31-40 Sohbetler

31. SOHBET DÜNYANIN GEÇİCİLİĞİ-FAKR

Ey Allah’ın (CC) kulları! Hikmet dünyâsında bulunmaktasınız; vâsıtasız bir şey yapamazsınız. O halde, Mâbudunuzdan, kalp hastalıklarınızı tedâvi edecek bir tabip, size yol gösterecek bir delil, bir rehber isteyin. O kişi elinizden tutsun da sizi Hakk’a (CC) yakınlaştırsın. O’nun (CC) coşkunluğuna götürsün. O’nun (CC) kurbiyetinin perdesine, kapısının bekçilerine ulaştırsın.

Sizler nefislerinize, hevâ ve heveslerinize hizmet etmeye râzı oldunuz. Nefislerinizi râzı etmeye, onu dünyâ ile doyurmaya çabalıyorsunuz. Oysa, saatler geçtikçe, günler ilerledikçe, aylar tükendikçe, yıllar geride kaldıkça elinizde dünyâdan hiçbir şey kalmayacaktır. Ölüm size gelecektir. Onun elinden kurtulmaya ise gücünüz yetmeyecek.

O (CC) sizi gözetlemekte de haberiniz yok! O’nun (CC) bakışlarını göremiyorsunuz; oysa O (CC) tam karşınızda duruyor. O (CC) çok yakında sizin sâhanıza iner: Cezâlarınızın, hayâtınızın karşılığının verildiği sâhaya. Rûhun âhirete göçer, fakat cesedin koyun ölüsü gibi kalır. Birileri sana acır da, senin cesedini, sürüngenler ve haşerât yemeden önce toprağın altına koyar. Sonra ailen, eşin dostun senin malını mülkünü yeyip içer, nîmetlenir; arkandan ya merhamet okurlar, ya da okumazlar!

Birçok hükümdarı düşmanları öldürüp, cesedini defnetmeksizin, köpekler ve haşereler yesin diye, kasden arâziye bırakmışlardır. Sonu böyle olan mülkten daha kötü bir mülk olabilir mi? Ne güzel demişler: “Ölümle yok olan mülk mülk değildir; mülk o mülktür ki, ölümle zâil olmaya.” Akıllı kimse ölümü düşünen ve kaderin getirdiğine râzı olandır. Sevdiği şeylere şükreden, sevmediği şeylere sabredendir. Şehvetlerinizi ve zevklerinizi düşündüğünüz kadar dinle ilgili hususları, ölümü ve sonrasını da tefekkür edin.

Allah-ü Teâlâ (CC) kısmetlerin taksîmini bitirmiştir. Kısmette ne zerre miktârı bir artma, ne de zerre miktârı bir azalma olur. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah-ü Teâlâ (CC) yaratma, rızık ve ecel husûsunda işleri bitirmiştir; kıyâmete kadar olacaklar husûsunda kalem kurumuştur.[1] Taksim edilmiş şeyle meşgul olmayın. Böyle bir meşgûliyet oyun ve ahmaklıktır. Bütün işlerinizi O (CC) düzenlemiş ve belli olan vakitlerine göre yazmıştır. Nefis mücâhedeye râzı olmadığı müddetçe bu söylenenlere inanmaz. Mutmain olmadan önce hırsı ve inadı bırakmaz. Buna ancak dille, yâni kuru bir dâvâ olarak inanır.

Akıllı olun! Size söylediğim şeylerle süslenin. Takdir olunan, mukadder olan şeyleri taleple iştigâl etmeyin; onlar size zâten gelecek. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) takdir ettiği ve yazdığı belli vakitte gelecek. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Bir kul: ‘Allah’ım (CC), beni rızıklandırma!’ dese dahi Allah-ü Teâlâ (CC) onu rızıklandırır.[2] Sivrisineğin ısırması da Allah’tandır (CC), bakla da Allah’tan (CC) gelir. Bunların hiçbirisi mahluktan değildir.

Ey müşrik! Tevhîd nerede, sen neredesin?

