21. SOHBET ZİKİR
Ey cemâat! Rabbinize (CC) ibâdetinizi artırın, uzatın. Çünkü O (CC) kendisine samîmiyetle, çokça ibâdet edenleri övmüştür. Hz. Peygamber (SAV)’den şöyle rivâyet edilmiştir: “Kulun Rabbi için namaz kılarken kıyâmı uzadığında, kurumuş yaprakların şiddetli rüzgârın estiği günde ağaçtan yere serpildiği gibi günahları kendisinden dökülür.”[1] Kul, Allah’a (CC) itâatinde ne kadar samîmî olursa günahları o derecede zâhirinden ve bâtınından dökülür. Kalbi nurlanır. Sırrı safâ bulur.
Ey oğul! Sahih ol ki, fasih olasın. Halvetinde sahih ol ki, celvetinde fasih olasın. Dünyâda sahih olursan, âhirette Allah’ın (CC) huzûrunda konuşmada fasih olursun. Şefaat eder ve şefaat edilirsin. Seni yarattıklarından istediğine kendi izni ve emriyle şefaatçi kılar. Senin başkalarına şefaat etmeni sana bir ikram olsun diye ve indindeki değerini göstermek açısından kabul eder. Rabbin (CC) ile arandaki işlerde sahih ol ki, halkını eğitmede fasih olasın. Halka bir terbiyeci, bir öğretici olasın.
Yazık sana! Bu makamda oturuyorsun, insanlara vaaz ediyorsun ve sonra da onlarla berâber gülüyorsun, komik fıkralar anlatıyorsun; zararı yok, ne sen felah bulursun, ne de onlar! Vâiz bir ilim öğreticisidir, bir edep öğreticisidir, vâiz bir öğretmen ve bir eğitmendir. Dinleyiciler çocuk gibidir. Çocuklar kendilerine sert davranılırsa, asık surat gösterilirse öğrenirler. Ama onlardan çok az kimse de vardır ki, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendilerine bir mevhibesi, bir mevhibesi (bağışı) olarak bunun tersi metotla öğrenirler.
Ey sûfîler! Dünyâ fânîdir. Dünyâ ayak bağı, hüzün, sıkıntı ve Rabbinize (CC) bir perdedir. O’na (CC) baş gözlerinizle değil, kalp gözlerinizle bakın. Kalp gözü mânâya bakar, baş gözü ise sûrete bakar. Mü’min her şeyiyle Allah-ü Teâlâ (CC) içindir, onda halk için bir zerre dahi olamaz. O zâhiriyle de, bâtınıyla da O’nunla (CC) berâberdir. Hareketi O’nadır (CC), sükûnu O’nun (CC) içindir. Ancak O’nunla (CC) hareket eder, ancak O’nunla (CC) sükûn eder. Mü’min O’ndandır (CC), O’nunladır (CC), O’nun (CC) içindir. Mü’mini kısmeti, o habersiz olduğu halde gelir ve onun kapısını bulur. Ona gelir ve onun hizmetini bekler. Sizin ise bütün meşgûliyetiniz kısmetinizin sırtına atlamak ve ona karşı harîs olmak.
Ölümü ve sonrasını unuttunuz. Cenâb-ı Hakk’ı (CC) unuttunuz. O’nu (CC) sırtınızın arkasına attınız. O’dan (CC) yüzçevirdiniz ve dünyâya, halka ve sebeplere sarıldınız. Sizden pek çok kimse dünyâya ve dirheme tapıyor. Hâlık’a (CC) ve Rezzâk’a (CC) kulluğu terkediyor. Bütün bu hastalıklar nefislerinizdendir. Onu, kuru yiyeceklere ve bir yudum suya râzı olup, ondan emin oluncaya kadar mücâhede hapishânesinde hapsetmeli ve gıdâlarından mahrum bırakmalısınız. Bunlar bile onun zevkleridir. Eğer onu türlü zevkleriyle beslerseniz o zaman sizi de yer. Tıpkı şu sözdeki gibi olur: “Köpeğini beslersen seni yer.” Allah-ü Teâlâ (CC) onun hakkında: “Muhakkakki, nefis kötülüğü emrecidir, Rabbimin (CC) merhamet ettiği müstesnâ”[2] diye buyurmuşken, nefisten ne hayır beklenir?
Ey sûfîler! Hakk’ı hatırlayın ve zikredin. Zîrâ ancak “lüb” (gönül) sâhipleri O’nu (CC) hatırlar. Sûfîler gönül sâhibidirler. Onlar dünyâyı anlamışlardır da, ona karşı zâhid olmuşlardır. Sonra da âhireti anlamışlar ve ona dalmışlardır, tâ ki, âhiret ağaçları onlar için bitmiş, büyümüştür. Âhiretin nehirleri onlar için akmıştır. Uyku hâlinde olsun, uyanıklık hâlinde olsun onda yer edinmişlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın (CC) mubabbeti onlara gelince, âhiretten kalkmışlar, oradan sefer etmişler ve oradan göçmüşlerdir. Kalplerini kuvvetlendirip, Rablerinin(CC) kapısına doğru yönelmişlerdir. Başka bir şey değil, sâdece O’nun (CC) rızâsını umanlardan olmuşlardır. Bu topluluğu tebrik edin. Onlara karşı samîmî olun. Onlara hizmet edin. Onları iyi tanıyın. Onların sohbetinde edepli olun.
