1. Hiçbir kavim yoktur ki, Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikrettikleri vakitte, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin melekleri de o kavmi tavaf etmesin.
Ne iş yâhu!.. Biz Mekke-i Mükerreme’ye gidiyoruz ve Beytullah’ı tavaf ediyoruz. Biz Allah deyince, melekler de bizim etrafımızı tavaf ediyor. Bu Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ne büyük lütfu.
Rahmet-ilâhiyye kendilerini ihâta eder ve üzerlerine sekîne nâzil olur. Hak Sübhanehû ve Teàlâ o kavmi, kendi indindeki meleklerine anar.
2. Her kim ki, Kur’an okunması veya Zikrullah ile meşgul olması dolayısıyla hâcetlerini istemeğe vakit bulamazsa, Allah Celle Celaluhü hazretleri o kimseye, yalvaranların istediklerinden daha efdalini, istemeden verir.
3. “Yarın kıyamet gününde toplanan halkın arasında kerem ehlinin bilinmesi, murâd-ı ilâhî olarak emr olunur.” diyen Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri’ne, ashab-ı kirâm:
“–Bu kerem ehli kimlerdir Yâ Resûlüllah?” diye sordular.
Cevaben:
“–Onlar camilerde Allah’ın zikri için toplananlardır.” buyurdular.
Şimdi evde Allah deme ile, camide Allah demenin arasındaki farka bakın!
4. Resûl-ü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir cemaat üzerine uğradılar. Toplanmışlar, bir şeyle meşguller. Efendimiz de onların arasına geldi ve ne için toplandıklarını sordular:
“–Nedir bu topluluğunuz?”
Onlar da cevaben:
“–Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikir ve tahmîd için toplandık.” dediler.
Resûl-ü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz o zaman:
“–Şimdi Cebrâîl geldi, bana haber verdi ki, Allah Celle Celaluhü hazretleri sizlerle meleklerine mübâhât etmektedir. Yâni, makàm-ı iftiharda siz kullarını yâd eder; meleklerine över olduğunu bana bildirdi. Ben de onu bildirmek için size geldim. Siz böyle bir insansınız!” buyurdu.
5. Bir kavim ki, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri için toplanırsa, muhakkak semâdan münâdîler nidâ edip;
“–Mağfiret olunduğunuz ve seyyiatınız( Günahlarınız) hasenata (Sevaba) tebdil olduğu halde kalkınız!” derler.
Ne kadar büyük bir lütf-u ilâhî! Biz oturuyoruz, Allah diyoruz. Allah Celle ve A’lâ da meleklerine emrediyor ki:
“–Onlara haber verin, mağfiret olundular. Mağfiret olunmakla beraber, hatalarını da sevaba çevirdim.” diyor.
6. Zikreden insanlar şeytanı kovar, onun belini kırar, işe yaramaz hale getirir. Zikreden kulun yanına şeytan sokulamaz. Allah ism-i şerifindeki ateş, şeytanı yakan bir ateştir. Allah ismini anan insanın yanına şeytan sokulamaz.
Şeytan haddi zâtında insanın damarları arasında dolaşan bir mahlûktur. İnanmamazlık etme! Sen bugün o mikrop dedikleri mahlûku görebiliyor musun?.. Göremiyorsun. Hatta onu on bin defa değil, elli bin defa büyütüyorlar da mikroskoplarla, ancak o zaman toz halinde ufak bir şey görülüyor. Gözünle göremediğin, elinle tutamadığın bu mikrobun varlığına inanıyorsun da, Allah Celle Celaluhü hazretleri sana, “Şeytan vardır, melekler vardır.” dediği vakitte; “Ben gözümle görmediğim şeye inanmam!” diyorsun.
Ama canına okuduğu vakitte, o mikrop seni öldürürken, “Allah!” demek nasîb etsin Cenâb-ı Hak cümlemize… (Âmin)
Onun için, şeytan vardır aziz kardeş! Ondan Allah’a sığınmak lâzımdır. Allah Celle Celaluhü hazretleri onu boşuna yaratmamış, “Kullarım bana sığınsınlar, onun şerrinden bana ilticâ etsinler.” diye o belâyı başımıza vermiştir. Çünkü o başımızda olmazsa, biz Allah diyemeyiz kolay kolay… Ama sıkıya gelince, “Aman yâ Rabbi, kurtar şunun şerrinden bizi!” diye yalvarırız.
Onun için, Allah denildikçe, şeytanın beli kırılır, işe yaramaz hale gelir. Bak şu okuduğumuz Ezân-ı Muhammedî’de “Allàhu ekber, Allàhu ekber…” denildiği vakitte, şeytan aleyhillâne burada duramıyor. O Allah-u Celle ve A’lâ’nın anılması onu öyle kaçırıyor ki, nefes almadan, ne kadar hızlı kaçarsa o kadar hızlı kaçıyor; o sesin gidemediği yerlere kadar… Şimdi hoparlörler de çıktı, ses çok uzaklara kadar gidiyor; o da çok uzaklara kadar kaçıyor. Fakat ezan bitince gene geliyor.
Onun için gönülden ve dilden Allah Celle Celaluhü hazretlerini bırakmamak lâzım!
7. Allah Celle Celaluhü hazretleri, zâkir kulundan râzı olur. Allah razı olduktan sonra, daha ötesi kalmamıştır. Allah diyen insandan Allah Celle Celaluhü hazretleri hoşnut oluyor. Onun için en büyük nimet Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikridir.
8. Zikir kalbden gam, kaygı, gussa ve kederleri giderir. Zikreden insan gam, gussa keder nedir, bilmez.
–Canım gamsız insan olur mu?..
Olmaz ama, “Sahibi olan Allah’tır, bunu bana vermiş.” der. İsmâil Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi, “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” der
İyi şeyler gelirken ne güzel; ama kötü şeyler gelince, “Ooof!” diyoruz. Yok, “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” diyeceğiz. Yâni altın da hoş, bakır da hoş… Senin indinde altın ile demir, altın ile taş bir olunca; “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!” olunca; o zaman ne gam kalır, ne gasâvet, ne keder kalır. “Hepsi Allah’ımdan!” der.
9. Zikir kalbe ferah, sürûr ve genişlik verir. Allah dedikçe kalp de rahatlık hâsıl olur. İnsan sıkıntı bilmez, kalb genişliği olur.
10. Zikir kalbi ve yüzü nurlandırır. Allah diyen insanların yüzlerinde bir nur vardır.
Onun için Hıristiyanlara bakınız, yüzlerinden bellidir Hıristiyanlar! Niçin? Nurları yoktur. Hele biraz ihtiyarladılar mı, meymenetsiz bir hale gelirler. Hep bu Allah’ın nurundan mahrum oluşlarındandır.
Müslümanlar ihtiyarladıkça nurlanırlar, nurları artar. Bu, Allah’ın zikrinin bir ihsanıdır.
11. Zikir kalbi ve bedeni kuvvetlendirir. Zikrullah’la meşgul olan insanların hem kalbi kuvvetli olur, hem de bedeni kuvvetli olur.
12. Zikir rızkı da celb eder. Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin ismini anmak suretiyle rızkın bollanır, genişler. Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri sebebini halk eder, kolaylıkla ve rahatça rızıklanırsın.