Ey pis bulanık! Safâ nerede, sen neredesin?

Ey hoşnutsuz! Rızâ nerede, sen neredesin?

Ey halka şikâyette bulunan! Sabır nerede, sen neredesin?

Senin bu dînin daha önce geçmiş olan sâlihlerin dîni değil!

Birisinin başkasını gördüğü halde “Allah, Allah” dediğini işittiğimde kupkuru kesiliyorum. Ey Allah’ı (CC) zikreden kimse! Sen O’nun (CC) yanındasın. O’nu (CC) başkasının yanında ne dilinle, ne de kalbinle zikret. Halktan O’nun (CC) kapısına kaç. Kalbinden dünyâyı, âhireti ve O’ndan (CC) gayrı her şeyi çıkar. Sonra kalp, sır ve mânâ dilinle O’nu (CC) zikret. Daha sonra da zâhir dilinle O’nu (CC) zikret.

Yazık sana! Ne de çok “Allah-ü Ekber” diyerek yalan söyleyeceksin? Halbuki senin indinde “ekber” (en büyük, en önemli) olan şey ekmek! Senin indinde ekber olan, katıklı ekmek ve et! Senin indinde ekber olan, yakınlarının zenginliği! Senin indinde ekber olan, sokağının bekçisi, şehrinin vâlisi! Senin indinde ekber olan, memleketin sultânı, idârecisi! İşte bütün bunlardan korkuyor ve bunlardan bir şeyler umuyorsun. Onlara yağcılık yapıyorsun. Onlardan saklanıyorsun. Elbisen seni örtüyor ama bütün kabahatlerin Rabbine (CC) açık ve seçik görünüyor. Önemli işlerinde onlara îtimat ediyorsun. Faydada ve zararda, atâda ve ihsanda hep onları görüyorsun. Bu konularda sizinle çekişecek, iddiâlaşacak olsaydım dinde iflas ederdiniz; ne müslümanlığınız kalırdı, ne mü’minliğiniz.

Uzaklık perde olur, yakınlık ise perdeyi çekip yırtar. Mukarreb her şeyi bilir, fakat gizler. Kendisinde galebe hâli olmadığı müddetçe gizli şeylerden bahsetmez. Kulları üzerine “Settâr” (örtücü) olan Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tenzih ederim. Diğer kullarının ahvâlini (hallerini) “havâs” kullarına bildirip, sonra onları örtmeyi ve gizlemeyi emreden Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tenzih ederim.

Ey cemâat! Gücünüz yettiğince dünyâ işlerini bırakın. Yakında ayrılacağınız şeylere rağbet etmeyin. Mü’min, elinden gelse yemek, içmek ve giyinmek gibi hususlarda bile zâhid olur; elinden gelse nefsinden, hevâ ve hevesinden soyunup sıyrılır: O Rabbinden (CC) başka hiçbir şeyi talep etmez. Mâlâyânî konuşmaktan dilinizi tutun. Rabbini (CC) zikretmeyi artırmaya bakın. Evlerinize girin, zarûret dışında, mecbur olmadıkça vayâ cemâatle namaz kılmak, zikir meclisine katılmak gibi durumlar dışında dışarıya çıkmayın. Mesleğini evinde icrâ etme imkânı olanlar öyle yapsın.

Vah sana! İtaat etmediğin halde, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) muhabbet dâvâsında bulunuyorsun! O’nun (CC) muhabbeti, emirlerine sarılıp nehiylerinden kaçtıktan, verdiğine kanaatkâr, kaderine râzı olduktan sonra gerçekleşir. Ancak bunları yaptıktan sonra O’na (CC), verdiği nîmetler dolayısıyla muhabbet duyarsın. O’nu (CC) karşılıksız seversin. O’na iştiyak duyarsın. Muhib, Cenâb-ı Hakk’ı (CC) dili, uzuvları, kalbi ve sırrı ile zikreder. Muhib bu zikirde fânî olunca Cenâb-ı Hakk (CC) onunla halka karşı övünür, onu halktan seçip ayırır. O Hakk’ta (CC) hak olur. Kul gider, “Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın” olan kalır. Hem O’na (CC) muhabbet iddiâsında bulunuyorsun, hem de O’nu (CC) halka şikâyet ediyorsun! O’na (CC) muhabbet iddiânda yalancısın. O’nu (CC) bolluk hâlinde iken seven, darlık hâlinde O’ndan (CC) şikâyette bulunmaz!