Allah’ım (CC)! Bizi her hâlimizde, sana ve sâlih kularına karşı güzel edeple rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
[1] bak.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V/179.
[2] Yûsuf S. A.53.
22.SOHBET ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK
Kahrolasın, ey dünyânın kulu, ey halkın kulu! Ey gömleğin, sarığın, dinarın, dirhemin, övgünün ve yerginin kulu! Yuh sana! Her şeyin dünyâ için. Her şeyin Rabbinden (CC) başkası için. Halvette ve celvette O’nunla (CC) berâber olma zevkin nerede? Halbuki, O (CC) seni sâdece kendisine ibâdet etmen için yaratmıştır. Aklı, gönlü, kalbi ve bilgisi olan kimse Rabbine (CC) ibâdet eder. Önemli işlerinde O’na (CC) yönelir. Aklı olmayan kimse ise böyle davranmaz; onun kalbini dünyâ sevgisi ve halk kaplar.
Sizden çoğu zâhiriyle müslüman olduğunu iddiâ eder, fakat kâfirlerin şu sözlerini söyler: “Bizim için hayat sâdece bu dünyâ hayâtından ibârettir; ölürüz ve diriliriz. Bizi “dehrden” (zamandan) başka bir şey de öldürücü değildir.”[1] Kâfirlerin çoğu bu sözü söyler, sizden de böyle söyleyenler çoktur. Onlar bunu gizlerler, ama kendilerinden sâdır olan fiillerle böyle söylerler. Onların benim katımda bile sivrisinek kadar değerleri, kıymetleri yokken Hakk (CC) katında nasıl olur? Akılsızdır onlar. Zararı ve faydayı ayırdedecek kâbiliyetleri yoktur onların.
Ey Allah’ın (CC) kulları! Ölümü ve ölümden sonrasını düşünün. Cenâb-ı Hakk’ı (CC), halkı üzerindeki tasarrufunu, rubûbiyetini ve azametini düşünün. Ailenizden yalnız kaldığınızda, gözler uyuduğunda siz bunları düşünün. Kalp, Allah-ü Teâlâ (CC) için düzelip sapasağlam olunca, Allah-ü Teâlâ (CC) o kalbi alış verişle, sebeplere sarılmayla uğraştırmaz. Onu diğerlerinden ayırır, kurtarır. Düştüğü yerden kaldırır. Kapısının önüne oturtur. Lutuf denizinde uyutur.
Ey Rabbinden (CC) yüzçeviren! Toz duman kalktığında göreceksin. Eğer O’na (CC) dönmez, O’na (CC) yönelmez ve uyanmazsan, evinin haraplığını, Hakk’ın (CC) seni tutup yakalayıvermesini yakında göreceksin.
Yazık sana! İslâm gömleğin paramparça. Îman gömleğin pislik içinde. Îmânın çıplak. Kalbin câhil. Sırrın bulanık. Sadrın İslâm’a açılmamış. Bâtının harap, ama zâhirin mâmur. Sayfaların simsiyah. Sevdiğin dünyâ seni terkediyor. Kabir ve âhiretin yaklaşıyor. Uyan, çok yakında gideceğin yer konusunda dikkatli ol! Sonra bu mümkün olmayabilir. Belki de ölümün bugün, hattâ şimdi gerçekleşecek. Seninle emellerin arasına duvar konacak.
Ne istediğini bilene, harcadığı az ve hafif gelir. Muhabbette sâdık olan, mahbûbundan başkasıyla berâber duramaz. Halktan biri: “Biz “Orada nefislerin çektiği ve gözlerin zevk aldığı şeyler vardır”[2] âyeti ile cennet hakkında haberdâr olduk, bunun bedeli nedir?” diye sorarsa ona deriz ki: “Allah (CC), mü’minlerden canlarını cennet mukâbilinde satın aldı.”[3] Nefsi ve malı teslim et ki, onlar senin için olsun.
Başka biri de şöyle diyebilir: “Ben sâdece O’nun (CC) rızâsını gözetleyenlerden olmak istiyorum. Kalbim kurbiyet kapısını gördü. O kapıdan içeri giren ve dışarıda olan muhibler bana gösterildi. Onların üzerinde Melik’in elbisesi var. O kapıdan içeri girişin bedeli nedir?” Ona deriz ki: “Her şeyini harca, ver. Zevklerini, istek ve arzularını terket. Bu işte kendinden fâni ol. Cenneti ve içindekini terket. Nefsi, hevâyı, hevesi bırak. Dünyevî ve uhrevî arzu ve isteklerde yüzçevir. Her şeyi terket ve kalbinin arkasına at. Sonra içeri gir. İşte o zaman gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyi göreceksin.
[Allah’ım (CC)! “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
[1] Câsiye S. A.24.
[2] Zuhruf S. A.71.
[3] Tevbe S. A.111.