13. Zikir, sahibine heybet, halâvet, güzellik ve parlaklık verir.
14. Ruh-u İslâm olan zikri yapan zâkire, Allah Celle ve Ala sevgisini ihsan eder.
Şimdi Allah Celle Celaluhü hazretlerini sevelim ama nasıl sevelim? Karşımızda güzel birisi olursa, ona âşık olmak suretiyle bir sevgi hâsıl olur. Paralara olan sevgimiz, eşyaya olan sevgimiz, kadınlara olan sevgimiz, bir varlığın karşımızda olmasıyla celb ediyor bizi, bir sevgi hâsıl oluyor. Fakat Allah’ı nasıl sevelim?..
İşte Allah Celle Celaluhü hazretleri da, eserinden kendisine intikal etmek suretiyle sevilir. Kâinata bakıyorsunuz, şu kâinat nasıl bir levha?.. Ayından, güneşinden, bütün yıldızlarından tut da, bu yeryüzündeki bütün mahlûkatından, kendinden, kendinde olan varlıkları şöyle bir tefekkür edince; bunu yaratabilmenin büyüklüğünü, yaratabilen kuvvetin nasıl bir kuvvet olduğunu tasavvur edebilirsen; Allah dediğin vakit, o Allah lafzı senin içinde Allah’a karşı bir sevgiyi hâsıl eder.
Çünkü sevdiğin insanları bir cihetten seviyorsun; güzelliğinden dolayı, servetinden dolayı, zenginliğinden dolayı, yahut kuvvet ve kudretinden, şecaatinden dolayı seviyorsun. Fakat bunların hepsi Allah’ta mevcut… O güzelliği veren o Allah… O serveti veren o Allah… O şecaati veren o Allah, hepsini veren o Allah… Ne kadar güzel bir şey görüyorsun, o güzellikler hep Allah Celle Celaluhü hazretlerinden gelmiş durumda.
Bir gülü alıyorsun, kokluyorsun, “Oh, ne güzel!” diyorsun. Kim verdi o kokuyu ona?.. Allah-u Celle ve A’lâ vermiştir.
Bakıyorsun bahçelerde rengârenk, çeşit çeşit çiçekler… Kim yaptı bunları?.. Allah Celle ve A’lâ… İçi başka, dışı başka, üstü başka…
Yediğimiz yemekler, kavunlar, karpuzlar, tatlar hep kimin lütfu? Hep o Allah Celle ve A’lâ’nın esrarı, bize lütfetmiş elhamdülillah.
Bunları insan düşününce, bu kudretin sahibine bayılmamak, onu sevmemek elden gelir mi?.. Onun için “Allah… Allah…” dedikçe, Allah Celle Celaluhü hazretleri da o sevgiyi senin içine atar. Artık gayr-i ihtiyarî onu sevmek mecburiyetinde kalırsın.
O muhabbet ki, saadet ve necattır. Her şeyin bir sebebi vardır; muhabbet-i ilâhiyenin sebebi de, Zikrullah’ın dil ve kalbde devamıdır. Eğer Allah Celle Celaluhü hazretlerini sevmek istiyorsan, onun adını dilinden ve gönlünden çıkarma!
Her kim muhabbet-i ilâhiyeye nâil olmak isterse, Zikrullah’a devam etsin. Zikrullah muhakkak ki, muhabbetullah’ın kapısı ve en büyük alâmetidir. İnsanlar çok çeşitli işlerle meşgul olurlar, “Bu da hayır, bu da hayır…” derler. Hepsi de hayır tabii, ama Allah zikrinden daha iyi hiçbir şey yoktur.
Sen Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrini bırak, taşlarla topraklarla meşgul ol, dur; “Bu da hayır!” de… Kendin yanıyorsun yâhu; Allah’tan ayrılmışın, onun gafleti sana yeter, artar. Şimdi bak bunun arkasından gelecek o bahisler.
15. Zikir murâkabeyi, tefekkürü, düşünmeyi getirir; tâ ki kulu ihsân kapısından içeriye sokar. Ma’lûm ya, ihsân en yüksek makamdır. Sanki Allah Celle ve A’lâ’yı görür gibi ibadet etmek, kolay bir şey değil… Zikrullah’tan gàfil kimselerin ihsân makamına yükselmelerine imkân da yok, yol da yok.
16. Zikrullah tövbeyi inşa eder. Bu da Allah Celle ve A’lâ’ya rücu’ için kalbine tesir eder. Sığınacağı yeri, ilticâgâhı ve kalbinin kıblesi Allah Celle Celaluhü hazretleri olur.
Yüzümüzü bu tarafa çeviriyoruz, kıblemizdir diyerekten. Gönlümüzü çevirebiliyor muyuz arkadaş?.. Gönlümüz her türlü mâsivâ ile dolu… Bir namazı acaba üç mü kıldık, dört mü kıldık; okuduk mu, okumadık mı; haberimiz bile olmadan, “Esselâmü aleyküm!” deyip namazdan çıkıyoruz.
Niçin?.. Kıblemiz yok; yüzümüz dönmüş, gönlümüz dönmemiş. Asıl hüner gönlü Allah’a çevirmektir. Gönlü Allah Celle Celaluhü hazretlerine çevirmek de, Allah demekle olur.
17. Zikir, zâkirde Allah-u Azîmüşşân’a karşı heybet, azamet, iclâl ve ta’zîmi artırır. Zikrullahın kalbi ve bütün vücudu istilâsı sebebiyle, vücudun her tarafı zâkir olur. Zâkir olduktan sonra, artık ondan kötülük beklemek imkânı yoktur, günah beklemek imkânı yoktur. O artık cemiyete en faydalı bir insandır.
18. Zâkir, zikri kadar Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyyet hâsıl eder. Zikrin ne kadarsa, Allah Celle Celaluhü hazretlerine o kadar yakınsın. Zikrin ne kadar azsa, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden o kadar uzaksın.
Bunların hep ayrı ayrı ayetlerle, hadislerle izahları var, onları tabii uzun olur da, ben kısa hülasa yapıverdim.
19. Zikir, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikreden kulu zikrine sebep olur. Sen Allah diyorsun, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin da seni anmasına vesile oluyorsun.
Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Bakara suresi 152’nci ayetinde “An ki anayım! Beni hatırla ki, ben seni hatırlayayım!” buyuruyor.
Onun için sen Allah Celle Celaluhü hazretlerini ne kadar çok zikredebilirsen, Allah Celle Celaluhü hazretleri de seni o kadar çok anar; senin bütün ihtiyaçlarına kâfi ve vâfî gelir. Zikrullah’ta başka bir fayda olmasa dahi, Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın kulunu zikretmesi nimeti ve şerefi, o kul için kâfî ve vâfî’dir.
20. Zikir, kalbin hayatını mûcib olur. Kalb var ama, kalbin de bir hayatı var. Bu vücudun hayatı gibi, kalbin de bir hayatı var. Zikir kalb için çok lâzımdır ve kalb zikre de muhtaçtır, balığın suya muhtaç olduğu gibi… Balık suya nasıl muhtaç ise, insanın kalbi de Allah demeye muhtaçtır. Balık sudan ayrıldığı vakit hâli ne olursa, insan da zikrullahtan kesilince hâli öyle olur.
21. Zikrullah kalbe cilâ verir, paslarını giderir. Kalbin pası, gaflet ve hevâsına uymaktır. İnsan, canı ne isterse öyle yapıyor; o kalbe pas getirir. Cilâsı da, tevbe, istiğfar ve zikrullahtır.
22. Zikrullah hatâ ve günahları giderir. Çünkü:
Hud Suresi 114’üncü ayetinde (İnnel-hasenâti yüzhibnes-seyyiât) buyrulmuştur. Yani sevaplar hataları gideriyor ve hasenata çeviriyor. Allah demekten daha sevaplı bir şey yoktur.
