Dünya sıkıntı, ıstırap ve üzüntü yeridir. Dünya sıkıntılarını genel olarak üçe ayırabiliriz:
a) Kendisinin ve yakınlarının hasta olması veya ölmesi, başkalarının zulümleri, hakkını çiğnemeleri ve haksızlıkları, uyumsuzluk ve rahatsızlıklar gibi çeşitli sıkıntılar bu grupta yer almaktadır.
b) Ulaşamadığı dünyevi şeylere hasret çekmek ve üzülmek.
c) Sahip olduğu şeyi kaybetme korkusu: Malının çalınmasından, mahvolmasından, evlatlarını kaybetmekten, hasta olmaktan ve ölmekten korkmak. Böyle şeyler genelde insanın huzur ve rahatlığını kaçırır. Bunların hepsinin kaynağı ise dünyaya ilgi duymak, gönül bağlamak ve Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin zikrinden yüz çevirmektir.
Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Taha suresi 124’üncü ayetinde buyuruyor ki: “Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşr ederiz.”
Ancak bütün kemal ve hayırların kaynağına ulaşan Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin has kulları sonsuz cemal ve kemali müşahede ederler. O’nun zikriyle ve O’nunla yakınlık kurmakla gönülleri hoştur. Üzüntü ve kederleri yoktur. Allah Celle Celaluhü Hazretlerine ve O’nun lütfuna sahip oldukları için her şeye sahiptirler. Dünyevî şeylere gönül vermediklerinden, onların olmayışından korkmaz ve üzülmezler. Hiç bir kemalden yoksun olmayan kemalat ve hayırların kaynağına gönül vermişlerdir.
İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri, Arafat duasında şöyle buyuruyor: “Rabbim! Sen’den başkasını sevmemeleri ve senden gayrısına sığınmamaları için evliyanın kalplerinden yabancıları çıkaran sensin. Dehşetli olaylar hücum edince onların dostu ve sevgilisi sensin. Eğer bir marifet bulurlarsa senin hidayetinle bulurlar. Seni bulmayan bir kimse neyi bulur? Ve seni bulan neyi kaybeder? Senin yerine diğerlerini tercih eden ne kadar da ziyankârdır ve Sen’den (kopup) başkalarına yönelen ne kadar da bedbahttır! İhsan ve bağışını kimseden kesmediğin halde senden gayrısına nasıl ümit edilebilir ve sen kendi ihsan ve bağış alışkanlığını değiştirmediğin halde insan, isteklerini senden başkasından nasıl isteyebilir?”93
Her halukârda zikir, şuhud ve ünsiyet makamına ulaşmanın belirtilerinden biri de kalp huzuru ve gönül rahatlığıdır ve esasen kalp gemisini hayatın çalkantılı ve dalgalı denizinde Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin zikrinden başka hiç bir şey yatıştıramaz.
Allah Celle Celaluhü Hazretleri Rad suresi 28’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur (huzur bulur).”
İnsanın imanı her ne kadar güçlü ve kuvvetli olursa, o derecede mutmain olur ve huzur bulur.
5. ALLAH’IN, KULUNA TEVECCÜHÜ
Kul Allah Celle Celaluhü Hazretlerini anınca, Allah Celle Celaluhü Hazretleri de bunun karşılığında kuluna inayet ve teveccüh eder. Bu konuya ayet ve hadislerde işaret edilmiştir.
Allah Celle Celaluhü hazretleri Bakara Suresi 152’nci ayetinde buyuruyor ki: “Öyleyse (yanlızca) beni anın, ben de sizi anayım.”
Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin kendi kuluna teveccüh ve inayeti, mecazî ve teşrifatî olmayıp bilakis gerçeği olan bir şeydir ve onu şu iki yoldan biriyle izah edebiliriz:
a) Kul Allah Celle Celaluhü Hazretlerini anarak bu vesileyle feyzi almaya hazır olunca Allah Celle Celaluhü Hazretleri de ona kemal bağışlar ve derecesini yükseltir.
b) Allah Celle Celaluhü Hazretlerini zikreden kul O’nu anınca ve O’na doğru hareket edince, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin inayetine, lütfuna ve teveccühüne mazhar olur. Allah Celle Celaluhü hazretleri onu daha yüksek bir mertebeye yükseltir ve onun kalbinin idaresini kendi eline alır.
Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Allah buyurur ki: ‘Bana teveccüh etmenin ve benimle meşgul olmanın kuluma galip geldiğini görünce, onun şehvetini benim dua ve münacatıma intikal ederim ve kulum böyle olduğu halde, tesadüfen bir unutkanlık ve gaflete düşmek isterse, ben gaflet etmesine engel olurum. Bunlar benim gerçek evliyamdır. Bunlar gerçek cesurlardır. Yeryüzündeki canlıları helak etmek istediğimde hatırları için azabımı yeryüzündekilerden uzaklaştırdığım kişiler bunlardır’.” buyurmuştur.94
Her durumda Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin kendini zikreden kuluna teveccüh ve lütfu göstermelik bir şey değildir. Tersine bir hakikati vardır ve o, bu iki yoldan biriyle izah edilir. Elbette bu ikisinin bir yerde toplanması da mümkündür.
6. ALLAH’IN KULUNA OLAN SEVGİSİ
Zikrin sonuç ve etkilerinden biri de, Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin, kulunu sevmesidir. Ayet ve hadislerden anlaşılıyor ki kul, Allah Celle Celaluhü Hazretlerini anar da, O’nun ve Peygamberinin emirlerine itaat ederse Allah Celle Celaluhü Hazretleri de bunun karşılığında onu sever.
Allah Celle Celaluhü Hazretleri Al-i İmran suresi 31’inci ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah Celle Celaluhü da sizi sevsin.”
Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin kuluna olan sevgisi, ne mecazi ve teşrifatî bir şeydir ne de insanın sevgisinde kullanılan anlamdadır. İnsanlar arasında muhabbet ve sevgi, ihtiyacı olduğu bir şeye gönül vermek ve kalben ilgi duymak anlamındadır. Ancak Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin sevgisine böyle bir anlam vermek doğru değildir.
Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin sevgisini şöyle yorumlamalıyız: Kuluna daha çok lütuf ve inayet eder, ibadet, teveccüh ve ihlâs için ona daha fazla muvaffakiyet verir ve bu vasıtayla onu kurb ve kemal derecelerine cezb eder. Kulunu sevdiği ve onun yakarışını, inleyip yalvarmasını duymak istediğinden onu dua, namaz, zikir ve münacat etmeye muvaffak kılar. Onun kendine yaklaşmasını sevdiğinden kemale erişmesi için ona bir vesile hazırlar ve kısacası, onu sevdiği için onun kalbinin idaresini kendi eline alır ve kurb makamına doğru daha güzel ve daha çabuk hareket etmesi yolunda onu muvaffak eder. Allah Celle Celaluhü Hazretleri için hiç bir zorluk yoktur ve O her şeye kadirdir.
7. DAHA ÖNEMLİ ETKİLER
Bu makamda, ona erişenlere kalemin yazmaktan ve dilin beyan etmekten aciz kaldığı ve bu makama ulaşanların dışında hiç kimsenin bilmediği, daha büyük faydalar ve sonuçlar nasip olur.
Salik, nefsini tezkiye etme, batınını tasfiye etme, ibadet, riyazet, tefekkür ve zikri sürdürerek öyle bir makama erişir ki; maddi göz ve kulakla görülüp işitilmeyen hakikatleri kalp gözü ve kulağıyla müşahede edip duyar. Bu makamda varlıkların ve hatta meleklerin tespih ve kutsamalarını duyar ve onlara eşlik eder. Bu dünyada yaşadığı ve bu halkla muaşeret ettiği halde, zatının batınında daha yüksek bir ufağa bakar ve sanki hiç bu dünyada değilmiş gibi bambaşka bir âlemde yaşar. Bu âlemde cennet ve cehennemi müşahede eder, meleklerle, Salih ve iyi kimselerin ruhlarıyla bağlantı kurar. Bu âlemle ünsiyeti olup bambaşka nimetlerden yararlanır. Ancak genellikle ondan söz etmez. Çünkü böyle kimseler genellikle içlerine kapalı olup tanınmaktan gerçekten sakınırlar.