23. SOHBET TEVECCÜH (Cenabı Hakk’a Yönelmek)
Ey oğul! “ ‘Allah (CC)’, de, sonra da onları terket.”[1] De ki: “Beni yaratan beni hidâyete eriştirir.” Ey dünyâya karşı zâhid olan! Eğer kalbin âhirete tâlip olarak dünyâdan ayrılmışsa, de ki: “Beni yaratan beni hidâyete eriştirir.” Ve sen de, ey Cenâb-ı Hakk’ı (CC) dileyen, O’na (CC) yönelen, O’ndan (CC) başka her şeye zâhid olan kimse! Eğer senin de kalbin Mevlâ’yı (CC) tâlip olarak cennet kapısından çıkarılırsa sen de de ki: “Beni yaratan beni hidâyete eriştirir.” Yol harâmîlerinden onun hidâyetine sığın.
Ey sûfîler! Bana icâbet ediniz. Zîrâ ben Allah-ü Teâlâ’nın (CC) dâvetçisiyim. Kalbinizle yaratıcınıza dönün. Çok yakında hepiniz öleceksiniz. O’na (CC) giden tevbe ve özür kapılarını aralayın. O’nu (CC) gözetleyin. Bilin ki, O (CC) sizin her şeyinize muttalîdir. O (CC) gözetleyendir, yakındır, şâhiddir, müşâhiddir. O’nun (CC): “Üç kişinin kendi aralarında gizli konuşması olmasın ki, O (CC) onların dördüncüsü veyâ beş kişinin altıncısı olmasın. Veyâ bundan çok veyâ az olsun, nerede olurlarla olsunlar O (CC) onlarla berâberdir”[2] buyruğunu işitmediniz mi?
O’nun (CC) zikir yemeğinden yeyin. O’nun (CC) ünsiyet şarâbından için. O’nun (CC) kurbiyeti ile zenginleşin. Ey kalpleri ölüler! Ey “ribâ” (fâiz) üzerinde oturanlar! Boğulmadan önce kalkın. Helâk olmadan önce kalkın. Ey “med” (ileri gelme) yerinde oturanlar! “Cezir” (geri çekilme) gelmeden önce kalkın. Kalkın! Su ayaklarınızın altına ulaştı. Şirk bölgesinden tevhîd bölgesine gidin.
Ey Rabbimiz (CC)! Bizi râzı olduğun caddede tut. “Hidâyet bulduktan sonra kalplerimizi saptırma.”[3] Kalplerimizi Hak’tan başka şeye meylettirme. Onları senin kitâbına ve nebîn Muhammed (SAV)’in sünnetine ittibâdan ve onlarla amel etmekten çıkarma. Bizi, daha önce geçmiş olan Nebîlerin (AS), Resullerin (AS), şehitlerin ve sâlihlerin yolundan çıkarma. Ruhlarımızı onların ruhlarıyla berâber eyle. Bizi âhiretten önce, dünyâda iken kurbiyet evine al. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
[1] En’âm S. A.91.
[2] Mücâdele S. A.7.
[3] Âl-i İmrân S. A.8.
24. SOHBET KURBİYYET (Cenabı Hakk’a Yakınlık)
Ey oğul! Muhibler, eğer kıyâmet günü cennete girmekten kaçınmanın bir yolunu bulsalar, oraya girmezler. Çünkü onlar derler ki: “Biz cenneti ne yapalım? Biz Hâlık’ı (CC) isteriz. Biz sun’u (eşyâyı) ne yapalım? Biz Sâni’i (Yaratıcıyı) isteriz. Biz tekvîni (varlığı) ne yapalım? Biz Mükevvin’i (Vareden’i) isteriz. Biz hâdisi (sonradan olanı) ne yapalım? Biz Kadîm’i (Evveli Olmayan’ı) isteriz.
İşte bu kalp, eğer sahih, sapasağlam olursa, böylesi sıfatlarla mücehhez olursa, Cenâb-ı Hakk’a (CC) kurbiyet de kazanır. Kalbin dünyâyı ve halkı terketmesi sağlam olursa, onun kurbiyeti de o derece sahih ve sağlam olur.
Sana yazıklar olsun! Ben küçüklüğümden şu ânıma kadar Hakk (CC) kapısında duruyorum. Oysa sen onu bir kere olsun görmedin. Kalbin ne o kapıyı, ne de o kapının sâhibini bir kere olsun görmedi. Bu işâret ettiğim mağribde ise sen maşrıktasın.
Nasıl terbiye edildiğimi, nasıl yetiştirildiğimi iyi anla! Aklım yettiğinden beri ben seçkin kulları ile birlikte O’nun (CC) kapısındayım. “Emir doğru söylüyor” de, yoksa boynun uçurulur.
Ey Yûsuf’u satan![1] Yanında neyin var? söyle. Arkada neyin var? haber ver. Ey oğul! Kalbinden ve sadâkatinden bahset; yoksa sus! Mâdeninden, hazînenden, evinden infak et; yoksa hırsızlık etme, infak etme! İnsanlara sofrandan yedir. Kendi kaynağından su içir. Ârif bir mü’min suyunu, aslâ kurumayan kaynaktan, mücâhede ve sadâkat kazmaları ile kazdığı kaynaktan içer ve içirir.