23. Zikir, kul ile Hâlik arasındaki vahşeti, korkuyu giderir. Hak Sübhânehû ve Teàlâ Hazretleri’yle ünsiyet peydâ eder.
İnsan şimdi dostuyla muhabbet etmeye başladı mı, endişesi gider. O dosttan önce korkuyor idi; fakat muhabbet ede ede, bakıyorsun ki dostla arada ünsiyet peydâ oluyor; korku kalkıyor, artık birbirleriyle sevgi hasıl oluyor.
Binaen aleyh, Allah dedikçe; Allah Gaffâr, Allah Settâr, Allah Vehhâb, Allah Rahîm, Allah Rahmân demiş oluyor. Evet, azabı var; var ama kendisine sığınanlara değil… Allah Celle Celaluhü hazretlerini tanımayanlara Allah’ın azabı… Allah Celle Celaluhü hazretlerini tanıyanlara Allah Rahîm, Şefîk, Vehhâb, Gaffâr, Settâr…
Onun için Allah dedikçe, bu vahşet ortadan kalkıyor, Allah Celle Celaluhü hazretlerine karşı ünsiyet peydâ oluyor.
24. Kul, Allah Celle ve A’lâ’yı genişlik ve rahatlık zamanlarında zikrederken, sonra ona bir darlık veya sıkıntı geldiğinde, Hakk’a yalvarmağa başladığı zaman, melekler de ona yardımcı olurlar.
Dünyada bir kararda Allah’tır. Herkes için çeşitli devreler geçer. Bazen fakirlik, bazen zaruret, hastalık, iptilâ, çeşitli haller gelir. Fakat sen rahat vaktinde Allah diyorsan, sonra o sıkıntıya düştüğün vakitte dua edince; “Yâ Rabbi, bu seni çok zikreden bir kulundu. Şimdi artık hasta oldu, iptilâlara düştü, fakir oldu; edemiyor. Bunun duasını sen kabul et!” diye melekler senin için yardımcın olur.
25. Zikir, kulu azab-ı ilâhîden kurtaran yegâne ibadettir. Cehennem azabı var ya, o cehennemden insanı kurtaran, Allah zikrine devamdır. Bu hakikat hadislerle sabittir.
26. Zikir, dilin gıybet, nemime, yalan, fuhuş, boş ve faydasız sözlerden korunmasına sebep olur. Çünkü Allah diyorsun, meşgulsün, boş laf söylemeye vakit bulamıyorsun. Allah demezsen tabii, dedikoduya başlayacaksın. Gıybet de girecek, fuhuş da girecek, zem de girecek, her şey olacak… Bir sürü günahla çekilip gideceksin. Onun için, sen dilini Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrinden kat’iyyen ayırma!
27. Zikir, sekine, itminan, vekar ve rahmet-i ilâhiyenin kendisini gaşyetmesine vesîlesidir. Meleklerin kendilerini ziyaret ve tavaf etmelerine de sebep olur.
28. Zikirden mahrum olan insanlar, elbette bu gibi günahlara düşerler. Günahlardan selâmet ancak zikrullah ile kàbildir. Her kim lisanını ve gönlünü zikrullaha alıştırırsa, kendisini her türlü felâketlerden korumuş olur.
29. Zikir meclisleri, meleklerin de bulunduğu meclislerdir. Gaflet, boş ve faydasız sözlere sahne olan meclisler de, şeytanların bulunduğu meclislerdir. Sen hangisini seçersen, dünyada da, ahirette de sen de onlarla olursun.
30. Zâkir, zikri ile saîd olur ve onlarla oturanlar da saîd olurlar. Bu her yerde mübarek olan bir şeydir.
Gaflet ve lağviyat ile meşgul kimseler de, meclisleri de, o meclislerde oturanlar da şakî olurlar.
31. Zâkirler kıyamet gününde hasret ve nedametten emin olurlar. Zîrâ hangi meclis ki orada Zikrullah yoktur; o mecliste bulunanlar kıyamet gününde noksanlığın, zarar ve hüsranın üzerindedirler.
Onun için, aman kardeşim, Zikrullah olmayan günah yerlerine sakın gitme! Ve oralarda kat’iyyen oturma! Ve bunu çocuklarına da öğret!
32. Zâkir, zikr ederken ağlarsa; bâhusus tenha ve hâlî bir yerde ağlarsa, kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde olur.
33. Zikr ile iştigâl edene istemeden, isteyenlere verilenden daha a’lâsı ve efdalı verilir.
34. Zikir ibadetlerin en kolayıdır ve en büyüğü ve efdalidir. Dilin ve gönlün hareketi kadar, vücudun ve a’zâların da hareketi olsa, elbette insan çok yorulur ve dayanamaz.
Şimdi teravih namazı kılıyoruz 20 rekât. Ya 100 rekât olaydı… Yüz defa Allah demek kolay, ama yüz rekât namaz kılmak kolay değil.
Oruç da meselâ, gündüzün olduğu gibi geceleri de olaydı, yine çok zor olurdu.
35. Zâkir kullara verilen atâ ve ihsanları, başka amellerle elde etmek mümkün değildir. Meselâ, her kim günde yüz kere;
“Lâ ilâhe illallàhü vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.” derse, on köle âzâd etmiş gibi sevap kazanır. Kendisine yüz hasene yazılır ve yüz de seyyiesi mahvolur. O gün akşama kadar da şeytanın şerrinden muhafaza olunur; şeytan o adama musallat olamaz. Ondan daha efdal bir amelle bir kimse gelmez; ancak yüzden fazla bu tesbih ve tevhîdleri yapanlar müstesnâ. (Râmûzül-Ehàdîs, 432/7)
Ve yine her kim her gün yüz kere;
“Sübhànallàhi ve bihamdihî.” derse, günahı denizköpükleri kadar çok da olsa, yine af ve mağfiret olunur. (Râmûzül-Ehàdîs, 432/8)
Bu bir nimettir ki kıymeti biçilmez; bir lütuf ve ihsan-ı ilâhîdir. Aman kardeşim, dilini ve gönlünü Allah Celle Celaluhü hazretlerinden ayırma! Bu dünya kimseye kalmamış. Kanaat, sabır, istikâmet ve Zikrullah ile iştigal eyle! Bunlar paha biçilmez nimetlerdir.
Onun için bu Zikrullah’tan ayrılma, her kim ne derse desin! Sen sakın Allah Celle ve A’lâ’yı unutanlardan olma ki, yarın kıyamet gününde sen de unutulanlardan olmayasın!..
Hatta şu da var ki, Allah Celle Celaluhü hazretlerini unutup, zevk ü sefâlarına, hevâ ve heveslerine düşenler, hiç şüphe olmasın, kendi nefislerini ve sıhhatlerini bile koruyamazlar. Hattâ dünya işlerinde bile muvaffakıyet kazanamadıkları görüle gelmektedir.
36. Muhakkak Zikrullah, insanı her halde Allah Celle Celaluhü hazretlerine doğru seyrettirir. İster sokakta ister yatakta, her zaman her yerde, dilinde Allah, gönlünde Allah; hareketleri hep rızâullah olanların dünyadaki yeri cennet olduğu gibi, ahiretteki yeri de cennetin tâ kendisidir.
Hikâye olunur ki: Bir âbid, bir adama misafir olmuş. Âbid gecesini ibadetle geçirmiş, ev sahibi de uyumuş. Sabahleyin àbid demiş ki:
“–Kafile gitti, sen hâlâ uykuda yatıyorsun!”
