Celalime and olsun ki, sen ey Dıhye “Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resulûllah” dediği an, senin altmış yıllık günahlarını bağışladım.”7

Bütün varlıkların sahibi Yüce Rabbimiz Celle Celaluhü hazretleridir. Kulunu af ve mağfiret etmek için en büyük sebep Kelime-i Tevhiddir. Onun için Kelime-i Tevhidi dilimizden düşürmemeliyiz.

Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Kıyamet gününde Ümmetimden biri, her birinin uzunluğu göz görünceye kadar olmak üzere doksan dokuz defter ile gelir. Bu defterlerin hepsi de büyük, günahlarla dolmuştur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Ey kulum bu günahları hep sen mi işledin, yoksa melekler ilave mi ettiler? Bunları hatırlar mısın?’ diye sorar. Kul: ‘Evet Ya Rabbi! Bütün yaptıklarımı hatırlıyorum, bu günahlar hep benimdir. Melekler hiç bir şey ilave etmediler.” der. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Sana zulmedilmez, bu doksan dokuz defter içinde iki satırlık bir ibadetin var o da, (Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resulûllah) mübarek kelimesidir. Haydi, terazinin başına gel.’ buyurur. Kul da terazi başına gelir. Terazinin bir gözüne 99 defteri diğer gözüne de Kelime-i Tevhidi yazılı olan kağıdı koyarlar. Bu Kelime-i Tevhid kağıdı ağır gelerek o kul cennete girer, zira içinde Lafza-i Celal bulunan Kelime-i Tevhide hiç bir şey ağır gelemez.” buyurdu.8

Tevhidin izahı uzundur. Onun ilmi diğer ilimlerin sonudur. O halde bil ki tevhidin 4 derecesi vardır

Tevhidin birinci derecesi: Diliyle “Lâ ilâhe illallah” deyip kalbiyle buna inanmamaktır. Yani dil söyler, fakat kalp daha bu sözü kabul edememiştir. Bu münafıkların tevhididir.

İkinci derecesi: “Lâ ilâhe illallah” kelimesinin manasına ya taklitle inanır (cahillerin inanışı gibi) yahut delilin ispatıyla inanır (kelam âlimlerinin inanışı gibi).

Üçüncü derecesi: Müşahede ile bütün dünyanın, kâinat’ın bir asıldan olduğuna, failin bir olduğuna ve hiç bir kimsenin fiili ve tesiri olmadığına inanmaktır. Bu iman kalpte parlayan bir nurdur. Bununla müşahede hâsıl olur. Cahillerin ve kelam âlimlerinin imanı gibi değildir. Onların imanı ya taklit hilesiyle yahut delil hilesiyle kalbe vurulan bir bağdır. Ama müşahede ile olan iman-ki kalbin inşirahı ve bağın kalkmasıdır. Başka yolla olan imandan daha üstündür. Çünkü padişahın sarayda olduğunu, filan kimse haber verdi diye zorla kendini buna inandıran kimse ile (ki bu cahillerin taklidî imanlarının misalidir, onlar anne ve babalarından böyle duyduklarından böyle inanırlar), padişahın sarayda olduğuna delil ile mesela maiyet hizmetçilerinin saray kapısının önünde beklemeleriyle, inanan kimse (ki bu kelam âlimlerinin delili ile olan imanlarının misalidir) ve padişahın sarayda olduğunu müşahede ile inanan kimse (ki bu da ariflerin imanının misalidir) aralarında açık farklar vardır. Ariflerin tevhidi çok yüksek bir derecedir. Bu hem mahlûkat, hem Halik’i görüp mahlûkat’ın Halik’tan olduğuna inanmakla olur. Demek ki bu çokluktan, ayrılıktan ve her türlü ikilikten sıyrılıp birlik ve vahdet dairesini bulanların imanıdır.

Dördüncü derece ise: İman ve Tevhidin kemal derecesidir. Bunun sahibi birlikten başka bir şeyi görmeyip her şeyi bir görüp bir anlar. Bu müşahede ile ayrılığın ilgisi yoktur. Tasavvufçular bu dereceye “Tevhid’le fena” derler.

Kelime-i Tevhide hayatlarında devam edenler, ölüm acısı duymadan iman ile göçerler. Kabirleri Kelime-i Tevhidin nuru ile pür nur olur. Kabir zulmetinden kurtulur. Münker ve Nekir sorularına çeneleri kilitlenmeksizin kolayca cevap verirler. Mahşer günü yüzleri nurlu ve beyaz olur. Hesapta muhasebeleri kolay ve çabuk olur. Sıratı yıldırım gibi geçer ve yolu Firdevs-i Ala’ya varır.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in azadlı kölelerinden Sevban Radıyallahu anh hazretleri şöyle rivayet etmiştir: “Akrabanı korkut, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin azabıyla korkut..” Ayeti nazil olunca, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz safa tepesine çıkıp ‘Ey Kureyş halkı… Gelin saadete erişin.’ diye nida etti. Kureyşliler toplanıp ‘Davete sebep nedir?’ diye sordular. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: ‘Ey benim kavmim. Eğer size haber versem ki şu dağın ardında düşman vardı, size saldırmak için fırsat beklerler. Ve malınızı alıp sizi öldürmek için taarruza geçmek için hareket ederler desem, bana inanır mısınız?’ Bunun üzerine hepsi birden: ‘İnanırız. Sen Muhammed-ül Emin’sin. Aramızda yalancılıkla tanınmış değilsin. Ve senden hiç yalan söz işitmedik’ dediler. Bunun üzerine Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: ‘Ey Abdulmuttalip oğulları ve ey Abdumenaf oğulları ve Beni Zühre torunları. (Ve bütün kabileleri tek tek saydı.) Bana Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri ‘Akrabanı Allah’ın azabı ile korkut’ buyurdu. Biliniz ki siz ‘Lâ ilâhe illallah’ kelimesini demedikçe ve benim Peygamberliğimi kabul etmedikçe ahirette ben size faide etmem’ buyurdu. Onların aralarında bulunan Ebu Leheb: ‘Bizleri bunun için mi davet ettin?’ diyerek küfürlerini izhar etti ve orada bulunanları dağıttı.”

Zikredenin ruhunu kabza gelen melek, izin almadıkça kabzetmez. Her kim hakikat üzere Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikrederse, onun zikri yanında her şey ona kolay kılınır ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri onu her şeyden korur. Her şeye karşı ivaz olur. Yapılan zikir ihlâsla olmalıdır. Zikrin adabından birisi de, helal yemekle batının temizliğidir. Her ne kadar zikir haramdan neşet eden cüzleri giderirse de, batın haramdan pak olursa zikrin kalbi tenvişindeki tesiri daha şiddetli ve mükemmel olur. Zikir meclisinde güzel kokular sürmek melekler ve cinler için lazımdır. Zikreden yalnız ise diz çökerek veya bağdaş kurarak kıbleye karşı oturmak, cemaat halinde ise cemiyetin icabına göre oturmak gerekir. Gözlerini kapayıp şeyhini iki gözü arasında tahayyül ederek ve tarikata refik (arkadaşı) ve hidayetçi (kurtarıcı)sı olduğundan, başlarken kalbi ile şeyhinin himmetinden yardım dileyerek ve şeyhinin de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden istimdat ettiğini, zira onun vekil’i (varis’i) olduğunu düşünerek başlar. Tam kuvvet ve ta’zimle göbek üstünden (Lâ ilâhe illallah) zikrini yukarı kalbe doğru çeker. (La ilahe)’de Allah’tan Celle Celaluhü başkasını nefyederek yukarı çekip (illallah)’ta kalbe isal eder ki (illallah) kalpte yerleşsin ve bütün azalara sirayet etsin ve her defasında zikrin manasını kalbinde hazır eder. Zikir derecelerinin en aşağısı (Lâ ilâhe illallah) dedikçe kalbinde Allah Celle Celaluhü hazretlerinden başka bir şey bırakmamaktır. Zikir halinde Allah Celle Celaluhü hazretlerinden başkasına iltifat ettikçe o iltifat ettiği şeyi ilah menzilesine indirmiş olur.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Ashabına cemaat halinde ve ferden (tek tek) telkinde bulundu. Cemaatle telkini de şöyledir: Seddat ibni Evs Radıyallahu anh Hazretleri diyor ki: “Resulûllah’ın yanında idik. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ‘İçinizde garip (yabancı) kimse var mı?’ diye sordu. ‘Yok.’ dedik. Kapının kapatılmasını emretti ve ‘Ellerinizi kaldırınız, (Lâ ilâhe illallah) deyiniz’ buyurdu. Sonra ‘Allah’ım! Sana Hamd olsun ki, Sen beni bu kelime ile bas ettin (yarattın) ve onunla bana cennet vaadeyledi. Muhakkak ki Sen vaadinden dönmezsin (Hulf etmezsin)!’ dedikten sonra ‘Agâh olun. Muhakkak Allah Celle Celaluhü Hazretleri sizi mağfiret etti.’ buyurdu.”9

Ferden telkini de şöyledir: İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e: “Ya Resulûllah!… Beni Allah’a varan yolların en yakınına ve en kolayına ve Allah’ın Celle Celaluhü yanında en efdali olanına delalet et.” dedi. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de: “Benim ve benden önceki Peygamberlerin söylediklerimizin eftali (Lâ ilâhe illallah) ‘tır. 7 kat gökler ve 7 kat yerler terazinin bir kefesine ve (Lâ ilâhe illallah) ta diğer bir kefesine konsa, hepsinden ağır gelir!” buyurduktan sonra “Ya Ali Kerremullahi veche! Yeryüzünde Allah diyen bulundukça kıyamet kopmaz.” buyurdu.10

Hasan-ı Şazeli Rahmetullahi aleyh Hazretleri diyor ki: “Hasta olmuştum. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i gördüm. Bana ‘Elbiseni kirden temizle. O vakit her nefeste Allah’ın Celle Celaluhü imdadını duyarsın’ buyurdu. ‘Ya Resulûllah! Elbisem nedir?’ dedim; buyurdu ki: ‘Muhakkak ki Allah sana marifet hüllesi giydirdi. Sonra muhabbet hüllesi sonra tevhid hüllesi, sonra iman hüllesi, sonra da İslam hüllesi giydirdi. Bu itibarla her kim ki Allah’ı bilirse, yanında her şey küçük kalır. Ve her kim ki Allah’ı severse Allah’tan başka her şey değersiz kalır. Her kim Allah’a iman ederse, her şeyden emin olur. Her kim Allah’ı tevhid ederse, ona bir şey şerik etmez. Ve yine her kim Allah’a teslim olursa, Allah’a isyanı az olur. Şayet isyan ederse, özrü yani tövbesi kabul olur’.”

Kalbinde şeytan bulunmayan mü’min yoktur. Fakat o mü’min Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikrederse, şeytan geriler. Allah Celle Celaluhü hazretlerini unutursa, şeytan vesvese vermeye başlar. Her gün ölüm meleği önümüzden ve arkamızdan: “Nerede olursanız olun, ölüm size yetişir.” diye bağırır. Hâlbuki biz gafletimizin cehaletinde ve şehvetlerimizin sarhoşluğunda boğulmaktayız.

Ömür kısadır. Sarraf keskindir. Yani ahirette hesaba çekildiğimizde Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri amellerimizin ihlâslı ve ihlâssızını pekiyi ayırır. Ve dönüş ancak Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne olacaktır.

KELİME-İ TEVHİDE AİT AYET-İ KERİME’LER

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Muhammed Suresi 19. ayetinde şöyle buyuruyor: “Şimdi (Ey Resulüm) şunu bil ki, Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur.”

Nisa Suresi 125’inci ayetinde ise şöyle buyuruyor: “İyilik eden bir kimse olarak kendini tam bir hulûsla Allah’a teslim eden ve İbrahim’in Tevhid Dinine uymuş olan kimseden daha güzel Din sahibi kimdir?”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Kur’an-ı Kerim’i göndermiş. “Acaba Rabbim Bana ne emrediyor?” diye o Kur’anı Azimüşşan’ı okumayı, öğrenmeyi, ona göre amel etmeyi azmettin mi? Yoksa can kuşun uçunca garipler diyarında perişan olanlardan olmayasın. Bu hususta Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri İbrahim Suresi 27’nci ayetinde şöyle buyuruyor: “Allah Celle Celaluhü, İman edenleri hem dünyada, hem Ahirette (Kabirde) sabit söz olan Şahadet kelimesi (Eşhedü En La İlahe İllallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resûlüh) ile tespit eder; Tevhide bağlı kılar. Allah Celle Celaluhü, zalimleri (kâfirleri) şaşırtır ve Allah Celle Celaluhü dilediğini yapar.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bize biz kullarına örnek olması bakımından Yüce Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Yunus Suresi 105’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Bir de, yüzünü Tevhid Dinine döndür ve sakın müşriklerden olma.”

En-Neml Suresi 89’uncu ayetinde de Sahibul Kâinat Hazretleri şöyle buyuruyor: “Kim (Kıyamet gününde İhlâslı bir Tevhitle-La ilâhe illallah-sözü olan) Hasene ile gelirse, bundan dolayı ona bir hayır (cennet) vardır. Onlar o kıyamet azabının korkusundan emniyet içindedirler.”

Zuhruf Suresi 28’inci Ayetinde şöyle buyuruyor:“İbrahim (AS), bu (Tevhid kelimesini) soyu içerisinde baki kalan bir kelime yaptı. Gerek ki (küfürden) dönerler.”

Kasas Suresi 70’inci Ayetinde şöyle buyuruyor “O öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiç bir İlah yoktur, dünyada ve ahirette hamd ona mahsustur.”

Zümer Suresi 6’ıncı Ayetinde şöyle buyuruyor: “Bir Yaratılıştan sonra diğer bir Yaratılışa çevirip kemâle erdiriyor. İşte Rabbiniz olan Allah, Mülk O’nundur; O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Al-i İmran Suresi 18’inci Ayeti Kerime’sinde de şöyle buyurur: “Allah, kendinden başka ibadete müstahak bir varlık olmadığını delillerle açıkladı. Meleklerle İlim sahipleri de adalet ve hak üzere durarak buna iman ettiler. O’ndan başka hiç bir ilah yoktur. O, Tevhid (La ilahe İllallah) getirmeyenlere galiptir; hüküm ve hikmet sahibidir.”

Lokman Suresi 3’inci Ayetinde şöyle buyuruyor:“Güzel iş yapanlara (Tevhid ve İhlâs ehline) bir hidayet ve bir Rahmettir.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Haşr Suresi 22’nci ayetinde ne buyuruyor: “O, öyle Allah ki, O’ndan başka hiç bir ilâh yok. Gizliyi de bilir aşikârı da.”

Kasas Suresi 88’inci Ayetinde şöyle buyuruyor: “Allah ile beraber bir ilâha ibadet etme. O’ndan Celle Celaluhü başka hiç bir ilâh yoktur. O’nun Celle Celaluhü zatından başka her şey yokluğa mahkûmdur.”

Teğabün suresi 13’üncü Ayetinde şöyle buyuruyor “Allah var, O’ndan başka hiç bir ilâh yok; onun için Allah’a tevekkül etsin müminler…”

Leyl Suresi 5-10’uncu Ayetlerinde şöyle buyuruyor “Ama kim (Allah yolunda harcar) verir ve Allah’tan korkarsa —O en güzel kelimeyi, (Lâ ilâhe İllallah sözünü) tasdik ederse—Biz, onu, Allah’ın razı olacağı) en kolay yola hazırlarız—Bir de en güzel kelimeyi (Tevhidi) inkâr ederse—Biz de onu, en şiddetli yola (Ateşe) hazırlarız.”

Hac Suresi 24’üncü Ayetinde şöyle buyuruyor “O İman edenler, sözün en güzeline (Tevhid Kelimesine) hidayet edilmişler ve Allah’ın doğru yoluna (İslâm Dinine) iletilmişlerdir.”

Fatır Suresi 10’uncu Ayetinde şöyle buyuruyor “Her kim şeref ve kuvvet isterse bilsin ki, bütün şeref ve kudret Allah’ındır. Hoş kelimeler (Tevhid ve Tespihler) ancak O’na yükselir, kabul olunur. Salih ameli de hoş kelimeler (Tevhid) yükseltir, makbul kılar. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azab vardır. Bunların yaptıkları tuzak mahvolur gider.”

Zuhruf Suresi 86’ıncı Ayetinde şöyle buyuruyor “O’ndan başka ibadet edip durdukları şeyler (putlar), şefaat da edemezler, ancak Hakk’a şahadet eden (dili ve kalbi ile “La ilahe İllallah” diyen) kimseler müstesna. Onlar (Allah’ın, Rableri olduğunu gerçek olarak) bilirler.

O halde itaat ederken karşıya çıkan afetlerden uzak durmak ve bu durumda aşırı giden şeytan ve şeytan nesilli kimseleri tesirsiz hale getirmemiz gerekir. Tabi bu da Tevhidi (La ilahe illallah) gönülden zikretmekle, bütün mevcudiyeti bu zikrin havasına sokmakla mümkündür

KELİME-İ TEVHİDE AİT HADİS-İ KUDSİLER

Kâinatın Halikı Celle Celaluhü bir Hadis-i Kutsi’sinde şöyle buyurur: “La ilahe İllallah Kal’amdır. Ona giren kimse emin olur.”11

Bir başka Kutsi Hadiste Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri buyurur: “Yedi kat gökler yedi kat yerler ve bunlarda bulunan mahlûkat mevcudat mizanın bir kefesine koyulsa, “La ilahe İllallah” zikrin Efdali oldu. Bununla zikretmek “Allah Allah” Kelimesi ile zikirden Efdaldir.”12

“Arz ile semaya, sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım.”13

Kalbe Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’ni tecellisi ayniyle cennettir. Bütün taat ve azaların amellerinden maksat, kalbin tasfiyesi ve tezkiyesi ve cilasıdır. “Kalbini temizleyen felah ve necat, buldu.”A’la Suresi 14’üncü Ayet-i Kerimesi ile buna işaret etmektedir.

Yine nakledildiğine göre Allah Celle Celaluhü Hazretleri, Resûllüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize: “Ya Muhammed! Mü’min kulumun bana en çok yakın olabileceği işi dünyayı terk etmesidir. (Yani dünyada kalacağı kadar dünyayı imar etmesidir). Bana en iyi kulluk edecek işi de farzları yerine getirmesidir. ‘La ilahe İllallah’ Kelime-i Tevhidi mü’minlerin mezarlarında ve mezarlarından kalkışlarında kendilerine arkadaş ve yoldaş olur. Buna devam edenlerin yüzleri ak ve alınları berrak olur. Onlar orada ‘La ilahe İllallah, Muhammeden Resûllüllah, Velhamdülillahi Rabbil Âlemin’ derler.”14

Eğer bu La ilahe İllallah kelimesinin insandaki yeri kalb olursa, o zaman mümin demektir. Eğer bu kelimenin (La ilahe İllallah) insandaki yeri ruh olursa, o zaman o kul Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne aşık demektir. Onun için sen dilin ile mümin olman değil, kalbinle mümin olman gerekir.

Kelime-i Tevhid (La ilahe İllallah) kıyamet günü arasatta: “Ya Rabbi! Bununla şu kadar sene beraber oldum. Benim hakkımı tanımadı, hürmetimi gözetmedi.” diye senin hakkında davacı olursa halin nice olur? Kelime-i Tevhidi (La ilahe İllallah) dil ile gönül ile (kalb) ve tüm azalar ile söylenip Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin varlığını, birliğini, Ulûhiyyet ve Rububiyyetini ruhunun derinliklerine indirip kıyamet gününde Tevhidin (La ilahe İllallah) lehinde şahitlik etmesi için gayret et. Kelime-i Tevhidin (La ilahe İllallah) manasının yerleştiği kalbi hiç bir şey köle ve kul edinemez. Çünkü onun sadece Allah Celle Celaluhü Hazretleri ile ünsiyeti vardır. Sadece onun zikri ile mutmain olur. Böyle olunca kalb başkalarının köleliğinden kurtulmuş olur. Bu bakımdan hürdür fakat nefs şehvetlerine ve dünya lezzetlerine meyledince, lezzet ve şehvet onu kendisine köle edinir ve o zaman nefs köle durumundadır. Böyle insanlar kelime-i Tevhidin (La ilahe İllallah) manasını kalplerine yerleştiremeyenlerdir.

Saadet ağacı “La ilahe İllallah” ağacıdır. Kim onu tasdik dikişi ile diker, İhlâs suyu ile sular, Salih amel ile gözetirse, onun kökleri sağlam ve sabit olur. Hiç bir şey onu sarsamaz, yaprakları yeşerir ve meyveleri bol ve kat kat olur. Rabbinin Celle Celaluhü izni ile her zaman meyva verir. Bu ağacın meyvesi gafletten uyanıklık, tövbe, zühd, vera, tevekkül, teslimiyet ve batınî güzel sıfatların hepsidir. Bu Tevhid ağacını tekzib ederek diktiği riya suyu ile suladığın kötü ameller ve çirkin işlerle ahdi bozmak ve emaneti gözetmemek suretiyle onu (Tevhid) zayi ettiğin zaman, onun kökleri sağlam ve sabit olmaz, yaprakları yeşermez ve meyve vermez, kökleri parçalanır. Kim bu ağaca (Tevhide) sığınırsa zafere erişir. Böyle yapmayan hüsrana uğrar. Kim bu ağaca (Tevhide) bağlanmazsa, iki cihanda bedbaht olur. Bu Tevhid ağacının dallarından bir dala yapışan kimseyi bu dal yüksek derecelere kavuşturur.

“La ilahe İllallah” öyle bir kelimedir ki, kendisine yapışan kurtulur. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “La ilahe İllallah deyinceye kadar insanlarla muharebe etmeye emr olundum” buyurdu.

“La ilahe İllallah” öyle bir kelimedir ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Vahdaniyyetini tanımayı sağlar. Onun meyvesi Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin bir olduğunu ikrardır.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri insanı tevhidini bilmesi için yarattı. Âlemdeki bütün her şeyi de senin için, insan emrine yarattı ve bunlar arasındaki hayvanları, bitkileri ona hizmetçi kıldı. Yerde insanın ikamet etmesini sağladı. Melekler insanı muhafaza eder, güneş sana ışık verir, hepsi insan için yaratılmıştır. Sen sadece Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni bilip O’na kulluk için yaratıldı. Bütün mahlûkat Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Vahdaniyyetini ve bir olduğunu kabul edip bunu ikrar için yaratılmıştır. Allah hazretleri seni kendisini bilmen için yarattı. İnsan ise, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin senin için yarattığı yaratılan eşya ile meşgul oldun. Böylece nimetin şükrünü eda etmedi. İnsanın kendisine verdiği ihsan ve lütuflarının hürmetine riayet etmedi. Nimet sahibine şükür, O’nun verdiği nimete teşekkür etmektir. Bu da kendisine verdiği nimetten dolayı O’na Hamd-ü Senada bulunup nurlu yolunda olmakla, zatını anmakla Resûllüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Salat-ü Selam ile ve O’nun tevhidiyle meşgul olmakla olur. Bu hususta Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurur: “Ey insanoğlu! Sadece Allah-ü Zülcelal verir. Öyleyse sadece O’nunla meşgul olmak ve O’na yönelmek. Bu hasıl olursa insan için bütün nimetler hasıl olur.”15

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri, Kelime-i Tevhidi “Kal’amdır” buyurmuşlardır. Bu La ilahe İllallah kelimesi kalb dairesini kuşatan bir Kal’a olmazsa, bu kelimenin ruhu ve manası kalbe tam sinmezse, kalbe hakim olur. Nefsin, hevanın, şehvetin ve şeytanın buraya girmesine mani olan bir muhafız olmazsa, insan bu kal’anın dışında kalır. Bu kelimeden nasibin dil olmasın. Bu Kelime-i Tevhidden nasibin onun (Tevhidin) ruhu ve manası olsun. Bu Kelime-i Tevhidi ruhuna sindir. Çünkü Resûllüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve diğer Peygamberler böyle yapmışlardır. Kelime-i Tevhidden (La ilahe İllallah) nasibin böyle olursa, dünya ve ahiretin sermayesini, iki dünyanın saadetini kazanmış, Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin veli kullarının zümresine katılmış olursun. Eğer bu sözden nasibin sadece dil ile söylemekten ibaret olursa, bu, münafıkların başı Abdullah bin Ubey ve diğer binlerce kalbinden iman etmeyen münafıkların nasibidir. Eğer Kelime-i Tevhidden nasibin böyle olursa, dünya ve ahirette hüsrana uğrarsın, bu ise apaçık bir zarardır. Böyle olunca düşman zümresine katılırsın, münafıklar Cehennemin en alt derecesindedirler.” Nisa Suresi 145’inci Ayet-i Kerimesi buna işaret etmektedir.

“La ilahe İllallah” sözü en büyük Kal’adır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin birliğini bildiren Yüce bir sözdür. Kim onu kendine Kal’a edinirse ebedi saadeti ve nimetleri elde eder. Kim de bu mübarek Kelime-i Tevhid’i kendisine Kal’a edinmezse, ebedi azaba duçar olur.16

Manasından da anlaşılacağı gibi, bu Kutsi bir Hadis’tir. Lâfzı Resûllüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin mübarek ağzından çıkmıştır. Manası İlahi’dir. Bu Kelime-i Tevhid’in büyük şanını bize anlatır. Kulun imanı bunun ile artar. Kalbi irfanla dolar. Derinliğine inenin marifet nuru tam manası ile çoğalır. Tevhid’in ruhu olan bu cümleye devam şarttır. İman sahibi olduktan sonra başka bir şeyde düşünülemez. Onun derin manasına daldıktan sonra bir kötülük geleceği de tasavvur edilemez. Bu cümleyi okurken kul muhtaç bir durumda olduğunu Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine arz etmelidir ve O’nun TEK’lik şanının azameti önünde nefsini ezmelidir. Anlatılan manada bir Kelime-i Tevhid okunursa, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emin bölgesine girilmiş olur. Böylece azaptan kurtulmak da mümkün görülmüş olur.17

KELİME-İ TEVHİDE AİT HADİS-İ ŞERİFLER

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Buyuruyor ki: “Bir kimse, günde yüz kere (La ilahe illallah) derse, Kıyamet gününde, Allah Celle Celaluhü Hazretleri, o kulunun yüzünü ayın on dördüncü bedir gecesindeki parlaklığı gibi ba’s ve haşr edecek ve sevap cihetinden onun ameli derecesine, hiç kimsenin ameli red olunmayacaktır. (Ancak onun kadar ve daha ziyade diyenlerinki müstesnadır)”18

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e: “Ya Resûlüllah! Kıyamet gününde Şefaat-i Seniyyelerinize en ziyade layık olanlar kimler olacak?” diye sordular. Sualine cevaben: “Sahih bir itikadla ilahi emirlere uymak ve nevahiden ictinabla beraber, Şer’i Şerifle Amil ve müştekim olduğu halde bütün kalbiyle (La ilahe illallah) diyenler kıyamet günü şefaatimle en bahtiyar olacaklardır buyurmuşlardır.”19

“Bir kimse (La ilahe illallah) diye şahadet getirirse, Allah’ü Teala Hazretleri o kimse üzerine cehennemi haram kılar.”20

Diğer Hadisi Şeriflerinde ise, Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: “Zikrin efdali La ilahe illallah’tır.”21

Ehlullah demişler ki: “ Kim La ilahe illallah veya Allah derse, O’nun ismini çok anar ve buna devam ederse, dil ve kalbi birleşir, gönlündeki paslar silinir. Bu ismi zikretmek kötü fikirleri temizler, her türlü pislikleri yakar mahveder. Kalbin kazandığını aydınlığa çevirir. Zikirle kalp temizlendikçe Allah Celle Celaluhü hazretlerinin nuru ile dolar, ilahi aşk görünür ve o aşkla cezbeye tutulur.”