Ey oğul! Dünyâ tarafında cennet yoktur. O cennete de yaklaştırmaz. Kul, dünyâya yaklaşır ve onu ister. Sonra onun ayıplarını ve kusurlarını görür; ona karşı zâhid, isteksiz olur. Yaşatacak kadar dünyâlığa kanaat gösterir. Onu da şerîat, takvâ ve vera eliyle alır. Zühd eliyle alır. Kalp eliyle alır, nefis, hevâ ve şeytan eliyle değil. Bu tamam olunca ona cennet gelir. Çünkü onun dünyâya karşı zâhid olması cennetin bedeli ve anahtarıdır. O zaman kalbiyle cennete girer, ayaklarıyla orada karar kılar; sırrı oraya yerleşir; oranın işleri ona kolaylaşır. Bu durumda iken kendisine doğru gelen Hakk (CC) erlerini görür. Onlara: “Nereye?” der. Şöyle cevap verirler: “Biz Allah-ü Teâlâ’nın (CC), haklarında: “Ancak O’nun (CC) rızâsını umarlar”[2] buyurduğu kimseleriz. Cennet bütün genişliğine rağmen ona dar gelir. Rabbinden (CC) bağışlamasını ister ve şunları okur: “Bana hayırlı kapıyı göster ki, çıkayım. Burada kafeste mahkum kuş gibi kaldım. Kalbim senin hapishânende. Çünkü dünyâ mü’minin, sen de ârifin hapishânesisin.” Oradan koşarak çıkar ve o geçmiş olan topluluğa katılır. Bu sâliklerin yoludur. Meczûbların yoluna gelince, kurbiyet şimşeği, ne bir aşama, ne de bir vâsıta olmaksızın daha ilk adımda onları avlar.
Allah’ım (CC)! Kalplerimizi kendine cezbet, çek. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
[1] bak.: Yûsuf S. A.20.
[2] Kehf S. A.28.
25. SOHBET VELİLER
Ey oğul! Sûfîlerin dağlar kadar hayırlı amelleri olur. Ama onlar onu amelden saymazlar. Bu amelleriyle onlar ancak tevâzu ve tezellül gösterirler. İşte sen de akıllı ol; zül ve tevâzu ayakların üzerinde dur. Tevâzu üzere, sakınma üzere, mahvolma ve sırrını temizleme kederinden ve darlığından doğan korku üzere ol. Eğer bu hal üzere devam edersen Allah (CC) tarafından sana bir emniyet gelir. Kalbine ve sırrına mührünü vurur. Halvet duvarına yazısını yazar. Orada ve bütün uzuvlarında işâretler, diller, tesbîhler ve zikirler olur. Kalbin acâip şeyler işitir; halbuki senden bir kelime bile çıkmaz. Zâhirin ve halk senden bir kelime bile işitmezler. O senden dışarı çıkmayan bir şeydir. Senin için tanıdığın bir bildik olur. Kendi kendine onunla konuşursun.
“Rabbinin (CC) nîmetini anlat.”[1] Ey velî! Bu gizli nîmeti anlat! Sen, sen, bizzat sen ey oğul! Rabbinin (CC) celvette bile sana bahşettiği nîmetini anlat. Zîrâ velîliğin şartlarından birisi de kitmândır (saklamak ve saklanmaktır). Nebîliğin şartı ise ızhârdır (açıklık ve açıklamaktır). Velî durumunu Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ızhar eder. Eğer o durumunu halka ızhar edecek olursa belâya dûçar olur ve hâli kendisinden alınır. Eğer onun durumu kendisi tarafından değil de, Allah-ü Teâlâ (CC) tarafından, O’nun (CC) bir fiili vesîlesiyle ortaya çıkacak olsa, o zaman velî için bir muâhaze (sorgulanma) veyâ bir ayıp sözkonusu olmaz. Çünkü fâil başkasıdır, o değil.
Biri bana şöyle dedi: “Bu iş başına gelenlerin hepsi gizliyor, ama sen ızhar ediyorsun?” Ona dedim ki: “Vah sana! Bir şey ızhar etmiyoruz; galebe ile ve kasıtsız olarak ortaya çıkıyor.” Havuzum ne zaman dolsa onu azaltırım. Ama sel gelince havuz etrâfına gayr-i ihtiyârî taşıyor. Buna ben ne yapabilirim?”
Yazık sana! “Fütûhat” (ilâhî feyizler) için zâviyeye çekiliyorsun ama kalbin halkla dolu! Sahrâlara git, çöllere düş. Oralara düştüğünde kurb hazînesini elde edersin. Sonra halk arasına oturur ve o zaman halka devâ olursun. Söylediklerime inanana, söylediklerimden zevk alana, “halvette ve celvette” (yalnızken ve halkın içinde iken) söylediklerimle amel edene Allah (CC) merhamet etsin.