Fakirlik kokuşmuş, ham bir kalbe girdiği zaman onu ne îman ne de îkan eksiltebilir. Hoş, onun sohbetinde küfür de olur ya! Fakirlik ancak sabırlı, vera sâhibi mü’min için uygun olabilir. O nasıl sabırlı olmasın ki, dünyâ onun zindanıdır. Siz hiç zindanda olup da zindanda kalmayı isteyen kimse gördünüz mü? Mü’min dünyâdan çıkmak ister. Ondan kurtulmak ister. Onunla nefsi arasında düşmanlık vardır. Nefsinin aç, susuz, çıplak kalmasını, zelil olmasını arzu eder, tâ ki, nefis, itâatte ona yardımcı olsun. Dolayısıyla fakirlik mü’mine uygun düşer ve ve ona karşı ancak o sabırlı olabilir. Ey hurmacı! Hurmanı sakla ki, daha sonra bulabilesin.

Yazık sana! Beni istediğini iddiâ ediyorsun ama benden kaçıyorsun! Daha böyle ne kadar zaman geçireceksin? Duvarı terbiye edebilir misin? İhlassız amelleri ıslah edebilir misin? Yarım kalmış işleri, bâtını olmayan zâhiri, Hâlık tanımayan halkı, âhireti olmayan dünyâyı, ilimden yoksun ibâdet gayretlerini ıslah edebilir misin? Birçok âbid “ilmi” (hükmü) kazâ ve kaderi bilmeden, gece gündüz ibâdet ediyor, şerîatten habersizce hakîkatten bahsediyor da zındıklaşıyor! Bundan dolayı denmiştir ki: “Şerîatin şâhitlik etmediği her hakîkat zındıklıktır.” Bu sözün esâsı, temeli bu “Kelâm”ın (Kur’ân’ın) hükümlerini yerine getirmektir. Binâ ancak o zaman kurulabilir.

İstiğfârı ve tevbeyi çokça yapın! Bu ikisi, hem dünyâ, hem de âhiret işlerinin iki büyük aslıdır. Bundan dolayıdır ki, Nûh (AS) kavmine istiğfâr etmelerini emretti, bunun karşılığında da onlara “mağfireti” (bağışlanmayı) ve dünyânın onların emirleri altına, hizmetlerine verilmesini vaad etti. O (AS) kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Rabbinize (CC) tevbe edin. O (CC) “Gaffâr”dır (çok çok bağışlayıcıdır). Gökten size bol bol yağmur yağdırır. Mal mülk ve çocuklarla sizi destekler. Size “cennetler” (bahçeler) ve nehirler verir.[3] Günahlarınızdan tevbe edin. Koştuğunuz şirklerden vazgeçerseniz, O (CC) sizi dünyevî ve uhrevî bütün muratlarınıza erdirir.

Babanız Âdem (AS)’ın günâha düştüğü gibi siz de günâha düştünüz; o halde O’nun (AS) tevbe ettiği gibi siz de tevbe edin. O (AS) ve zevcesi Havvâ (AS) Rablerinin (CC) yemelerini yasakladığı ağacın meyvesini yediklerinde, cezâları O’ndan (CC) uzak kalma oldu. Onlara bahşettiği ikram elbiselerini onların üzerinden soydu aldı; onları çırılçıplak bıraktı. Onlar cennet ağaçlarının yapraklarından kendilerine örtü yaptılar. Fakat yapraklar kuruyup döküldü, yine çırılçıplak kaldılar. Sonra yeryüzüne indirildiler, kovuldular. İşte bütün bunlar günahın ve muhâlefetin getirdiği felâketler sebebiyle oldu. Günah oku onların bedenlerine battı ve onları uzaklara düşürdü. Allah-ü Teâlâ (CC) onlara tevbe ve istiğfârı telkin ve ilham etti. Bunun üzerine tevbe ve istiğfâr ettiler. Allah-ü Teâlâ (CC) da onların tevbesini kabul etti ve onları bağışladı.