Diğer bir Hadis-i Şerifinde âlemlerin Fahr-i Ebedi’si Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyururlar ki: “Bir Müslüman kul (LA İLAHE İLLALLAH) deyince, bu tevhid kelimesi gökleri yarar, Allah’ın huzuruna varıp durur. Allah-u Teala Hazretleri ‘Sakin ol, sakin ol!’ der. Kelime-i Tevhid cevap verir: ‘Nasıl sakin olayım. Beni söyleyen kişi mağfiret olunmadıkça sakin olamam. Heyecan ve ızdırabım dinmez.’ deyince Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri de: ‘Daha o kulumu lisanından seni akıtıp söylettiğim zaman onu mağfiret etmiştim.’ buyurur. Ve Kelime-i Tevhid rahatlaşır.”22

Kelime-i Tevhidin bu fevkalade üstünlüğü ve fazileti dolayısıyla cehri (sesli) tarikatlarda nefsi emmareyi (vahşi hayvan sıfatlıdır) katletmek için salike (sülük eden) bu telkin edilir.

Hadis-i şeriflerde buyrulmaktadır ki: “En değerli, en faziletli zikir, Kelime-i Tevhiddir. Yani (Lâ ilâhe illallah) demektir.”23

Başka bir Hadis- Şerifte Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu: “İbadetlerin hayırlısı, (Lâ ilâhe illallah) diyerek Kelime-i Tevhid çekmektir.”24

“Kelime-i Tevhid bütün günahları temizleyip yok eder.”25

Ebu Hureyre Radıyallahu anh hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise“Ölüm döşeğinde olan hastanıza son söz olarak, Kelime-i Tevhid’i söyletiniz. Böyle olunca bin sene de yaşasa günahlarından korunur.” buyrulmaktadır.

“Cennet’in bedeli (Lâ ilâhe illallah) demektir. Yani bu kelime-i Tevhid Cenneti satın alır.”26

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz diğer bir Hadis-i Şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Bir kere inanarak halisen kalben (La ilahe illallah) diyen cennete girer.”27 “Bu nasıl mümkün olur?” diye kısa görüşlüler hayret ederler. Bunlar bu Kelime-i Tayyibenin bereketine vakıf değillerdir Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüt-tahiyyat Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurur: “Bu beratlar tartıldıktan sonra Hak Teala ümmetimden bir kişiyi seçer. Ortaya getirirler. Onun için doksan berat açarlar. Her berat göz ayrımı kadar olur, fakat hiç birisinde bu kulun salih bir ameli görülmez. Bütün beratları günahlarla doludur. Bu kişi utanarak başını önüne eğer, hayran ve aciz öylece kalır. Hak Teala Hazretleri buyurur: ‘Ey kulum!… Şu beratlarda yazılanları inkâr edebilir misin? Sana hiç zulmettim mi? Bir özrün var mı?’ diye sorar. O kişi titreyerek cevap verir: ‘Ya Rabbi!… Haşa ki sen kuluna zulmedesin.’ Hak Teala buyurur: ‘Benim kullanma zulmüm yoktur. Senin benim katımda ‘Hüsn-ü İtikatın vardır’ diye bir berat daha olacak’. Derhal o berat bulunur ve kulun eline sunulur. O beratta da (LA İLAHE İLLALLAH) yazılıdır. Hak Teala Hazretleri buyurur: ‘Ey kulum!.. O günah beratlarını bir kenara bırak, var imdi bu beratı teraziye koysunlar.’ O kişi inleyerek teraziye gider. Hak Teala Hazretleri’nin buyurduğu gibi bu beratta tartılır. Üzerinde (La ilahe illallah) yazılı bulunan bu berat, diğer günah beratlarından ağır gelir. Zira o kul inanarak ve ihlas itikat içerisinde bir kere (La ilahe illallah) demiştir. Hak Teala Celle Celaluhü Hazretleri irade buyurur: ‘Ey kulum… Bir kere ihlâs ile (La ilahe illallah) demen sebebiyle bütün günahlarını affettim. Yürü cennetime. Ye iç, rahat et’.”28

Yine Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Ehl-i Tevhide ölüm anında da kabir hayatında da korku yoktur.”29 buyurmaktadır.

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir gün Ashab-ı Kiram’a: “İmanınızı tecdit ediniz (yenileyiniz)” dediğinde Ashab: “Nasıl tecdit edelim Ya Resûlüllah?” diye sordular. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de cevaben: “(Lâ ilâhe illallah) zikrine devam ediniz. Çünkü buna devam etmek kalbi nurla doldurur ve mü’minin yakinini artırır.”30 buyurmuştur.

İki cihan güneşi yüce Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor: “Her kim harflerinin hakkını vererek ve çekerek (Lâ ilâhe illallah) derse, büyük günahlardan 4000 günahı yıkılır.”31

Bazı Ekâbir demişler ki: “Cem’i Himmet ve Huzur-u kalble 100 defa (Lâ ilâhe illallah) derse bunu bir zalime gönderirse Allah-u Teala hazretleri onun mahv-u helakini ta’cil eder. (Acele ettirme ve çabuklaştırma) Yine kim her sabah abdestli olarak 1000 defa (Lâ ilâhe illallah) derse rızık sebeplerini Allah Celle Celaluhü hazretleri kolaylaştırır ve uyuyacağı zaman (uyumadan) 1000 defa (Lâ ilâhe illallah) derse, ruhu arşın altında geceler. O âlemden gıdalanır.”

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Mü’minlerin 3 kal’ası vardır. Birincisi: Zikrullah; İkincisi: Kur’an okumak; Üçüncüsü: Mescid (yani namaz kıldığı yer ister evi olsun, ister mescitte veya harici olsun.)”

Hasan-i Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyuruyor ki: “Kalplerinizi Zikrullah ile daima tazeleyip parlatın. Çünkü kalp çabuk kirlenir.”

Bir başka Hadis-i Şerifte: “Berat ve diğer gecelerde bir kimsenin ağzından çıkan (Lâ ilâhe illallah) zikrinin, Allah’ın huzuruna kadar yükselmesine ve varmasına hiç bir şey mani olamaz ve perde olamaz.” buyrulmuştur.32

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz başka bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurmuştur: “(Lâ ilâhe illallah) sözünü ve istiğfarı çoğaltınız. Çünkü şeytan diyor ki ‘Ben insanları günahlarla helak ettim. Onlarda beni (Lâ ilâhe illallah) ve istiğfarla helak ettiler. Bunu görünce o insanları nefis ile yani dünya arzu ve hayalleri ile helak ettim. Bunun farkına varamadılar. Hidayete devam ettiklerini zannederek istiğfar etmediler”33

Yine âlemlerin Fahr-i Ebedisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem diğer bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Dört şey var ki, bunlar kimde bulunursa Allah-u Teala Hazretleri onun için cennette bir ev yapar ve Allah’ın A’zam nurunda olur.

1- Cehennemden ebedi muhafaza eden ve koruyan (Lâ ilâhe illallah) zikrini çokça söyleyen;

2- Bir sevaba nail olunca (Elhamdülillah) diyen;

3- Bir günaha duçar olunca (Estağfirullah) diye tevbe eden;

4- Bir musibet’e maruz kalınca (İnnalillah ve innaileyhi raci’un) diyen.”34

“Sıdk-ı ihlâs ile (Lâ ilâhe illallah) diyen kimseden, bu kelime 99 belayı defeder. (Bu belaların en küçüğü gam, hüzün ve kederdir)”35

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyuruyor: “Kıyamette şefaat etmekte ve şefaatimin kabul edilmesinde devam ederim. Ta ki: ‘Ya Rabbi!… Ömründe bir kere bile olsa, Sıdk-u Sadakatle (Lâ ilâhe illallah) demiş kimseler hakkında bile şefaatimi kabul eyle.’ derim. Cenab-ı Hak Celle Celaluhü hazretleri cevaben buyurur ki: ‘Bunlara şefaat etmek ne sana ne de senden evvel gelen Peygamberlere ait değildir. Bu bana aittir. (Lâ ilâhe illallah) diyen hiç bir kimse kalmaz, hepsini cehennemden çıkarırım’.”36

Kainatın Fahr-i Ebedisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde: “İman 60 veya 70 küsur şubedir. Bunların efdali (Lâ ilâhe illallah)’tır. En aşağısı da yoldan halka eziyet veren bir şeyi kaldırmaktır. Utanmak da imandan bir şubedir.” buyurmuştur.37

“Her kim çarşıya girerse (Lâ ilâhe illallahü vahdehü la şerikeleh, lehul mülkü velehul hamdü yuhyi ve yümitü ve huve hayyün la yemütü biyedihil hayri ve hüve ‘ala külli şeyin kadir) zikrini okursa, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ona 1000 defa 1000 sevap yazar, 1000 defa 1000 günahını mahveder ve 1000 defa 1000 derecesini yükseltir. Ve o kişiye cennette bir de ev yapar.”38

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “Benim ve benden önce gelmiş Peygamberlerin söyledikleri sözlerin efdali (Lâ ilâhe illallah)’tır. Bu sebeple efdal efdale teşbih olundu. Kelime-i tevhid, Kur’an şeceresi (ağaç) Şecere-i Tayyibe (Nahil hurma ağacına) benzetildi kii Adem (as) Peygamber’in Sallallahu aleyhi vesellem yaratıldığı çamur artığından yaratılmıştır.”39

“(Lâ ilâhe illallah) ehline ne kabirlerinde ve ne de mahşerde vahşet (yadırgamak) olmayacaktır. İkinci sur’a İsrafil Aleyhisselam üfürüpte mahşer olduğu zaman, bunların başlarından toprakları saçarak kabirlerinden çıktıklarını ve yadırgamadan, ‘Allah-u Teala Hazretleri’ne hamdolsun ki, bizden bu gün (mahşer günü) hüzün ve kederi defetti. Rabbimiz Gafur ve Şekurdur’ diyerek kabirlerinden çıktıklarını şimdiden görür gibi oluyorum.”40

Bu Hadis-i Şerifte, (Lâ ilâhe illallah) ehline büyük tebşirat vardır. (Lâ ilâhe illallah) ehli demek, bu Kelime-i Tevhid’i çok okuyan Ehl-i Zikir demektir. Bütün tarikatlarda (Lâ ilâhe illallah) zikri, bilhassa cehri (sesli zikir)de ilk derstir.

Yine bir Hadis-i Şerifte: “(Lâ ilâhe illallah) kelimesi, kıyamette tartılmaz. Her iyi amel tartılır da, bu tartılmaz. Çünkü karşılığında bunu tartacak hiç bir şey bulunmaz. O sebepten her şeyden ağır basar.”41 buyrulmuştur.

Ahirette mizan’a en son konacak olan, kulun dünyada iken söylediği (Elhamdülillah) sözüdür. Çünkü Hadis-i Şerifte (Elhamdülillah) sözü teraziyi dolduruyor da, (Lâ ilâhe illallah) sözü doldurmuyor. Çünkü her hayr amelinin bir zıddı vardır ki, o amel zıddının karşısına teraziye konur. (Lâ ilâhe illallah) sözüne karşılık olarak ancak şirk vardır. Tevhid ile şirk hiç bir zaman bir mizanda cem olamaz. Zira bir kul inanarak (Lâ ilâhe illallah) derse, şirk etmemiştir. Şayet ederse (Lâ ilâhe illallah) sözüne inanmamıştır. Mademki Tevhid ile şirk bir Terazide cem olmuyorlar, o halde (Lâ ilâhe illallah) sözü mizana girmez. Çünkü karşısına buna muadil olacak karşılık yoktur. Diğer kefe’ye konacak yoktur, bulunmaz. Bir kul 99 defteri günahla doldurmuş olsa, bunların karşısına (Lâ ilâhe illallah) gelince (Lâ ilâhe illallah) ağır basar, 99 defteri yok eder. Binaenaleyh, Allah-u Teala Hazretleri’nin ismine karşı hiç bir şey ağır gelmez.

Kalbde zikir, müridler (Allah’ı murad edenler)’in kılıncıdır. Onunla düşmanlarını öldürürler ve kendilerine gelecek afetleri def ederler. Zira, bela kulu yakalar da o kul kalbi ile Allah Celle Celaluhü hazretlerine dönerse, derhal ona gelen her hoşa gitmeyecek şeyler yön değiştirir. Bir kalpte zikir yerleşirse, ona yaklaşan şeytan sarsılır, saraya tutulur. Başına diğer şeytanlar toplanıp da: “Buna ne olmuş?” diye sorarlar. O zaman derler ki: “Buna insan dokunmuş.”

Yine bir Hadis-i Şerifte Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Bir melaike görevi icabı bir kişinin azalarını yarıp hayırlı bir amel aradı, hiç bulamadı. Sonra kalbini aradı, orada da bulamadı. Sonra sakalını çekti ve damağının bir tarafına yapışmış (Lâ ilâhe illallah) der buldu. Bu yüzden o kul mağfiret olundu.”

Rivayete göre 706.000 kere Kelime-i Tevhid okuyanı Allah Celle Celaluhü hazretleri cehennemden korur, azad eder.

Sahabe’den rivayet edilmiştir: “Her kim kalbinden halisen (Lâ ilâhe illallah) derse, onu tazim ile methederse, yani çekerse, büyük günahlarından 4000 günahı mağfiret olunur.”

Zikrin daha başka hassalarının izahına devam olunmuştur. Kelime-i Tevhid’in, Tevhid’i söyleyen kişi için zikrettiğimiz şekilde zikrine devam eden kimseye maddi manevi, dünyevi ve uhrevi çok fayda ve azim menfaatleri hâsıl olur.

“Bu dünya 3 günlük bir hayattan ibarettir: 1- Dün; 2- Yaşanılan gün (Bugün) 3- Yarınki gün.” buyrulmuştur.42 Her güneşin doğduğu gün yaşanılan ikinci gündür. Üçüncü güne erişeceğini bilemeyen biçare, sonsuzluk âlemine hazırlığın nasıl? Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne karşı ibadet ve taatte misin? İbadetin nasıl? Adet hükmünde mi, ibadet hükmünde midir? Hiç düşündün mü? Adet, ibadet hükmü nedir, nasıl bir şeydir? diye sorarsan, adet hükmünde ibadet eden bir insanın yaptığı ibadeti (Namazı, orucu, zekatı, haccı, zikri, fikri ve şükrü) eğer kendisini kötülük yapmaktan alıkoymuyorsa, Anasır-ı Erba’da (vücudunda), yaşamında bir değişiklik yoksa, o kişinin yaptığı ibadeti adet hükmündedir. Bu konuya ilişkin, Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri Maun Suresi 4-6’ncı ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Artık şiddetli azap olsun (nifak suretiyle) namaz kılanlara. Onlar, namazlarından gafildirler. Onlar namazlarıyla insanlara gösteriş yaparlar.” Gerçek manada inanarak ibadet hükmünde ibadet yapanlar ise, o yaptıkları ibadetleri kendilerini kötülüklerden muhafaza eder. Ve bu vesile ile huzurdan hiç ayrılmazlar. Dünyada iken daima ölümü anıp hazırlıklı olmaya gayret edip Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzuruna alının akı ile gitmeye gayret gösterip daima gözünden yaşı akıtanlardır. Nitekim Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyuruyor: “Riya korkusu olmayan; tenhada bizin için, bizim Rıza-ı Şerifimiz için gözyaşı döken gözü cehennemde yakmaktan haya ederiz.”

“Müminim, Allah’ı ve Resulü seviyorum!” diyen kişi, her daim Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikreder. Yüce Peygamber Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz, kendisine gelmiş ve gelecek günahlarının af edileceği tebşir edildiği halde, yine Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni en çoğunlukta zikredeni, en çok istiğfar edeni, en çok dua edeni, en fazla gözyaşları akıtanı, ahlakı yaşamı ve her anı Kur’an-ı Kerim olan ve hep Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yalvaranıdır kullar içerisinde… Hal böyle iken, “Mü’minim” diyen her kimseye en çok yakışan şey, daima her nerede olursa olsun ve ne şartlar altında bulunursa bulunsun, daima ve hiç unutmadan Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikretmektir.

“Dünyayı sevmek, her günahın başıdır.” Hadis-i Şerifi mucibince, yine Salihleri andığı vakitte Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin dostlarını sevmekle Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yaklaşır. İşte bütün bunlar, mahlûkatın nefesleri sayısınca Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne giden yollardır. Yine buyruluyor ki: “Yol, açıktır. Namaz, Oruç, Zekât, Hac, Tevhid ve Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin risaletine şahadettir ki erkânın evveli budur. Haramlardan sakınmaktır ki, müminin Allah Celle Celaluhü hazretleri ile hali budur. Ve işte bu tariktir. Müminin Allah Celle Celaluhü hazretleri ile halinden geçenler gibi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni çok zikir etmesidir.”

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu: “Kıyamet günü şefaatime mazhar olan bahtiyar, en mesut kimse, canı gönülden sıdk ile (Lâ ilâhe illallah) diyen kimsedir.”43

Kelime-i Şahadet de, Kelime-i Tevhid de şart olan, hulus-i kalb ile, candan, canı gönülden söylemektir. Söylediğin zaman tüylerin ürperecek. “Seni yoktan var eden büyük Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzurunda olduğunun ve O’nun mübarek ismini söylediğinin bilincinde olacaksın” demektir.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir Hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Tesbih çekerken, tekbir getirirken, (Lâ ilâhe illallah) derken yahutta (Elhamdülillah) derken ölen kimse kıyamet gününde bunları söyleyerek dirilecektir. Kim de gaflet içinde ölürse, o gaflet üzerinde diriltilir. Onun için uyurken kendinizi zikre alıştırın.”44

YETMİŞ BİN KELİME-İ TEVHİD

70 bin kelime-i tehlil okumaya hatm-i tehlil denir

Mazhar-i Can-ı Canan hazretleri, bir kabrin yanına oturmuştu. (Bu mezarda Cehennem ateşi var. Hadis-i şerifte (Kendisi için veya başka müslüman için 70 bin kelime-i tevhid okuyanın günahları affolur) buyuruluyor. Ruhuna Hatm-i tehlil sevabı bağışlayacağım. İnşallah affolur) buyurdu. Hatm-i tehlilin sevabını bağışladıktan sonra, (Elhamdülillah bu günahkâr kadın, Kelime-i tehlil sayesinde azaptan kurtuldu) buyurdu. 45

70 bin Kelime-i tevhidi bir kimse veya birkaç kimse okuyabilir. 46Hatm-i tehlilin dirilere de faydası çoktur.47

Her ne sebeple olursa olsun, Can-ü gönülden Kelime-i Tevhid okumak ve çekmek, çok büyük bir sevap getirecektir. Hiç ihmal etmeden Kelime-i Tevhid okumaya devam etmelidir.

Birçok yerlerde Kelime-i Tevhid Meclisi toplarlar, (kurarlar) Kelime-i Tevhid merasimi yaparlar. Buralarda kalabalık cemaat bulunabilecek şekilde on beş-yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, belki de daha fazla davetli bulabilen meclisler oluyor. Boynunu cehennemden azad ettirmek için ve nefsini Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden sakındırmak için 70.000 defa (Lâ ilâhe illallah) oku. O zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri seni cehennemden azad eder. Yahut kimin için okursan onu azad eder.48

Kelime-i Tevhid (Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasulüllah) demektir. Kelime-i Tevhid diye bu mübarek cümleye denir. Kim (Lâ ilâhe illallah) diye ölüverirse, cennete girer.

“(Lâ ilâhe illallah) bir şeydir ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin öfkesini sakinleştirmekte bundan daha başka faydalı, güzel bir söz yoktur. Bu Kelime-i Tayyibe, cehenneme girmeye sebep olan öfkeyi sakinleştirdiğine göre, diğer öfkeler bundan daha sakin ve hafiftir. Onları muhakkak sakinleştirir. Çünkü bir kul bu mübarek sözü tekrarlamakla her şeyden yüzünü çevirmiş ve gerçek taptığı Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni yönelme kıblesi kılmıştır.49

1. Envarul Aşikin

2. Sahihi Buhari

3. Buhari Ve Müslim

4. Sahihi Buhari

5. Ramuz El Ehadis. S.247. 2337 nolu Had.Şer.

6. Kelimei Tevhid Kitabı. S.95,96

7. Kelimei Tevhid Kitabı. S.95

8. Tirmizi; Envarul Aşıkin. S.515

9. İmam Ahmed bin Hanbel, Taberani

10. Yusuf el-Kurani riv.

11. İslamda Tasavvufun Özü S.137

12. Sahih-i Buhari, Müslim

13. Buhari ve Müslim

14. Envarul Aşıkin S.297

15. Tefsiri Kebir; Buhari ve Müslim

16. Ahmed Gazali (RA) Hazretleri’nin El Hısnül Hasin adlı Risalesinden

17. Onların Alemi S.298-299

18. Et-Tergib C.2 S.449

19. Et-Tergib C.2 S.412

20. Buhari ve Müslim

21. Riyazussalihin

22. Buhari ve Müslim

23. Sahih-i Buhari

24. Sahih-i Buhari

25. Sahih-i Buhari

26. Sahih-i Buhari

27. Buhari veMüslim

28. Buhari ve Müslim

29. Müslim

30. Ramuz el-Ehadis S. 247/2337 nolu hadis

31. Ramuz Şerhi C.4. S.521

32. Ramuz Şerhi C.5. S.128

33. Miftahul Kulup S.295

34. Ramuz Şerhi C.1. S.459

35. Ramuz Şehri C.4. S.735

36. Ramuz Şehri C.4. S.739

37. Buhari’nin (RA) “El Edeb-ül Müfred” adlı eseri, S.209

38. Mişkatül Meşabih Şerhi C.3. S.122

39. Sahih-i Buhari; Müslim

40. Buhari ve Müslim

41. Buhari Sahih

42. Sahih-i Buhari; Müslim

43. Buhari ve Müslim

44. Remuz el-Ehadis S.534 5557 nolu Hadis-i Şerif

45. Makamat-ı Mazheriyye

46. Menâhic-ül-ibâd

47. Mekatibi şerife

48. Muhyiddin-i Arabi (RA) Hazretleri

49. Mektubat C.2. S.37

Salavat-ı Şerife

AYET-İ KERİME’LERLE SALÂVAT-I ŞERİFENİN İZAHI

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Ahzab Suresi Ayet 56’da Buyuruyor ki: “Gerçekten Allah ve Melekleri Peygambere Şeref ve şanını, yüceltirler Ey İman edenler! Siz de ona Salât edin ve gönülden teslim olun.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Fussilet Suresi Ayet 46’da buyuruyor: “Kim Salih amel işlerse, kendine; kim de kötülük ederse, yine kendinedir. Yoksa Rabbin, asla kullara zulmedici değildir.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri melekleri ile beraber Resul-ü Azam Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat-ı Şerife getirirken biz bir kul olarak Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e niçin Salâvat-ı Şerife getirmeyelim? Eğer Müslüman’ım diyorsak acaba bizi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat-ı Şerife getirmekten alıkoyan nedir? Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Ayet-i Kerime’sinde buyurduğu gibi iyilik yaparsan kendine ve kötülük yaparsan da yine kendine yaparsın sözünü düşündük mü? Ahiret âleminde dünyada iken yaptığın kötülüğü nasıl defedeceksin, o kötülüğü şu dünyada iken def edersen, gücünün yettiği kadar Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rahmet deryasına bir gün olur dalarsın.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin manevi denizine koyuver kendini, rıza kapısına erişir. Zira Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Bakara Suresi 286’ncı Ayet-i Kerime’sinde buyurur ki: “Allah bir kimseye, ancak gücü yettiği kadar teklif eder. Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine ve yaptığı fenalığın zararı da yine onadır.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bizi ruhlar âleminden şu imtihan odası olan âleme tertemiz gönderdi. Kendimizi mahlûkatın aşağılarına indirmeyelim, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Tin Suresi 4 ve 5’inci ayetlerinde ne buyuruyor: “Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu (küfre varınca) aşağıların aşağısına çevirdik (Cehennemlik yaptık).”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Ayet-i Kerime’sinde de beyan ettiği gibi kuluna hiç zulmetmez. Yalnız kul kendi kendine zulmeder.

İnsan gücü nispetinde Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yönelir de âleme gönderiliş gayesi olan zikri ile meşgul olursa, dünyada iken Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin aşkına, muhabbetine Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize ve Evliyaullah’a vasıl olur. Aksini yaparsa Ayet-i Kerime’de de beyan buyrulduğu gibi hayvandan da aşağı olarak dünyadan ebedi âleme göç edip gider ve o âlemde hali çok perişan olur. Nitekim Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri dünyadan ahirete iman-ı kâmil sınıfında göç edememiş hayvan sınıfında göç etmiş ise halinin beka âleminde ne olacağını Gaşiye Suresi 2–7 arası ayetlerde beyan ediyor: “Bir takım yüzler vardır ki, o gün zelildir; Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın ateşe girerler. Kaynar bir kaynaktan içirirler. Onlara (hayvanların bile sakınıp yiyemediği) nebattan başka yiyecek yok.”