Ey cemâat! Mücâhede edin, çabalayın ve ümitsizliğe düşmeyin; çok yakın bir zamanda kurtulacaksınız. İşitmediniz mi, Allah-ü Teâlâ (CC) nasıl buyuruyor: “Umulur ki, Allah (CC) ondan sonra yeni bir iş (uygun bir durum) ortaya çıkarır!”[2] Rabbinizden (CC) korkun ve O’ndan (CC) ümitvâr olun. O’nun (CC) nasıl buyurduğunu işitmediniz mi: “Allah (CC) sizi kendisinden çekindirir.”[3] “Havf u hazer”iniz (korku ve çekinme duygunuz) kadar emân ve emniyet görürsünüz. Rabbinize (CC) tevekkül edin ve O’na (CC) karşı takvâ sâhibi olun. O’nun (CC): “Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter”[4] buyruğunu işitmediniz mi?
Allah’ım (CC)! Bizi yarattıklarından müstağnî kıl, onlara muhtaç etme. Bizi, halkın malını minderlerinin altında toplayıp saklayanlara ve o mallarıyla halka karşı böbürlenenlere muhtaç etme. Onlar ucüp ve kibir çöllerine dalmışlar; fakirler onlardan dileniyorlar, onlardan yardım istiyorlar da onlar duymazdan geliyorlar. Allah’ım (CC)! Bizi ihtiyaçları senden gelen, sıkıntılarında da senden yardım dileyen kimselerden eyle.
Süfyân-ı Sevrî’ye (v. 161/777), “câhil kimdir?” diye sorulduğunda o şöyle cevap verdi: “Câhil, ihtiyaçlarını Allah-ü Teâlâ’dan (CC) isteyinceye kadar O’nu (CC) tanımayan kimsedir.” Câhilin durumu, bir hükümdarın evinde bir işle meşgul olan bir adamın durumuna benzer: Hükümdar ona bir iş buyurur, o da o işi bırakır, hükümdarın komşularından birisinin kapısına gider. Ondan, yemek için bir dilim ekmek parçası ister. Hükümdar bu yaptığını bilseydi onu öldürmez miydi? Ona sarayına girmeyi yasaklamaz mıydı?
Ey kalpleri ölüler! Beni iyi dinleyin. Ben, o adamın sıfatını sizde görüyorum. Rabbinizi (CC) tanımadan nasıl ölürsünüz!
Allah’ım (CC)! Bizi mârifetinle, amellerimizde sana karşı ihlaslı olmakla, senden başkası için amel etmemekle rızıklandır. Bizi zâhir ve bâtın hükümlerinin ilmi ile rızıklandır. Bize sabır ver, rızâ ver. İlminin ve kaderinin gereği olan belâların acılarını bizlere tatlılaştır. Kalp etlerimizi erit ki, kudretinin gereği olan elemleri hissetmeyelim ve Seninle sohbetimiz dâim olsun. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
[1] Duhâ S. A.11.
[2] Talâk S. A.1.
[3] Âl-i İmrân S. A.28.
[4] Talâk S. A.3.
26. SOHBET SIHHATİN VE BOŞ ZAMANIN KIYMETİNİ BİLMEK
Ey oğul! Nasîbin olan şeyi kaybetmezsin; onu senden başkası yiyemez; o başkasının nasibi değildir. Nasibin olan şeyi ona rağbet veyâ hırs göstermekle de elde edemezsin. O dün gibi geçmiştir. İçinde bulunduğun an bugünün, gelecek ise yarındır. Dünün senin için bir ibret, bugünün amel, yarının da ücrettir. Yarın ise sen belki olacaksın, belki de olmayacaksın. Sen yarın adının ne olacağını (başına ne geleceğini) bile bilmiyorsun. Size söylediklerimi hatırlayacak ve pişmanlık duyacaksınız.
Yazıklar olsun! Huzûrumda bulunmayı bir veyâ birkaç buğday tânesine karşılık satıyorsun. Kendini benden kesmen, ancak benim durumumu ve ne söylediğimi bilmemendendir. Söylediklerimin ne aslını, ne de teferruatını biliyorsun. Onun kaynağını da bir türlü göremedin; eğer bilseydin ve tanısaydın benden kesilmezdin. Bir süre sonra size yaptığım nasîhatleri anlayacaksınız. Sözümün sonucunu öldükten sonra göreceksiniz. “Siz benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız. Ben işimi Allah’a (CC) havâle ediyorum.”[1] Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.
Mü’mine en sevimli gelen şey ibâdettir. Ona en sevimli gelen şey namaza durmaktır. O evinde oturur ama kalbi Hakk’a (CC) dâvet eden müezzindedir. Ezanı duyunca kalbini sevinç kaplar. Mescitlere ve câmilere uçarak gider. Yanında verecek bir şey olduğunda dilenci gelirse sevinir. Çünkü o Hz. Peygamber’in (SAV): “Dilenci, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kuluna hediyesidir”[2] sözünü işitmiştir. Nasıl sevinç duymasın ki, dilenci vâsıtasıyla Rabbinin (CC) emrini yerine getirmiş ve O’na (CC) borç vermiş olur!
Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Allah-ü Teâlâ (CC) kıyâmet günü mü’min kullarına şöyle hitap eder: ‘Sizler âhiretinizi dünyânıza tercih ettiniz. Bana ibâdet etmeyi şehvetlerinize, istek ve arzularınıza tercih ettiniz. İzzetim ve celâlime yemin ederim ki, cenneti sizden başkası için yaratmadım’.” İşte bu O’nun (CC) mü’minlere hitâbıdır. Muhiblere hitâbına gelince, o da şudur: “Siz dünyâya, âhirete ve bütün yarattıklarıma karşı beni tercih ettiniz. Yâni halkı kalbinizden çıkardınız, sırlarınızdan uzaklaştırdınız. İşte cemâlim sizin için. Kurbiyetim sizin için. Ünsiyetim sizin için. Sizler gerçek kullarımsınız.”