Bana düşmanlık eden de, bana muhabbet besleyen de benim nazarımda birdir. Benim için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir düşman kalmıştır. İşte bu durum ancak tevhîd sapasağlam olduğunda ve halkı acziyet nazarıyla gördüğünde olur. Ancak yine de Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı takvâ sâhibi olan kimse benim dostum ve ahbâbım, O’na (CC) âsî olan kimse de benim düşmanımdır. Bu îmanımın dostudur, o da îmanımın düşmanıdır.

Allah’ım (CC)! Beni bu hâle ehil kıl. Beni bu halde ve bu hâli de bende sâbit-kadem kıl. Bu hâli bana bir mevhibe ve bağış kıl, onu benim için iğreti ve geçici bir durum yapma. Sen biliyorsun ki, ben Senin dîninin ve irâdenin ipini eğiriyorum. Ben sâdece Senin rızân için Muhammedîlere, sırf Senin rızânı umarak Senden başka her şeyden yüzçevirmiş zâhidlere hizmet ediyorum. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Hindî, Kenzü’l-ummâl, hadîs no: 496.

[2] bak.: İsfehânî, Hilyetü’l-evliyâ, VII/90, (Beyrut-tsz).

[3] Nûh S. A.10-12.

32. SOHBET İNFAK-MÜCAHEDE

Yazıklar olsun sana ey zengin! Zenginliğin şükrünün sâdece “el-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn” demek olduğunu zannetme. Zenginliğin şükrü fakirlere ondan haklarını dağıtman ve farz olan zekatı fakirlere ödemendir. Sonra mümkün olduğunca yine onlara yardım et. Malından onlara karşılıksız ve minnetsiz bir şekilde dağıt; çünkü minnet kalplere eziyet verir ve iyiliği kirletir. Fakirlerin çoğu fakirlik ateşine katlanır, fakat minnete tahammül edemez. Vereceksen minnetsiz bir şekilde ver, aksi halde verme. Allah-ü Teâlâ’nın (CC): “Ey îman edenler! Sadakalarınızı minnet ve eziyet ile bâtıl (geçersiz) hâle getirmeyin[1] buyruğunu işitmedin mi? Sadakanın bâtıl hâle gelmesi demek, onda sevâbın kalmaması demektir. Minnet altında bırakan kişi malını da, sevâbını da kaybeder. Kalbini karartır. Zîrâ minnet şirktir. Mü’min verir ve minnet altında bırakmaz. Aksine, başkalarına vermeyi kendisine nasip ettiği için Allah’a (CC) şükreder. Hakîkatte verenin kendisi değil, Allah-ü Teâlâ (CC) olduğuna inanır. İnanır ki, Allah-ü Teâlâ (CC) “Vâhid”dir (birtektir), şerîki ve ortağı yoktur. O’ndan (CC) alır ve verir. İnanır ki, elindeki malı mülkü kendisine veren O’dur (CC); kendisi de O’ndan (CC) alan ve başkalarına dağıtan bir vâsıtadır.

Ey zenginler! Ey bolluk içindekiler! Zenginliğiniz sizi aldatmasın. Şımarmayın ve zenginliğinizle fakirlere karşı kibirlenmeyin. Aksi takdirde bu sizin fakirliğe düşme sebebiniz olur. Ve sizler ey gençler! Gençliğiniz, güç ve kuvvetiniz sizi aldatmasın. Gençliğiniz Rabbinize (CC) karşı günah işlemenize desteğiniz olmasın. Günahlar sizin “din bedeni”niz için birer oktur. Günahlar sizin “din etleri”nizi, sağlığınızı ve zenginliğinizi yeyip bitiren vahşî hayvanlardır. Ne güzel demişler:

         ***

Bir nîmet içindeysen, onu koruyup gözet,

Zîrâ günahlar sebebiyle kaybolur nîmet.