Âleme gönderiliş gayesini yerine getirmezsek ebedi âlemde neler ile karşılaşacağımızı Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni Kur’an-ı Keriminden öğrendik. Ruhlar âleminde verdiği sözü şu âlemde yerine getirmeye çalışmalı, âleme gönderiliş gayemiz üç maddede toplanır. Birincisi: Fikretmek, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bizi insan yarattı ve Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e de icabet ümmetinden kıldı. Birinci gayedeki tefekkürümüzü bu şekilde yerine getirdikten sonra ikinci gayede Şükür ibadetleri yerine getirilir. Bu şükür ibadetleri namaz, oruç, zekât, hac, kelime-i şehadet. Üçüncü gaye ise Tarikat yolunda daim olmak, Takva tarikat yoluna intisap edince evvela her gün muntazaman günahına tevbe ederek Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e her gün Salâvat-ı Şerife getirilir. O zaman Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin beyan eylediği Gaşiye Suresi 9 ve 10’uncu Ayet-i Kerimesine Mazhar olmak mümkün olur: “Bir takım yüzler de o gün mesuttur. (Dünyadaki) çalışmasından ötürü, hoşnuttur. (Kıymet ve mevkii) yüksek bir Cennet’te…”

Nisa Suresi 69 ve 70’inci Ayet-i Kerimelerinde de şöyle buyurulur: “Allah’a ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimize itaat edenler, işte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, Sadıklarla, Şehitlerle ve iyi kimselerle, beraberdirler, Bunlarsa ne güzel birer arkadaş İşte itaatkârlara yapılan bu ihsan Allah’tandır .”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin gönderdiği Ayet-i Kerime’lerine inanmayan, itikat etmeyen bedbaht insanlar hakkında Nisa Suresi 14’üncü ayetinde şöyle buyuruyor: “Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder, Şeriat hükümlerini çiğneyip geçerse, onu da içinde ebedi olarak kalmak üzere ateşe koyar. Onun için, rüsvay edici, aşağı düşürücü bir azap vardır.”

Gerçekten inancında sadıksan, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretlerini sevip rızasına ermek için, Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’in de şefaatine nail olmak için inancını göstermen lazımdır. Zira seven sevdiğinin ismini çok söyler. Biz de eğer, sevdiğim dediğimiz Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ismini anıp, Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’in de üzerine çok Salâvat-ı Şerife getirebiliyorsan o zaman sözümüzde sadıkız, değilse o zaman yalan söylüyoruz demektir.

Malum olduğu üzere feyzin kaynağı Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’dir. O’na ne kadar çok Salâvat-ı Şerife getirilse, yine azdır, ne kadar çok Salâvat-ı Şerif getirilirse, Efendimiz’le o kadar çok münasebet peyda edilmiş olur.

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e günde bin ve daha fazla Salât-ü Selam getirenin, cennetteki yerini görmeden ölmeyeceği gibi, kalbi ferah ve sürür içinde, bütün zulmetlerden salim olacağı ve sayısız ilahi nimetlere mazhar olacağı bildirilmektedir. Sadaka vermeye gücü yetmeyen, sair hayırlara iştirake imkânı olmayan kimseler için Efendimiz’e Salât-ü Selam getirmek en büyük fırsattır.

SALÂVAT-I ŞERİFE HAKKINDA HADİS-İ KUDSİ’LER

Âlemlerin Fahr-i Ebedisi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Hazreti Cebrail Aleyhisselam’ı gönderdi. Hazreti Cebrail Âlemlerin Rabbinden müjdeci olarak geldi ve şöyle dedi: “Sen şuna razı değil misin Ya Muhammed? Ümmetinden sana bir Salâvat-ı Şerife okuyan herkese Ben on salâvat okurum, ümmetinden sana bir selam gönderen herkese Ben on selam yollarım.” Allah-ü Teala Hazretleri’nin kuluna selamı şu manaya gelir. “Sana bir kere selamla dua eyleyen kimseye on selam ederim ki, her selam karşılığında ona on beladan necat ihsan ederim.” buyurdu. İyilerin iyiliklerinden dolayı amel defterleri kapanmayacağı gibi fenalarında bıraktıkları fenalıklar devam ettiği müddetçe günah defterleri kapanmayacaktır.1

Yine buyruldu ki: “(Ya Muhammed ) Seni Benim zikrimden bir zikir kıldım. Seni zikreden Beni zikretmiş olur. Seni seven Beni sevmiş olur.” Bu hususta Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu: “Beni zikreden Allah (CC) Hazretleri’ni zikretmiş olur. Beni seven Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni sever” buyurdu.2

Âlemlerin Efendisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz diğer Hadis-i Kudsi’yi bize şöyle buyuruyor: “Cebrail Bana gelerek; ‘Ya, Muhammed! Allah-ü Teala hazretleri Buyuruyor ki: Ey Habibim! Sana selâm veren herkese ben de selâm veririm. Sana Salâvat getirene ben de salâvat getiririm ki, seni anar ve sana Salâvat-ı Şerife getirirse, ben onu asla cehennemde yakmam.” dedi. 3

SALÂVAT-I ŞERİFE HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER

Salât Kelimesi Allah-ü Teala (CC) Hazretleri’ne nispet edilirse rahmet, meleklere nisbet edilirse istiğfar, Peygamberlere nispet edilirse şefaat, mü’minlere nispet edilirse dua manasına gelir. “Selâm” Esma-i Hüsna’dan olup Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin Kur’an-ı Kerim’de geçen doksan dokuz isminden birisidir. Lügat manası, “her türlü sıkıntılardan uzak olup selâmete esenliğe ermek” demektir.

Abdullah bin Amr El As Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Kim Bana bir defa Salât getirirse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri de buna karşılık o kimseye on rahmet eder.”4

İbni Mesud Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor “Kıyamet günü insanların Bana en yakını, üzerime Salâtı en çok olanıdır.”5

Evs. bin Evs Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir gün: “Cuma günü, günlerinizin en faziletlilerindendir. O günde benim üzerime Salât-ü Selamı çok getirin. Zira sizin salâtınız bana arz olunmuş bulunur.” buyurdu. Ashab-ı Kiram: “Ey Allah’ın Resulü! Siz çürümüş halde iken bizim Salât-ü Selamımız sana nasıl arz olunur?” dediler. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Allah, Peygamberlerin cesetlerini (yiyip çürütmeyi) arza haram kılmıştır.”6 buyurdu.

Diğer Hadis-i Şeriflerinde de Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Yanında anıldığım halde üzerime Salât-ü Selâm getirmeyen kimsenin burnu (yerlerde) sürünsün.”7

“Kabrimi bayram yerine döndürmeyiniz. Üzerime Salât-ü Selam getiriniz, zira sizin salâtınız, nerede okumuş olursanız olun, muhakkak bana ulaşır.”8

“Bir kimse üzerime Salât-ü Selam okursa, Allah onun Selamını alayım diye bana ruhumu mutlaka iade eder.”9

İmam-ı Ali Kerremullahu veche Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor “Hakiki cimri, yanında anıldığım halde üzerime Salât-ü Selam getirmeyendir.”10

Fedale bin Ubeyd Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz bir gün namazından sonra dua eden ve Yüce Allah’ı Tazim ve O’na hamd etmeyen ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimize Salât-ü Selam getirmeyen bir şahsın yalvarışını duydu. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz : “Bu adam acele etti!” buyurdu, sonra o kimseyi çağırdı. Ona hitaben: “Sizden biriniz dua edeceğinde, noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbine hamd ve övgü ile başlasın. Sonra Peygamberimiz üzerine Salât-ü Selam getirir, daha sonra dilediği duayı yapar.”11

Hamd, duanın başı, Salâvat-ı Şerife ise kanatlarıdır. Lâhutî fezada, duanın yüksele bilebilmesi ve duaların kabul olunacağı makama ulaşması için bu baş ve kanatlara sahip olması şarttır. Aksi halde dualar, el açıp yalvaranın kucağına düşer.

Ebu Mumhammed Ka’b bin Ucre Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Birisi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Sana nasıl Selam vereceğimizi biliyoruz fakat üzerinize nasıl Salât ve Dua edeceğiz?” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de: “Ya Allah, Muhammed ve âli üzerine, İbrahim’in âline rahmet ettiğin gibi, Rahmet et. Zira Sen, hamd ehilsin ve Büyüksün. Ya Allah! Muhammed’e ve âli üzerine, İbrahim’in âline bereket verdiğin gibi, bereket ihsan et. Sen hamd ehilsin ve Büyüksün” deyiniz.” dedi.12

Ebu Mes’ud El-bedri Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte “Biz, Sa’d bin Ubade’nin meclisinde otururken Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yanımıza geldi. Beşir bin Sa’d, Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e: ‘Ey Allah’ın Resulü! Allah bize, sana Salât-ü Selam etmemizi emretti. Sizin üzerinize nasıl Salât okuyayım?’ dedi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz sükût etti. O kadar ki, biz keşke o, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bunu sormasaydı temennisinde bulunduk. Sonra Resûlüllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz: ‘Ya Allah! İbrahim’e ve âline rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e ve âline de rahmet eyle, İbrahim’e ve âline bereket verdiğin gibi, Muhammed’e ve âline, aile efradına bereket ihsan eyle! Muhakkak sen övülmeye layıksın ve büyüksün’ deyiniz. Selam da öğretildiğiniz gibidir.”13

Ebu Humeyd Es-said Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Ashab-ı Kiram sordular: “Ey Allah’ın Resulü! Senin üzerine nasıl Salât-ü Selâm edelim?” dediler. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz : “Ya Allah! İbrahim’e rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e, eşlerine ve soyundan gelenlere rahmet et. İbrahim’e bereket, verdiğin gibi, Muhammed’e, eşlerine ve soyundan gelenlere bereket ver. Muhakkak Sen, övgüye layık ve Büyüksün’ deyiniz.”14

Hazreti Ömer Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte: Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’in İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’ne söylediği Salât-ü Selam şudur: “Allahümme Salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.” Bu Salât-ü Selam, yukarıda da buyrulduğu gibi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’i ve O’nun hl-i Beyt’inin hepsini içine almaktadır. Yine buyruldu ki: “Her dua Hakk’a çıkmadan memnudur. Bu duaya Salâvat-ı Şerife eklenirse, o dua yükselir. Dergâha icabet eder vasıl olur.”15

Basra Emiri, Âlemlerin Efendisi Hazreti Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e her gece bin beş yüz ile iki bin Salâvat-ı Şerife getirirmiş. Bir gece gaflete düşüp Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat-ı Şerife getirmeyi unutup uyumuş. Basra emrinin gaflete düştüğü gece Rabiatül Adeviyye Rahmetullahi aleyh Hazretleri dünyaya geldi. Rabiatül Adeviyye Rahmetullahi aleyh Hazretleri dünyaya geldikleri gece, annesi babası çok fakir olduklarından çocuğa saracak bir bez parçası bulamadılar. Bu üzüntü ve telaş ile uyudular. Rabiatül Adeviyye Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin annesi Habibe Hatun bir rüya görür. Rüyada Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi görür. Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz der ki: “Ey Habibe! Niçin üzülüyorsun? Efendine söyle Basra emrine gitsin ve desin ki, ‘Her gece Resûlüllah’a bin beş yüz ile iki bin Salâvat getiriyordun, dün gece unuttun. Bunun cezası ise iki bin dinardır.’ O iki bin dinarı efendine versin, kızın Rabia hayırlı olsun ey Habibe!” buyurur. Habibe Hatun rüyasını efendisine aynen anlatır ve Rabiatül Adeviyye Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin babası Basra emrine giderek rüyayı aynen anlatır. Basra emiri de aynı rüyayı gördüğünü söyler ve bir kese altın vermek ister. Rabiatül Adeviyye Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin babası der ki: “Ey emirim! Peygamber Efendimiz’in eşiğisin. İki bin dinardan fazlasını alamam. Sadece emir buyrulan iki bin dinarı alırım.” buyurdu.16

Evliyaullahtan Süfyan-ı Sevri Rahmetullahi aleyh Hazretleri der ki: “Ben Hacda idim. Kabe-i Muazzama’yı tavaf ederken bir delikanlı gördüm ki, Kabe’de, Arafat’ta, Müzdelife’de ve Mina’da ve Kabetullah-ı tavafta Salâvattan maada hiç bir dua okumadı. Ancak Nebiyy-i Muhterem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam etti. Kendisine münasip bir zamanda münasip bir lisan ile sordum. ‘Her yerin bir duası vardır! Eğer bilmiyorsan sana tarif edeyim’ dedim. Delikanlı: ‘Hepsini bilirim. Başımdan geçen bir hadiseyi size haber vereyim de ne için dua okumadığımı ve yalnız Âlemlerin Efendisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam getirdiğimin sebebini görürsün.” dedi ve anlatmaya başladı. “Biz Horasan ehliyiz. Hac kafilesi Horasan’dan kalktı, ben de babam ile farz olan vazifeyi eda için kafileye katıldık. Vaktaki dağlar dereler aştık, sahralar geçtik ve Küfe şehrine vardık. Pederim rahatsızlanıp gece yarısı ahirete göçtü. Üzerini örttüm, kimseyi rahatsız etmemek için Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne tevekkül edip için için ağlayarak oturdum. Bir aralık beni gurbet illerinde yalnız bırakan babamı tekrar görmek istedim. Bir de yüzünden örtüyü kaldırdım ki, babamın başı eşekbaşına dönmüştü. Ben bu hali görünce ne yapacağını şaşırdım, ne yüzle bunu ahaliye söyleyebilirdim? Böyle düşünürken bana uyku hali gibi bir hal geldi. O aralık çadırın kapısı açılıp içeriye, yüzü örtülü bir zat girdi ve yüzünden nikâhını kaldırdı. Bana dedi ki: ‘Ne kadar üzüntülüsün! Bu ne büyük gam böyle?’ Ben cevaben: ‘Efendim! Bu başıma gelen saadet değildir ki, gamsız olayım. Hem ben gamlı olmayayım da kimler gamlansın?’ dedim. Hemen yürüdü, babamın yattığı yere varıp üzerinden örtüyü çekip babamın yüzünü eliyle mesh eyledi. Ben de kalktım baktım ki, babamın yüzü eskisinden güzel, ayın on dördü gibi nurlanmış parlıyor. Bu mucizeyi görünce o zatı mukaddese yanaşıp: ‘Siz kimsiniz, ey iyilik seven insan? Diye sorduğumda: “Ben Muhammed Mustafa’yım!’ deyince ben: ‘Ya Resûlüllah! Bu hal nedir? Allah aşkına bana söyleyin!’ Mübarek ayaklarına kapandım ve ağlayarak niyaz ettim, bana lütuf ile dedi ki: ‘Senin baban tefeci idi, faiz yerdi. Tefecilik yapanlara hüküm budur. Ya dünyada veyahut ahirette eşek suretine girse gerektir. Amma Allah-ü Sübhanehü senin babanı bu surete dünyada iken koydu, buna mukabil babanın dünyada iken iyi bir hasleti adedi vardı. Yatağına yatmadan evvel her gece bana yüz defa Salâvat okurdu. Vaktaki bana babanın bu hale geldiğini ümmetimin verdiği Salâvatı bana ulaştıran melek tarafından haber verilince hemen Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden sana Salâvat okuyan baban için Şefaatçi olmamı istedim. Müsaade olundum. Ben de geldim, şefaat ile babanı bu halden kurtardım.’ dedi. Ben de bundan böyle hiç bir dua etmem, ancak Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam ederim diye ahdettim. Zira Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam, dünya ve ahirette insana kâfi geleceğini anladım.’ dedi.”17

Âlemlerin Efendisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bir Salâvat okuyan kurtuluşa ererse, binlerce Salâvat okuyanın erişeceği dereceleri düşünürsek. Bir de Salâvat-ı Şerife okuyanların dünyada belalardan nasıl kurtulduğunu, asr-ı saadette olan bir vakıa ile anlatalım: Vakti Saadette bir Yahudi: “Devemi çaldı” diye bir Müslüman’ı Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e getirdi. Yalancı şahidler, münafıklardan idiler. Li Hikmetillah, deliller müslümanın aleyhinde görüldüğünden o Müslüman’ın devesini alıp Yahudi’ye verirler. İslam dininin hükmüne göre o Müslüman’ın elinin kesilmesi lazımdır. Mümin bunu böyle bildiği için ellerini Bari Gâhı İlahi’ye açarak: “İlâhi! Benim Mevlâm! Sen her şeye kadirsin, bana iftira ettiler. Ben bu deveyi çalmadım. Sen, her şeyi bilensin. Nebiyyi Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in üzerine okuduğum Salâvat-ı Şerife hürmetine beni bu rezaletten kurtar. Sen her şeye kadirsin! Şu deveye dil ver, bana şahid olsun.” diyerek öyle bir deruni “Ah” eder ki, Rahmet-i ilâhi Cuş-u Huruşa gelip, her şeye Kadir olan Allah Celle Celaluhü Hazretleri, bizlere lisan verip söyleten Allah Celle Celaluhü Hazretleri için ne güçlük var ki, deveyi konuşturamasın. Deve Aşkı ilahi ile dile gelip: “Ya Resûlüllah! Ben bu mü’minin devesiyim. Bu adamlar ise yalancı şahitlerdir. Bu Yahudi bu mümine iftira etmiştir.” diyerek o Yahudi’nin elinden kurtulup, mü’min adama doğru itaat ederek gelir, onun önünde diz çöker. Bu hadiseyi görenlerin imanının nuru artar. Yahudi’nin yalancılığı ve iftirası meydana çıkar. Münafıklar ise rezil olurlar. Hazreti Nebiyyi Muhterem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz o şahsa sorarlar. Dikkat edilsin! Efendimizin soruşu bilmediğinden değildir. Allah-ü Zülcelâl Hazretleri Tur-i Sina’da: “Ya Musa! Elindeki nedir?” diye sormuştu. Bilmediğinden, görmediğinden mi idi acaba? Buna Mazhar-ı Kelâm denilir. Sırların bize duyurulması içindir. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in Salâvat hakkında o şahsa soru sormaları, salâvat vermenin kerametlerini bizlere beyan içindir). Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Arabî’ye hitaben: “Ey Mü’min! Bu keramete ne ile nail oldun? Allah Celle Celaluhü Hazretleri senin hakkını gözetmek için deveye dil verdi, seni bu dünya belasından kurtardı.” der. O mü’min de: “Ya Resûlüllah! Ben her gece sana on defa Salâvat okumadan yatmam.” der. Nebiyyi Adil Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de: “Senin elini dünyada kesmekten kurtaran Allah Celle Celaluhü Hazretleri, ahirette bana verdiğin Salâvat-ı Şerife hürmetine seni cehennem azabından kurtaracaktır.” der. “Bir kimse akşam sabah bana onar defa Salâvat okusa, Allah Celle Celaluhü Hazretleri o kulu kıyamette in’am etti, iman etti. Nebilerle, sıddıklarla beraber haşr eyleyip Nebilere ihsan ettiği gibi o kula da ihsan eder.” buyrulmuştur.18

İmam-ı Ali Kerremullahi Veche Hazretleri’nden rivayet edilen Hadis-i Şerif’te Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurur: “Dua eden kimse Peygamber’e Salât etmedikçe duası perdelidir. Dergâhı icabete vasıl olmaz.”19

Melekler getirilen O Salâvattan yükselen kokuyu ruhaniyetleri yolundan alırlar ve Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Salâvat okunan meclisten geldiğini birbirlerine söylerler. Âlemlerin Efendisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in gerek hayatlarında ve gerekse vefatlarından sonra Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek ruhlarından ledünni ilimleri ve ilahi marifetleri almak hususunda faydalanmak, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden feyz alacak olan varisler arasında ruhani bir münasebetin (irtibatın) meydana gelmesine bağlıdır. Çünkü vehbi, ledünni ve gaybi ilimler ve ilahi marifetler, ruhani şeylerdir. Onun için Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’le bu ilimleri Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden feyz yoluyla alacak evliyanın arasında ruhani bir irtibatın olması lazımdır. Zira kesbi (zahiri) ilimler sadece Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek sözlerini duymak, işlerini, hareketlerini ve hallerini yani Sünnet-i Seniyyesini görmekle elde edilir. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’le ruhani irtibat ise ancak ona manevi olarak yönelerek, kalbe Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in peygamberlik nuruna kâmil bir sevgi ile bağlayarak İslamiyetin bildirdiği şekilde nefisle mücadele ederek onun gerçek varisleri evliyaya uyarak ve Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in bildirdiği şekilde evliya izamının da tarifi ile nefsi terbiye etmekle mümkün olur.20

İbni Mesud Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz, şöyle buyurur: “ İnsanların şefaatime en layıkı, bana en çok Salâvat okuyanlardır.”21

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz, diğer bir Hadis-i Şerif’lerinde “Bana Salâvat okuyan kimseye melekler Salâvat okur. Bana Salâvatı devam ettirdiği süre meleklerin ona Salâvatı devam eder. Bu duruma göre Salâvatı ister çok ister az okusun.”22 buyurmaktalar.

Abdurrahman bin avf Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz “İnsana cimrilik yönünden şu yeter: Yanında adım geçtiği halde bana Salâvat okumaz.”23buyurdular.

Ebû Süleyman Darani şöyle anlattı: “Bir kimse Allah-ü Teala Hazretleri’nden bir hacet dileyeceği zaman Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in üzerine çokça Salâvat getirsin. Bundan sonra hacetini Allah-ü Teala Hazretleri’ne arz etsin. Duasının sonunu da yine Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat okuyarak tamamlasın. Allah-ü Teâlâ Hazretleri iki Salâvat arasında yaptığı duayı kabul buyurur. Çünkü Allah-ü Teâlâ Hazretleri çok kerem sahibidir. İki makbul Salâvatın arasında makbul olmayan şey bırakmaz.”24

Abdurrahman bin avf Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle haber verdi: “Cebrail Aleyhisselam bana geldi. ‘Ya Resûlüllah! Senin ümmetinden bir kimse senin üzerine bir defa Salâvat okursa, yetmiş bin Melaike-i Kiram, size Salât okuyan mü’min için ‘Ya Rabbi! Bu kulunu affeyle’ diye Rabbül Âlemin’e dua ederler.’ İşte bir kimseye melekler salât ederlerse, o kimse ehli cennetten olur.”25

Bir kul Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bir defa Salâvat-ı Şerife okuduğu zaman eriştiği nimete bakınız. Günde Âlemlerin Efendisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in üzerine yüz defa veya daha fazla Salâvat-ı Şerife okumaya devam edenleri Âlemlerin Efendisi şefaatinden hiç mahrum eder mi? Onun için Salât-ü Selamı hiç unutmayalım. Hadis-i Şeriflere devam edelim.

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Bana Salâvat okuyan için sırat üstünde büyük bir nur olacaktır. Bir kimse sırat üstünden geçerken nur ehli olunca cehennem ehli olmaz.”26 Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu Hadis-i Şerif’iyle sırattan selametle geçiş sebebini beyan buyurarak bunu ümmetine merhamet olarak anlattı.

Resûlüllah Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz yine buyuruyorlar: “Bir gün bana Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin dört meleği geldi. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail idiler. Cebrail Aleyhisselam Bana dedi ki: ‘Ya Resûlüllah! Senin ümmetinden bir kimse zatı risalet penahına günde on defa Hulusi kalp ile Salât etse, yarın kıyamet gününde ben onun elinden tutar, sıratı kuşlar gibi geçiririm.’ buyurdu. Mikail Aleyhisselam buyurdu: ‘Ben o kula senin Kevserinden kana kana içiririm.’ İsrafil Aleyhisselam dedi: ‘Ya Resûlüllah! O ümmetin affı için başımı secdeye koyarım. Allah Celle Celaluhü Hazretleri onu affetmedikçe başımı secdeden kaldırmam.’ Azrail Aleyhisselam da: ‘Ya Nebiyallah! Sana günde on defa Salât edenin ruhunu Peygamberler gibi kabzederim.’ dediler.” Bunun üzerine Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Bu ne büyük Lütuf Ya Rabbi! Bu ne büyük ihsan Allah’ım .”27 buyurdu. Böyle bir ganimeti kaçıran Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni ve Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’i unutan gafillere ne kadar yazık.

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz Buyuruyor:“Cebrail Aleyhisselam bana geldi şöyle dedi: ‘Ya Muhammed! Ümmetinden sana kim Salâvat okursa, yetmiş bin melek ona Salâvat okur. Bir kimseye melekler Salâvat okuyunca o cennet ehli arasına girer.”28

“Seyyidel Mürselin, Hatemen Nebiyyin, Habibi Rabbil Âlemin olan Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve O’nun âli üzerine Salât eyleyip, o Salâvat-ı Şerife hürmetine rızkımıza genişlik hayırlara başarı, iki cihanın saadetine ve rahatına bizleri nail eylesin.” Bu Salâvatı Ashab-ı Kiram’dan on beş kadar kimse rivayet etmiştir. İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri, bu Salâvat-ı Şerife üzerine şöyle buyurmuştur: “Beyt-i Şerif’in duvarına kudret hattı ile yazılan bu Salâvat-ı Şerife’den daha faziletli bir Salâvat-ı Şerife bilmiyorum.”29

Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Bir kimse bana Salâvat okumayı unutursa, cenneti kaybetmiş olur.”30Kasten Salâvat okunması terk edilirse öyledir. Kasten Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat okumayı terk eden kimse, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e buğz ve ona inatla yapıp tazim etmezse, bunun sonucu şudur: Cennete hiç giremez, cehennemde ebedi kalır. Ömründe bir defa Salâvat okuyup sonra Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in ismini söylediği veya bir başkasından işittiği zaman gaflet veya tembellik icabı Salâvatı ve O’na tazimi terk ederse, cennet yolunda yanılır. Cennete girmekten geri kalır. Sonunda cennete girer ama aradan nice zaman geçtikten sonra. Bu yoldan Salâvatı terk eden kimse kâfir olmaz, fasık olur. Eğer affa uğramazsa cennete girmeye geç kalır. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e salâvatı terk eden kimse cennet yolunda saptığına göre ona salâvat okuyan kimse doğru cennete girer buyrulmuştur.

Abdurrahman bin avf Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu: “Dünya hayatında bana çok Salâvatı Şerif okuyanınız ahirette en çok zevce alanınız olacaktır.” 31 Cennet ehlinin zevce almak yönünden birbirinden farklı durumları vardır. Bu dünya amel yeridir. Yüce Hakk’a kul olan burada ne kadar kulluk ve ibadet işinde terakki ederse, mükafat âlemi olan ahirette Yüce Hakk ona o kadar çok ikram ihsan edip diğerlerinden, ayrı bir durum kazandırır.