Evliyâdan bâzısı uykularında cennet yiyecekleri yer, cennet içecekleri içerler, oradaki her şeyi görürler. Bâzıları da yemeden, içmeden kesilirler, halktan soyutlanıp perdelenerek yeryüzünde Hızır ve İlyâs gibi ölümsüz yaşarlar. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) yeryüzünde böyle, halkın kendilerini görmediği ama kendilerinin halkı gördüğü gizli kulları pek çoktur. Onlar arasında “velî” olanlar pek çoktur; “a’yân” olan ise az mı azdır. Her şey onlara gelir, onlara yaklaşır. Yeryüzü onlar vesîlesiyle yeşerir; gökten yağmur onlar vesîlesiyle yağar; halk üzerinden belâlar onlar vesîlesiyle uzaklaştırılır.
Meleklerin yiyeceği Hakk’ı (CC) zikretmek, tesbîh ve tehlîl etmektir. Evliyâdan çok az kimsenin yiyeceği de onlarınki gibidir. Ey sıhhatli ve boş zamânı bol kişi! Ne kadar çok adanmışsın! Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “İki nîmet vardır ki, insanların çoğu onda aldanmıştır: Sıhhat ve boş zaman.”[3]
Bir hastalık gelip sıhhatini bozmadan ve bir meşgûliyet gelip boş zamânını doldurmadan, sıhhatini ve boş zamânını Allah-ü Teâlâ’ya (CC) tâatte kullan. Fakirlik gelmeden önce zenginliğinin kıymetini bil; zenginlik sürekli olmayabilir. Fakirlere ikramda bulun ve elindekini onlarla paylaş. Onlara verdiğin şeyi Rabbinin (CC) yanında bulacaksın ve onlar sana âhirette fayda sağlayacak.
Yazık size! Ölümden önce, hayâtınızın kıymetini bilin. Ölümden ibret alın. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Vâiz olarak ölüm yeter.”[4] Ölüm yeni olan her şeyi eskitir. Uzağı yakın eder. Duru olanı bulandırır. Ölümden kaçış yok: Belki de şimdi gelecek, veyâ bugün… Hüküm başkasının elinde, sizin elinizde değil. Neyiniz varsa hepsi iğretidir, aslî değildir, geçicidir. Çocuklarınız, sıhhatiniz, boş zamânınız, hayâtınız geçicidir; işlerin en önemlisi ile uğraşın.
Vah sana! Kendin sabırsızın biri iken, başkasına sabırlı olmasıyı nasıl söylersin? Sen şükrü bırakmış iken, başkasına şükretmesiyi nasıl öğütlersin? Sen hoşnutsuzluk içerisinde iken, başkasından kadere râzı olmasını nasıl beklersin? Sen dünyâya meyletmiş ve âhirete karşı isteksiz iken, başkasına dünyâya karşı zâhid olmasını ve âhirete yönelmesini nasıl emredersin? Allah’a (CC) mütevekkil olmayı emrediyorsun, ama kendin O’ndan (CC) başkasına mütevekkilsin! Ve sen Cenâb-ı Hakk (CC) ve melekler indinde iğrençsin. Sâlih ve sıddık kulların kalpleri de senden iğrenmekte!
***
Bir o kadar yanında olur, saklanma halktan
Büyük günah işlersen, işte o zaman utan!
***
sözünü duymadınız mı?
Her tarafın iftirâ! Her şeyin nifak! Zarar yok, Allah (CC) katında sivrisineğin kanadı kadar dahi değerin yok ya! Cehennemin en aşağı derekesinde münâfıklarla berâbersin. Sözlerimi, sohbetimi dinlemeye devam etmek îman alâmetidir. Sözlerimden kaçış ise nifak alâmetidir.
Allah’ım (CC)! Bize tevbe nasip et. Bize ne dünyâda, ne de âhirette felâket ver. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
[1] Mü’min S. A.44.
[2] Hindî, Kenzü’l-ummâl, hadîs no: 16078.
[3] Buhârî, es-Sahîh, “Zühd” hadîs no: 2305.
[4] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, 10/308.