         ***

Benim yanımda hüsn-i zanla ve töhmeti bırakmış bir şekilde bulunun. Evinize döndüğünüzde de bu sözü hatırlayın ve unutmayın. Ölümü ve sonrasını tezekkür edin. Geceyi ibâdetle geçirin ve kalbinizle Rabbinizin (CC) huzûruna durun. Oruç tutun, zîrâ oruç kalbin nûrudur; özellikle iftarınız helâl lokma ile olursa. Bir şey vermedikçe bir şeye kavuşamazsınız. İlim ve hikmet erbâbı nîmeti terketmeden nîmete kavuşulamayacağı husûsunda hemfikirdirler.

Sâlih bir kimsenin kırk sene boyunca sâdece secde hâlinde iken uyuduğu, secdesinin (seccâdesinin) onun yatağı, yorganı ve yastığı olduğu anlatılır. İşte bu, dünyâya karşı “zâhid” (isteksiz), âhirete karşı “râgıp” (istekli) olanın, ölümden ve hesaptan korkanın, halka ve onların elindekine karşı zâhid ve Hâlık’a (CC) karşı râgıp olanın, Hakk’ın (CC) indinde olanı takdir edenin, O’na (CC) ibâdeti bilenin ve O’nun (CC) uğrunda nefsiyle mücâhede edenin hâlidir. Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tanıyan O’nu (CC) sever. O’nu (CC) seven O’na (CC) muvâfakat gösterir.

Ey oğul! Bu dünyâyı ne yapacaksın? Ona yönelirsen onunla meşgul olursun, sırt çevirirsen onu özlersin; ondan aç kalırsan zayıflarsın, doyarsan ağırlaşırsın. Sizden onunla en iyi olanınıza bile hastalıklar, dertler, gamlar ve sıkıntılar gelir. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) itâat yolunda harcamanın dışında dünyâda hayır yoktur.

Nefis câhildir; onu eğitin. O kötü edeplidir; ona edep öğretin. Dert ile devâyı, helâl ile haramı, kendisine faydalı olanla zararlı olanı ayırt edemez. Rabbi (CC) ile çekişmekten de geri durmaz. Ona şehvet ve zevkten bir lokma bile yedirmeyin. Ona hakkı olan kuru ekmeğin dışında bir şey vermeyin, yâni devamlı vermeyin. Buna râzı olduğu zaman ona dağlardaki otlardan yedirin; böylece o ekmeği her şeyiyle kabullensin ve ona gönül hoşnutluğu ile dönsün. Eğer râzı olur ve sükûnete ererse şerri gitmiştir; rızkı, kısmeti ona verilir. Zîrâ size Rabbinizden (CC) ferman gelmiştir: “Nefislerinizi öldürmeyin; Allah (CC) size karşı merhametlidir.[2] İşte o zaman o nefse şöyle denir: “Ey “mutmain” (huzura ermiş) nefis! Râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine (CC) dön.[3] Böyle olan bir kimseye kısmeti iâde edilir. “İlim” (kader) ona nasîbinden istifâde etmesini emreder. Kısmeti ona kesilmeksizin verilir. İşte o zaman nîmetlere karışması ona zarar vermez. Bu faydalanma onun için sadrında (iç dünyâsında) bir “inşirâha” (iç rahatlamasına), kalbinin aydınlanmasına ve safâ bulmasına vesîle olur. O, doktorun kendisini yemekten koruyup, âfiyet buluncaya kadar faydalı gıdâ ve içeceklerle beslediği hasta gibi olur. Hasta iyileştikten sonra doktor ona çeşit çeşit yemekler yemesini söyler, onu bir yemekten diğer yemeğe gönderir. O zaman yediği yemekler onun için devâ olur ve bedenini kuvvetlendirir. İşte bunun gibi, bu zâhid işin sonunda kısmeti olan nîmetlerden istifâde ettiğinde, bu onun dîni için bir âfiyet, bir sıhhat ve kalbinde ve sırrında bir nur olur.