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in üzerine getirilen Salâvat-ı Şerife dahi en faziletli ibadetler arasında olduğuna göre, ne kadar çok okunursa, o kadar çok lütuf ihsanı gelir. İbni Sebi Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu: “Bir kimse şanımı tazim için bana bir Salâvat okuduğu zaman, Allah-ü Teala Hazretleri onun okuduğu Salâvat-ı Şerife lâfzından bir melek yaratır. Onun bir kanadı doğuda, bir kanadı da batıdadır. Onun iki ayağı da yerin yedinci alt tabakasındadır. Boynu arşın altına kadar uzanmıştır. Allah-ü Teala Hazretleri o meleğe şu emri verir. ‘Bu kulum Resulüme salâvat okuduysa, sen de ona salâvat oku!’ der ve o melek kıyamete kadar o kula salâvat okur.”32 Bu Hadis-i Şerif’in açık manası şöyledir: Allah Celle Celaluhü Hazretleri o ulu meleğe şu emri verir. “O kulum, benim Peygamberim Resulüm’ün üzerine salâvat okumaktadır. Bu salâvatı ile o şeriatının devamını ister, ona tazim edip şanını yüceltir. O’nun Makam-ı Mahmud’a çıkmasını ve ümmeti hakkında şefaatinin kabulünü niyaz eder. Onun bu Salâvatına karşılık sen de o kuluma Salât edip günahlarının affı için dua et. Kaldı ki, ben seni onun okuduğu salâvat lafzından (sözünden ötürü) yarattım.” buyurur. İşte bu emir icabı o ulu melek, ta kıyamete dek Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam okuyan kul için mağfiret talep edip Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden bağışlanmasını diler.33

Fahri Âlem, Seyyid-i Veled-i Âdem Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz mübarek kabirlerinde dirilir. Merhum ümmetlerinden mübarek zatlarına Salât ve selam getirenlerin getirdikleri Salât-ü Selamlarını melekler kendisine arz ederler. Onların şefaat dilediklerini bu hususlardaki rica ve niyazlarının Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yardımı ile bizzat kendileri duyar. Bir rivayete göre her mü’minin alnında iki kaşının ortasında bir melek tayin olunmuştur. Bu melek o mü’minin getirdiği Salât-ü Selamı Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e ulaştırıp tebliğ eder.

Enes bin Malik Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen diğer bir Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kimse bana salâvat okursa, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ona on salât eder. Bana on salâvat okuyan kimseye Allah Celle Celaluhü Hazretleri yüz Salât eyler. Bana yüz salâvat okuyan kimsenin cesedini Allah Celle Celaluhü Hazretleri ateşte yanmaya haram kılar ve onu kavli sabit üzere dünya ve ahiret hayatında ve ahiret sualinde kararlı kılar, sonra onu cennetine koyar. Onun Bana okuduğu salâvat kıyamet günü gelir, sırat üstünde beş yüz senelik uzağı gösterir, muazzam bir nur olur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri bana Salâvat okuyan o kimseye okuduğu her Salâvat karşılığında bir köşk verir. Onun okuduğu Salâvat ister çok ister az, her bakımdan cennetin köşkleri çok fazladır.”34

Daha önce de anlatıldığı gibi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kuluna Salâtı, ihsanı ve günahlarını affedip bağışlamasıdır. Kulun cesedini ateşe haram kılması ise, kabirde ve mahşerde sırat köprüsünü geçerken cehennem ateşinin zahmetinden kurtarmasıdır. Hadis-i Şerif’lere devam edelim.

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Bana, Salâvat okuyan her ümmetimin Salâvatı ağzından çıkar çıkmaz yola koyulur. Ne deniz bırakır ne de kara. Ne şark kalır ne de garb. Her yana dağılır ve şöyle der: ‘Ben falan oğlu falan kimsenin Salâvatıyım, benimle seçkin yaratılmışların hayırlısı Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin üzerine Salâvat okudu.’ Onun bu sözünü duyan her şey canlı cansız, karada ve denizde ne varsa onun üzerine Salâvat getirir. O kulun okuduğu Salâvattan bir kuş yaratılır, yetmiş bin kanadı vardır. O kuşun bu kanatlarının her birinde yetmiş bin tüy vardır. Her tüyün de yetmiş bin yüzü vardır. Her yüzün yetmiş bin ağzı vardır ve her ağzında yetmiş bin dili vardır. Bu dillerin her biri yetmiş bin lügatte konuşur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni öylece tespih ederler. Bütün bu okunan tespihlerin sevabını Allah Celle Celaluhü Hazretleri o Salâvatı okuyan kulun sevap hanesine yazar. Arşın sütununa şöyle yazılmıştır. ‘Bana müştak olana merhamet ederim. Benden bir dilekte bulunana istediğini veririm. Bir kimse Muhammed’e Salâvat okumayı vesile edip bana yakınlık bulursa günahları köpüren deniz dalgaları kadar olsa, dahi onu bağışlarım.”35

Ashab-ı Kiram’dan bazısı şöyle anlattı: “Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat-ı Şerife okunan her meclisten o kadar güzel koku yükselir ki, semanın ortasına kadar ulaşır. Bunu duyan melekler şöyle derler: ‘Bu Resûlüllah’a okunan Salâvat meclisinden gelen kokudur’. Burada anlatılan Salâvat meclisinden çıkan güzel koku için şöyle bir mana vermek mümkündür. O güzel koku kürre-i arzın her yanını doldurur. Bundan sonra, yerin tavanı gibi duran semaya doğru yükselir. Melekler o Salâvattan yükselen kokuyu Ruhaniyetleri yolundan alırlar ve Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Salâvat okunan meclisten geldiğini birbirlerine söylerler.36

Bazı haberde de şöyle anlatıldı: Mümin olan erkek yahut mümine olan kadın kul, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat okumaya başladığı zaman sema, kapıları ve perdeler ona açılır. Arşa kadar kapalı hiç bir şey kalmaz. Burada bulunan meleklerden eksiksiz olarak her biri Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvat getirir. Yeryüzünde o Salâvata başlayan kadın veya erkek mümin kul için melekler mağfiret talebinde bulunurlar. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin dilediği kadar o melekler Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salâvata ve mümin olan o erkek veya kadın kul için istiğfara devam ederler.

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivayet edildi: “Bir kimsenin işinin bitmesi zorlaşırsa, bana Salâvat okumayı çoğaltsın. Çünkü bana okunan Salâvat, hümum, gumum ve kürub cinsi sıkıntıları giderir, rızıkları artırır. İşlerin hayırla bitmesini sağlar.”37 Bu Hadis-i Şerif’te hümum, gumum ve kürub şeklinde geçen kelime manası, tasa ve hüzündür buyruldu.

Kaab Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Sevgili Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ve biz gafillere duyurdular: “Yarın kıyamet günü, ümmetimden bir âsiyi mizana getirirler. Günahı sevabından çok olduğu için, nara (yani ateşe) atılmasını Allah Celle Celaluhü Hazretleri emreder. Bu zatı zebaniler tutar. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin hapishanesi olan nara (cehenneme) sevk ederler. Bunun halini Hazreti Âdem Aleyhisselam görüp: “Ya Resûlüllah! Ümmetinden birini nâra götürüyorlar.’ diye nida eder ve haber verir. Ben, onun arkasından koşarak yetişir ve meleklere: ‘Ümmetimden olan bu zatı bana bağışlayın.’ derim. Melekler: ‘Ya Resûlüllah! Sana nazil olan Kuran’da “Bizim hakkımızda olanlar Allah’ın (CC) emrine muhalefet etmezler. Buyrulan vazifelerini yaparlar.” hükmü vardı. Bunu siz de biliyorsunuz. Bu sebeple bu asi kulu nâra götürmeye mecburuz’ derler. Bu esnada, taraf-ı İlâhi’den meleklere bir emir gelir: ‘Habibime itaat ediniz’.” Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem der ki: “Bu ümmetimi mizana tekrar götürünüz.” Tekrar ameli tartılır. Günahları sevaplarından fazla gelir. O vakit Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz kolunun yeninden yazılı bir şey çıkarır, terazinin sevap gözüne koyar. Bu sefer sevabı günahından ağır gelir. Kul öyle ferahlanır ki, sevincinden, minnetinden Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek ayaklarına kapanarak: “Siz ne mübarek, ne muhterem bir Nebisiniz ki, beni bu azaptan kurtardınız. Anam babam size feda olsun.” der. Fahri Âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “İşte ben senin Peygamberin Muhammedi’m” der. Tekrar o kul Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek ayaklarını öperek sorar: “Bu rifat, bu devlet, bu saadet nedir Ya Resûlüllah? Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem de: “Sen, bana dünyada iken Salâvat okurdun. İşte, bana okuduğun o Salâvatı bugün için sakladım. Mizana koyduğum şey bu idi.” buyururlar. Bunun üzerine o adam: “Ah dünyada iken vakitlerimi boşa geçireceğime ağzımı boş şeylerle, lüzumsuz söz, yalan ve küfürle kirleteceğime, siz aziz Nebi’ye Salât etseydim, bu gün daha Yüce makamlarda bulunsaydım!” diye nedamet içinde olarak pişmanlık duyar.38

Allah Celle Celaluhü Hazretleri kullarına bu ruhani irtibatı elde etmenin yolunu gösterdi. Bunun için onlara (inananlara) Resulü’ne salât ve selâm okumalarını emreyledi. Böylece kulların okudukları bu salât ve selamlar, onların Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e manen yönelmelerine, kalplerini O’na bağlamalarına vesile olacak, nefislerinin kemâle (Ehlûllah) erdirilmesi hususunda Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden yardım istemeleri sebebiyle Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ile bu ruhani irtibatı elde edebileceklerdir. Yoksa Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in insanların kendisine salât ve selâm okumalarına, onların dualarına ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden gelen tecelliler ve rabbani marifetlerin nurları, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin O’na salât buyurması sebebiyle ümmetinin salât okumasına ihtiyacı yoktur ve onların salâtından müstağnidir. O en yüksek ve kâmil rahmetlerle Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rahmetine kavuşmuştur. Ancak ümmeti, ona okudukları salâtlarla kendileri istifade etmekte, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden feyze kavuşmaktadırlar. İşte Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam okumanın sırrı budur.

Salât-ü Selam, manevi olarak Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e yönelmeyi, onu düşünmeyi ve kalbi ona bağlamayı hâsıl eder. Fakat salât ve selâm okuyan kimse cahil ve gaflet içerisinde nefsinin arzu ve isteklerine uymuş, ne söylediğinin farkında olmayan, kalbini Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden tarafa vermeyen, sadece dili ile salât okuyup zihni ve kalbi bundan habersiz bir halde olmamalıdır. Böyle kimseler Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden kavuşmak istediği feyizlere kavuşamazlar. Bu kıssalardan hisse aldıktan sonra Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selamı yukarıda bahsettiğimiz şekilde okurken manevi olarak Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i tasavvur ettiğimiz zaman, arada sevgi ve bağlılık meydana gelmektedir. Çünkü bağlılık bu ikisinden ibarettir. Aynı zamanda Ashab-ı Kiram Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in bizzat mübarek suretini, yüksek ahlâkını ve yaşayışını devamlı gördüler. Onlar Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i bulundurarak Salât-ü Selam okurlardı. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem onların gözlerinin nuru idi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e olan şiddetli sevgiye delalet etmektedir. Bir kimse çok sevdiği kimseyi, daha çok anar ve hatırlar. Çünkü kişi daima sevdiği ile beraberdir. Sevdiğini asla hatırından çıkarmaz.

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i çok sevmek ise, ona tabi olmanın kuvvetli olduğuna delalet eder. Nitekim seven sevdiğine boyun eğer. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i bu derece sevip O’na tabi olan kimsenin ruhu, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek ruhuna yakın olur. Bu sebeple o kimse ile Resûlüllah Sallallahu Aleyhi vesellem Efendimiz arasında bir irtibat ve yakınlık meydana gelir.

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i kalben hatırlamanın sünnet ve teşvik olunan bir iş olduğuna dair delillerden biri de şudur: Delaili Hayrat Şerhi’nde şöyle rivayet olundu. “Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in kendilerini sevmek, ikram olunmak ve iyilik etmekle emr olunduğumuz Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in âli kimlerdir?” diye soruldu. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz: “Onlar bana iman edip halis olan safa ve fefa ehlidir.” buyurdu. “Onların alameti nedir?” diye suâl edilince: “Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Benim sevgimi benden başka herkesin sevgisine tercih eden, Allah-ü Teala Hazretleri’nin zikrinden sonra bâtını benim zikrimle (beni hatırlamakla) meşgul, olandır.” Başka bir rivayette “Beni anmaya devam etmek ve bana çok salât okumak” buyurmuşlardır.

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e: “Allah-ü Teala Hazretleri’nin sevgisi ne ile elde edilir?” diye sual edilince Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de: “Buna Resulü’nün sevgisi ile kavuşulur. Bu sebeple Allah Celle Celaluhü Hazretleri ve Resulü’nün sevgisi için Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ve Resulü’nün rızasını isteyiniz.” buyurdu. Yukarıda beyan edildiği gibi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i sevmek, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni sevmeye Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin sevgisini elde etmeye büyük vesiledir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni bulmak, O’nun Resul-ü Azamı’nı bulmakla ve ona vasıl olup onu sevmek ve yolunda bulunmakla mümkün olur. Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Al-i İmran suresi 31’inci ayetinde şöyle buyurur: “Resulüm şöyle de: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah’da sizleri sevsin’.”

Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimizi bulmak, O’na vasıl olmakla, ancak O’nun gerçek varisi Evliya-i Kiram Hazeratı’nı bulup ona teslimi nefs edip huzurunda mana yoluna intisab edip Âlemlerin Efendisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e ve Kâinatın Halikına vasıl olmak mümkündür. Bir kimse Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e tam bir sevgi ile bağlanınca, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i zihninde tasavvur eder, O’ndan bir an bile gafil olmaz. O’nu asla unutmaz.

Evs bin Evs Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurdular: “Sizin günlerinizin en üstünü Cuma günüdür. Adem Aleyhisselam o gün yaratıldı. O gün Vefat etti. Sûr o gün üfürülecektir. Bayılma o gün olacaktır. Öyleyse Cuma günü bana çok Salât-ü Selam okuyunuz. Çünkü sizin getirmiş olduğunuz salâvat bana arz olunur.” Bunun üzerine Esbab-ı Kiram: “Salâtlarımız size nasıl arz olunur?” dediler. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “Allah-ü Teala Hazretleri toprağa bizim bedenlerimizi yemesini haram kıldı.”39

Ebu Eyyüb El-ensari Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Kim herhangi bir kitapta benim üzerime Salâvat-ı Şerife yani, Salâvat-ı Şerife’yi kitaba yazarsa ismim o kitapta kaldığı müddetçe melekler o kişi için istiğfar ederler.”40 Aynı zamanda Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam okurken peşinden de büyük zatlara Salât-ü Selam okumak caiz olduğu gibi, onlara kalben bağlanmak da caizdir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emirlerini ve O’nun Resulü, Âlemlerin Efendisi, Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’in nurlu yoluna tabi olmayan, nefsinin esiri olmuş ve dünyadan hiç ayrılıp ölüp gitmeyecekmiş gibi zannedenler, kıyamet gününde defterleri verildiği zaman perişan olacaklar. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu hususta Kehf Suresi 49’uncu ayetinde şöyle buyuruyor: “Amel defterleri (ellerine) konmuştur. Artık o mücrimleri göreceksin ki, (defterlerinde yazılı günahlarımızdan) küçük büyük bırakmayıp hepsini toplamış. Onlar, bütün yaptıklarını (defterlerinde) hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin, hiç kimseye zulmetmez.”

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyurdu ki:” Kim bir şeyler anlatmak isteyip de unutursa, bana Salât-ü Selâm getirsin. Çünkü bana olan Salât-ü Selamı, onun sözünün yerini tutar ve belki unuttuğunu kendisine hatırlatır.”41

Yine buyurdu ki: “Peygambere Salât-ü Selâm getirilmedikçe her dua önlenir.”42

Diğer Hadislerinde de şöyle buyuruyorlar: “Musaya da Salât-ü Selâmı çok getirin. Çünkü hiç bir Peygamber ümmetini O’nun kadar (düşünüp) acımamıştır.”43

İmamı Ali Radıyallahu anh Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurdu“Bir kimse Cuma günü bana yüz kere Salâvat-ı Şerife okursa, kıyamet günü muazzam bir nurla gelir. Onunla gelen nur yaratılmışlara taksim edilse hepsine yeter.”44

Abdurrahman Bin Avf Hazretleri şöyle rivayet ediyor: “Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz mescidden çıktılar. Ben de arkasından çıktım. O’na tabi oldum. O yürüyor, ben de yürüyordum. Sonra bir hurmalığa girdiler. Kıbleye yöneldiler ve secdeye kapandılar. Secdeleri o kadar uzadı ki, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek başlarını secdeden kaldırdılar ve: ‘Kim o?’ diye sordular. Ben de: ‘Abdurrahman bin Avf’ dedim. ‘Ne oldu?’ diye sorduklarında,‘Ya Resûlüllah! Secdeniz o kadar çok uzadı ki, Allah-ü Teala hazretlerinin ruhunuzu kabzettiğini zannettim.’ dedim. O zaman Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz: ‘Cebrail geldi ve Beni müjdeledi ve Allah-ü Teala Hazretleri’nin şöyle buyurduğunu bildirdi: ‘Ey Resulüm! Kim sana Salât getirirse, ben de ona eman veririm.’ Bunun için Şükür Secdesi yaptım’ buyurdu.”45 Bu Hadis-i Şerif’ten anlaşıldığına göre Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam getirmek, en efdal amellerden ve en üstün zikir edendir.

Sülehay-ı Ümmetten bir zatı şerif, üzerine farz olan dinin direği beş vakit namaz esnasında Lihikmetillah tahiyyattan sonra Salâvatları okumadan namaza son verdi o gece rüyasında Nebiyyi Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i gördü. Nebiyyi Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Niçin bugün kılmış olduğun ikindi namazında Salâvat vermedin?” diye sorar. O salih zat da Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in bu sorusuna karşı: “Ya Resûlüllah! size malumdur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne hamdü sena ettim, işim çok acele idi. Telaşımdan size Salât-ü Selamı unuttum.” der. Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz şöyle buyurur: “Benim sözümü işitmedin mi? (Bana Salât edilmedikçe ameller mevkuftur) yani indi ilâhide kabul olmaz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne takdim olunmaz. Dualar, mahbustur, müstecab olmazlar. Hatta bir kul, bu dünyanın insanlarının cemi hasenatını icra etse de, hasenatın içinde bana muhabbet ve Salât-ü Selam olmasa, kıyamet gününde o hasenat kabul olunmaz.”46

Ammar bin Yasir Hazretlerinden rivayet edilen Hadisi Şerifte Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri benim kabrimin üzerinde bir melek halk edip onu vazifelendirdi. Bu meleğin vazifesi, kıyamet gününe kadar devam eder. Ümmetimden bir kimse bana Salâvat verse, o melek: ‘Ya Resûlüllah! Ümmetinden, filan şehirde filan oğlu filan kimse Siz Nebiyyi Ekrem’e Salâvat verdi!’ diye beni haberder eder.” dediklerinde, iki Sahabe ile diğer meclisde oturan Sahabeler: “Ya Resûlüllah! Allah-ü Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri’nin Kur’an-ı Celile’de: ‘Ben meleklerimle beraber Habibime Salât ederiz.’ Ayetindeki Salâtdan kast nedir?’ dediklerinde, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Bu bir ilimdir. İlm-i Meknundur. Bu Salâtın sırrını ancak Allah Celle Celaluhü Hazretleri bilir. Eğer bunun sırrını söylememe müsaade olunsa idi, size bu sırdan haber verirdim.” buyurdu.47

Bir zahid kişi, rüyasında Efendimiz’i gördü. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e karşı yürüdü ki, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e mülaki ola. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem ona hiç iltifat etmediler. Zahid, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e: “Ya Resûlüllah! Bana dargın olduğunuzu görüyorum. Size karşı bir saygısızlık mı yaptım?” diye sordu. Resul Aleyhisselam: “Ben seni tanımıyorum.” deyince o kendisini: “Ben filan zahidim.” diye Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e tanıtmaya gayret gösterdiyse de, Efendimiz Sallallahu Aleyhi vesellem: “Hayır! Ben seni tanımıyorum.” diye israr eder. O zaman zahid: “Ya Resûlüllah ben ulemadan işittim: ‘Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ümmetini, kendi evladını tanıyan bir baba gibidir’ diyorlardı. Bana ‘seni tanımıyorum’ demenizin sebebi hikmeti nedir?” Bunun üzerine Resul Aleyhisselam: “Ulema sözünde doğrudur. Ben sizin Nebinizim, her birinizi kendi evladımı tanıdığım kadar tanırım. Ne var ki, sen beni ne derece tanıyorsan, ben de sana o derece ülfet ederim. Bana muhabbeti çok olanlara, ülfetim de o derece çoktur.”48

Salâvat-ı Şerife’nin faziletlerinden, ahirette bulunan mevtalar da faydalanırlar. Bir kabristana uğradığınız zaman, orada yatan Müslümanlara üç Salâvat, üç İhlâs, bir Fatiha okuyup, bir gün bizim de oraya varacağımızı hatırlayarak bağışlamalıyız. Belki okunan Salâvat ve sûreler, bu azabları nimete tebdil olmasına sebep teşkil eder.

Tabiin zamanı idi. (Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz devri Saadetlerine yetişemeyip Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in arkadaşları Sahabe-i Kiram’ı görenlere Tabiin denir.) Bir kadın İmam-ı Ali Kerremullahi Veche Hazretleri’nin talebesi ve arkadaşlarından Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne gelip: “Ya Üstad! Bir kızım vardı, vefat etti. Onu rüyamda görmek istiyorum. Bana bir şey öğretiniz ki, evladımı bir defa olsun görüp hasret ateşimi söndüreyim.” diye rica etti. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri o kadına, kızını görmesi için ne yapması gerektiğini öğretti. O Cuma gecesi aynı duayı yapıp yattı. O gece kızını rüyada feci bir şekilde görüp, kalbi parça parça oldu. Zira, kızına katrandan bir cehennem elbisesi giydirilip, boynunda zincir bağlanmış, ayaklarında ateşten bukağı vardı. Sabah uyandığında, ağlayarak Hasan- Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne geldi. Kızını ne halde gördüğünü ağlayarak anlattı ve kızının bu azaptan nasıl necat bulacağını, kendisine bu hususta yardım etmesini rica ve niyaz etti. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri ve o mecliste bulunanlar bu kadına ve o kızcağıza ağladılar ve kendi hallerini düşünüp, yarın kabir denilen ahiretin ilk kapısında, o karanlık yerde tek başlarına kaldıklarında ne yapacaklarını düşünüp Rabb-ül Âlemin’den merhamet dileyip niyaz ettiler. Bu mesele üzerinden bir kaç zaman sonra, Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri bir gece rüyasında cennette gayet müzeyyen bir taht üzerinde bir güzel kız görüp başında bir taç ki, diller vasfını tariften aciz. Sanki güneş gibi parlak, sırtındaki libası yani elbisesi dil ile tarife gelmez bir kız idi. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne: “Beni tanıdın mı, ya İmam?” dedi. Hazreti İmam: “Siz hangi peygamberin kızı, Yahud hangi nebinin zevcesisiniz?” deyince, “Hani bir hanım gelip kızını görmek için sizden dua ve niyaz öğrenmiş idi. İşte o hatunun kızıyım.” dedi. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “O hanım bana kızının azabda olduğunu söylemişti. Ne sebeple bu makama yükseldiniz?” deyince o kız: “Ya İmam! Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin sevgili kullarından bir kul bizim yattığımız mezarlıktan geçerken durup, Resûlüllah Aleyhisselam’a üç Salâvat okuyup sevabını bizlere bağışladı. Benim yattığım kabristanda benim gibi beş yüz elli kişi azabı kabre duçar olmuştu, bir nida olundu ki: ‘Bu makberede Kabir Azabı görenlerden azabı kaldırın. Şu zatın okuduğu Salâvat hürmetine.’ denildi. Bu beş yüz elli kişinin Salâvatın bereketinden azabları kaldırılıp hepimizin kabri cennet bahçesinden bir bahçe oldu.” dedi.49

Bu kadar deliller ortaya konduktan sonra ben, bir numaralı Müslüman’ım deyip Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selam getirmemek mümkün değildir. Yine Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyurdu ki: “Ben Rüyamda Eba Üsame’yi Radıyallahu anh hazretlerini gördüm. Eba Üsame Radıyallahu anh hazretleri ahirete intikal etmişti. O’na sordum: ‘Ya Eba Üsame! Rabbin sana ne muamele etti’? dedim. ‘Aff oldum, nimete eriştim.’ dedi. ‘Ne sebeple?’ dedim. ‘Her ne vakit hadis okusam, arkasından Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e salât ederdim.’ dedi.”50

Yine Nebi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Bir kimse benim ismimi işitip de bana Salât etmezse; o kimse cehenneme müstahak olur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri lütfedip o kimseyi narından uzaklaştırsın.”51 diye dua etmişlerdir. Ahiret azabından kurtulmak ve nimete erişmek isteyen kimseler Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellemin ismini işittikleri zaman aşk ile Salâvatı Şerife okumalıdırlar. Nebiyy-i ahir zaman Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i her şeyinden, hatta canından ziyade sevmelidirler. Günahlarına tevbe edip, bir daha masiyet çirkefine düşmemelidirler. Yalandan, yalan yere yemin etmekten, zinadan sakınmalı, riyadan, süm’adan ictinab etmeli, kibirden, gururdan, dilini kötü şeylerle kirletmemeli. Tevhid, tahlil ve Salât-ü Selam ile tezyin etmelidirler ki, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e layık olan ümmetin fertleri olarak bilsinler.

