Vahiy mektebinin edîbî olan Hazreti Peygamber Sallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu ilâhî iltifat ve hitaptan sonra şöyle arzı niyaz ettiğini beyan eder: “Ey Rabbim! bu gecede babam Abdullah’ı annem Amine’yi yanı ehli aşiretimi iltizam etmiyorum. Fakat ümmetimden âsi olanları lütuf ve rahmetine mazhar, azabından emniyet ve selâmete nailiyet buyurmaklığını istiyorum” Şöyle bir ilâhî hitap varit oldu ki: “Ey Muhammed ! Bu can vücutta olduğu müddetçe tevbe kapısı açıktır.” “Ey Rabbim! Ümmetimin geniş olan rahmanî rahmetinden daha ziyade nasipdar olmasını isterim.” Nida olundu ki: “Ey Muhammed! Saadetle müjdele! Eğer nübüvvet derecesiyle benim yanımda izzetin pek yüksek olmasaydı, seni Melekût Âlemine mi’rac ve azametimin sırlarına vakıf eylediğim gibi ümmetini de bu şerefe mazhar eylerdim. Bununla beraber tazarru ve niyaz mihrabına karşı durup ihsan ve ihlâsın kemâlıyla namaz kıldıkları zaman rükû ve secdelerini onlara manevi rni’rac kıldım.” Bu ilâhi lütuf üzerine tekrar münacaat ettim ki: “Ey Rabbim! Ümmetim için daha fazlasını isterim.” Şöyle bir nidayı ilâhî geldi: “Ey Muhammed! Saadetle müjde ver. Ümmetinden her kim daima oruç tutar, fukaraya yedirir, aşikâre selâm verir, insanlar uykuda oldukları zaman kendisi namaz kılarsa selâmetle Cennete girerler.” “Ey Rabbim! Ümmetim hakkında daha ziyade lütuf ve ihsan isterim.” Bana şöyle nida olundu: “Ey Muhammed! Saadetle müjdele! Her kim Ramazan-ı Şerif ayında oruç tutar ve Şevval-i Şerif’te de altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçlu geçirmiş olur.” “Ey Erhamerrahimîn! Daha fazlasını isterim.” Bir müjde nidası aldım ki: “Ey Muhammed! Saadetle müjdele! Ümmetinden yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kimseyi Siddıklar zümresine sokar, işaretle bile olsun iadeyi selam eden kimseyi müslümanlardan yazarım.” “Ey Âlemlerin Rabbi! Bütün ümmetim için daha ziyade ihsan beklerim.” “Onların hepsini rahmeti ilâhiyyemden nasibdar kıldım. Ey âli Himmet! Bu ümmet hakkında şefkat ve merhametin ne kadar çoktur? Öyleyse onların ümitlerine lezzet verecek olan “Ey nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidi kesmeyiniz; çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.”(Zümer Suresi Ayet 53) İlâhî müjdesini kulaklarına oku. Bundan başka yevmi kıyametten sonra da şefaat Senindir.”
İbn-i Abbas Radıyallahu anh buyururlar ki: “Enbiyayı İzamdan yalnız iki Nebiyyi Zîşana halveti mutlak hâsıl oldu. Birisi Yunus Aleyhisselam’dır ki balığın karnında, diğeri Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi vesellem Efendimizdir ki, Melekût Âleminde bu saadete nail oldu.”
Bu iki miracı şerifin sebebine gefince: Bazı kâfirler dediler ki, Ulvî âlem, Allah-ü Teala Hazretleri’nin yer yüzü ve denizler başkasınındır. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretleri onları yalanlamak için Yunus Aleyhisselam’ın rniracının denizde suyun ortasında, Muhammed Sallahu aleyhi vesellem Efendimizin miracının ise Ulvî Âlemlerin üstünde olmasını irade buyurdu.
Yunus Aleyhisselam Miracı hakkında ki hadisenin özeti şudur: Yunus Aleyhisselam ümmetine dargın, eziyetlerine tahammül edemediği halde onlara şefkat etmekten saparak içlerinden çıkıp gitti. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretleri ona geniş olan arazîyi darlaştırıp ilâhî takdirin şevkiyle denizin kenarına geldi. Yolcularını alıp kalkmak üzere bulunan bir gemiye bindi. Halinde parlayan nur ve vakar sebebiyle gemi halkı pek ziyade hürmet gösterdi. Deniz dalgalanarak gemi batmaya başladı. Gece karanlığı basıp herkes can telâşında olduğu halde: “Ey gemi hal kıl sizin içinizde bir âsi kul vardır. Onu bana atın. Yoksa hepinizi yutacağım” diye deniz onlara nida etti. Yunus Aleyhisselam bulunduğu yerden sıçrayıp “İstenilen benim.” dedi. Gemi halkı ise “Hayır vallahi aramızda kürra çekilmedikçe sözünü doğrulamayız” diyerek kurra attıklarında Hz. Yunus Aleyhissela’a isabet etmesiyle “Ben size demedim mi idi?” Sözüyle hemen mübarek vücudunu denize attı. Derhal onu bir balık yuttu. Bu balık Yunus Aleyhisselam’a eziyet vermemek için ve her türlü kötülükten muhafaza etmek şartıyla denizin dibine indirmeye Hakk tarafından memur oldu.