Allah’ım (CC)! Bizi senden başka her şeye karşı zâhid ve her hâlinde sana karşı istekli olanlardan eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)


[1] Bakara S. A.264.

[2] Nisâ S. A.29.

[3] Fecr S. A.27-28.

33. SOHBET ÖLÜME HAZIRLIK

Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Allah (CC) katında din İslâm’dır.[1] İslâm’ın yâni “islâm” kelimesinin hakîkati “istislâm”dır (teslim olmak ve teslimiyettir). Önce “İslâm’ı (İslâm Dînini) kabul edin, sonra da istislâmı (teslîmiyeti) nefislerinizde gerçekleştirin. Dışınızı İslâm ile, içinizi de “istislâm” (teslîmiyet) ile temizleyin. Kendinizi Rabbinize (CC) teslim edin. O’nun (CC) tedbîrine ve takdîrine râzı olun. Bırakın, hakkınızda O’nun (CC) takdîri hüküm versin. Kaderin getirdiği her şeyi makbul karşılayın. Rabbiniz (CC) sizi sizden daha iyi bilir. “Müdebbir” (her şeyi idâre ve takdîr eden) ve “Hâkim” (hüküm ve hikmet sâhibi) olarak O’ndan (CC) râzı olun. Yakın bir dost olarak O’nun (CC) Kelâm’ından (Kur’ân’dan) râzı olun. O’nun (CC) emirlerini de, yasaklarını da “kabul eli”yle karşılayın. O’nun (CC) dînini bütün kalbinizle karşılayın. Kendinize o dîni şiar ve örtü edinin.

Ölüm gelmeden önce, Allah’tan (CC) dönüşün mümkün olmadığı o gün, yâni kıyâmet günü gelmeden önce hayâtınızı ganîmet bilin. Emellerinizi kısaltın. Çünkü felah bulan kimse, ancak emelini kısaltmak sûretiyle felah bulmuştur. Dünyâya karşı hırsınızı azaltın. Harîs olmasanız bile kısmetleriniz size gelecektir. Bu dünyâdan, nasiplerinizi elde etmeden ayrılmayacaksınız.

Vah sana! Hevesi kov. Ölümün elinden kurtuluş yok. Nereye gidersen git, nereye dönersen dön, o senin önünde ve etrâfında. Kıyâmetten kurtulamazsın. Ölüm günün senin hakkında özel bir kıyâmettir. Kıyâmet günü de hem senin için, hem de senin dışındakiler için genel bir kıyâmettir. İlk kıyâmet ikinci kıyâmeti getirir: O zaman ölüm meleğini görürsün; sana güler yüzle, mütebessim bir çehreyle gelir. Yanındakiler de öyledir. Sana selam verirler. Tıpkı enbiyânın, şühedânın ve sâlihlerin ruhlarını aldığı gibi senin rûhunu da yumuşaklıkla alır. Kıyâmet gününün senin hakkında hayırlı geçeceğini müjdeler. İlk gün ikinci günü getirir: Eğer hayır görürsen hayırdır; şer görürsen şerdir.

Ölüm meleği Mûsâ (AS)’a geldi, elinde bir elma vardı. Elmayı Mûsâ (AS)’a koklattı. Bu koklama esnâsında O’nun (AS) rûhunu aldı. Hepsi böyledir: Allah (CC) katında derecesi yüksek olanın rûhu en kolay ve en güzel bir sûrette alınır.

Ey cemâat! Ölmeden önce nefislerinizden ve irâdelerinizden ölün. Ölümü çokça zikredin ve gelmeden önce ona hazırlanın. Ölmeden önce ölürseniz, ölüm size kolaylaşır. Ona karşı ne bir ağırlık olur, ne de bir endişe. Ölüm ve kıyâmet günü mutlakâ gelecektir. Onları bekleyin. Bu iki gün husûsunda Allah’tan (CC) bir kaçış yolu yoktur. Akıllı olun! Ben sizde ne kalp görüyorum, ne de kalplerinizde bir mârifet!