Süleymanül Cezuli Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin Salât-ü Selamı cem eden telifi şöyle anlatılır: Günlerden bir gün sahrada dolaşırken namaz kılmak için abdest almaya bir kuyunun başına varır, fakat ip ve kova bulup da sudan istifade edemez. Etrafa bakınıp dururken bir kız cevaben: “Bütün insanlar sizin ilminizden ve hayrü kerametinizden bahisle, sizi medhü sena ederler. Siz ise bir suyu kuyudan ipsiz ve kovasız çıkaramıyorsunuz.” der. “İpsiz kuyudan ve kovasız su çıkarmak mümkün müdür?” deyince kız hemen gelip, kuyuya bir şeyler gibi yapar Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin izniyle kuyunun suyu ağzından taşar. O su ile abdest alan Süleyman Cezuli Rahmetullahi aleyh Hazretleri kıza: “Kızım! Allah Celle Celaluhü Hazretleri ve Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz aşkına, bu keramete ne ile ve hangi sebeple nail oldun? Haber ver!” diye niyaz edip istirhamda bulunan Hazrete, kız cevaben: “Cenabı Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Salât-ü Selamı çok okumakla ve Salâvat-ı Şerife’ye devam etmekle bu keramete nail oldum.” der. Süleymanül Cezuli Rahmetullahi aleyh Hazretleri bu kızın kerametine şahid olunca, pek ziyade Salâvat-ı Şerife okumaya ahdetti. Fakat acaba hangi Salâvat-ı Şerife’ye devam etsem diye düşünürken, o gece uyku tutmadı. Öylece tefekkür ederken, gece yarısı olduğunda hanımının yatağından kalktığını ve en güzel elbiselerini giyip evden çıktığını hayretle gördü. “Bu hanım gece yarısı nereye gidiyor?” diye o da eşinin arkasından, gizlice sokağa çıktı. Bir de ne görsün, önünde bir aslan sürüsü hanımını, ortaya almışlar deniz kenarına doğru yürüyorlar. Süleymanül Cezuli Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ni hayret ve dehşet kapladı. Arkalarından takibe başladı. Hanımı deniz kenarına indi. Postunu denize atıp yakın bir yerde bulunan ıssız bir adaya müteveccihen yol aldı. Aslanlar deniz kenarında oturup onu beklemeye başladılar. Hanım ıssız adaya varıp abdest alıp teheccüd namazı kılarak, Rabb-ül Âlemin’e ibadet taat tazarru ve niyaz edip bu sefer suyun üstünde yürüyerek döndü. Karada bekleyen aslanlar yine birisi önde birisi ardına düşüp eve döndüler. Hazreti Şeyh, hanımından evvel gidip yatağa yattı. Uyur bir vaziyette bekledi. Hanım da eve gelip geceliklerini giyip yatağa yattı. O geceden sonra Hazret: “Bakalım yalnız o geceyi böyle geçirip kerametle ibadet mi etti acaba?” diye hanımını üç gece daha takib etti ve gördü ki, her gece aynı iş zuhur ediyor. Üçüncü günü sabah vaziyeti anlatıp o mübarek hatundan bu işin sırrını sordu. Hanımı ona: “Siz şimdi mi bu işe vakıf oldunuz? Benim senelerdir mutadım budur, Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu keramet tacını seneler evvel başıma koymuştur.” dedi. Hazreti Şeyh Cezuli Kuddise Sirruhu sual edip: ‘Ya bu keramete ne sebepe vasıl oldunuz?’ dediğinde, Hatun: ‘Cenabı Mübeccel ve Nebiyyi Mufaddal Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerine muhabbet ve Salâvat-ı Şerife’ye devamımın sebebiyle.” cevabını alınca Şeyh de: “Hangi Salâvat-ı Şerife’ye devam ediyorsunuz?” diye sorduğunda hatun bir şey söylemeyip sustu. Şeyh Rahmetullahi aleyh Hazretleri ısrar edince: “Bu gece istihare edeyim. İzin olur ise, cevap vereyim.” dedi. Ertesi sabah Hatun Şeyhe: “Sarahaten haber vermeye izin yoktur. Lakin bütün Salâvat-ı Şerife’leri cem eyle, içinde var ise vardır diye haber veririm.” dedi. Şeyh Rahmetullahi aleyh Hazretleri de gayret kollarını sıvayıp, muteber kitaplardan ve asrında olan şeyhlerden Cenabı Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri’nin lisanı mübareklerinden talim buyurduğu Salâvat-ı Şerife’leri ve Ashab-ı kiram Hazretleri’nden, Ulemai Kiramın ve Meşayihi izamın vird edindikleri Salât-ü Şerifeleri cem edip bir kitab haline koyarak hatununa okuduğunda, hatun kitabı dinledikten sonra: “Bir kaç yerinde vardır.” diye haber verdi. Şeyh Rahmetullahi aleyh Hazretleri bu kitabın ismine “Delail-ül-Hahrat ve Şevarik-ul-Envar” adını koydu.52

Bir zat Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i rüyada görmek istermiş, bir türlü görmek müyesser olmazmış. Arif-i Billah bir Zat-ı Şerif’e gidip derdini anlatır ve bir tavsiye ister yalvarır, niyaz eder. Arif-i Billah olan Za-tı Şerif: “Oğlum! Cuma akşamı çokça tuzlu balık ye, namazı kıl. Su içme yat, görürsün.” Der. O zat da efendinin tavsiyesine uyarak çokça tuzlu balık yiyip yatar. Sabaha kadar dereler, çeşmeler, pınarlar görüp oralardan sular içer. Sabah olur. Arif-i Billah’a koşarak: “A Efendi! Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem görmedim. Sabaha kadar hararetten rüyamda çeşmelerden, pınardan su içtim, hâlâ hararetten yanıyorum.” Deyince, Arif-i Billah olan Zat der ki: “İşte tuzlu balığı yiyince suya nasıl iştiyakın artıp sabaha kadar su gördünse, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e de öyle yanmalısın ki, mübarek cemalini müşahede edebilesin.” der.53

Hazreti Muhammed Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyurdu ki: “Farz namazlardan sonra bana on defa Salât-ü Selam getirenle cennette beraber oluruz. O benim karşımda oturur ve yüzü ayın on dördü gibi parlar. O bana bakar ben de ona bakarım.”54

Fuzale bin Ubeyd şöyle rivayet eder: “Hazreti Resûlüllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimiz, bir adamın, dua ederken ne Allah-ü Teala’yı, ne de O’nun hak Resulünü anmadığını duyunca; ‘Ne de acelecidir!’ buyurdular ve onu yanına çağırmalarını söylediler. O adam gelince, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ona ve orada bulunan herkese hitaben şöyle buyurdular: ‘Dua ettiğiniz zaman Allah’a hamd ve sena ile başlayın sonra da bana Salâvat getirin ve bu ikisinden sonra duanızı yapıp istediğinizi dile getirin’.”55

SALÂT-U SELAMIN FAYDALARI

Allah Celle Celaluhü hazretleri Ahzab Suresi 56’ncı ayeti kerimesinde “Allah (CC) ve melekleri Peygamber’e Salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na Salât edin ve içtenlikle O’na selam verin.” buyuruyor.

Yine Allah Celle Celaluhü hazretleri Ahzab Suresi 41’inci ayeti kerimesinde “Ant olsun, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar için Allah’ın Resulü’nde güzel bir örnek vardır.”

Salâvat, Kur’an ve sünnette önemli bir yere sahip olan ve her Müslüman’ın günlük namazlarının teşehhüdünde sürekli olarak tekrarladığı bir zikirdir. Acaba Salâvatın sadece Salâvat getirene mi faydası var, yoksa Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve O’nun Ehl-i Beyt’ine de faydası olur mu? Bu konuda âlimlerin görüşleri farklıdır.

Her halükârda, Salâvatın Salâvat gönderene faydası olmasında hiçbir şüphe yoktur. Dolayısıyla Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ve Ehl-i Beyt’inin dostluğunu kazanabilmemiz ve onların pâk nefeslerinden yardım alabilmemiz için, melekutî bir zikir olan Salâvatı sürekli söylememiz gerekir.

Bizim, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e ve Ehl-i Beyt’ine Salâvat getirmemiz, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ve meleklerinin bize Salât etmelerine sebep olur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri ve meleklerinin Salâtı ise, bizi karanlılardan nura çıkarır. Nitekim Allah Celle Celaluhü Hazretleri Ahzab Suresi 43’üncü ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “”Öyle bir mâbuttur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için O ve melekleri size Salât ederler.”

Salâvat-ı Şerife Okumanın Faydaları:

1. İlahî Ahlakla Ahlaklanmak:

2. İlahî Emre İtaat:

3. Allah’ın Salât ve selamına hak kazanmak:

4. Meleklere Eşlik Etmek ve Onların Bağış Dilemelerinden Yararlanmak:

5. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yakın olmak:

6. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını kazanmak:

7. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e Yakın Olmak:

8. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şefaat etmesi:

9. Sevap ve Mükâfat Kazanmak:

10. Başlı Başına Bir İbadet Oluşu:

11. Günahların Kefareti:

12. Duanın icabete erişmesi:

13. Elest Bezminde verilen Ahde Vefa Etmek:

14. Nifakı Gidermek:

15. Amellerin Arınması:

16. Esenliğe Sebep Oluşu:

17. Rahmete Nail Olmak:

18. Fakirlikten Kurtulmak:

19. Unutulanı Hatırlamak:

20. Hayır, Amellerin Ağır Olması:

21. Sırat Köprüsünün Işıklı Olması:

22. Cehennem Ateşinden Kurtulmak:

23. Kabrin Işıklı Olması:

24. Allah Celle Celaluhü hazretlerinden 10 rahmet kazanmak

25. 10 Derecesi yükseltilmek

26. 10 Sevap kazanmak

27. 10 günahın silinmesi.

28. Sadaka vermek yerine geçer.

29. Ruhun ve Kalbinin temizlenmesi.

30. Kulun ölmeden Cennet ‘ le müjdelenmesi.

31. Kıyamet gününün şiddetlerinden ve dehşetlerinden kurtulma vesilesi.

32. Resûllüllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin selamına cevap vermesi.

33. Meclislerin güzel kokması sebebi.

34. Kıyamet günü oturduğu kalktığı meclislerde Salâvat-ı Şerife okuduğu için o toplantılardan pişmanlığa düşmemesi.

35. Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin ismi anıldığında Salâvat getirmeyene yapılan beddualardan kurtulma vesilesi.

36. Sahibine Cennet yolunu göstermesi, terk edene de cehennem yolunu göstermesi.

37. Hangi kelama, hangi işe hamd ve Salâvat ‘ ı Şerife ile başlanırsa, onun tamama ermesi.

38. Kulun Sırat’tan geçebilmesi.

39. Allah Celle Celaluhü hazretleri ve Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimize cefa yapmaktan kurtulur, getirmeyen insan ise Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimize eziyet etmiş olur.

40. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Salâvat’ı Şerife getirene güzel övgüler yağdırmasına vesile.

41. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin merhametinin rahmetinin sebebi.

42. Bereketlerin bollukların sebebi.

43. Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin muhabbetinin devamının ve ziyadesinin ve katlanarak artmasının sebebi.

44. Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin Salâvat’ı getireni sevmesinin sebebi.

45. Kulun hidayetinin ve kalbinin, hayatının, ruhani hayatının ve kalbinin dirilmesinin sebebi.

46. Salâvat’ı Şerife getirenin isminin babasının isminin ve sülalesi ile soyunun Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin yanında anılması.

47. Sırat ‘ ta mahşerde ayağının kaymaması İslam yolunda ayağının sabit kalması.

48. Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin üzerinde bulunan haklarından çok az bir hakkının ödenmesinin vesilesi.

49. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikri, şükrü ve iyiliğini bilmek.

50. Kulun Rabbinden suali, duası bu arada kendi isteklerinin de Mevla tarafından görülmesine, Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimize yaptığı duayı aracı kılması.

51. Salâvat’ı Şerife rabıta üzerine okunursa Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem efendimizin mübarek suretinin akla yerleşmesi ve mübarek rabıtanın kolaylaşması

1. Sahih-i Buhari (Müslim)

2. Sahih-i Buhari(Müslim)

3. Envarul Aşıkin S. 279

4. Müslim

5. Tirmizi

6. Ebu Davud

7. Buhari

8. Buhari

9. Buhari

10. Tirmizi

11. Ebu Davud ve Tirmizi

12. Buhari ve Müslim

13. Müslim

14. Buhari ve Müslim

15. Tirmizi

16. İrşad

17. İrşad Cild1. S.272

18. İrşad Cild1. S.271

19. İbni Hıbban ve Beyhaki,Müslim

20. Beyhaki, Buhari

21. Sahih-i Buhari

22. İbni Mace, İmam-ı Taberani,

23. Buhari

24. Delaili Hayrat Şerhi S.28

25. Buhari

26. Sahih-i Buhari (Müslim)

27. İrşad Cild1. S.269

28. Delaili Hayrat Şerhi. S.1024

29. Delaili Hayrat Şerhi. S.1024

30. Delaili Hayrat Şerhi. S.32 (Buhari ve Müslim)

31. Buhari

32. Delaili Hayrat Şerhi. S.34

33. Delaili Hayrat Şerhi. S.947

34. Nesei, Müslim

35. Buhari, Müslim

36. Delaili Hayrat Şerhi. S.43 (Buhari ve Müslim)

37. Delaili Hayrat Şerhi. S.43,44 (Buhari ve Müslim)

38. İrşad Cild1. S.269

39. Sahih-i Buhari

40. Müslim

41. Ramuzel Ehadis S.485. 4969 No’lu Had.Şer.

42. Ramuzel Ehadis S.421. 4249 No’lu Had.Şer.

43. Ramuzel Ehadis S.119. 1119 No’lu Had.Şer.

44. Müslim

45. Sahih-i Buhari

46. İrşad Cild1. S.262

47. Buhari

48. İrşad Cild1. S.265

49. İrşad Cild1. S.267

50. İrşad Cild1. S.267

51. İrşad Cild1. S.275 (Buhari Sahih)

52. İrşad Cild1. S.275

53. İrşad Cild1. S.275

54. Buhari ve Müslim

55. sünen-i Ebu Davud vitr kitabı 2/77

Gavsulazam de

http://islamimultimedya.blogcu.com sitelerinden de yararlanılmıştır.

Tevbe – İSTİĞFAR

Tövbenin kelime anlamı;

Tövbe etmek, herhangi bir suretle daha önceleri işlenmiş olan günah ve kötülüklerden pişmanlık duymak ve bir daha günah işlememeye ve kötülük yapmamaya azmetmektir. Gerçekten tevbe yapmış olan bir Müslüman, tövbesinde durur ve eski günah ve kötülüklerine bir daha dönmez, işte Allah Celle Celaluhü Hazretleri indinde bu şekildeki tövbeler makbuldür. Tevbe edenlerden maksat aklına geldiği zaman, haftada ayda yılda tevbe edenler değil, beşeriyet icabı işlenen günahlarına her gün devamlı olarak tevbe etmek ve bir daha günah işlememeye gayret sarf etmektir. Bir Müslüman, sadece geçmiş günahlarına ve kusurlarına tevbe etmekle kalmamalı, aynı zamanda hem bir daha o günahları işlememeye azmetmeli, esasen tevbe, işte bu takdirde hakiki tevbe sayılır.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Tahrim suresi 8’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Allah’a öyle tevbe edin ki, tam bir pişmanlık halis bir tevbe olsun. Ola ki Rabbiniz, kötülüklerinizi örter ve sizi, (ağaçları) altından ırmaklar akan Cennetlere koyar.”

Ayet-i Kerime’de bildirilen halis bir tevbe, kulun geçmişte işlediği günaha pişman olması ve bundan sonra da o günaha dönmemeye kesin olarak karar vermesidir. Kalp pişman olmalı dil de dua etmelidir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Bakara suresi 222’nci ayetinde şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki Allah çok tevbe edenleri de sever, pisliklerinden pak olanları da sever.”

Hud suresi 3’üncü ayetinde “Hem Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O’na tevbe edin ki, sizi takdir edilmiş belirli bir zamana (ölüme) kadar güzel bir şekilde yaşatsın.”

Hud suresi 90’ıncı ayetinde “Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, günahlardan tevbe edip O’na sığının.”

Hud suresi 112’nci ayetinde “Onun için sen (Ey Habibim) emrolunduğun şekilde, beraberinde tevbe edenlerle dosdoğru hareket et.”

Nasr Suresi 2-3’üncü ayetlerinde “Ancak tevbe eden ve iman edip de Salih amel işleyen kimse müstesnadır. Kim de tevbe eder de Salih amel işlerse, muhakkak ki, o makbul bir şekilde Allah’a döner.”

Allah Celle Celaluhü tevbe edenlere bu müjdeyi vermiştir. Tevbe etmek saadet ve huzurun anahtarıdır, tevbe eden tövbenin şartlarını yerine getiren bahtiyar kimselerin geçtiği yerler kendileriyle övünür. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri onu halkın gönlünde tatlı sevimli kılar. Kabir ona Cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Kıyamet gününde yüzü ak olur. Sırattan kolay geçer. Hesabı ihsan ile kolay geçer ölürken müjdelenir. Ayet-i Kerime’de mağfiret sebebine ve nimetin artmasına işaret vardır. Fakat istiğfardan sonra, bir daha günah işlememeye gayret etmeli ve dil ile istiğfar ettiği gibi, kalbi ile de pişmanlık duymalıdır. Beşeriyet icabı günah isterse derhal tevbe istiğfar etmelidir. Ve: “Bu küçük günahtır. Bundan ne olur?” dememelidir. Çünkü küçük görülen günahlarda birer birer işlenecek olursa o da büyük günah olur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Kıyamet gününde tövbelerine sadık ve daim olanların bir günahtan sonra tevbe ederek bir daha o günaha dönmeyenlerin suçlarını yüzlerine vurmaz onları rezil rüsvay etmeyiz.” buyurmuştur. Tevbe edenler ve tövbelerin de sadık ve samimi olanlar Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Resulü Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdirler. Âlemlerin Efendisi Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber olanlar hiç rezil rüsvay olurlar mı? Elbette olmazlar. Allah Celle Celaluhü Hazretleri onların suçlarını açıklayarak kendilerini mahşer ehline karşı asla utandırmaz. Onlara Cehennem azabını ve Sırat karanlığını göstererek onları üzmez. Onların imanları önlerinde ve sağ yanındadır. Bu, bahtiyar kullarını Kur’anı Kerimde Hadid suresi 12-13’üncü ayetlerinde şöyle anlatıyor: “Hatırla o günü ki, mümin erkeklerle mümin kadınların nurları, önlerinden ve sağlarından koşuyor kendilerini göreceksin. O gün, münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecekler. ‘Bize bakın (yahut bizi bekleyin) nurunuzdan bir parça alalım.’ Müminler tarafından onlara şöyle denilecek, arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayın.”

Allah Celle Celaluhü Hazretleri mümin ve mümine kullarını o âlemde münafıkların düştüğü o kederli günü sadık kullarına Kur’anı Keriminde nasıl dua edeceklerini ise Tahrim Suresi 8’inci ayetinde şöyle bildiriyor: “Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla, (bu sırat üzerinde nurları sönen münafıklar gibi bizleri yapma) Bizi bağışla muhakkak ki, sen her şeye kadirsin.”

Hadid suresi 21’inci ayetinde “Siz günahlarınızdan tevbe ederek Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği, yerle göğün genişliği gibi olan bir cennete yarışın.

Kur’an-ı Kerim bir Nur-u ilahi’dir. O’nu daima önlerinde bulunduranlar mutlaka selamet ve saadete ererler. Nitekim Ayet-i Kerime’de buyrulduğu gibi önleri sıra ışıkları bulunanlarda o ışık sayesinde bastıkları yeri görürler, düşmeden yollarına devanı ederler. Sağ yanımızdaki nur da Fahri Âlem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizdir. Kul bu iki nura ne kadar yaklaşır ve onlara uyarsa dünyada ve ahirette o nispette nurlanır. Bu nurlanma insanın gayretine bağlıdır. Bu nurlara uymayanlar ise karanlıklarda kalır ve yollarını kaybederler. Demek oluyor ki, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Nur-u Azim, Kur’an da Nur-u Mübin’dir. Bu iki nuru önüne ve yanına alanlar, onlara dayananlar o nurlar ile nurlananlar, elbette zulmette ve dalalette kalmazlar.

En’am Suresi 12’nci ayetinde şöyle buyuruyor: “Rabbiniz kendi üzerine şu Rahmeti yazdı, içinizden kim bilmeyerek bir fenalık yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzelmiş ise şüphesiz ki, O (Allah) Gafur ve Rahim’dir.”

İnsan cehaleti sebebiyle günah işlemiştir. Sonra fenalıktan tevbe ve muamelatını islâh etmiştir. İşte bu gibiler hakkında Allah Celle Celaluhü Hazretleri Gafur-ur-rahim’dir ve bu gibiler için affını farz kılmıştır. Gerek itaat ve gerekse isyanın zerresi gaib olmaz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri Zilzal Suresi 7-8’inci ayetlerde “Zira kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek. Kim de, zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” Şu halde daima itaatte bulunarak kendini Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerini sevdirmeli. Kurtuluş bundadır.

Bir mümin yüz sene ibadet etmiş olsa on misli bin sene eder bir kafir de yüz sene yaşamış olsa o miktardan başkasıyla cezalandırılmaz. Mümin niyyeti sebebi ile kafir de niyyeti ile ebediyyette niyyetleri sebebiyle ebedi mükafat ve ebedi mücazat yani azaba duçar olurlar. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri kuluna eziyet etmez, kul eziyeti kendi kendine eder. Şu mısralar ne de yerinde söylenmiştir: Kuluna zulmetmez Hüda’sı, herkesin çektiği kendi belası. Dolayısıyla herkes ne ekerse onu biçer.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Maide Suresi 90-91’inci ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Ey Müminler! şarap (içki içmek), kumar oynamak, ibadet için dikilen putlar, (cahillik devresinde kullanılan) fal okları hep şeytanın işinden, pis birer şeydir. Onun için bunlardan sakının ki, kurtulasınız. Muhakkak şeytan, şarabda ve kumarda aramıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah Celle Celaluhü Hazretlerini anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz, bunlardan sakınmaz mısınız?”

Bayezıd-i Bestami Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyururlar ki: “İnsanların tevbesi, işledikleri günahlarından dolayıdır. Benim tevbem ise, (Lailahe illellah) sözündedir. Çünkü ben bunu alet ve harflerle söylüyorum. Cenabı Hakk Celle Celaluhü ise harf ve âletlerin ötesindedir.”1

“Günah ve isyanın Tevbesi, bir tanedir; taatin tevbesi bin tevbedir.”2Çünkü kudsi alemde, Levh-i Mahfuz’da âlet ve harflerin yeri yoktur. O alemden gelme olan ruhun da harf ve âletle ilgisi yoktur. Harf ve âletten kurtulamayan bir taat, kudsiyet alemine erişen bir ruh için, noksanlıktır. Bundan dolayı nice defalar tevbe etme ihtiyacını duyar. İbadette sadece dil ve diğer organlar hareket ediyor ve bu kalbe ruha inmiyorsa, işte bu ibadet harf ve alet kapsamında kalmıştır. Bundan dolayı her kelime ve harf için bir tevbe gerekir.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin mülkünde, O’nun nimetiyle yaşayan insan! Allah Celle Celaluhü Hazretlerine karşı O’nun mülkünde O’nun nimetini yiyerek sakın isyanda bulunma, varlığın hikmetini anlıyarak Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden utan. Çünkü Allah Celle Celaluhü Hazretleri seni Cehennem ateşinde yakmaktan utanıyor. Rahmeti gazabının önüne geçiyor. Şayet kul isyanında ısrar eder, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne asi olursa o zaman Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ebedi alemdeki ceza evi olan Cehenneme bir tutsak rehine olarak girer. Bu hususta Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Müddessir Suresi 37-38’inci ayetlerinde şöyle buyuruyor: “İçinizden (hayırda) ileri gitmek, yahud geri kalmak isteyenleri… Herkes kazandığına karşılık bir rehinedir; (hesabını doğru vermekle ancak kendisini kurtarabilir).”

Tövbeden mahrum, isyan vadilerinde (Keyfe ma yesa keyif içerisinde) yaşayanların akibetlerinin felaket ve hüsranla neticeleneceğinde hiç şüphe yoktur. Binaenaleyh evlada ve aileye dost ve ahbaplara her fırsatta tevbenin lüzumunu ehemmiyetini duyurmaya çalışmalıdır. Tevbeye niyet eden kişi ömrünü gaflet ve günah ile geçirmekten son derece sakınmalıdır. Bunun için en kolay çare, eskiden edindiği ve kendisini günaha sürükleyen ibadetlerinden ayıran bütün kötü arkadaşlarından ayrılıp Hakk yolcusu ibadet ve taatte müdavim (devam eden) olan temiz ve Salih arkadaşlar edinmek lazımdır. Yoksa Kur’an-ı Keriminde belirtilen şu olay ile karşılaşır. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri ebedi âlemde mahrumiyet içerisinde kıvranacak olan kullarını Kur’anı Kerimde Furkan Suresi 28-29’uncu ayetlerinde şöyle ikaz ediyor: “Yazıklar olsun bana keski (beni sapılan) falanı dost edinmeyeydim. Vallahi o sapıttı beni Zikirden, (Allah’ı anmaktan ve Kur’an ahkâmına bağlanmaktan).”

Salih arkadaş edinildiği zaman işte bu tevbe hayırların başı ve anahtarıdır. Böyle olmadıkça hakiki bir tevbe ve tam bir dönüş olamaz. Keşifler kerametler saadetler hep bu tevbeden sonra hâsıl olur, herkesin bilmesi lazımdır ki, bu tevbe herkes için farzı ayındır.

Günahlarından kaçmaya muvaffak olduktan sonra mühim bir nokta daha vardır ki o da vurduğu, dövdüğü, sövüp sayarak şerefini kırdığı kimse ile de helallaşmaktır. Böyle olmazsa yarın kıyamet gününde o hakaret eden ve hürmetsizlik gösteren kişi dövüp sövdüğü veya arkasından gıybetini yaptığı kimseye verilmek üzere sevaplarının alınıp hakaret gören müslümana verildiğini görecektir. Daha yetmezse o hakir görüp dövülen sövülen kimsenin günahları alınıp döven söven kimsenin üzerine, yüklenecektir

Allah Celle Celaluhü hazretleri Muhammed suresi 19’uncu ayetinde şöyle buyuruyor: “Günahının Yarlığanmasını iste.” Kötü mezmum huylardan ahlaklardan biri de tevbeyi terk etmek ve onu ihtiyarlığa bırakmaktır. Bu ise çok yanlış, bir harekettir. Çünkü insanın ömrünün ne zaman son bulacağı belli değildir. Müslüman’a yakışan, daima ölüme hazırlıklı olmaktır. Böyle olabilen (fikrinde, şükründe, zikrinde) daim olan bahtiyarlar için ölüm ne zaman gelirse gelsin kayıpları yoktur. Çünkü Hakk Celle Celaluhü Hazretlerinin huzuruna çıkmaya hazırdırlar. Binaenaleyh tevbenin, terki veya onu yarına bırakmak müslümanın işi değildir. Müslüman her zaman, tevbekâr olmalıdır. Tevbede daim olabilmek için Takvanın öğretildiği bir okula ihtiyaç vardır. Zira tarikata giren bir insan, manevi yolculuğa çıkar, her an Hakk ile olur, O’nu daima anar ve geçmişte işlediği suç ve isyanlarından dolayı pişmanlık içinde olur. O zaman her gün muntazaman en az günahına yüz defa tevbei istiğfar eder. Zira Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz günahı olmadığı halde günde yetmiş ile yüz defa tevbei istiğfar ederlerdi. Elbetteki bunu bizlere talim için yaparlardı. Nitekim Allah Celle Celaluhü Hazretleri Nisa Suresi 106’ncı. Ayetinde buyurur ki: “Ve Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir.”