27. SOHBET SADAKA VERMEK
Ey cemaat! Kıyl-u kâli terkedin. Dünyâlık biriktirmeyi ve o hususta birbirinize destek olmayı bırakın. Fakir ve yardıma muhtaçların haklarını ödeyip, geri kalanını da Allah’a Kıyl-u itaat ve ibâdet yolunda sarfetmedikçe, dünyâlıktan elinizde ne varsa hepsinden hesâba çekileceksiniz. Size de, bütün bu mallarınıza da yazıklar olsun! Yakınlarınızdan ve komşularınızdan utanmıyor musunuz ki, onlar aç olarak ölüyorlar da, siz onları hiç görmüyorsunuz, onlardan yüzçeviriyorsunuz? Rabbinizin (CC): “O’nun (CC) sizi, ‘üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı’ şeylerden (mallarınızdan) infâk edin”[1] buyruğunu duymadınız mı? Onlar üzerinde sizi “sâdece tasarrufa yetkili” kıldığını bildirdiği halde siz onları kendinize “mülk edindiniz.” Bir sürü harcama kalemi ürettiniz. O (CC) size malınızın tamâmını elinizden çıkarmanızı emretmedi; yalnızca, fakirler için onun üzerine belli bir miktar hak koydu. O hak da; zekat, keffâret ve adaklardır. Fakirlerin haklarını ödeyin! Ailenizin ve akrabâlarınızın da haklarını ödeyin. Zekatı da çıkardıktan sonra hayır hasenâtta bulunmak: İşte mü’minin ahlâkı! Allah-ü Teâlâ (CC) ile alış-verişte bulunan kazançlı çıkar. En doğru sözü söyleyen Rabbimiz (CC) muhkem (sağlam) Kitabında şöyle buyurmuştur: “Allah (CC) size onun (infâkınızın, sadakanızın) devâmını nasip eder.”[2]
Ey oğul! Elindekinden kalbinle soyun, her şeyinden ayrıl ki, bütün bunların bedeli sana verilsin. Yazık sana! Halk sana ne zarar, ne de fayda verebilir; yeter ki, kalplerine Allah’tan (CC) bir mühür gelmesin. Halk O’nun (CC) elindedir, onları istediği gibi hareket ettirir. Bâzan sana musahhar kılar, emrine verir, bâzan musallat eder. O’nun (CC): “Allah’ın (CC) insanlara açtığı rahmeti tutacak, engelleyecek kimse yoktur”[3] buyurduğunu işitmediniz mi?
Belâ geldiğinde, onu îman, sabır ve teslîmiyet ile karşıla. Zamânı geçip, devri doluncaya kadar ona sabret. Ey mürîd! Belâ okları sebebiyle murâdının kapısından kaçma. Sebat göster ki, murâdına eresin. Mürîd, mübtelâ olduğunda kendisini sabır ve şükür şerbetleri ile tedâvi eden, iyileştiren bir üstâda, bir tabîbe ihtiyaç duyar. Tabip ona bir şeyleri almasını ve bir şeyleri de almamasını söyler. Nefsinden yüzçevirmeyi ve belâyı kabullenmesini emreder. Allah-ü Teâlâ (CC), şeyhi ile yakınlığında sâdık ve samîmî olan kimseye şeyhini ya hemen ânında, ya da daha sonra yararlı kılar.
Ey acı ve tatlı su arasında duvar koyan Rabbimiz (CC)! Bizimle Sana karşı nefret veyâ hoşnutsuzluk göstermenin arasına duvar koy. Bizimle Senin takdîrinle çekişmenin arasına perde koy. Bizimle günahlar, isyanlar arasına rahmetinden bir perde çek. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
[1] Hadîd S. A.7.
[2] Sebe S. A.39.
[3] Fâtır S. A.2.
28. SOHBET ZİKR-İ DAİM-EDEP
Ey oğul! Ben seni şeytanın arkadaşı ve halefi görüyorum. Nefsine karşı ondan emniyet içerisindesin. Onun sözüne güvenilir biri olduğuna inanıyorsun. O senin din ve takvâ etlerini yer. Sermâyeni bitirir. Oysa bundan senin haberin yok.
Vah sana! Şeytanı zikr-i dâim ile yanından defet ve kaçır. Zikr-i dâimi bırakma. O düşmanı helâk eder, hezîmete uğratır ve kırar. Cenâb-ı Hakk’ı (CC) dilinle bir kere zikredersen, kalbinle bir çok kere zikret. Yiyeceğini ve içeceğini değiştir. Her hâlinde vera sâhibi ol. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm. Mâ şâAllah-ü kân. Lâ ilâhe illAllah-ü’l-melikü’l-hakku’l-mübîn. SübhânAllahi ve bi-hamdih. SübhânAllahi’l-azîm ve bi-hamdih”[1] diyerek şeytanı hezîmete uğratmak için yardım al. İşte bu söz ile şeytan yenilgiye uğrar, hezîmete uğrar, gücü kırılır, ordusu dağılır. İblis’in kürsüsü deniz üzerindedir, ama ordusunu kara tarafına gönderir. Onun gözünde hürmete en lâyık olan kimse Âdemoğlunun en fitne olanıdır.
Sıradan birisi için tevbe nasıl farz ise, ârif için de edep öylece farzdır. O nasıl edepli olmasın ki, o halkın Hâlık’a (CC) en yakın olanıdır. Hükümdarlarla cehâlet üzere düşüp kalkanlar onların îdam fermânına da yakındırlar. Her kim ki, edep sâhibi değildir, o, halkın da Hâlık’ın da (CC) nefret ettiği kimsedir. Hangi vakit ki, onda edep gözetilmemiştir, o vakit ölümdür. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı güzel edep üzere olmak îcap eder.