Ev sahibi cevaben demiş ki:
“–Kul sabaha kadar sefer ede de, sonra gene kafile ile beraber ola; bu bir şey değildir. Hüner odur ki, sabaha kadar yata ve sabahleyin de kafileyi yolda bırakıp geçe…”
Buna es-seyru fillâh ves-seyru ilallàh derler ki, bu gönüllerin Allah Celle ve A’lâ’ya tam bağlanışının alâmetidir, vesselâm.
Lâkin bu o demek değildir ki, tembel tembel yatıp uyuya, sonra da kafileyi geçe… İşte bu mümkün olmayan bir şeydir. Esasen bu yatışların, ya bir rahatsızlık veya bir mazeret sebebiyle olduğunu unutmamalı ve böyle yapan mübareklerden de şüphe etmemelidir.
Bu mübareklerin her nefesleri zikrullah demektir, ibadetle geçer. Onun için herkesi de her yerde, her işte geçerler ves-selâm.
37. Zikrullah o kadar büyük bir devlettir ki, ne altına benzer, ne gümüşe benzer, ne apartmana benzer; hiç bir servete benzemez. Çünkü her şey fânidir, Zikrullah bâkidir. Bâki olan Zikrullah’tır. Öteki ne mal, ne servet, neyin varsa dünyada senin olsun varsın, hepsi senin olsun… Ne varsa, gözünü yumdun mu hepsi bitti, hiç kıymeti yok! Ama Zikrullah öyle değil, seninle beraber cennette… Cennete kadar seninle beraberdir.
Onun için insana lâyık olan, dilini, gönlünü Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrine alıştırıp, onun üzerinde durabilmek. Yoksa bugün Allah dersin de, yarın başka iş yaparsın; o değil. Daimî surette, ölünceye kadar Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrini dilinden ve gönlünden çıkarmamak… Ki, bu takva kişinin içine işlesin de, yasak olan bir şeyin yanında bile geçemesin.
Şimdi bugün bize çeşitli sorular sorarlar:
“–Acaba şöyle yapsak olmaz mı, böyle yapsak olmaz mı?..”
Hep kaçamak yolları, hile yolları Canım bunlara ne lüzum var? Bana bir lokma ekmek yetiyor, bir hırka da yetiyor işte… Sana niçin yetmiyor? Bu saltanatta ne mânâ var, çok kazanacaksın da ne olacak yâni?..
Çok kazanmak iyidir ama helâlinden kazanmak şartıyla. Yoksa haramdan kazanacağın şeyin, âhirette azabı çoktur. Allah muhafaza etsin… Hele bir de harama helâl deyiverdi miydi yahut onu hiçe sayıverdi miydi? Bugün meselâ, hiçbir dükkânımız yoktur ki, içki satılmasın. Bütün dükkânlarımız içkiyle dolu. Bu içki satan adam eğer, “Ne yapayım, helâldir.” deyiverirse, –Allah esirgeye– kendisi küfre gittiği gibi, çoluğunu çocuğunu da perişan eder.
“–Canım ben onu satmazsam müşteri gelmez!”
Gelmezse ne olur, aç mı kalırsın yâni?.. Bu kadar memlekette fakir fukara var, aç mı ölüyorlar? Sen de kanaat edersin.
“–Efendi, ev kirası böyle pahalı, işte şu pahalı, bu pahalı.”
Ucuzunda oturursun. Memlekette her sınıf insana göre yer var. Allah Celle Celaluhü hazretleri affetsin kusurumuzu… Bu Allah Celle Celaluhü hazretlerinden uzak olmanın alâmetidir. Niçin? Zikrinden gafil… Zikrinden gâfil olunca, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden de gâfil oluyor, ondan sonra her şey kendisine göre, hoş geliyor.
38. Muhakkak ki Zikrullah, her tarikatta ve ehl-i tasavvuf indinde, bütün usul ve kaidelerin ve edeplerin başıdır, velilik alâmetidir. Her kime ki Zikrullah kapısı açılır, ona hiç şüphe yoktur ki Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzuruna dâhil olunacak kapılar açılmıştır. Bir insan Zikrullah’a alıştı mı, ona Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin rahmetine girecek kapılar açılmış demektir. Öyleyse sen de temizlen, Rabbi’nin huzuruna gir; her istediğini orda bulursun.
Çünkü namazı abdest almadan kılamıyoruz. Abdest almadan namaz kılamadığımız gibi, gusülsüz da kılamıyoruz. Binâen aleyh, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrini yapabilmek için de evvelâ istiğfar edip, tövbe edip günahlardan sıyrılmak lâzım. Günahlardan sıyrılamadıkça, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin huzuruna girmeye insan hak kazanamıyor. Onun için temizlen, Rabbinin huzuruna gir; her istediğini orada bulursun.
Rabbini bulan her şeyi bulur; Rabbini unutan her şeyden mahrum olur. Rabbini bulanın her şey emrine amadedir. Onu unuttun mu, her şeyden de mahrumsun! Ama dünya seninmiş, ne olursa olsun…
Bunlar hep büyüklerimizin bize olan tavsiyeleri.
39. Muhakkak Zikrullah bir ağaca benzer ki, onda irfan ve haller yetişir. Binâen aleyh, irfan sahibi olabilmek ve Hàlik’ta karar kılabilmek için zikre devam ve itina eyle. Zikrullah ağaçlarına ne kadar yanaşırsan onun meyvelerinden o kadar yersin. Yediğin kadar da feyz sahibi olursun. Ağaç ne kadar büyük olursa, meyveleri de, maarif-i İlâhiyyi de o nispette güzel, sağlam ve kuvvetli olur.
40. Zikrullah bütün makamların esasıdır. İnsanı gafletten uyandırır, tevhide sevk eder. Binalar için yer ve temel nasılsa; ibadet, irfan, velilik vs. bütün makamların da başı, temeli hep zikrullahtır. Zikrullah olmayınca bunların hiçbirisi olmaz.
Zikrullah’tan gaflet kalbin ya uykusunun veya ölümünün alâmetidir. İnsanın ayakta gezmesine kulak asma sen, insanın gönlü àşık olmalı! Gönlü olmazsa, gönülsüz insanın hayatı ha olmuş, ha olmamış…
41. Zikreden, zikrettiği Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyet peyda eder. Hak Sübhânehû ve Teàlâ’yı zikrettiği müddetçe de, Allah Celle ve A’lâ onunla beraberdir. Bu ne kadar büyük bir nimettir, bilir misin aziz kardeş!
Şimdi benim yanımda sevdiğim birisi olunca, beni destekleyecek birisi olunca, bir kuvvet sahibi olunca, nasıl ben o kuvvet sahibinden kuvvet alırsam; Allah’ı zikreden kulun da yanında Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin kendisi mevcuttur. “Onunla beraberim!” diyor. “Beni zikrettiği müddetçe ben o kulumla beraberim!” diyor. Allah Celle Celaluhü hazretleri bir insanın yanında olduktan sonra, artık geriye ne kalır ki?
Bu beraberlik hususî bir iltifat-ı sübhânîdir. Kurbiyet, velâyet, muhabbet, yardım ve tevfiki, o zikredene hususî şekilde tecelli eder. Yani “Ben seninleyim!” dediği vakitte, “Nusretim, tevfîkim, hidayetim hepsi seninle beraberdir. Sen bunların hepsine nâil olursun!” demek. Bunlar Nahl Suresi’nin 128. Enfal Suresi’nin 62. Tevbe Suresi’nin de 40. ayetleriyle sabittir.
Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikredenler için, bu hususî nimetlerden çok geniş ve büyük nasibler vardır. Gaflet olunmaya. Buharî ve Müslim’de de beyan olunduğu gibi;
“–Kulum beni zikrettiği müddetçe ve benim zikrim için dudaklarını kımıldattıkça ben kulumla beraberim!” buyruluyor.
Bir eserde de:
“–Ehl-i zikir, benim meclislerimde oturanlardır. Ehl-i şükür ise nimetlerini arttırdığım kimselerdir. Tâat ehli ise kerametime nâil olanlardır. Ma’sıyet ehlinin ise, rahmetimden ümitlerini kesmem, rahmetimden mahrum etmem; tövbe ettikleri takdirde ben onların dostuyum! Ben tövbekârları ve temizlenenleri severim!”
Yalnız burada şunu da hatırlatmak isterim: Biz şimdi camide akşamları, sabahları cemaatin iştirakiyle birer hatim indiriyoruz, hayır olsun diyerek. Bazı arkadaşlar Kur’an’ı gözleriyle okuyorlar, şöyle bir süzüyorlar. Bu gözle süzülen hatim sayılmaz. Hatim olabilmesi için dudakların kımıldaması, hatta hafif bir şekilde seslerin de çıkması lâzımdır ki, hatim olsun. Yoksa gözlerle süzülen o senin olur.
Burada onu için dudaklarını kıpırdattıkça tabiri geçiyor. Yâni, “Allah… Allah… Allah…” diyor.
“Lâ ilâhe illallah…” derken hiç dudak kıpırdamaz. Bu öyle bir sestir ki, kendiliğinden düzülür, gelir.
“–Eğer tövbe etmezlerse, ma’siyetlerine devam ederlerse, çeşitli iptilâ ve musibetlere giriftar ederim ki, ayıp, kusur ve günahları temizlensin.”
Yani o felâketleri, günahların temizlenmesine vesile olmak için Allah Celle Celaluhü hazretleri veriyor. “Kulum temizlensin, tövbekâr olsun da huzuruma iyi gelsin, aklı başına gelsin!” diyerekten.
Bu Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zakir kulu ile beraber oluşu başka hiç bir maiyyete, beraberliğe teşbih olunamaz. Teşbihten aciziz. Nasıl teşbih edelim anlatalım, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin bizimle olduğunu; bundan insan âcizdir. Meselâ, Allah Teàlâ Hazretleri muhsinlerle, müttakîlerle, sàbirlerle de beraber olduğunu Kur’an-ı Azimüşşan’da;
“İnnallàhe meas-sâbirîn… Ennallàhe meal-müttakîn…” diyerekten bildiriyor. Ama o birlikle, bu birliğin arasındaki farkı ayırmağa gücümüz yetmiyor.
Velâkin bu beraberlik bunların hiç birisine benzemez. Bu beraberliği ta’rif ve tavsife ne dil, ne de ibareler kâfi gelmez. Bu ancak zevk ile tadılır ve bilinir. O zevki nasıl anlatırsınız? Köre “Bu beyazdır, bu karadır.” diyerekten anlatmak mümkün olur mu?.. O göz işi; göz olacak ki anlayacak, bu beyaz bu kara… Nasıl ki gözü olmayan bir insana bir rengi anlatamıyorsunuz; zevkten mahrum olan insana da onun tadını anlatamazsınız. Ne söyleseniz boştur.
O paradan zevk almış, dünyanın şusundan busundan zevk almış, onun zevki oradadır. O başka zevkten anlayamaz. Onun için, hemen Cenabı Hak cümlemizi ihlâs ile zikrine devam eden kullarından eylesin…
42. Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin müttakî kullarından en çok ikrama lâyık olanı, dilleri Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile dâimâ meşgul olanlardır. İttikà ile hayânın insana gelebilmesi için, bu dil Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ismi ile meşgul olacak. Bu dil “Allah Allah Allah” derken, buradaki laf gönle iner. Çünkü gönülden çıkmadıkça, dil söyleyemez.
Bu dille söylenir de, gönülle birleşince, gönülden de bütün azâlara dağılır. Nasıl ki kalbden bütün azalara kan dağılıyor. Bu sefer de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikri dağılır, bütün damarların uçlarına kadar. Binâen aleyh, bütün vücudun her zerresi “Allah” der. Her Allah dedikçe gönülden bütün zerrelere ulaşır. İçeride kaç milyon parça varsa, hepsi birden Allah Allah diye zikre başladı mı ya, işte o zaman, o zevki bak başka bir yerde bulabilir misin?
Zira bunlar Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin emrine ve nehyine, herkesten daha ziyade dikkatli ve titiz olmalarıyla beraber, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrini kendilerine şiar edinmişlerdir.
Binâen aleyh, emrine ittikà, emri nehyi icap ettirir. Allah korkusu, yasaklara karşı “Ne yapıyorsun?” dedirtecek kuvveti içeriye verir. Veyahut yapılmayan bir şeyi, “Niçin yapmıyorsun?” diye zorlar. Bu ittikànın verdiği bir kuvvettir insanda… Bu neden bizde olamıyor şimdi?.. İşte bu takva nimeti bizde olmadığı için.
Uhud Muharebesi oldu. Medine-i Münevvere’ye gidenler Uhud Dağı’nı görmüşlerdir. Medine-i Münevere’ye yakın bir yerde, bir dağ. Burada bir muharebe oldu. Bu muharebede düşman dövüştüğü kadar dövüştü, sonra çekilip gitmek mecburiyetinde kaldı. Çekilip gitti; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin hikmetiyle… Fakat Peygamberimiz Sallallahu aleyhi veselleme karşı, dediler ki:
“–Gelecek sene bu vakitte ikinci harbe hazır ol!”
Peygamber Efendimiz de:
“–İnşallah” dedi.
Ertesi senenin mevsimi geldi, küffar tarafı toplandılar yine, verdikleri söz üzerine Medine-i Münevvere’ye gelecekler. Gelecekler ama yolda gelirlerken Allah Celle Celaluhü hazretleri içlerine bir korku düşürdü. Pişman oldular, geri dönmek mecburiyetinde kaldılar.
Geri dönmek mecburiyetinde kalınca, Medine-i Münevvere’ye gelen bir yolcuyu yakaladılar. Dediler ki:
“–Sen Medine-i Münevvere’ye gidiyorsun. Sana bir deve üzüm vereceğiz.” Bir rivayette de, “On deve vereceğiz.” demişler. “Bir şartla: Medine-i Münevvere’ye gideceksin; bizim kuvvetimizden bahsederekten onları korkutacaksın! Bunu yapabilirsen, sana on deve var!” dediler.
On deve az da değil, on otomobil gibi yâni. Adam geldi Medine-i Münevvere’ye, baktı ki Müslümanlar hazırlanıyor, onlara karşı.
“–Ne yapıyorsunuz siz? Öyle bir kuvvet geliyor ki karşınıza, sel gibi, durmanıza imkân yok! Vazgeçin bu akıldan…” dedi.
Böylece çeşitli korku haberleri verdi. Buna beşinci kol diyorlar ya şimdi, Alman harbinde de bunlar yapıldı; korku verme usulü… Fakat Ashab-ı kiram bu, Allah’ın Resulü var aralarında… Ashab-ı kiramdaki imana bak! Dediler ki:
(Hasbünallàhu ve ni’mel-vekîl) “Düşmanın kuvveti varmış, kime ne, vız gelir bize! Allah var bizimle, Allah’ın olduğu yerde kimden korkacağız biz?!.” dediler. Atına binen, haydi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin arkasına… Gittiler ama kâfirler sıvışmış gitmiş.