Arifin kalbine dışarıdan öğrenme yoluyla edinilemeyen ve halk arasında meşhur olmayan ilim ve maarifler girer ve bir takım keşf ve şühudlara sahiptir. Salik, öyle bir makama erişir ki, her şeyden ve hatta kendi nefsinden gafil olur ve Mutlak Allah’ın varlığından, O’nun isim ve sıfatlarından başka bir şeye teveccüh etmez. Kur’an-ı Kerim’in O’nun “O, evveldir; ahirdir; zahirdir, batındır.” buyurduğu zatını, her yerde hazır ve nazır görür. Âlemi ilahî sıfatların mazharı bilir. Her cemal ve kemali Allah Celle Celaluhü Hazretlerinden bilir. Varlıkların zatî yoksulluklarını ve Vacibul-vücud’un mutlak Gâni oluşunu açıkça bulur ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin mutlak kemal ve cemalini görmekten boğulur ve mahvolur.
Şu noktayı da hatırlatalım ki fena ve mahvolma makamının da derece ve mertebeleri vardır ki bu mahrum kulun (benim) bunlara girmekten sakınması daha uygun olacak
ZİKRİN TERKİNDEN SAKINMAK
Zikrin terkinden sakınmanın lüzumu hakkında da şunları söylemişlerdir:
Cenâb-ı Allah Celle Celaluhü Hazretleri, kulunun bir taraftan zikrini çok yapmasını emrederken, diğer taraftan az zikretmenin zararını ve münâfıklık alâmeti olduğunu bildirir:
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri de buyurur ki:
“–Hiçbir kavim yoktur ki, bulundukları meclisten Allah’ın zikrini yapmadan kalkarlarsa…” Oturuyorlar, muhabbet ediyorlar ve dağılıyorlar. “Muhakkak o meclisten, kıyamet gününde bir merkep cifesinden kalkmış insanlar gibi olarak kalkarlar.”
Zikrullahsız meclisin, kıyamet gününde onlar için hüsran olacağını Ebû Dâvud ve Hâkim sahihlerinde zikretmişlerdir.
Ebû Hüreyre Radıyallahu anh hazretlerinin şu rivayetine de dikkat etmelidir:
“–Bir cemaat bir mecliste oturur da, orada Zikrullah olmazsa veya Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize salavât-ı şerîfe getirilmezse, o meclis oturan o kimseler için ancak noksanlık, hüsran ve nedâmet olur.” buyrulmuş.
Hatta ehl-i cennetin bile tahassürleri, gussaları, nedamet ve pişmanlıklarından biri de, dünyada iken zikirsiz geçirdikleri saatler ve zamanlar olacağı da ayrıca bildirilmiştir.
Sehl Radıyallahu anh Hazretleri der ki:
“–Bu kadar nimetleri veren Allah-u Tealâ Hazretleri’nin zikrini terk etmekten daha kötü, kabih, fena bir ma’siyet bilmiyorum, tasavvur da edemem.”
Bu zatın sözüne göre en büyük ma’sıyet, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrinden mahrum olmaktır. Dillere zikrullahın zor ve ağır gelmesinin, münafık alâmeti olduğunu bildirerek;
“–Derhal tevbe et, tazarru ve niyâz eyle ki, Allah Celle Celaluhü hazretleri zikrini sana hafif ve kolay eylesin ve sana tevfîk u hidâyet eylesin!” buyurmuştur.
Onun için âkîl kimseye lâyık olan, Hakk’ın zikriyle kalbini uyandırmak ve mü’minler sıfatıyla sıfatlanmaktır. Cenâb-ı Hakk’ın zemmettiği münafıklardan ayrılıp, medh ü senâ buyurduğu mü’minlerden olmaya gayret göstermesi lâzımdır. Saadet ve selâmet ancak bundadır. Çünkü Hak Sübhânehû ve Teàlâ’nın zikriyle zâkir olan kul, öyle bir feyz-i ilâhîyyeye ve lütf u ihsâna mazhar olur ki, onu tarife imkânımız yoktur. Hele bütün a’zâ ve zerrelerin bu Zikrullah’tan lezzet almağa başladığı vakitler yok mu; artık o adamın gözüne hiçbir şeyler görünmez.
Cenâbı Hak cümlemizi, Hakk’ı candan ve ihlâsla zikreden, àşıkîn ve müflihîn zümresine ilhak buyursun…95