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Rahmeti, Ğufranı insana yakındır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin insandan günahlarına, gerçek manada tevbe etmesini, pişmanlık duymasını ve bir daha o kötü hallere dönmemesini ve günah işlememeye ve tevbei istiğfara devam etmesi şartı ile razı olması ümid edilir ve yine umulur ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri senin tövbeni kabul eder. Allah Celle Celaluhü Hazretleri merhamet edenlerin en çok merhamet edicisidir. Suçun büyüklüğünü ve rezilliğini idrak etmek Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin gazabından korkmak bir mümini, masivadan nefret etmeye, ondan şiddetle uzaklaşmaya, tevbe ve istiğfar etmeğe, büyük bir pişmanlık duymaya sevkeder. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Kur’anı Kerim Ayet-i Kerime’ler ışığı altında tevbei istiğfar mutlak olarak zikrolundu ve adedi tayin olunmadı. Ey bütün mahlukatın ahseni (güzel) olarak yaratılan insan! İhtiyarlık gelmeden, ölüm gelip çatmadan, ebedi alemdeki makamını göreceğin zaman nutkun (dilin) tutulmadan günahına, unutmadan devamlı nedamet ve pişmanlık içerisinde tevbei istiğfar etmeye bak. Eğer günahına tevbe edebiliyorsan, ve günah işlememeye de azami gayret edebiliyorsan ne mutlu sana, günahına tevbe edemezsen, kendine yazık edersin.

Mansuru Ammar Rahmetullahi aleyh der ki: “Beni İsrail zamanında güzel bir kadın vardı. Güzelliği ile halkı aldatır, evinin kapısını daima açık tutardı. O şehirde gayet abid (ibadet eden) bir zat vardı. Bir gün nasılsa yolu bu kadının evi önüne düştü gözü ansızın o kadına ilişti. Fakat gönlünü kaptırdı ne çareki nefsini yenemez. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yalvadı. Nihayet gönlünü kadından ayıramadığından nesi varsa sattı, altınları alarak kadına gitti. ‘Ey dilber, şu altınların hepsini al ve beni bir gece vasim bağında kamuran eyle.’ Fettan kadın kabul edip abide zaman tayin etti buluştular. Abid kadına el atar atmaz titremeye başladı, içine Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin korkusu düştü ve gönlüne ‘Sen abid ve zahid bir kişi olasın. Meşayih önünde tevbe etmiş olasın bunca yıldır ibadet ve taatten ayrılnayasın. Şu kötü kadının kapısına düşersin. Allah’tan korkmaz mısın ve Peygamberinden utanmaz mısın?’ ilhamı geldi. Korkudan titremeye başladı. ‘Ey hatun! Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin korkusu içime düştü, izin ver gideyim, altınlar sana helal olsun.’ dedi ağlayarak evine geldi haliyle uğraşmaya başladı. Bu zatın bu hali kadına tesir etti. O zahidi aradı buldu kapıyı çaldı o zat kapıya geldi. Kendini yoldan çıkaran kadını görünce büsbütün perişan oldu. Kendini kınadı. ‘O bir kere tevbesini bozduğu, için korkusundan can verdi. Sen ise bunca defadır tevbeni bozdun hiç aldırış etmedin.’ diyerek evine gitti. Kadın o zatın kardeşi ile evlendi, malını mülkünü Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin rızası için kocasına bağışladı. Çocuklarının hepsi âlim salih birer insan oldular.”3

Allah Celle Celaluhü hazretleri Al-i İmran suresi 135-136’ncı ayetlerinde şöyle buyururlar ki: “Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulûm ettikleri zaman Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasının isteyenler (ki günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?) hem de yaptıkları günaha bile bile ısrar etmemiş olanlar var ya, işte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Şu işleri yapanların mükafatı ne de güzeldir.”

Tövbeyi bir daha işlememek azmiyle, nadim olarak ve içli dışlı etmek gerekir. Sadece dışıyla ve diliyle tevbe edenin hali şuna benzer: Bir necis yığını üzerine ipekten, göz kamaştırıcı bir örtü örtülür. Altındakinin farkında olmayan herkes bu ipeğe hayranlıkla bakar, fakat biraz sonra örtü kaldırılıp necis ortaya çıkınca seyirciler kaçışıverir. İşte ibadeti içten yapmayan ve tevbeyi şartlarına göre yapmayanların hali de böyledir. Görünüşleri namaz niyazdadır, fakat içleri temiz değildir. Kıyamet günü perdeler ortadan kaldırılınca Melekler onlardan kaçışırlar.

Hemen büyük ve küçük günahlardan tevbe etmek ve kötü huyları terk edip iyi ahlaklı olmak farzı ayındır. Küçük günahları mühimsememek ve devamlı işlemek büyük günahların meydana gelmesine sebep olur. Damlaya damlaya göl olur. İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri buyurdu ki: “Bu Ayet-i Kerime, hazreti Adem Aleyhisselam’ın yaratılmasından dört bin yıl önce arşın kenarlarında yazılmıştı.”

Tevbe Suresi 112’nci ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Şirk ve nifaktan tevbe edenler, Allah’a ihlâsla ibadet edenler, hamd edenler.”

Yine Tevbe Suresi 126’ncı ayetinde şöyle buyrulmaktadır “Münafıklar, her yıl bir veya iki kere çeşitli belalara çarpıldıklarını, görmezler mi? Böyle iken, yine tevbe etmezler ve ibret almazlar.” Ayet-i Kerime’lerdeki bütün bu vasıfları toplayan bahtiyar insanlar dünyadan ahirete pişmanlıkla gitmezler. Çünkü elinden geldiği kadar günah işlememeye ve evvelden işlediği günahlarına tevbei istiğfar ettiğinden Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri ve O’nun Resulûllah’ı sevenlerle beraber olduğundan, “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” Hadis-i Şerif’i mucibince ebedi aleme sevinerek gider, yoksa seven kişi sevdiğinin hoşuna gitmeyen hareketlerde bulunmaz. Nitekim Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Şura Suresi 25’inci ayetinde buyurur ki: “O’dur ki, kullarından tevbeyi kabul buyuruyor, günahlardan afv ediyor ve O bütün yaptıklarınızı bilir.”

Şura Suresi 30’uncu ayetinde ise şöle buyrulmaktadır: “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir. Allah ise, günahların bir çoğunu bağışlıyor (da bunlardan dolayı musibet vermiyor.)”

Hal böyle olunca O’nun emirlerine nasıl asi olabiliriz? O’nu nasıl gücendirebüiriz? Evet Allah Celle Celaluhü Hazretleri kuluna kırılır ve gücenir. Bize azab da etmese O’nu kırmaya ve gücendirmeye nasıl cesaret eder ve sonra huzuruna ne yüzle çıkarız. Evet Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni hiç unutmamalı ve O’ndan Celle Celaluhü gafil olmamalıyız. Ve O’ndan korkmalı ve haya etmeliyiz. Emirlerini seve seve yerine getirip nehiylerinden de O’ndan korkarak O’ndan hayâ ederek ve O’nu gücendirmekten son derece sakınmalıyız. Hiç şüphe yoktur ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin vaadi hak, vermiş olduğu haberi de, gerçektir. Bu Ayet-i Kerime’lerden anlaşılıyor ki, tevbe günahları silip hiç bir eser bırakmıyor fakat yapılan tevbenin gerekli şart ve usûllerine riayet edilerek yapılmalı. İşte o zaman tevbe tesirini gösterir. Tevbe neticesinde günahların afvedilmesi hiç şüphe yok ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kullarına bir lütuf ve ihsanıdır.4

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’nin kelamını ve Resul-ü Mücteba Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Hadis-i Şerif’lerini işitip onunla amel etmek sadece dirilere nasiptir. Ayakta gezen ölüler bir şey duymaz ve işitmezler.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Kur’an-ı kerimde Neml Suresi 80’inci ayetinde şöyle buyurur: “Ey (Habibim) sen bizim Kelamımızı ve Emirlerimizi dünya muhabbet ile gönülleri ölmüşlere işittiremezsin.” Burada işitmekten murad tutmak ve uymak manasınadır.

Kıyamet Suresi 6’ncı ayetinde ise “İnsan günahını öne alır ve tevbesini geri bırakır. Bir gün gelir ki o tembelliği ve gevşekliği üzünden yaramaz bir fiil işlerken tevbesiz olarak ölür. Alay ederek sorar; Kıyamet günü ne zaman?” buyurmaktadır.

Şunu iyi bilmeliyiz ki, Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerinin inayetiyle bir kimse kendisini bir toplar ve o ana kadar ettiklerine tevbei Nasuh ile tevbe eder, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin hakkını ve kul haklarını da edaya başlar. Kötü ahlaklarının güzel ve temiz ahlâka, tebdili için kendisini bütün mahlûkattan aşağı görür, bütün günahlarını önüne koyarak gözünü Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin merhamet ve Rahmetine diker, aczini bilerek her zaman aczini itiraf eder, “aman kapısı”ndan ayrılmayarak her nefes zikri aman olursa ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını kazanmaya çalışır ve gayret ederse, Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri bu kulun sıdkına, istikametine, sebatına ve ihlâsına nazar eder.

Naziyat Suresi 40-41’inci ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır: “Fakat her kim de Rabb’ının makamından korkmuş ve nefsi şehevattan alıkoymuşsa; Muhakkak cennet onun gideceği yerdir.”

Nefse muhalefet etmek, yapılan bütün ibadetlerin başıdır. Kul nefse muhalefet etmekle, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne giden yola kavuşur. Çünkü kul nefsinin esiri olmuşsa, helak olmuş demektir. Bu Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri nefse muhalefet etmeyi emretmiştir.

Beyine Suresi 8’inci ayetinde ise “İşte bu mutluluk, Rabb’ından korkanlara mahsustur.” buyurmuştur. Nefsinin arzularından kaçınıp ilahi emirlere nefsinin boynunu büktüren her müslüman, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin inayeti ve izniyle İnşaallah Cennetliktir.

Yine Naziyat Suresi 37–39 ayetlerinde ise şöyle beyan ediyor: “Artık kim azgınlık edip kafir olmuş; (Ahiret üzerine) dünya hayatını tercih etmişse; Muhakkak cehennem, onun varacağı yerdir.”

İşte, tevbe, marifet ve iman ile başlayan bir nurdur. Bu nur zuhur edince günahın öldürücü zehir olduğu görülür. Bu öldürücü zehirden (günahtan) çok yediğini öğrenen, mutlaka içine korku ve nedamet düşer. Tıpkı zehir yediğinin farkına varınca korku ve nedamet çekip bu şehvetlerin evveli tatlı fakat sonunda zarar ve acılar olduğunu gören kimse derhal geçmiş günlerine pişman olup canına korku ateşi düşer, bundan önce gafillere arkadaşlık ederdi. O halde gerçek tevbe nedamettir. Onun aslı iman ve marifet nurudur.5

Tevbe Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerine rücû etmeye (dönmeye) denir. Müridlerin ve (sülûk ehlinin) yolunun başlangıcı tevbedir. Hiç bir insanın tevbeden müstağni olması mümkün değildir. Zira yaratılışın başlangıcından sonuna kadar günahlardan temiz ve arınık olmak meleklere mahsustur. Bütün ömür boyu muhalefet ve günaha gömülmek şeytana münhasırdır. Tevbe hükmü ile günah yolundan taat yoluna dönmek de Âdem Aleyhisselam ile O’nun çocuklarının halidir. Geçmiş taksiratından tevbe ile kendini hazırlayan kimse Hazreti Âdem Aleyhisselam’a olan nisbetini doğrulamış olur. Ömrünün sonuna kadar zamanı günahlarla geçiren kimse de şeytana nisbetini doğrulamış olur. Ancak insanların bütün ömürlerinde taat üzere olmaları mümkün değildir. Zira ilk yaratılışında eksik ve akılsız yaratılmıştır. Ve başkaca kendisine şehvet ve arzular musallat edilmiştir.6

Tevbe etmek insanlık zaruretlerindendir. Sülük ehlinin (Tarikata girenin) ilk adımıdır. Yani tevbe etmeye devam edenlerin ve şeriat akliyle gaflet uykusundan uyanıp din yolunun istikamet ve istikametsizliğini ayırdettikten sonra tevbeden başka mühim farz yoktur. Zira tevbenin manası dalalet yolundan dönüp hidayet yoluna başlamaktır ve ömrünün sonuna kadar işledikleri günahları hatırlayıp tevbe de daim olmaya devam etmektir. Bilmiş ol ki, tevbe her zaman herkese farzdır. Zira buluğa eren kimse eğer kafir ise küfürden tevbe etmesi farzdır. Eğer müslüman ise ve müslümanlığı ana ve babasını taklid ise dili ile İslamı ikrar edip kalbi de ondan gafil ise gafletten tevbesi ve kalben tevbenin hakikatından haberdar olması farzdır.7

Bu günahların hepsi kalb pislikleri ve günahların kaynaklarıdır. Bunların her biri itidal derecesine getirip bu şehvetleri akla ve şeriata itaatli yapıncaya kadar günahlardan tevbe etmek farzdır. Bu mertebe ciddi bir çalışma ve uzun bir mücahede ile elde edilir. Eğer bunların tamamından da arınmış ise, vesvese, nefis konuşması ve imkânsız fikirlerden boş olmaz, bunların tamamından tevbe etmek farz olur. Eğer bunlardan da boş ise bazı hallerde Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zikrinden gafil kalmaktan boş olmaz. Bütün bu noksanların aslı bir an dahi olsa Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni unutmaktır. O halde bundan da tevbe etmek farzdır. Eğer daima zikir ve fikirden boş kalmıyorsa da zikirde de değişik dereceler vardır. O derecelerin her biri, bir üstüne göre noksandır. O halde daha yükseği mümkün iken eksik derece ile kanaat etmek aldanış ve hüsrandır. Ondan tevbe etmek farzdır. Eğer bir kimse küfür, günah, gaflet ve taksirattan tevbe ettikten sonra, tevbe ile yüksek dereceleri elde etmek farz değildir. “O halde niçin bu tevbcye farz dedin?” diye sorulacak olursa cevabı şöyle olur: Farz iki kısımdır: Bir kısmına zahiri fetvalar mucibince farz denir. Bu avam insanların derecesidir. Bu şöyledir ki, bununla meşgul olanın dünyası viran olmaz ve dünya maişetini sağlamak mümkün olur. Bu farz onları cehennem azabından kurtarır. İkincisine ise avam insanlar güç getiremezler. Bu farzı yapmayan cehennem azabından ve ayrılık acısından kurtulamaz. Zira ahirette gökteki yıldızlar gibi kendinden yüksek kimseler görecektir ve bu aldanış ve hasret onun için azab olacaktır. İkincisine farz denilmesi bu azabdan kurtulmak içindir. Nitekim bu dünyada da bazı kimselerin derecesi akran ve emsalinden yüksek olunca dünya öbürlerinin gözüne dar ve zindan olur. Bu aldanış hasretinden sanki onların bedenine ateş düşer, bu itibarla onun azabı dayak ve işkence değil ise de yine azaptadır. Bu sebeple kıyamet gününe aldanma günü denilmiştir. Taat etmeyen “niçin taat etmedim?”, taat eden de “niçin daha çok taat etmedim?” diye hayıflanır. Bunun içindir ki, Peygamberler ve velilerin yolu şu idi ki, yarınki gün hasret ve nedamet çekmeyelim diye ibadet yapabildikleri zamanın bir dakikasını bile kaçırmazlardı.

Ebu Süleyman-ı Darini Rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: “Eğer kul yalnız bugüne kadar boşa geçirdiği zamanına baksa, ölünceye kadar üzülmeye yetişir. O halde gelecek zamanını da boşuna geçirene ne dersin? Şunu da bil ki kıymetli bir mücevheri kaybeden kimse mutlaka ağlar sızlar. Ömrünün her nefesi de öyle kıymetli bir mücevherdir ki, onunla ebedi saadetini avlamış olur. Bunu günah ile geçiren kimse bu günahtan haberdar olduğu zaman hali nasıl olur? Bilhassa bu böyle bir hatadır ki, haberdar olduğu zaman hasret ve pişmanlıktan da fayda vermez.” Bunun için Allah Celle Celaluhü Hazretleri Münafikûn Suresi 10’uncu ayetinde buyurur ki: “Sizden birinize ölüm (alametleri) gelip de: ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam’.” Çünkü kul ölüm anında Azrail Aleyhisselam’ı görünce dünyadan göçmek zamanı olduğunu anlar, bunun için sonsuz hasret ve nedamet kalbini kaplar. “Ey ölüm meleği! Bana bir gün mühlet ver ki, tevbe edip özür dileyeyim.” diye yalvarır. Azrail Aleyhisselam : “Senin çok vaktin vardı, boşa geçti, şimdi ömrünün müddeti kalmadı. Nasıl mühlet istersin?” der. O kimse: “Bari bir saat mühlet ver.” der. Azrail Aleyhisselam: “Saatler tamam oldu.” diye cevap verir. O kimse tevbeden, ümitsizlik şerbetini tadınca imanı tereddüde düşer. Eğer Allah korusun, ezelde onun şekavetine hüküm edilmiş ise kuşku ve tereddütle gider ve bedbaht olur. Eğer saadetine hüküm edilmişse imanını selametle kurtarır.

TÖVBE-İSTİĞFARA AİT HADİS-İ KUDSİLER

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri buyurur ki: “Varlığın günahtır. Ona başta bir günah mukayese edilmez. Benim ehli zikrim, meclisimde bulunanlardır. Benim ehli taatım, keramet ehlimdir. Benim ehli masiyyetimi de, umutsuz ve üzgün bırakmam. Tevbe ederlerse, onların da scvgisilisiyim. Eğer tevbe etmezlerse, onların tabibi olurum. Onlara belalar ile mübtela ederim ve ayıplardan pak eylerim.”

“La İlahe İllellahü Rahimül Mesakiyn.” Mabudu bil Hak yoktur. İlla Allah Celle Celaluhü Hazretleri vardır ki, miskinlere rahmet edicidir. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nin rahmeti inam ve ikramından ibarettir. Haberde varid olmuştur ki, hayatlarını fakirlikle geçirenler, Kıyamet günü Hak Sübhanehü ve Teala Hazretleri’ne kavuşurlar. Bir kimsenin herhangi bir dostunun haklarına riayette kusur ettiği zaman özür dilemesi gibi, Hak Celle ve Ala Hazretleri de bu kullarına rıfk ve lütufla şöyle buyurur: “Sizler dünyaya layık değildiniz. Dünya sizler için hakir bir şey ve az bir mal gibi bugün size derecenizin, yüksekliğini açıklayacağım size ikram ve in’amım şu olacaktır. Arasat meydanına bir bakınız, dünyada iken sizlere bir lokma ekmek verenleri size bağışladım. Onu elinden tutup Cennete götürünüz.”

Diğer bir Kudsi Hadis’inde Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurur: “Nedir bu Ademoğlunun hali? Günah işler, benden bağış talebinde bulunur. Tekrar bağışlarım. Onun bu hali nedir? Ne ümitsizliğe düşer, ne de ben bağışlamakları bıkarım. Meleklerim sizi şahid tutuyorum. Ben o kulumu bağışladım. Benim için tevbe edip bağışlanması için bana yalvaranın sesinden daha sevimli bir ses yoktur. Bir kulum tevbe edip ‘Ey Rabbim! Beni esirge ve koru.’ dese, ‘Ey kulum! Benden ne dilersen dile, katımdan sen bazı neleklerim gibisin. Ben sana senin gönlünden daha yakınım. Ey Melekler! Benim bu kulumu affettiğime şahid olun buyurur. Dilediğini hemen var eden, dilediğini de hemen yok etme kudretine sahip olan Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri çok merhametlidir.

Diğer Kudsi Hadisinde Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurur: “ Rahmetim Gazabımı geçti.” tebşiri ile günahkârları dil şad etmiştir. Rahimdir, kendisine karşı yapılan isyanı, küfrü, fıskı, terbiyesizliği yapan kimse tevbe ve nedamet ederse ve O dilerse affeyler, cömerttir. Kendisini tanımayan dinsizlere, yolsuzlara, asilere ikramını esirgemez, rızıklarını verir, kendisine dönerlerse affetmeyeceği günah yoktur.

Yine Buyurdu ki: “Ey insanoğlu! Benim rahmetimi istiyorsan, bana itaat etmeye devam et. Eğer azabımdan korkuyorsan bana isyan etmekten sakın, dünya zevkleri sana karşı çıkınca ölümü hatırla günah işlemeyi kastettiğin zaman tevbeyi hatırla. Günah işlerken gülen kimseyi, ağlar olduğu halde ateşe atarım. Gençliğine güvenip aldanma. Nice genç vardır ki, ölümde ileri geçmiştir, (yani ihtiyarlamadan önce vefat, etmiştir.) Kederli olan kimsenin kederini ben gideririm. Mağfiret dileyeni, ben bağışlarım, tevbe edeni günahtan ben alıkoyarım.”8

Günahkâr ve fasık insanlarla bulunmak vahşettir. Onlara rağbet ve muhabbet ahmaklıktır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri bir kulunun hayrını dilerse, onun dostluğunu ve yakınlığını kendisi ile ve zikriyle yapar. O kimse Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne dost olur ve O’nun zikriyle meşgul olur. O kimsenin günahlara olan düşüncesini zayıflatır.

Yine Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin buyurduğu bir Kudsi Hadis’te Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Her şeye gücünün yettiğini ve günahları bağışlamaya muktedir olduğumu bilen kulumun günahlarını ne kadar çok olursa olsun yine de bağışlarım.”9 buyurmuştur.

Yine buyruldu ki: “Ey insanoğlu! Ne zamana kadar vakitleri erteleyip de tevbeyi isteyeceksin? Ahiretin ni’metlerini istersin, fakat ahiret için çalışmazsın. Abidlerin (Allah Celle Celaluhü hazretlerine ibadet eden iyi kulların) sözünü söylersin, fakat münafıkların (ikiyüzlü inkârcıların) işini yaparsın.”10

Yine Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurdu: “Ey insanoğlu! Eğer kendi nefsinden daha üstün bir kimse bulursan, iyiliğini ona yap. Yoksa tevbe etmekle ve salih amel işlemekle kendi nefsine ikramda bulun. Nefsin kendine göre aziz olunca günahlarla onu kötüleme ve cehennem azabına onu hazırlama. Az bir günaha sabrederek ileri gitmemen, cehennem azabının çoğuna sabretmenden daha kolaydır. Ey insanoğlu günah işlemekle de bana karış çıkarsın ve benim buğzumdan korkmazsın insanlardan saklı olan günahkâr halin mi yoksa insanların sana olan güzel övgüsü mü iyi buyurmuştur.”11

TÖVBE-İSTİĞFARA AİT HADİS-İ ŞERİFLER

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Ey insanlar! Allah Celle Celaluhü Hazretlerine tevbe ediniz ve O’ndan Mağfiret dileyiniz. Allah Celle Celaluhü Hazretlerine and olsun ki, hakikat ben de günde yüz defa tevbe etmekleyim.”12

Bir başka Hadis-i Şerif’te şöyle buyurulur: “Allah’a and olsun ki ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan mağfiret diliyorum.”13

“Kim güneş batıdan doğmadan tevbe ederse, Allah Hazretleri tevbesini kabul eder.”14

“Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri can boğaza gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder.”15

Unutmamalıyız ki, şeytan insanoğlunu daima nefsinin hevasına ve şehvet düşkünlüğüne çekmek ve kendi avanesi vasıtasıyla onları kandırarak dünya gururuna düşürmek ve hak yolundan saptırmak için çalışmakta ve gayret etmektedir. Eğer bir kimse Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin de ve yaşantısıyla belirttiği vasiyet ve nasihatlerine kulak vermez, şeytan ve taraftarlarının hilelerinden hâsıl olan kötü düşüncelere ve vesveselerine meyletmeye başlar.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor ki: “Âdemoğlunun bir dere dolusu altını olsa, onun iki dere dolusu olmasını sever. Onun ağzını gözünü ancak toprak doldurur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri tevbe edenin tevbesini kabul eder.”16

Cebrail Aleyhisselam ölüm vaktinde, Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize geldi: “Ya Muhammed! Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri sana selam ediyor ve ‘Her kim ölümünden bir yıl önce tevbe ederse, onun tevbesini kabul ederim’ diye buyuruyor.” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Ya Cibril! Bir yıl benim ümmetime çoktur.” Cebrail Aleyhisselam gitti yine dönüp geldi. “Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri selam ediyor. Buyuruyor ki: “Her kim ölümünden bir ay evvel tevbe ederse, kabul ederim.” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Ya Cebrail! Benim ümmetime bir ay da çoktur.” Cebrail Aleyhisselam gitti yine geldi. “Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri ‘Her kim ölümünden bir hafta evvel tevbe ederse, tevbesini kabul ederim’ diye buyuruyor.” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Bir hafta, hatta bir gün ve bir saat bile benim ümmetime çoktur.” dedi. Cebrail Aleyhisselam gitti yine geldi. “Ya Muhammed! Allah Celle Celaluhü Hazretleri ‘Eğer bir yıl, bir ay, bir hafta, bir gün çoksa, can boğaza gelince tevbe eylesin, kabul ederim. Eğer dili ile söyleyemezse, kalb ile olsun, kabul ederim, yarlığarım.’ diye buyurdu” dedi.17

Yine Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri için tevbe eden günahkârın sesinden daha güzel bir ses yoktur. Kul: ‘Ey Rabbim! dediği zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Buyur ey kulum’ diye cevap verir ve devam eder: ‘Dile dileyeceğini. sen benim yanımda, bazı meleklerim yerindesin. Ben senin sağında, solunda ve üstündeyim. Sana senden daha, yakınım. Ey meleklerim! Şahid olun, bu kulumu affettim.’ buyurur.”18

İbni Ömer Radıyallahu anh Hazretleri demiştir ki: “Biz Resulüllah Efendimizin bir mecliste yüz defa şu duayı okuduğunu saydığımız olurdu: ‘Rabbim! Beni yarlığa, tevbemi kabul et. Hakikat sen, tevbeleri çok kabul edensin ve esirgeyensin’.”19

Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz zamanında bir kadın ağlayarak Huzur-u Nebeviyye’ye geldi. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem neden ağladığını sordular. Kadın: “Kalabalıkta söylememe hicabim manidir.” deyince orasını halvet ettirdiler ve kadın anlatmaya başladı: “Ya Resulallah! Zina ettim, bir çocuğum oldu. Cehalet ettim. O gayri meşru çocuğumu öldürdüm ve sirke fıçısına atarak erittim. Sonra da o murdar sirkeyi sattım ve halka içirdim. Şimdi bütün yaptıklarıma nadim oldum. Acaba benim cezam nedir?” Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem tevbe ve nedamete devam etmesini tavsiye buyurduktan sonra dünya ve ahirette çekeceği azabı bildirdiler. Kadın tekrar sordu: “Ya Resulûllah! Ben bu musibete neden mübtela oldum?” diye sordu. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem saadetle buyurdular: “Sen ikindi namazlarını kazaya bırakıyordun da, ondandır buyurdular.”20

Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz yine buyururlar ki: “Ey Büsre! Her günah işlediğin zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikret ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri de seni mağfiretiyle zikretsin.”21

İmam-ı Mücahid Radıyallahu anh Hazretleri buyuruyorlar ki: “Her sabah ve akşam tevbe etmeyen kimse kendine zulmeder.” Ey Müslüman kardeşim! Malumdur ki, günahlarına tevbe etmek, herkese farzı ayındır. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kati emridir. Hiç kimse tövbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, bütün Peygamberan-ı İzam Hazretlerinin hepsi tevbe ederlerdi. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyururlar ki: “Günahın tevbesi onu bırakıp bir daha ona, dönmemektir.”22

Gece ve gündüz yirmidört saattir. İnsan her saatte ortalama bin nefes alıp verir. Yirmidört saatte insandan yirmi dört bin nefes çıkar. Bu nefesleri dünyaya rağbet ve dünya sevgisi için verince hepsi ma’siyet (günah) olur. Her gün onun hesabına yirmi dört bin günah yazılır. O bunu bilmez, farketmez. Ha böyle olunca bak ki, istiğfar (tevbe) yapmak lazım mı değil mi? İnsan tevbe edince ve tevbenin şartını yerine getirince, onun bütün nefesleri ibadet ve sevap olur. Bu vesile ile tevbe, her şeyin anahtarı olmuştur. İbni Abbas Radıyallahu anh Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri’nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim istiğfara devam ederse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri o kimse için her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir sevinç yaratır ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.”