İmanın verdiği kuvvete bak, bu kuvvet ne ile oluyor? Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrine imtisal ve içerdeki iman kuvveti ile oluyor. Onun için iman kuvveti oldu muydu, kokma; iman kuvvetsiz oldu muydu onu kuvvetlendirmek için de Allah demek mecburiyetindeyiz. Diyeceksin ki:
“–Namaz kılıyoruz ya hoca efendi!”
Evet namaz kılıyoruz, namaz merâsim, emri-i ilâhîdir. İşte imama uyarız yahut evimizde kendimiz kılarız namazımızı. Kâfi gelmez. Evet, fuhşiyattan men eder ama o iman kuvvetin sağlayabilmek için bugün muhakkak surette Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin ismini dilimizde çok anmak mecburiyetindeyiz ki, o iman kuvveti bize de yerleşsin. Ve binaen aleyh Allah Celle Celaluhü hazretlerinden gayri kimseden korkmamak ve yalnız olduğumuz yerde de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrine muhalefetten korkmak, gerekir. Çobanın hali gibi…
Demiş ki:
“–Kandıracağız efendiyi ama, Allah’ı ne yapalım?..”
Bu kolay bir laf değil efendi! Bu kolay bir laf değil; sözü kolaydır ama yapabilmesi çok zor bir şeydir. Onun için iman kuvveti lâzım! Bu iman kuvveti için de bu Zikrullah muhakkak lâzım!..
Takva insanın cennete girmesine ve cehennemden kurtulmasına sebeptir. Takva sayesinde cennete girersin, cehennemden de kurtulursun.
Zikrullah ise Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyyete eriştir. Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyyete vesile olur. Mertebeler ve dereceler hâsıl olur. Malûm ya cennetin derecesinin sonu yok. Cennetler için sekiz tane derler ama bu bize misal olarak denmiştir, derecelere son yok… Kur’an ayetlerine nasıl son yoksa ona da son yok.
Ve fevka külli zî ilmin alîm. (Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen birisi vardır.) buyrulmuştur.
Onun için aziz kardeşim, mümkünse hiç durmadan hemen Hakk’ın zikrini dilinden bırakma ve hele gönlünden hiç çıkarma ki, hem saadet hem de derecelere nâil olasın!
43. Muhakkak ki, beşeriyet iktizası kalplerde kasâvet, katılık, zulmet, merhametsizlik gibi arızalar olur. Gerek hata ve kusurlarımızdan, gerekse daha başka bilemediğimiz şeylerden dolayı arız olan bu kasveti, Zikrullah’tan başka hiçbir şey gideremez.
“–Hoca efendi, kalbim katı, ne yapalım?”
Acıyamıyoruz. İşte bugünkü hal, acıyor muyuz kimseye?.. Orada adam ölse, kimse bir şey yapmaz; belki bir tekme vurup geçecek duruma düşmüşüz. Bir hayır yapılıyor, o hayra iştirakimiz nasıl oluyor? Zorla, zorlamak suretiyle… Veysel-Karânî gibi bir çoban, topladığı hurma çekirdeklerinden hayra bir para ayırabiliyor da; bugün milyonlara sahip insan hayra koşamıyor.
İşte bir numunesi: Geçen bizim bir arkadaş bir zengine gitmiş:
“–Bizim caminin önü yapılıyor, sizin de biraz katkınız orda bulunsun!” demiş.
Adam elli lira çıkarmış.
“–Efendi, ufacık bir adam verir bu elli lirayı! Sizden ben bunu almağa da utanırım, alamam da. Ne demek elli lira sizin gibi bir adama?”
Fukaranın birisi büyük bir konağın kapısına gitmiş, bir parça bir şey istiyor. Çıkarmışlar bir ekmek parçası vermişler. Almış eline baltayı, kapının eşiğine vuraraktan kırmağa başlamış.
“–Ne yapıyorsun, edepsiz?” demişler.
“–Ne yapayım; ya verginizi kapınıza göre verin, ya da verginize göre kapı koyun! Sizin bu kapınıza bakınca, ‘Ooo, burdan bana şöyle bir şey verilir.’ diye insanın içine gelir. Fakat verdiğiniz şey, hiç kapınıza lâyık değil.” demiş.
Allah Celle Celaluhü hazretleri affetsin kusurlarımızı… Bu kasvet-i kalb denilen gönül katılığının ve karanlığının alâmetidir. Bunu Zikrullah’tan başka hiçbir şey yumuşatamaz ve nurlandıramaz, parlatamaz.
Bu sebepten her gün, hattâ her an üzerimize çöken çeşitli kabusları ve cemiyet işlerindeki felâketleri ve kendi işlerimiz dolayısıyla vâkî olan hatalardan, kararan kalplerimizi temizlemek ve parlatmak, onun nuruna kavuşturmak, işte ancak Zikrullah ile kàbildir.
Aziz kardeşim, sen de sabahta, akşamda yatarken, işine gitmeden evvel muhakkak Zikrullah ile meşgul ol. Ama azıcık değil; Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin istediği çok zikirdir. Az zikir münafıklık alâmetidir.
Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Nisa Suresi 142’nci ayetinde (Ve lâ yezkürûnallàhe illâ kalîlâ) “Allah’ı az zikredenler münafıklardır.” diyor.
İşte, Allah Celle Celaluhü hazretleri deyiveriyor bir parçacık… İstenen bu değil, çok diyecek, hem de severek diyecek. Azıcık zikir gönlüne yerleşmesine, tesir etmesine kâfi gelmez. Görmez misin ki, az ateş kışın hiç odalarımızı ısıtır mı?.. Acızık ekmek karnımızı doyurur mu?.. Azıcık su hararetimizi keser mi? Hele sıcak mevsimlerde…
Zeyd oğlu Hammad denilen bir zât varmış, ona birisi kalbinin kasvetinden şikâyet etmiş. O da Zikrullah’a devamını tavsiye etmiş. Zîrâ gaflet, kasvet-i kalbi mucip olur. En iyi ilâcı da zikrullahtır. Çünkü Zikrullah hem gafleti giderir, hem de gönül cilâlandırır ve yumuşacık yapar. Kalay ateşte nasıl erirse, kalb de Zikrullah’ın yanında öylece erir ve pamuk gibi olur. O zaman ilâhî tecellilere de mazhar olur.
44. Zikrullah’ta kalplere şifa vardır. Kalbin yegâne ilâcı zikrullahtır.
Şimdi her derdin ilâcı var, doktor veriyor. Romatizmanınki ayrı, baş ağrısınınki ayrı, karın ağrısınınki ayrı… Kalpte bir hastalık var, onun ilâcı doktorun reçetesinde de yoktur, eczanede de bulunmaz. Onun ilâcı Allah Celle Celaluhü hazretleri kitabında. Nedir o?.. Zikrullah. Gaflet de kalbin marazıdır, hastalılığıdır. Binâen aleyh hasta kalelerin devası ve şifası hemen ancak zikrullahtır.
Çünkü kalb nur mahallidir, dâimâ nur ister. Zikrullah da en güzel bir nurdur. Nura nur ile gidilir.
Mekhûl ismindeki zât demiş ki:
“–Zikrullah, Allah’ı anmak kalblere şifâ; nâsın zikri de kalblere derttir.” demiş
Şâir de demiş ki:
“–Yâ Rab! Biz hasta olduğumuzda ancak senin zikrinle tedavi oluruz.”
Bunu biz yapabilir miyiz?.. Hemen doktora koşarız. İyi doktora koşacağız ama, biraz da Allah de bakalım!.. Yok. Aspirin varken ne yapacaksın da Allah diyeceksin.