Ey oğul! Beni tanısaydın yanımdan ayrılmaz, nereye gidersem gideyim, bana tâbi olurdun. Yanıma gelmemenin ne demek olduğunu bilmiyorsun. Halbuki, seni bir işte istihdam edeyim veyâ etmeyeyim, senden bir şey alayım veyâ sana bir şey vereyim, seni fakirleştireyim veyâ zenginleştireyim, seni yorayım veyâ dinlendireyim… bunların hepsi eşittir. Bütün bunlarda asıl olan hüsn-i zan ve hâlis niyettir. Bunların ikisi de sende yok. O halde benim sohbetimle nasıl felah bulacaksın ve benim sözlerimden nasıl istifâde edeceksin?
Allah’ım (CC)! Bu sözleri duymalarını onlar aleyhine bir hüccet, bir delil yapma. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
[1] Güç ve kuvvet ancak, Yüce ve Azîm olan Allah’tandır (CC). Allâh’ın (CC) dilediği olur. “Melik” (mülkün sâhibi), “Hakk” (gerçek) ve “Mübîn” (apaçık) olan Allah’tan (CC) başka ilah yoktur. Allah (CC) noksanlıklardan münezzehtir, uzaktır, “hamd” (övgü) yalnıza O’nadır (CC). “Azîm” (yüce) olan Allah (CC) her türlü noksanlıktan uzaktır ve hamd yalnızca O’nadır (CC).
29. SOHBET SALİH AMEL
Sâlih amel işleyen kimsenin o ameli, onun önünü aydınlatan bir nur, altında bindiği bir vâsıta olur. Onun kalp amelleri yüzünde görünür. Yüzü ayın ondördü gibi olur. Kalbi, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendisine bağışladığı ikramları görmekten dolayı sevinç duyan bir melek gibi olur. Ameli ona Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendisi için cennette hazırladığı nîmetleri müjdeler. Sâlih amel bir sûret kazanarak ona şöyle der: “Ben senin ağlamanım, sabrınım, takvânım, îmânınım, yakîninim, namazınım, orucunum, mücâhedenim, Rabbine (CC) iştiyâkınım, mârifetullâhınım, ilmullâhınım, güzel amellerinim, Rabbine (CC) karşı gösterdiğin edebinim.” Bunun üzerine ondan ağırlık gider, korkusu sâkinleşir; endişesi emniyete, tedirginliği rehâvete döner.
Her kim de sâlih amel işlemez ve Rabbine (CC) büyük günahlarla, sırtında mâsiyet yükleriyle gelirse: Açlık, susuzluk, içinde bir korku ve önünde rüsvaylık… Melekler arkasından sürükleyip götürüyorlar… Ona öyle bir cezâ veriyorlar, öyle bir çekerek götürüyorlar ki.. Nihâyet, Arasat’a kadar gelir; başlarlar münâkaşaya, muhâsebeye, hesâba… Onu öyle şiddetli bir hesâba çekerler ki.. Sonunda onun hakkında cehennem kaydı konur ve orada azâba çekilir. Eğer tevhîd ehlinden ise suçu kadar cezâsını çeker, sonra Allah-ü Teâlâ (CC) rahmeti gereği onu cehennemden alır. Fakat kâfirlerden olan kimse kendi cinsleriyle birlikte, cehennemde sonsuza kadar kalır.
“Rabbimiz! Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
30. SOHBET KUR’AN DİNLEMEK
Sâlih amel işleyen kimsenin o ameli, onun önünü aydınlatan bir nur, altında bindiği bir vâsıta olur. Onun kalp amelleri yüzünde görünür. Yüzü ayın ondördü gibi olur. Kalbi, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendisine bağışladığı ikramları görmekten dolayı sevinç duyan bir melek gibi olur. Ameli ona Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendisi için cennette hazırladığı nîmetleri müjdeler. Sâlih amel bir sûret kazanarak ona şöyle der: “Ben senin ağlamanım, sabrınım, takvânım, îmânınım, yakîninim, namazınım, orucunum, mücâhedenim, Rabbine (CC) iştiyâkınım, mârifetullâhınım, ilmullâhınım, güzel amellerinim, Rabbine (CC) karşı gösterdiğin edebinim.” Bunun üzerine ondan ağırlık gider, korkusu sâkinleşir; endişesi emniyete, tedirginliği rehâvete döner.
Her kim de sâlih amel işlemez ve Rabbine (CC) büyük günahlarla, sırtında mâsiyet yükleriyle gelirse: Açlık, susuzluk, içinde bir korku ve önünde rüsvaylık… Melekler arkasından sürükleyip götürüyorlar… Ona öyle bir cezâ veriyorlar, öyle bir çekerek götürüyorlar ki.. Nihâyet, Arasat’a kadar gelir; başlarlar münâkaşaya, muhâsebeye, hesâba… Onu öyle şiddetli bir hesâba çekerler ki.. Sonunda onun hakkında cehennem kaydı konur ve orada azâba çekilir. Eğer tevhîd ehlinden ise suçu kadar cezâsını çeker, sonra Allah-ü Teâlâ (CC) rahmeti gereği onu cehennemden alır. Fakat kâfirlerden olan kimse kendi cinsleriyle birlikte, cehennemde sonsuza kadar kalır.
“Rabbimiz! Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”