Hazreti Aişe Radıyallahu anh validemiz dedi ki: “Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem vefatından önce şu duayı okumaya çok devam etti. ‘Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ve hamdiyle tesbit ederim. Allah’tan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim’.”

Enes Radıyallahu anh Hazretleri: “Ben, Resulullah’ı şöyle söylerken işittim: ‘Allah-ü Teala şöyle buyuruyor: ‘Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve mağfiret umduğun müddetçe senden sudur eden günahının üzerine mağfiretimle örterim, hiç aldırış etmem. Ey Ademoğlu! Şayet senin günahın bulutlara ulaşacak olsa, sanra bana istiğfar etsen, seni yarlığarım. İsyanının çokluğuna aldırış etmem. Ey Ademoğlu! Sen bana yer dolusu hatalar getirip sonra bana bir şeyi eş tutmadan kavuşacak olursan, ben de sana yer dolusu mağfiret ederim.’ buyurdu.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize kötülük yapanlar hakkında Şuara Suresi 126’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: “(Buna rağmen) sana isyan ve muhalefet ederlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim.”

Yüce Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir gün şöyle buyurur: “Beni İsrail zamanında adamın biri doksandokuz adam öldürür. Af umarak, bir alime gider o alim ‘Af olamazsın.’ Der. Bu kişi o alimi de öldürür. Son bir alimi tavsiye ederler, ona varıp sorar, o da ‘Af olursun fakat falan, şehire git, oranın insanları iyi kişilerdir, bulunduğun yerdeki insanlar kötü insanlardır. Bu vesile ile kurtulursun.’ der. Adam onun sözüne uyarak o şehire yollanır ve iki şehir ortasında ölür. Cenab-ı Hak Celle Celaluhü Hazretleri o insana iki melek gönderir. O meleklerin biri cennete, diğeri de cehenneme götürmek ister. Bunlar münakaşa ederlerken Allah Celle Celaluhü Hazretleri insan şeklinde hakem melek gönderir. Hakem melek ‘Gittiği yeri ölçün’ dedi. Ölçtüler. ‘Adamın gideceği yer iyi insanların tarafına yakınsa, o tarafta ve tövbesinin kabulüne alamettir’ der. Ölçünce adamın tam orta çizgide öldüğü fakat başının gideceği yer tarafına dönük oluşu, cennettliklere teslim edilmesine sebep olur.”23

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri: “Bir kimse yetmiş yıl ibadet etti. Birden ondan bir günah sadır oldu ki, onun amelini zayi etti. Sonra bir fakirin yanından geçip ona bir ekmek sadaka verdi. Allah Celle Celaluhü Hazretleri o sadakanın hürmetine ona inayetle nazar eyledi, bütün günahlarını affetti ve o yetmiş yıllık ibadetini geri verdi.” buyurdu.”24

Cabir bin Abdullah Radıyallahu anh hazretlerinden hadisi şerifte: Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bir kimse gelip: “Ya Resulullah! Bir günah işledim.” dediğinde, Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ona Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne istiğfar eyle.” buyurmasıyla o kimse: “Tevbe ederim, yine yaparım.” dediğinde Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Her günah işledikçe tevbe eyle. Şeytan ümitsiz ve üzüntüde oluncaya kadar.” buyurması üzerine o kimse: “Ya Resulûllah! Günahım çoğaldığı zaman ne yapayım?” dedi. Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Allah -ü Teala Hazretleri’nin affı senin günahlarından çoktur.” buyurdu.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyurdu: “Bir kimse bir günah işlediğinde, kalbinde bir nokta meydana gelir. O kimsenin tevbesi, inlemesi, feryad ve istiğfar etmesi olmazsa, günah üzerine günah, siyah üzerine siyah, hatta o siyah noktalar kalbini kaplayıp kalb gözü kör olur. Bu hal üzere ölür. Günahı terk,, tevbe etmek istemekten kolaydır. O halde ölmeden önce hayatta bulunduğun zamanı ganimet bil. Günahları terketmede acele davran.”25

Şunu iyi bilelim ki, insan tevbe kapısından geçmedikçe ne kadar ibadet ederse etsin, onun kurtulması muhaldir. Tevbe ibadetlerin abdest mesabesindedir. Nasıl abdestsiz namaz mümkün olmazsa, tevbesiz de ibadet makbul olmayıp sonu hüsran, perişanlık ve nedamettir, nadimi pişman olmaktır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri ceza ve gadabını, günahlar için gizlemiş. İnsanın en küçük günahtan bile ateşten kaçar gibi kaçması lazımdır ve bunun yanında ibadet ve taatına güvenip günahını hiç saymamalıdır. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Pişmanlık tevbedir. Bir kimse bir günah işlese, sonra pişman olsa, pişmanlığı günahına kefarettir.”26 Tevbe edilmeyen bir günahtan, Allah Celle Celaluhü Hazretleri intikam alabilir. Allah-ü Zülcelâl Hazretleri lütfü kadar da intikam alıcıdır. Kişinin tövbesinin kabul oluşuna delil, onun beraber olduğu arkadaşlarından bellidir. O kişi günahkâr olanlardan ayrılıp iyilerle beraber olmaya gayret ederse, onun af olunduğuna işaret eder. İnsan her kötü hali, günahı için bir iyilik yapışı, onun günahlarına keffaret olur.

İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri’nin naklettiğine göre Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Sizden biriniz yerle gök arası dolusu günah işlese, sonra tevbe etse, Allah-ü Teala Hazretleri kabul eder.” buyurmuştur.27

Yine Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “İstiğfarın birçok faideleri vardır. Bir kimse daima istiğfara devam etse, Allah-ü Teala Hazretleri ona her bir elem ve gamdan ferahlık ve rızık verir. Günahtan tevbe eden kimse günahı olmayan gibidir.28İstiğfar kalb hastalığına şifa olduğu gibi günahların mahvına sebep olur ve rızkın genişlemesine, kalbin açılmasına ve Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’ne yönelmeye bir vesiledir.

İbni Abbas Radıyallahu anh Hazretleri’nden rivayet edilen Hadis-i Şerif’te Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyururlar ki: “Küçük günahı israrla işlemekle küçük kalmaz, büyük olur ve büyük günaha istiğfar etmekle büyük kalmaz, mahvolur.”29

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin buyurduğu Hadis-i Şerif’lerde her gün yüz kere tevbe-i istiğfar etmek için sarahat (Hüccet) vardır. İşte “Mü’minim, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi seviyorum, iman ettim.” diyen kişi Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in: “Ben günde yüz defa tevbe ediyorum.” Hadis-i Şerif’ine bakıp daima günahına her gün tevbe-i istiğfar ettikçe, kötü amellerinin suretinden istiğfarı kadar çirkin suret mahfolur ve salih ameller işledikçe affa mazhar olur. Eğer, kötü ameller devam ederse, işlediği irtikap ettiği kötülüklere nadimi pişman olup daima tevbe istiğfara yönelmezse, öyle çirkin ve korkunç suretler vücuda gelir ki, insan gördü mü tüyler ürperir.

“Bir kimse Allah-ü Teala Hazretleri’nin haram kıldığı bir şeyi görse de karşı çıkmayıp ondan hoşlansa, o günahı işlemiş sayılır. Şerre delalet (rehberlik) eden kimse, onu işlemiş gibi olur.” buyurulmuştur. Evet bir kimse tevbe edince şeytan ona düşmanlığını artırır. Tevbe eden kişiyi tekrar günahlarına döndürmeye çalışır, tevbesini bozdurmak ister. Şeytan yaman düşmandır. Tevbe edeni görür, tevbe eden şeytanı göremez. Mevlâna Celâleddin-i Rumi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri: “Salihlerle sohbet et, salihlerden olursun. Zalimlerle sohbet etm,e zalimlerden olursun.” buyurmuştur. Vaktini kaçırmadan önce namazınızı kılmakta acele ediniz. Ölüm gelmeden önce tevbe etmekte acele etmelidir ki, sonra ölüm anında dil mi tutulur, insan konuşamaz mı hiç bilinmez. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz her gün her gece yüzlerce defa tevbe-i istiğfar ederdi. O, günde yüzlerce tevbe ederse, sana ve bize binlerce kerre tevbe-i istiğfar etmek düşer. Belki bizler için bu kadarı bile azdır.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyuruyor: “Hak Teala Hazretleri katında tevbe edenlerin seslerinden sevgili ses yoktur. Tevbe eden kul bir kerre ‘Ya Rabb” dese, Arş üzerinde ‘Lebbeyk ya kulum! Dile benden ne dilersen. Şimdi sen benim katımda meleklerim gibisin’ diye nida gelir.”30

Tevbe edenler için ne büyük saadet ne büyük dalalet. Fakat tevbe edenlere tevbelerinden sonra bir daha kötülüklere dönmemeye gayret edip tevbeyi dil ve kalple daima yapmak gerekir. Bu da ancak takva yoluna sülûk etmekle, mümkün olur.

Tövbeden maksat şudur ki, nefsin kötü ve çirkin sıfatlarını iyiye döndürmektir. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyururlar ki: “Ümmetim üzerine korktuğum günahların en korkulusu, son derece çirkin ve kötü olan Lût kavmi amelidir. Yani demek olur ki, günahlarını bir bir saysalardıi bundan korkunç ve büyük günah olmazdı.”31

Ve bir başka Hadis-i Şerif’inde buyurdular ki: “Lût kavmi amelini (livata) işleyen, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Rahmetinden mahrum ve uzak olmuştur.”32 Ve yine buyurdular: “Lût kavmi fiilini işleyen iki kişi görürseniz, mef’ulün rızası dahi olsa her ikisini de tepeleyiniz.”33 Bir başka Hadis-i Şerif de şöyle: “Her kim güzel yüzlü, bir oğlana şehvet nazarıyla bakarsa, o haram şeye tevbe edinceye kadar kalbinin kararması devam eder.”34

İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri şöyle buyurur: “Hangi erkek şehvetini defetmek için bir başka erkeğe livata ederse, kıyamette onu büyük bir ateşe koyarlar ve öyle bir yere asarlar ki, işlediğini ve tevbe etmeden öldüğünü ve bu yüzden azaba duçar olduğunu anlar ve ona lanet ederler.”35

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Muhakkak Allah Celle Celaluhü Hazretleri Âdemoğlunun üzerine zinadan nasibini takdir etmiştir. Elbet bu zinaya yetişicidir. Binaenaleyh gözlerin zinası, harama bakmaktır. Kulakların zinası, kendi arzusu ile yabancı kadın sesini ve konuşmasını işitmektir. Dilin zinası, şehvet kelimelerini konuşmaktır. Elin zinası, (şehvetle ve mazeretsiz) yabancı kadına yapışmak (tokalaşmak)tır. Ayağın zinası, zina yoluna yürümektir. Kalb (o fenalığı) arzu ve temenni eder. Fert de onu (zinayı) ya tasdik eder veya tekzib eder, (reddeder).” Bu gün bu Hadis-i Şerif’in hükmü, sokaklarda, otobüslerde, tren ve diğer vasıtalarda, sinema, tiyatro, park ve bahçelerde alenen el zinası, dil zinası, göz zinası, kulak zinası işlenmektedir. Bunu işleyenler veya işleyenleri seyredenler, haz duyanlar, tevbe etmedikçe imanın lezzetine eremezler. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Kendi karısı ve cariyesi olmayan yabancı güzel kadınlara bakmak şeytanın zehirli oklarından ağulu bir oktur. Genç çocuğa bakmak, ondan da beterdir ki, kişinin dinine ve ameline ziyanı çoktur. Eğer, harama bakmaktan tevbe ederse, Hak Teala Hazretleri ona kâmil bir iman verir ve onun lezzetini gönlünde bulur.”36

“Ben fena gözle bakmam” lakırdısıyla Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Ayetlerini Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin Hadis-i Şerif’lerini hafife alan, alay eden, inkar eden, “Benim nefsim temizdir” diyerek genç çocuklara ve yabancı kadınlara şehvetle bakanlar fasıklardır. Eğer (bize bakmak helaldir) derlerse, Allah muhafaza etsin kafir olurlar.

Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Dünyada şarap içen ve sonra tevbe etmeyenlere, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ahirette Kevser şarabını haram eder.”37 buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerif umumidir, bunda hususiyet yoktur. Nasıl ki, içkinin bütün mü’minlere haram olduğunu beyan buyuran Ayet-i Kerime de umumidir.

Şunu da asla unutmalı ki, her kim Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden korkmaz, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden utanmaz, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin azabından korkmaz ve günahlarına devamlı tevbe etmez, cennet ile Cemalullaha, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin şefaati heves etmezse, o kimse Kur’an-ı Kerimin “hayvandan daha aşağı” diye hitap ettiği bir kimsedir. Onun yeryüzünde yürüdüğünün, gezip tozduğunun hiç bir faydası yoktur. Zira her yerde bir isyan işler, günahına tevbe etmez. Bir yanlış söz söyler ve bulunduğu yer dahi ona lanet eder. Yaşadığı ömür, geçirdiği vakit onun üstünden hayırla geçmez. Ahiret alemine hayırla göçmez.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri buyurur: ‘İzzetim hakkı için rahmet etmek dilediğim kulumu hatasız olarak huzuruma almak için, onu dünyada üç şey musallat ederim. Bunlar geçim sıkıntısı, hastalık ve fazla can çekişmektir. Bu sıkıntılar sayesinde kusurlarından arınır ve anasından yeni doğduğu gibi günahı kalmadan huzuruna gelir. Azab etmeyi murad ettiğim kuluma da üç şey vermekle bütün iyiliklerini mahvederim. Bunlar sıhhat, bol nafaka ve kolay ölümdür.”38

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yanına bir Habeşistanlı geldi. “Ya Resulûllah! Benden çok büyük günahlar sadır olmuştur, benim tevbem kabul olur mu?” diye sordu. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Kabul olur.” buyurdu. Habeşli bunu duyunca döndü gitti, sonra geri geldi ve: “Ben o günahları işlerken Rabbim beni görür müydü?” dedi. Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Evet görürdü.” buyurdu. Habeşli feryat etti ve düşüp canını Cenabı Hakk’a teslim etti.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Kulunun tevbe etmesi ile Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin hoşnutluğu, ıssız bir çölde devesini kaybedip onu bulan sizden birinizin sevincinden daha fazladır.”39

Kul da Sağlık, sıhhat, selamet sermayesi tükenip ihtiyarlık gelmeden, bir nefsini hesaba çekmelidir. Ömrünün son günlerine kadar ziyanla geçirip, boşuna harcama. Sonra dokuz tahtanın altına girince pişmanlığın sana hiç bir faydası olmaz. Yüz aklığı ve karalığı bu imtihan odası olan âlemden geçmektedir. Düşün, orada verdiğin sözünün gereğince Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne nedamet içerisinde niyaz edip ebediyyet âlemine daime hazırlıklı ol. Allah Celle Celaluhü Hazretleri büyük ve küçük günah sahiplerinden dilediğini affettiği gibi, dilediğini de ateş ile temizlemedikten sonra bağışlamaz. Cehennemin azabından Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne sığınırız.

İbni Abbas Radıyallahu anh Hazretleri’nin anlattığına göre Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ümmetinden bir taife, sırat üzerinde tutuklanırlar. Bunlar cehennemde yanıp temizlenmesi gereken kimselerdir. Herkesten sonra cennete girerler. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetinden geride kimse kaldı mı?” diye Hazreti Cebrail’e Aleyhisselam sorar. Mahşer yerine bakınır. Kimseyi görmeyince hepsinin cennete girdiğini sanarak oda cennete gider. Fakat geride günah sahipleri kalmştır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri Zebanilere: “Bunları cehenneme atın!” diye emreder. Bunlar cehennemin kapısına gidip Malik’e selam verirler. Malik: “Ey mücrimler, günahkârlar! Siz kimsiniz? Kimin ümmetisiniz? Kafirler ayakları bağlı boyunları zincirli ve yanlarında birer şeytanları ile gelirler. Onların yüzleri karadır. Sizde bunların hiç biri yok. Neliksiniz? ” diye sorar. Onlar: “Ey Malik! Bize sorma. Zira biz cevap vermeye bile utanırız. Biz Kur’an okuyan, oruç tutan, hacca giden, gaza edip zekat veren, yetimleri koruyan, gusledip namaz kılanlar idik.” derler. Malik: “Ey günahkârlar! Kur’an sizi kötülüklerden sakındırmadı mı?” diye sorar. Onlar: “Ey Malik! Bizi perişan etme. Bu kepazeliklerden meleklerin ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin bunları, yüzümüze vurmasından yeni kurtulduk.” derler. Bu sırada bir ses: “Ey Malik! Bunları cehennemin en üst katına at!” diye emreder. Malik: “Gelen emri duydunuz mu?” diye sorar. Onlar da: “Evet duyduk. Fakat ne olur, kendi halimize ağlamamız için bize mühlet tanı.” derler. Malik: “Benim buna yetkim yok.” der. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Bırak hallerine ağlasınlar.” buyurur. Bunun üzerine Kur’an okuyucular bir araya, hacılar, kadınlar böylece her sınıf bir araya toplanıp ağlarlar. Bunların ağlamasını Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize duyururlar. Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hemen secdeye kapanıp: “Allah’ım! Ümmetim cehennemde azab olurken ben bu zevki sefayı istemem. Ümmetimi bana bağışla!” Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Ümmetini sana bağışladım. Cebrail ile git ve onları kurtar.” buyurur.40

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur ki: “Cehennemliklerin çoğu tevbeyi geciktirenlerdir.”41

Bu gün tevbeyi niçin geciktiriyor? Eğer şehvetleri bırakmak zor olduğu için geciktiriyorsa, yarın da zor olacaktır. Zira Allah Celle Celaluhü Hazretleri şehvetleri bırakmanın kolay olduğu bir gün yaratmamıştır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize, ahirete gerçek inanan kula tevbe etmek müyesser olur. Tevbe eden, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin sevgilisidir ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri tevbe edenleri sever. Tevbe de ne kadar başarılı olursa (ne kadar unutmadan nedametle devamlı olarak tevbe ederse), o kadar sevaba nail olur.42

Âdem Aleyhisselam bir hata için üç yüz sene ve daha fazla ağladı. Biz ise her gün yüzlerce günah işliyoruz da bir kere olsun suçumuzu hatırlayarak bir katre (damla) göz yaşı dökmüyoruz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden hiç affımızı istemiyoruz. Bu isyan sebebi ile ya imansız olarak göçersek halimiz ne olur? Ya Ahiretimiz harap olursa, ya cehenneme atılırsak, o korkunç azaba nasıl tahammül ederiz? Bir düşünelim Allah Celle Celaluhü Hazretleri bizi hesaba çekmeden biz kendimizi hesaba çekelim. İşlediğimiz günahlara tevbe edelim. Ağlayalım! Ağlayamıyorsak, işte o zaman ağlayamadığımıza ağlayalım.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz tevbe edince, tevbe edenin sevinmesinden daha çok Allah Celle Celaluhü Hazretleri memnun olur ve kulunun tevbesine Allah Celle Celaluhü Hazretleri sevinir.” buyurdu.43

Ömür sermayemiz her gün biraz daha azalıyor, günah üzerine günah işliyoruz. Tevbe etmek için Ramazan ve Kurban Bayramlarını mı bekleyeceğiz? Kadir gecelerini mi bekleyeceğiz? Veya son nefesini mi bekleyeceğiz? Ya son nefesinde dilin tutulursa o zaman ne yaparsın? Aklını başına al, her gün günahına tevbe et, umulur ki günah işlememeye azmetmek şartı ile Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin affına mazhar oluruz. Düşünelim Üzerimize giydiğimiz çamaşırlar haftada bir değil de ayda bir değiştirsek, vücudunun temizliğini de ayda, veya altı ayda veya senede bir yapsak, yanımıza kokudan varılmaz. Bir de kalbin kirlenmesi var. İnsanda dört algılama duyusu vardır. İki göz, iki kulak… Göz görür, kulak duyar ve kalbe aksettirir. Her günah işleyişte kalbe bir kara nokta konar. Günahına tevbe etmeyen bir insanın kalbi bu vesile ile kararır ve tamamen katılaşır. Dünya bir ekim yeridir. Her ne ekersen, ne yaparsan, kendi lehine veya aleyhinedir bilmiş ol. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu hususta Hicr Suresi 3’üncü ayetinde şöyle buyurur: “(Ey Resulüm) o kâfirleri bırak yesinler, dünyalıkları ile zevk etsinler; emel kendilerini oyalayadursun, sonra (başlarına gelecek musibeti) bilecekler.”

Şunu iyi bilelim ki, Bu dünya imtihan âlemidir. Cenabı Allah Celle Celaluhü Hazretleri kullarına dünyada bütün emirlerini ve yasaklarını kesin delillerle haber vermiş, rızasını bildirmiştir. Bu dünyanın bir imtihan alemi olduğunu da bildirerek: “Ey kullarım! Sizler rızamı tahsilde olun. Rızıklarınızı ben Azimüşşan veririm. Bu hususla bana mütevekkil olun. Miktarınıza ben kefilim.” diye bir çok Ayet-i Kerime’lerde vaadlerde bulunmuştur. Öyle olunca kul kullukta gerektir. Şu âleme gönderiliş gayesini araştırıp gereğince amel etmeye çalışıp, kula layık olan, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emirlerini yerine getirmektir. Daima rızasını gözetmek ve neyi gerektiriyorsa çalışıp gayret etmektir.

Kul “Bu dünya ne hoş bir yermiş” deyip aldanmayalım. Zira bütün Ehlullahın “ELAMAN” diye çağrıştıkları yerdir. Allah Celle Celaluhü Hazretleri, cümlemizi korusun. Nefs-i emmaresinc kul olanların Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yolundan kovularak imansız gitmesinden korkulur.

Aciz ve naçiz, hiç bir şeye yaramayan, isyan deryasına batmış, iki elinde bir şeyler yok, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yüce katında bir iflas eden durumundayız. Öyle ise, her an ve her nefes, rıza kapısını açabilmek için insana ihsan edilen sayılı nefesini boşuna harcayıp tüketmeyelim. Aman kapısında “EL-AMAN” diye çağırmalıyız.

Muhakkak ki, bütün müminler Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni sevmen niyyetinde ve gayretindedirler. Fakat nasıl ki, her insan marifette ve dünyayı sevmekte aynı derecede değilse, ona olan sevgi de aynı derecede değildir. İnsanların çoğunun maneviyattan, marifetten, tevbeden nasibi yoktur. O’nu gerçek sevgi ile sevebilen kimselerin hayatı marifettir. Lüzumsuz şeyleri bırakıp Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin nurlu yolunda salih amel işleyerek “Tarikat-ı Aliyye” yoluna devam eden bahtiyar kimselere, “Ehl-i İslam”, “Ehl-i Mü’min”, “muttaki”, “takva sahibi” denir. Dünyanın haylinin peşinde durmadan koşan ve emeline de nail olamayan ve şu köhne dünyadan doymadan gidenlere “Ehl-i Dalalet” denir. Hakikatleri duyarak itiraz etmeden, gerçek inanıp görerek yol alanlara da “Mukarrebler” adı verilir. Bir kimsenin Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin eşsiz sanat eserleri olan yüce saltanatına hayranlığı arttıkça, onun büyüklüğünü de daha iyi anlar. Böylece O’nu daha iyi sevip O’nun yolunda gitmeye gayret eder. Marifet sahibi olup, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni ve O’nun Resulü’nü en üstün seviyede sevip, yolunda daim olanların ahiretteki dereceleri, elbetteki en üstün dereceler olacaktır.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Ya Allah! Günahlarımın hepsini, küçüğünü ve büyüğünü, öncekini ve sonrakini, açıktakini ve gizli olanı yarlığa.”44

Zeyd bin Erkam Radıyallahu anh hazretlerinden rivayet edilen hadisi şerifte: Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdular: “Ya Allah (CC)! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, bunamaktan ve kabrin azabından sana sığınırım. Ya Allah! Nefsime takvasını ver. Onu (günah, kirinden) temizle. Onu temizleyecek olanın hayırlısı sensin. Ruhumun velisi ve Mevlası sensin. Ya Allah! Faydasız ilimden, korkusuz kalbden, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.”45

İbn-i Abbas Radıyallahu anh hazretlerinden rivayet edilen hadisi şerifte: Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Bir genç günahtan uzaklaşıp ibadete gittiği vakit, Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Ey meleklerim! Bakın, bu genç kulum benim rızam uğrunda şehvetini yenmiş ve bana kulluğa yönelmiştir. O Benim katımda aynı melekler gibidir.’ İhtiyar ve yaşlılara gelince Allah Celle Celaluhü Hazretleri akşam ve sabah bunlara bakarak: ‘Ey saçı sakalı ağarmış, kemikleri zayıflamış, belik bükülmüş pir! Artık bana gelmen yaklaştı. Ben sana azab etmek için senin ak sakalından utanırım. Sen de benden utan da kendine gel.’ buyurur.”46

İnsanların isyan etmeleri, nefislerinin zevklerine düşkünlüklerindendir. Dünya ile meşgul olup riya ile amel etmekten son derece sakınılmalıdır. Ayet-i Kerime’lerde de beyan edildiği gibi Nasuh tevbesi ile tevbe etmek farzdır. Nasuh tevbesi demek yapmış olduğu bir günaha bir daha dönmemek üzere tevbe etmek demektir. Büyük ve küçük günahlara azab etmek haktır, bu günahların hepsinden tevbe etmek Vacibdir.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur: “Allah-ü Teala Hazretleri’nin katında en büyük günah, biri diğerine: ‘Allah’tan kork!’ Deyince karşıdakinin: ‘Sen kendine bak’ demesidir. Akıllı kimseye yakışan, tevbeyi kendisine adet edinmesi, işlediği hata ve günahlardan sonra pişman olması ve istiğfar etmesidir. Umulur ki, böyle yapan kimse, nefsinin şerrinden ve amelinin kötülüğünden kurtulur. Çünkü tevbe ve istiğfar kalbi düzeltir. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını kazandırır.”