45. Muhakkak Zikrullah, Allah Tebareke ve Teàlâ Hazretleri ile olan dostluğun başı ve esasıdır.
46. Gaflet, Hakk’ın buğzunun esasıdır. Kul Hak Sübhânehû ve Teàlâ’nın zikrine devam ettikçe, Hakk’ın da o kulu sevmesine ve onu velî edinmesine sebep olur. Kulun evliya olmasına, yâni sıradan bir mü’min değil de, evliyâ olmasına sebep olan şey, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile meşgul olmasıdır.
Kul, hiçbir şeyle Allah Celle Celaluhü hazretlerini kendisine düşman etmek için, gerek kendinin zikretmesini ve gerekse zikredenleri kerih görmesi yeter. Bir insan zikretmeyi ve başka zikredenleri de beğenmiyor mu, hoşuna gitmiyor mu; o Allah Celle Celaluhü hazretlerinin gazap ettiği insanların en birincisidir. Buna dikkat edin! Meselâ:
“–Şu aptallara bak! Oturmuşlar camide… Herkes şimdi para kazanma derdinde, bunlar da oturmuşlar orda, Kur’an okurlar, dua yaparlar; ne budala herifler!” diyor.
Kendisi giremediği gibi, orda oturanları da, Allah dedikleri için ayıplıyor. İşte bu Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin sevmediği kulun ta kendisidir. İşte bu düşmanlığın yegâne sebebi gaflettir. Ve bu gaflet üzerine bulundukça Hakk’ın zikrini ve Hakk’ı zikredenleri kerih görmekte devam eder. Bu sebepten Allah Celle Celaluhü hazretleri de, onu düşman ittihaz eder. Felâkete bak şimdi! Zakir kulunu velî ittihaz ettiği gibi… Zikredeni dost ediniyor; zikretmeyenler için de “Düşmanımdır.” diyor. Aman ya Rabbi, sen bizi böyle kötü ve felâketli gaflete düşürme.
47. Muhakkak Allah Celle Celaluhü hazretleri kendisini zikreden kulunu, Cenabı Hak gülerek, sevinç ve sürûra gark olmuş olduğu halde cennetine idhal eder. Cennetine korken de, gülerekten, sevinç içerisinde koyuyor kulunu…
Hazret-i Ebu Derdâ Radıyallahu anh hazretleri şöyle rivayet eder ki:
“–Dilleri Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile yaş olan, –yâni kurutmuyor dilini, zikirle meşgul–yorulmadan daima zikriyle meşgul olan kimseleri, Hazret-i Allah, güler oldukları halde cennetine koyacağını beyan buyurmuş.
48. Zikrullah muhakkak, kul ile cehennem arasında bir set, bir mânidir. Zikrullah’a devam eden insan, beşeriyet gereği bazı hatalara düşse de, Zikrullah onun önünde geçecek, cehenneme onu salıvermeyecek, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin izniyle…
48. Şeriatın emrettiği ne kadar ibadet varsa, hepsi bu güzel Zikrullah’ın ikamesi ve icrası için emr olunmuştur.
Ne kadar ibadet var; çeşitli oruçlar, namazlar, zekâtlar, haclar, hayırlar, hasenatlar neler varsa, hep bu zikrullahın sebebinedir. Namaz kılınması da yine bu Zikrullah’ın ikamesi içindir. Taha Suresi 14’üncü ayetde; Ekımis-salâte lizikrî “Beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl!” buyrulmuştur.
Namaz, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikri için en güzel vasıtadır. Onun için Tahrîm Suresinde bahsedilen Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin vekili olan Hazreti Ömer Radıyallahu anh hazretlerini tayinde, Hazret-i Âişe Radıyallahu anh hazretlerine söylediği bir hadis-i şerifini, bir âlim öğrenmiş. Kendisi de Acemistanlı; onu etrafındakilere duyuramamış. Duyuramadığı halde iken bile, o son günlerinde 17 günde 17 bin rekât namaz kılmış.
Ben buna akıl erdiremedim, günde bin rekât namaz nasıl kılınır diyerekten. Bir gayrete geldim kendi kendime, “Bakayım nasıl kılabilirim?” diye. 200 rekât kılabildiğim vakitte hoşaf oldum. Onu bir defa kılabildim, ikinci defada kılamadım. Baktım vücudum tahammül etmiyor, yüze indirdim. Ona da tahammül edemedim. Hâlbuki Cüneyd Rahmetullahi aleyh hazretleri 400 rekâtı kılmadan dükkânını da açmıyormuş. Çünkü zikrullah her şeyden üstün geliyor, namazdan ayrılamıyor. Kur’an’ını okumak suretiyle ve tespih çekmek suretiyle Allah’ın huzurundan ayrılamıyor.
Ebû Saîd Rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: “Şeyhim benim elimden tutup kütüphanesine götürdü ve bir kitap çıkardı okumaya başladı. Ben de o güzel sözleri can kulağıyla dinliyordum. Bana iltifat edip dedi ki:
“–Yâ Ebâ Saîd! Cenâbı Hakk’ın gönderdiği 124 bin peygamberin gönderilmesindeki hikmet ve sebep; şu Allah kelimesini kullara öğretmek içindir.” Allah demesini kullar bilsin diye, Allah’ı bildirmek için… Yâni Cenâbı Hak 124 bin tane peygamber göndermiş ki, “Kullarım beni bilsinler, beni tanısınlar.” diye.
Her kim ki bu Allah lafzını yalnız kulağıyla dinlerse ve diliyle söylerse; bu kelime durmaz, hemen öteki delikten çıkar. Bu kulaktan girer, o kulaktan çıkar, hiç bir faydası yoktur. Bunu ruhen dinlemek lâzımdır. Bunun iki tane sebebi var:
Bir kere söylenen sözün ağzından canlı çıkması lâzımdır. Canlı insan, yâni imanı kuvvetli insan konuştuğu vakitte, karşısındaki insanları eritir. Sözüne bakma, o edebiyat kısmı ayrı… Bir nümune söyleyeyim size:
Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin oğlu güzel yetişmiş, mezun olmuş. Babasına da hünerini göstermek üzere demiş:
“–Baba müsaade et, bugün nâsa ben vaaz edeyim.”
“–Eh, pekâlâ!” demiş.
Hazırlanmış, çıkmış kürsüye; edebiyatına, belağatına, fasahatına, son derece riayetle başlamış konuşmaya. Herkesi almış bir uyku, başlamışlar horul horul uyumaya… Canı sıkılmış tabii;
“–Yâhu ben bu kadar emek çektim, bak ne inciler, ne mercanlar, ne yakutlar saçıyorum ama, zavallılar uyuyorlar!” diye kızmış kendi kendine.
Derken babası gelmiş. Babası gelince tabii, inmiş kendisi, “Buyurun babacığım!” demiş. Abdülkàdir-i Geylânî Hazretleri kürsüye çıkmış:
“–Çocuklar kusura bakmayın, biraz geç kaldım. Sebebi; yemek yokmuş evde, anneniz yumurta kırdı da onu pişirdi. Biraz ondan nafakalandım da…” demiş.
Birden bir galeyan ortada, bir galeyan, Allah diyen, feryat eden, kendini yere atan… Şaşırmış çocuk;
“–Yâhu babam anamın yumurta pişirdiğinden bahsediyor, bak şu hale!” demiş.
Halk birbirine girmiş, kendinden geçmiş herkes. Senin fesahatin, belâğatın kaç para arkadaş, iş içerdeki imanda…
Demiş:
“–Baba ne oldu böyle, ben o kadar belağat, fesahat saçtım, hepsini bir uyku aldı, sen anamın yumurtasından bahsettin, bak şu hale!”