Hazreti Yunus Aleyhisselam’ın gizli olduğu yer, kendisinden başkasının ayak basmadığı yerdi. Kendisine şöyle nida olundu: “Ey Yunus! Sen Azimüşşanla denizin dibinde öyfe bir halvet edeceksin ki bu saadete senden başka kimse nail olmamıştır.” Yunus Aleyhisselam da: “Ey izzet Sahibi! Beni denizin dibine kim indirecektir?” Sorusuna: “Oraya Kudreti İlâhiyyemle balık ulaştıracaktır.” Diye ilâhî bir hitap geldi.
Seyyidül rnükerrem, Nebiyy-i Muazzam Sallahu aleyhi vesellem Efendimizin halveti ise yedi kat göklerin üzeri ve miraca götürme vasıtası da Burak ve Refref idi.
Bununla beraber ne denizin altına inen Yunus Aleyhisselam’dan Hakk Celle Celaluhü hazretleri daha uzak oldu, ne de Arş-ı Âlâ’ya yükselen Habib-i Hüdâ Sallahu aleyhi vesellem daha yakınlık buldu. Belki Hakk Celle ve Ala hazretleri bu iki halvetle her iki nebiyyi zişana şah damarından daha yakın oldu.
Yunus Aleyhisselam ilâhî kudretin eşsizliğini görmek için denize ve âlemler için rahmet olan Efendimiz ise Cenab-ı Hakk’ın eşsiz ayet ve Melekütunu, izzetinin acâibini temâşâ için Arş-ı Alaya yükseltildi.
( Sümme denâ fetedellâ ) “Sonra yaklaştı da sarktı.” (Necm Suresi Ayet 8) Ayeti kerimesinin tefsirinde tahkik ulemâsı dediler ki: “Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi vesellem Efendimizin Rabbına yakınlığı rahmet ve letaifin yakınlığı idi. Bu yakınlık, mesafeyle vasf olunamaz. Aradan aralık gitmiş, keyfiyet mahv ve izmihlal olmuş, Mekân ve zamandan eser kalmamışken ( Kâbe Kavseyni ev ednâ ) “Böylece Peygambere olan mesafesi ikiyay aralığı kadar, yahut daha az oldu.” (Necm Suresi Ayet 9) mertebesi oldu.
O Habib-i Kibriya Sallahu aleyhi vesellem, mekân, zaman ve ekvan olmadığı halde Rabbı Kerimini buldu. O’nun tarafından: “Ey Muhammed! Bana yaklaş.” Nidasına mazhar olunca hüdâ Cemâlinin nuru Efendimiz: “Ey Rabbim! Taraf yok olmuş, iki ayağımı nereye basayım?” Deyince “Bir ayağını diğerinin üzerine koy, ta ki mahlukatın hepsi benim zaman ve mekân, evan ve ekvan, gece ve gündüzden, hudud ve aktardan, hat ve miktardan münezzeh olduğumu bilsinler. Ey Muhammed! Ben Senin için celâl perdemi kaldıracağım. Vuslat kapımı açacağım. En güzel hitabımı işittireceğim. Muhabbetimin şarabıyla Seni kandıracağım. Evliya-i Kiram için hazırladığım ilâhi nimet ve lütuflarımı görmekliğin için Cenneti, düşmanlar için hazırladığım azabımı müşahede etmekliğin için narımı göstereceğim. Ondan sonra kemâl ve izzetimde benzer ve misilden, müsavi ve denklikten, eş ve vezirden, vuslat ve ayrılıktan münezzeh olduğumu görüp bilmekliğin için celâlimi gösterip Cemâlin perdesini Sana açacağım. İşte ben ey Habibim, Sana ezelî vahdetimin kapısını, Cemâl ve vuslatımın örtüsünü Senin için açtım. Büyük olan azametim de onun için tecellî etti.”
Kemâlinin sultanı ve Celâline layık olan şeyle kerim zatını O’na müşahede ettirdi. O da Rabbi Zülcelâlini ortak ve benzerden münezzeh, hacetler için bütün mahlukattan, ayıp ve noksanlıklardan pak ve mukaddes, aile ve çocuk edinmekten müstağni olarak ne bir şeyde, ne bir şeyle, ne bir şey üzerine kâim, ne bir şeye bişitik, ne bir şeyden ayrı, ne sûret ne cisim, ne araz, ne cevher, ne yer tutan, ne mükayyit, ne benzeyen, ne misli olan, hasılı “O’nun misli gibi hiç bir şey yoktur.” (Şura Suresi Ayet 11) olduğu halde baş ve kalp gözüyle Rabbısını gördü.
İşte bu açık tecellî ve vuslattan sonra “Cebrail vahyetti, Allah’ın kuluna vahy ettiğini!” (Necm Suresi Ayet 10)İlâhî beyanı üzere Efendimiz Sallahu aleyhi vesellem harf ve sessiz Hüdanın kelâmını işitip, farz olan şeyleri eda ederek gecenin karanlığında yatağına döndü.