Hazreti Ömer Radıyallahu anh Hazretleri buyurdu ki: “Tevbe edenlerle beraber oturup kalkınız. Çünkü onlar, en ince kalbli kimselerdir.”47 Çünkü tevbe eden kimse günahı işledikten sonra pişman olmaktadır. Bu ise günah üzerinde iken, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni hatırlayarak o günahtan vazgeçmektir. Kim istiğfarı çoğaltırsa, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ona her keder ve gamdan bir rahatlık, her darlıktan bir çıkış yolu ve ummadığı yerden rızık nasib eder.48

Hasan-ı Basrî Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Eğer insan günahını küçük görürse, ona ehemmiyet vermez, o zaman o günah büyük günah halini alır. Eğer insan günahını büyük görür, onun için istiğfar yapar, onu gizler ve tevbe ederse, o günah küçücük kalır.” buyurdu.49

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyurur ki: “Günahından tevbe eden kimse, günahı olmayan gibidir.”50

Bir kimse yaptığı hatalı işlere pişman olur ve ahiret işlerine rağbet ederse, dünya işlerinden soğur. Tevbenin esası, pişmanlık neticesi meydana gelen bir iradedir. Pişmanlığın alemeti daima üzülmek, hasret çekmek, ağlamak ve yalvarmak üzere olmaktır. Çünkü günah sebebiyle kalbe yerleşen karartı ve paslar üzüntü ve pişmanlık ateşinden başkasıyle temizlenmez. Nefsi daima kontrol etmek, ondan gafil olmamaktır. Ondan gafil olursan kendi şehvetlerine ve tembelliğine döner.

Biri Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne: “Sokakta kadınlara kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan, kurtulmak için ne yapayım?” deyince, Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Allah-ü Teala Hazretleri’nin seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün.” buyurdu.51

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Üç kişinin hiç bir değeri yoktur. Günahını çekinmeden ilan eden, nefsanî arzularının esiri olan, zalim hükümdar.”52

Bir diğer Hadis-i Şerif de şöyle: “Akıllı olan adam, nefsini hesaba çeken, ölümden sonrası için güzel hareketlerde bulanan kimsedir. Aciz nefsini kötü arzularına tabi edip Allah’a, (hiç bir şey yapmadan kuru kuruya) güvenen kişidir.”53

İnsan! Nefsinin hilelerinden emin olmaktan kaçınmalıdır. Zira nefs, yetmiş şeytandan daha kötüdür. Dünyada nefsani ve şehevani arzularına tabi olmayıp istikamette olan, ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden korkan mümin, müttakî ve evliya kimselerin ahirette arzuları verilecektir.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Dikkat ediniz. Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa, bütün vücut iyi olur, o buzulursa, bütün vücut bozulur. İşte o kalbdir.”54

İnsanın vücudunda bulunan o et parçasının hali nasıl, kalbin tercümanı olan diline sahip olabiliyor muyuz? Gözümüze kulağımıza sahip olabiliyor muyuz? Olabiliyorsak ne mutlu O zaman kalben ağlar ve harama bakmadığımız göz ağlar. Ebedi âlemde mağdur olmaz. Günahı terk edip gözden rıza bari için gözyaşı akıtanlara ne mutlu. Bu tevbe edenler için ne büyük bir saadet, ne büyük bir devlettir. Ama iş bu kadar basit değildir. Tevbe edeceklerden bundan önce istenen bazı şeyler vardır ve bunları mutlaka yerine getirmelidir. Kötü arkadaşları terketmelidir. Ve daima tövbekarlarla düşüp kalkmalıdır. Bu tevbekarlar, takva tasavvuf yolunda olup daima nedamet içerisindedirler ve günahlarına devamlı nedametle tevbe ederler. Zira Yüce Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde yine, Allah’ın en çok zikreden, istiğfar eden, dua eden ve yalvaran kulu idi.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Allah, kulun, Allah’tan başka kimsenin günahlarını bağışlamadığını bildiği halde, ‘Allah’ım! Günahlarımı bağışla!’ demesinden hoşlanır.”55

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur ki: “Ruhum kudret elinde olan Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne and olsun ki, siz günah işlemiş olmasaydınız, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri sizi götürerek günah işleyen, peşinden Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden mağfiret dileyip Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin de kendilerini yarlığayacağı bir kavmi getirirdi.”56

İbni Mesud Radıyallahu anh Hazretleri’nden Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim bu istiğfarı yaparsa, düşman karşısından kaçmış olsa bile, günahı yarlığanır. ‘Kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan ve Hayyü Kayyûm olan Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden mağfiret diler ve O’na tevbe ederim’.”57 Bu Hadis-i Şerif’te tevbei istiğfara teşvik bulunmaktadır. Günaha teşvik manası çıkarmak, ancak inkârcı zihniyet erbabının işidir. Teşvik, mevcud olmayan bir işi elde etmeye heveslendirmek için yapılır. Günah yükü altında kıvranıp yanan kimseye, afvına bir hudut gösterip şirk ve küfürden gayri diğer suçların bağışlanacağını söylemek, günah yolcusunu tevbe kapısından içeri alıp yoluna engel olmaktır. Yoksa günaha teşvik değildir.

Sevban Radıyallahu anh Hazretleri dedi ki: “Resulüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Namazı bitirdikten sonra Allah Celle Celaluhü Hazretlerine üç defa istiğfar eder ve: ‘Allahümme entesselamü ve minkesselamü tebarekteya zelcalali vel ikram! derdi.” Hadis-i Şerif’i ravilerinden bulunan Evzaiye: “İstiğfar nasıl olacak?” denildi. O da: “Estağfirullah, Estağfirullah der.” cevabını vermiştir.58

İbni Ömer Radıyallahu anh Hazretleri şöyle rivayet etti: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey kadınlar cemaati! Sadaka veriniz ve istiğfarı çok yapınız. Zira ben, ateş ehlinin en çoğunu, siz kadınların teşkil ettiğini gördüm.” Kadın cemaatından biri: “Bize ne oluyor ki, ateş ehlinin en çoğu oluyoruz?” dedi. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Laneti çok yaparsınız. Kocanıza, küfranı nimet edersiniz. Aklı ve dini noksanlardan, aklı tam olana sizden daha galip olanını görmedim.” buyurdu. Bir kadın: “Akıl ve din eksikliğimizin sebep ve mahiyeti nedir?” dedi. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “İki kadının şahidliği bir erkeğin şahidliğine denk olmasıdır. Bir de bazı günleri namaz kılmayarak duruyorsunuz.” buyurdu.59

Şeddat bin Evs Radıyallahu anh Hazretleri’nden Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İstiğfarın seyyidi her zaman kendine müracaat edilecek olanı, kulun şöyle söylemesidir: ‘Ya Allah, sen benim Rabbimsin. Senden başka hiç bir ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Gücümün yettiği kadar ezelde benimle yaptığın misakın ve vaadin üzerindeyim. Yaptığım fenalıkların zararından sana sığınıyorum. Üzerimdeki ni’metlerini sana itiraf ve günahlarımı sana ikrar ediyorum. Beni Yarlığa. Zira günahları ancak sen yarlığarsın.’ Kim bunu hulus-i kalb ile gündüzün okursa ve o gün akşam olmadan evvel ölürse, o kimse cennet ehindendir. Kim bu istiğfarı hulus-i kalb ile geceleyin okuyacak ölürse ve o gece sabah olmadan evvel ölürse, cennet ehlindendir.”60

Yine buyurdu ki: “Çok konuşan çok hata yapar. Çok hata yapanın yalanı çok olur. Yalanı çok olanın günahı çok olur. Günahı çok olan kişi ise cehennemi hak eder.”61

Bir diğer Hadis-i Şerif de şöyle: “Kim istiğfara devam ederse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ona her sıkıntısından bir çıkış yolu kılar. Her üzüntüsünü giderir. Ummadığı yerden de ona bol rızık ihsan eder.”62

Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Cebrail Bana gelerek dedi ki: ‘Allah-ü Teala; ‘Bir kulum kılıcını çekip bütün insanları öldürse, sonra tevbe edip benden bağışlanmasını istese, onun suçunu bağışlar ve tevbesini kabul ederim’ buyurdu.” demiştir.63

Nakledildiğine göre kıyamet günü adamın birini Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzuruna getirirler. Allah Celle Celaluhü hazretleri: “Ey kulum! Bana isyan ederken benden utanmadın mı? Ey zebaniler, alın bunu cehenneme götürün.” diye emreder. Adam ağzını açıp bir şey söyleyeceği zaman melekler ağzını kapatırlar. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretleri: “Ey kulum! Bana ne diyecektin?” diye sorar. Adam: “Ya Rabb! Söyleyeceklerimi biliyorsun. Beni rüsvay etme!” der, Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Söyle! Melekler de duysunlar.” Buyurur. Adam: “Ey Rabbim! Hayatta aile efradım bana türlü eziyetler ettiler. Ölürken Azrail Aleyhisselam, mezarda Münker ve Nekir melekleri ve burada da Zebaniler çeşitli eziyetler ettiler. Bütün bu eziyetlere katlandım. Buna karşılık tek ümidim sende idi. Şimdi sen de beni cehenneme gönderince ümidim kesildi. Bunu diyecektim.” der. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Ey kulum! Ben kulumun benim hakkımdaki zan ve itikadı üzereyim. Hakkımda hüsn-i zan beslersin. Hadi seni de bağışladım. Cennete gir.” buyurur.64

Yine nakledildiğine göre Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Buyurdu ki: “Kıyamet günü Allah-ü Teala Hazretleri hesaba çekilmek için mü’minleri bir araya topladığı vakit, günahlarının çok olduğunu gören bazı mü’minler: ‘Ey Rabbimiz! Bu kadar çok günahlarla cennete girmek bizim hakkımız değil. Cehenneme girmemizi emret.’ derler. Allah Celle Celaluhü hazretleri: ‘Ey kullarım! Yoksa benden ümidinizi mi kestiniz? Eğer siz devamlı günah işlediniz ise, zerre kadar rızam yok idiyse de onu benim irademle yaptınız. Dünyada mukadderatımın dışına çıkamadınız. Şimdi nereye kaçabilirsiniz? Haydi benim fazlımla cennete girin.’ buyurur.”65

TEVBENİN KABUL ŞARTI

Tevbeden maksat, nefsin kötü ve çirkin sıfatlarını yok etmektedir. Yani kulun “İrciî” (Dön) hitabını hak etmesidir. Bu hakediş ise ancak tevbe ve ihlas ile mümkündür. Tevbe ettikten sonra iyi amellerde bulunmalı, nedametle devamlı günahına tevbe etmelidir. Nefs-i emmarenin bütün kötü yönlerini iyiye çevirebilmek için günahına pişmanlık gösterenin Tarikat okuluna başlaması lazımdır. Bu bahtiyar okulunun temelini Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Asr-ı Saadette Ashab-ı Suffa’sıyla beraber attı. Bu bahtiyar okula o zamandan beri devam edenler nice yolda kalmışlara yardım ettiler. Bu şekilde tevbe edenler için ne büyük bir saadet, ne büyük bir devlettir. Allah Celle Celaluhü hazretleri kullarını ikaz için Fatır Suresi 6’ncı ayetinde şöyle buyurur: “Şurası muhakkak ki, şeytan sizin düşmanınızdır. O halde sizde onu bir düşman bilin. Vesveselerine kapılarak aldanmayın.”

Yine Lokman Suresi 33’üncü ayetinde “Şeytan sizi aldatıp, Allah yolundan alıkoymasın.” Buyruğu ile sabit olduğu gibi şeytan insanoğlunu aldatmakta, insanın Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yolundan çıkmasına veya o yoldan uzak kalmasına sebep olmaktadır. İnsanoğluna kuruntular verir. Der ki: “Ne işlersen işle Allah Celle Celaluhü Hazretleri Gafur ve Rahim’dir. Ümid edilir ki, azab eylemez sonra nasıl olsa tevbe edersin.” der. Halbuki akıllı müslüman böyle kuruntularla meşgul olmaz. Kuruntulara aldanmaz ve aldırmaz bu şeytanın vesveselerine asla kapılmaz.

Öyle ki Nefsinin elinden Peygamberler, Veliler, Mürşid-i Kamiller emin olmamışlar. Yusuf Aleyhisselam’da Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne niyazda bulunmuştur. Bu vakayı Yüce Mevlamız Yusuf Suresi 53’üncü ayetinde söyle beyan ediyor: “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbimin esirgediği nefis müstesnadır. Çünkü Rabbim Gafurdur, Rahimdir.”

Peygamberler bile nefislerinden emin değillerken, nefislerinden Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne sığınırlarken kul ise, “sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım” diyorsa, ölüm daha önce gelebilir. Pişman olup kalır. Yarın tevbe etmeyi, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tevbe geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca faydası olmaz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu halimizi görmüyor sanıyorsak imanımız zayıftır.

Tevbenin aslı pişmanlıktır. Neticesi ise, O pişmanlığın alameti olarak da devamlı kaygı çekip devamlı işi yalvarma ve ağlayıp sızlanma derecesinde gören bir kimse hasret ve üzüntüden nasıl boş olur? Hasret ve pişmanlık ateşi ne kadar kuvvetli olursa, günaha keffaret olmasında, o kadar tesiri büyük olur. Zira kalbinde günahtan meydana gelen pası hasret ve pişmanlık ateşinden başka birşey eritip silemez. Çünkü ancak bu ateşin tesiriyle kalb saf ve ince olmaya yönelir. Zira tevbe eden, tasavvufa intisab edince şüpheli yemeklerden el çekmedikçe, tevbesi tamam olmaz. Şehvet duygularını kısmadıkça, şüpheli şeylerden el çekemez. Eğer zina, livata, hırsızlık, içki içmek vs. büyük günahlardan işlemiş ise onların, tamamından tevbe etmelidir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Nisa Suresi 16’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: “Sizden zina edenlerin her ikisini de eziyetlendirin; (dövün ve azarlayın) Eğer onlar tevbe edip ıslah olurlarsa, eziyet etmeyin. Allah tevbeleri, ziyadesiyle kabul edicidir. Çok esirgeyicidir.”

Tevbesinden kararlı iken bir günah sadır olan kimse hemen tevbe etmelidir. Tevbe etmeyenlerin insafa gelip tevbe etmelerinin ilacı şudur ki, niçin tevbe etmediklerini ne sebeple günaha ısrar ettiklerini bilmelidirler.

Bil ki, tevbenin şartları mevcut olursa mutlaka kabul olur. Tevbenin kabul olmasında şüphe yoktur. Şartlarının yerine getirilip getirilmediğinde şüphe olabilir. İnsan kalbinin hakikatini bilen Allah Celle Celaluhü Hazretleri ile olan münasebetini insanı Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden ayıran perde olduğuna tevbenin ise kabul sebebi olduğuna şüphesi kalmaz. Zira, insanın kalbi, aslında meleklerin cevherinin cinsinden yaratılan temiz, bir cevherdir. Eğer kalb pas tutmadan temiz olarak dünyadan götürülebilirse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin cemalinin göründüğü bir aynadır. İşlediği her günahtan o aynanın yüzünde bir karartı meydana gelir. Yaptığı her hayırlı taatten ise o aynaya bir nur peyda olur. Günah karartısını ondan uzaklaştırır. Daima taatlerin nurlar ve günahların karartıları birbirlerine ardınca kalb aynası üzerinde tesirlerini gösterirler. Kalb ancak dilin ucu ile tevbe eder, çeşitli pisliklerle kirlenen elbise sabunla yıkanıp temizlendiği gibi insan kalbide günah karartısından taat nuruyla öylece temizlenir.66

Ebedi Âlemde mahlûkat hakkını alıp tekrar Allah’ın Emri ile toprak olacaklardır. Cenabı Hak Celle ve Ala Hazretleri bu hadiseyi bin dört yüz küsur sene önce bildirmiştir. Çünkü kıyamette artık itiraz etmenin ve “bizi yeryüzüne çıkar” demenin hiç bir faydası olmayacaktır. Bu hususta Allah Celle Celaluhü Hazretleri En’am Suresi 27’nci ayetinde bakın ne buyuruyor: “Ateş karşısında durdurulup da şöyle söyledikleri zaman bir görsen: ‘Ah ne olurdu, biz dünyaya geri çevrilsek de Rabbimizin Ayetlerini inkar etmesek, müminlerden olsak’.”

Daima kötülüğe meyleden nefis, insan için şeytandan daha düşmandır. Şeytan, ancak nefsin heva ve hevesi ile sana galebe ederek Allah (CC) Hazretleri’nin yolundan çıkarabilir. Nefsin, seni boş emeller ve kuru hayallerle aldatmasın. Çünkü nefs, yaratılışı icabı rahat, vurdumduymazlık, gaflet ve tembellik içinde ömür geçirmek ister. Eğer nefsinin arzusundan hoşlanır, isteklerine uyarsan, ebedi alemde sen de “keşke toprak olaydım” dersin.

İnsan Allah Celle Celaluhü Hazretleri yolunda neler yaptığına dair ömrünün geçen kısmı üzerinde bir düşünse, bu düşünüş bir çeşit kalbini yıkama olur. Hz Süleyman Aleyhisselam nefs hakkında şöyle buyurur: “Bence nefsini sindirip terbiye edebilen kimse, tek başına bir şehri fetheden savaşçıdan daha kuvvetlidir.”67

İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri de şöyle buyurur: “Ben ve nefsim bir sürünün çobanına benzeriz. Çoban sürüyü bir tarafa toplar, sürü diğer taraftan dağılır. Kim nefsini öldürerek onun isteklerini durdurursa, rahmet kefenine sarılır ve keramet toprağına defnedilir. Kim de kalbini öldürerek oradan ilâhî ve insânî duyguları yok ederse, lanet kefenine durulur ve azap toprağına defnedilir.”68

TEVBE-İSTİĞFARA MANİ OLAN ŞEYLER

Tevbeye mani olan sebepler beştir:

1- Ahirete inanmaz yahud şüphe eder.

2- Ona arzu ve istek o kadar galeb olmuştur ki, onlara muhalefet etmeye dayanamaz. Arzuların lezzeti ona ahiret hallerini unutturmuştur. İnsanların çoğunun hicabı, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden ayıran şehvetlerin sevgisidir. Nefse şehvetle uymak cehennem yoludur. Eza ve cefalara sıkıntılara dayanmak da cennet yoludur.

3- Ahiret vadedir (veresiyedir) dünya ise peşin ve, nakittir. İnsanın tabiatı peşine meyyaldir.

4- Mümin olan herkes her zaman tevbe etmek azminde olur. Fakat geciktirir. Önüne gelen her arzuya bunu da yapayım ondan sonra tevbe edeyim bir daha yapmayayım der.

5- Günahların insanı mutlaka cehenneme götüreceği lazım değildir. Belki Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin affı mümkündür. İnsan kendisi hakkında hüsni zanda bulunur. Ona bir şehvet galib olursa Allah Celle Celaluhü Hazretleri affeder diye rahmet umar, yarın öbür gün tevbe ederim diye tevbeyi geciktirene yarınki günün gelmesi senin elinde değil, belki yarın gelmeden ölürsün demelidir.69

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize itaat edip emirlerine sımsıkı sarılan günahlarına daima tevbe ederek nedamet içerisinde bulunan bahtiyar kulları hakkında Allah Celle Celaluhü Hazretleri İnsan Suresi 21’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır ve gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara tertemiz bir şarab içirmiştir.” Bu şarap dünya şarapları ile karıştırılmamalıdır. Şarap cennet şerbetlerinden olup insana sarhoşluk vermeyen şurup çeşidinden Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kullarına cennette cemaliyle ihsan ettiği içeceklerdir..

Devamlı tevbe istiğfar etmek insanın üzüntüsünü alır. Günahlardan el çekmek, Ayet-i Kerime’ler ile emredilmiştir. Daima nefs ile mücadele etmeli, nefsin arzularını yerine getirmemeli, nefsi Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emirlerine zorlamalı ve itaate alıştırmalı, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin menettiği şeylerden de onu zorla uzaklaştırmalıdır ve Tarikata yönelmenin, ilk anda eski günahlara tevbe etmekle başlanılacağı bilinmelidir. Ve şu ayetleri de unutmamak gerektir:

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’ne devamlı dua etmek lazım ve O’ndan affımızı talep etmemiz lazımdır. “

Her zaman Allah (CC) Hazretleri’nden özür dilemek, her O’na yalvarmak, kulun Allah (CC) Hazretleri’ne yaklaşmasına vesile olur ümidini hiç kesmemelidir.

NASUH TEVBESİ

Allah Celle Celaluhü hazretleri Tahrim Suresi 8’inci ayetinde şöyle buyurur: “Ey mü’münler, Allah’a nasuh tevbesi ile (samimi bir tevbe ile) tevbe ediniz…”

Nasuh: Yapılan hatalardan vazgeçmektir. Bir daha günah işlememeye azm etmek, murad etmek ve gayret etmektir. Nasihat sözcüğü ile ilgili olan nasuh, halislik ve safilik anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anlamına da gelir. “Çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik, yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı” demektir. Nasuh tevbe de günahtan kalpte bir karartı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme, hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır.

Tevbe-i Nasuh dört şeyi kendinde toplar:

1: Dil ile istiğfar,

2: Günahı işleyen aza ile günahı terketmek, pişman olmak,

3: Bu günahı bir daha hiç işlemeyeceğine kati olarak karar vermek,

4: İnsanı günah işlemeye sevkeden kötü arkadaşlardan uzaklaşmaktır.

“O takva sahipleri, taat ve musibetlere sabreden (söz iş ve niyetlerinde) İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri: “Tevbesiz ibadet sahih olmaz.” buyurmuştur. Dolayısıyla insanın hakikatte ibadetlerinden lezzet alabilmesi için, gerçek manada tevbe etmesi gerekmektedir. Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri de: “ Tevbenin üç mânâ ve merhalesi vardır: İlk olarak pişmanlık duymak, ikinci olarak yapılan kötü işi tekrar etmemeye azmetmek, üçüncüsü ise yapılan haksızlıkları helal ettirip düşmanlıktan arınmaktır.” diyerek, hakiki tevbenin aslını, nasıl tevbe edilebileceğini ifade buyurmuşlardır.

İnsanlar için felaket şu üç şeydedir: Tevbe ederiz ümidiyle günah işlerler. Daha yaşarız ümidiyle tevbe etmezler. Rahmet ümidiyle tevbe etmeden kalırlar. Bunlar tevbe etmezler.

1. İslam. Tasavvufun Özü. S.113

2. İslam. Tasavvufun Özü. S.113

3. Müzekkin Nüfus S.475

4. İslami Araştırmalar Şeri Fetvalar Cild1 S.77

5. Kimyayı Saadet S.523

6. Kimyayı Saadet S.521

7. Kimyayı Saadet S.524

8. Kırk Kudsi Hadis. S.128

9. Envarul Aşıkin. S.283

10. Kırk Kudsi Hadis. S.27

11. Kırk Kudsi Hadis. S.114

12. Buhari ve Müslim

13. Buhari; Riyazussalihin. S.1103

14. Müslim

15. Riyazussalihin. S.34

16. Buhari ve Müslim

17. Envarul Aşikin. S.286

18. İlahi Nizam. S.117

19. Ebu Davud ve Tirmizi

20. İrşad. Cild3. S.276

21. Sahih-i Buhari, Müslim

22. Ramuzel Ehadis. S.247. 2335 Nolu Had.Şer.

23. Riyazussalihin. S.37; Buhari ve Müslim

24. Buhari ve Müslim

25. Sahih-i Buhari; Müslim

26. Sahih-i Buhari; Müslim

27. Müslim

28. İbni Mace, Zühd bahsi 30

29. Keşfül Hafa. S.64

30. Sahih-i Buhari; Müslim

31. Sahih-i Buhari; Müslim

32. Sahih-i Buhari; Müslim

33. Riyazussalihin; Buhari

34. Riyazussalihin; Buhari

35. Buhari ve Müslim

36. Sahih-i Buhari

37. Riyazussalihin; Müslim

38. Envarül Aşikin. S.298

39. Buhari ve Müslim

40. Envarul Aşikin. S.574

41. Sahih-i Buhari

42. Kimyayı Saadet. S.537

43. Sahih-i Buhari; Müslim

44. Buhari ve Müslim

45. Müslim

46. Buhari

47. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.182

48. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.183

49. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.183

50. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.183

51. İslam Ansiklopedisi. Cild6. S.306

52. Ramuzel Hadis. 3341 Nolu Had.Şer.

53. Ramuzel Hadis. 2823 Nolu Had.Şer.

54. Sahih-i Buhari; Tecrid-i Sarih Tercemesi. Cild1. S.60

55. Remuzel Hadis. S.174. 1623 Nolu Had.Şer.

56. Sahih-i Buhari

57. Ebu Davud, Tirmizi,

58. Riyazussalihin. S.1106; Müslim

59. Riyazussalihin. S.1107; Müslim

60. Riyazussalihin. S.1105; Müslim

61. Ramuzel Hadis. S.529. 5496 Nolu Had.Şer.

62. Ramuzel Hadis. S.530. 5506 Nolu Had.Şer.

63. Müslim

64. Buhari

65. Envarul Aşikin. S.510

66. Kimyayı Saadet S.527

67. İlahi Nizam Cild1. S.26

68. İlahi Nizam Cild1. S.26

69. Kimyayı Saadet S.355

ESMALAR

Bu bölümde daha çok tarikatımıza dair günlük okuduğumuz ve tarikatımızın esaslarını oluşturan Esma’ül Hüsnaların anlamları ve faziletleri üzerinde durulacaktır. Okuduğumuz veya okuyacağımız evrad ve ezkarlarımızı bilinçli bir şekilde okumamız açısından yaralı olacağını düşünerek böyle bir çalışma yaptık. Bu Sitede Yer aldığı şekilde Günlük Tespihatları Okuyan Kimse bu tarikatın mensubu sayılır. Okumaya başladığı andan itibaren de bizimle görüşürse daha güzel bir şekilde bu yolun usûl ve esasları konusunda yardımcı olunacaktır. Gayret Bizden. Tevfik ve Hidayet Allah Celle Celaluhü hazretlerindendir.