“–Oğlum, ben o hali kazanmak için şu Bağdat’ın çöllerinde yedi sene toprak çiğnedim, memlekete girmedim, riyazetin çeşidiyle Allah Celle Celaluhü hazretlerine ulaşmanın yollarını aradım. Sen mektepteki tahsilin sebebiyle, sandın ki ben bu işi bitirdim artık. Öyle yağma mı var, evvelâ kendini imanla doldur, ondan sonra söyleyeceğini söyle!” demiş.
Onun için bizim sözlerimiz –hepimiz içine dahil– ölü. Ölünün söyledikleri insanın bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar, vesselâm.
Onun için zikrullahı yaşayacaksın da Allah Celle Celaluhü hazretlerinden alacaksın alacağını… Yoksa şundan bundan alacağım dersen, yandın.
İmam-ı Şa’rânî diye ehl-i tasavvufun büyüklerinden birisi var. Güzel de eseri vardır mübareğin. O diyor ki:
“–Ben tarikata girdiğim vakitte, zikrim her gün ve gecede 24 bin idi.”
Böyle diyor. İlk zikir beş binden başlarmış. Günde beş bin defa Allah diyeceksin!
Eskiden martini ile atarlarmış, dolma tüfekle atarlarmış, şimdi onun yerine mitralyöz geldi, şöyle tarayıp geçiyor. Şimdi bu zikrullahın çokluğu, bunun gibi olmalı yâni.
Zîrâ insanın 24 saatteki nefesi, takrîben 24 bindir. 24 bin defa nefes alıp veriyoruz. Binâen aleyh, 24 bin defa Allah dersen, hiçbir nefesin Allah demeden kaçmamış oluyor. Bu sayede hiçbir nefes, zikrullah’sız geçmemiş oluyor.
Hasan-ı Basrî Rahmetullahi aleyh Hazretleri:
“–Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin en sevgili kulları, zikirleri çok olup, kalbleri ile ittikà edenler, muttakî olanlardır.” buyurmuş.
İttikàya, hayâya sahip olmak için, kaynağın birisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Oraya, o kaynağa varabilmek için de, başta istiğfar lâzım! İstiğfarsız kaynağa varırsan, bir şey alamadan dönersin. Yani tövbesiz, temizlenmeden kaynağın başına varırsan, suyu içemeden dönersin. Suyu oradan içebilmek için, önce istiğfar lâzım!
Onun arkasından kaynağa gittiğin vakit, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden alınacak istifadenin nasıl olacağına dair salât ü selâm bahsini açmış müellif. Onun arkasından da zikrullah bahsi gelmiş Zikrullah bahsine girmeden evvel de cihad bahsini açmış, cihadın ne demek olduğunu anlatıyor.
Bunlar imana taallûk ettiği için, okuyorum. Evvelâ iman kuvvetli olacak. O hayâ ki imanın zinetidir. “İlk kalkacak hayâdır.” diyorlar. Bu hayâ kalkacak deyince, ben de zannediyorum ki, zenbillere dolduracaklar da çekecekler hayâyı havaya… Hayânın kalkması, halbuki kendi elimizleymiş. Biz bırakacağız, o da kalkacak. Hayâyı bıraktık mıydı da, kalkar gider. İttikà?.. O da yok. Niçin Allah’ın zikri ile meşgul değiliz ki?..96
1. Camiüssağır Şerhi Feyzül Kadir. Cild5. S.254
2. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.220
3. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.221
4. Sahih-i Buhari
5. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
6. Ramuz Metni S.327
7. Ramuz Metni S.232
8. Keşfül Hafa 1/232
9. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
10. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
11. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
12. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
13. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
14. Buhari ve Müslim
15. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
16. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
17. Buhari ve Müslim; Cevahirül İslam S.139
18. En Yakın Yol s.351
19. İlahi Hadisler, Din İşleri Başkanlığı, Hadis No:61
20. Sahih-i Buhari, Tevhid 50
21. Mişkatül Mesabih Şerhi Cild 1 S.448
22. Ramuz Metni S.266
23. Ramuz Metni S.336
24. Buhari
25. Buhari
26. Buhari ve Müslim
27. Tirmizi:
28. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
29. Ramuz Metni S.80
30. Ramuz Metni S.383
31. Camiüssağir Ş.Feyz K. Cild 5. S.451
32. Ramuz Metni S.554; İbni Kesir Cilt 4
33. Ramuz Metni S.122
34. Riyazül Cennet S.26, 91.Nolu H.Ş
35. Riyazül Cennet S.23, 86.Nolu H.Ş
36. Feyzül Kadir Cilt 5. S.497
37. Feyzül Kadir Cilt 6. S.83
38. Ramuz Metni S.449
39. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
40. Ramuz Metni S.478
41. Ramuz Metni S.444
42. Ramuzel Hadis S.351. 3566 Nolu Had.Şer.
43. Ramuzel Hadis S.351. 3567 Nolu Had.Şer.
44. Camiüssağir Ş.Feyz K. Cild 1. S.23
45. Camiüssağir Ş.Feyz K. Cild 1. S.147
46. Allah’ı Niçin Anıyoruz?
47. Taberani Merfuan Riv. ettiği Had. Şer.
48. Envarül Aşikin Mirac Olayı S.258
49. Envarül Aşıkin S.262
50. Mefatih-ul Cenan (Arafat duası)
51. Mefatih-ul Cenan (Münacat-ı Şabaniyye)
52. Mefatih-ul Cenan (Ariflerin münacatı)
53. Mefatih-ul Gayb, S.54
54. Rifai Yolu’nun Esaslari”Muhammed Ebu’l Hüda es-Sayyadi ks.
55. Buhârî
56. Müslim ve Tirmizî
57. Beyhâkî
58. Beyhâkî
59. Beyhâkî
60. Müzekkin Nüfus S.369,370
61. Sırrül Esrar
62. Etterğibü Vetterhib c.2 s.401
63. Sahib-i Buhari, Müslim
64. Riyazüssalihin
65. Envarul Aşikin. S.505
66. İhyau Ulumuddin. Cild2. S.106
67. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.128
68. Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.58
69. Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.83
70. Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.93
71. Tasavvufi Ahlak. S.97
72. Tasavvufi Ahlak. S.97
73. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.30
74. Neticetül Fiker
75. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.85
76. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.85
77. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.75
78. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.122
79. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.128
80. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi. C.2. S.896
81. Riyazussalihin; Buhari ve Müslim
82. Riyazus-Salihin (Sahih-i Buhari)
83. Ramuzel Hadis. S.421. 4247 No’lu Had.Şer.
84. Ramuzel Hadis. S.111. 1027 No’lu Had.Şer.
85. Ramuzel Hadis. S.117. 1094 No’lu Had.Şer.
86. Riyazus-Salihi. S.837 (Buhari ve Müslim)
87. Riyazus-Salihi. S.837 (Müslim)
88. Bihar-ul Envar. C.93. S.155
89. Mefatih-ul Cenan Arafat Duası
90. Bihar-ul Envar. C.93. S.158
91. Bihar-ul Envar, C.93. S.158
92. Mefatih-ul Cenan (Arafat duası).
93. Bihar-ul Envar. C.93. S.162
94. Etterğibü Vetterhib C.2 S.411
95. www. gavsulazam.de sitesinden de yaralanılmıştır.
96. Zikrullahın Faydaları İstanbul 1971 seha neşriyat