Yazık sana! Zâhidlik iddiâsında bulunuyorsun, zâhidlerin elbisesini giyiniyorsun, ama dünyânın çocukları (kulları) olan zenginlerin ve yöneticilerin kapısına da gidiyorsun! Nefsine dönüyorsun ve dünyâyı talep ediyorsun! Onda olanı istiyorsun! Hz. Peygamber’in (SAV): “Bir çukurun etrâfında dolanan kimse oraya düşebilir[2] buyurduğunu işitmedin mi?

Dünyâ ile meşgul olmak, Allah (CC) yoluna düşmüş kimselerin yolunu keser bitirir; onları büyüler, akıllarını başlarından alır. Bu genel bir kâidedir; Allah’ın (CC) dilediği müstesnâdır. Çok az kimse vardır ki, Allah-ü Teâlâ (CC) onların kalplerine ve işlerine sâhip çıkar, onları halvetlerinde ve celvetlerinde muhâfaza eder. Kudret eliyle onların yiyeceklerini, içeceklerini ve giyeceklerini tertemiz eder.

Sûfîler, Resûl’ün (SAV) getirdiği ile amel etmişlerdir; böylece Resûl (SAV) onlardan râzı olmuş, onlara sâhip çıkmış ve onları sevmiştir. “Ev almadan önce komşu al!” “Yol’a girmeden önce yoldaş edin.” Bu komşu ancak Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlıktır, mârifetullahtır, îmandır, O’na (CC) tevekkül etmektir, O’nun vaadine bağlanmaktır. Sûfîlerin kalpleri işe vâkıf olduklarından dolayı onlar, dünyâdan da, âhiretten de uzaklaşmışlardır. Diğer şeylerden hep uzakta durmuşlardır.

Ey gâfiller! Size açıkladığım bu hususlara ancak amel ile, bâzan beden ve bâzan da kalp ile, bâzan kalp bâzan fiil ile amele dalmak sûretiyle, yâni bâzan konuşma bâzan susma, bâzan amel bâzan talebi terk etmek metotlarıyla ulaşılabilir. Amel ve utanma ile ulaşılabilir. Kalp gözünün amelini görmemesi, onun amelleri görmeye karşı bir süre kapatılması yoluyla olur. Bu tamam olunca Allah-ü Teâlâ (CC) tarafından bir hareket gelir ve ona şöyle seslenilir: “Hareket et ve yürü! Gözlerini aç. Baş gözlerinle de kalp gözlerinle de bak.” Allah-ü Teâlâ’dan (CC) gelen şey ancak O’nun (CC) kudret eliyle gelir.

Sûfîler dâimâ alçak gönüllü ve mütevâzi davranırlar. Bu davranışı hiç elden bırakmazlar. Bunu da sırf Allah (CC) rızâsı için yaparlar. Mü’min, elindekini çıkarmak ve “îsâr”[3] etmek için didinir durur. Çünkü o ihtiyaç ânında onu bulacağını bilir. Vera sâhibidir ve bulduğu her şeyi tertemiz yapmaktan geri durmaz. Aslını ve teferruatını bildiği “bir şey” bulmak için o her şeyi terkeder. Babasından ve annesinden kendisine mîras olarak kalan elindeki her şeyi çıkarmak için çalışır. “Belki onlar bu malı vera yoluyla  kazanmamışlardır” diyerek, elindeki mîrası fakirlere ve düşkünlere dağıtır.

Allah’ım (CC)! Bize doğru yolu ilham et. Sevdiğin ve râzı olduğun ameli işlemeye bizi muvaffak kıl. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Âl-i İmrân S. A.19.

[2] Buhârî, es-Sahîh, “Îmân” hadîs no: 52.

[3] “Îsâr”: Kişinin ihtiyâcı olmasına rağmen, elindekini başka birisine infak etmek demektir.

34. SOHBET MUHABBET-MARİFET(Cenabı Hakk’ı Tanımak)

Ey “irâde” (mürîdlik, Hakk’ı CC. isteme) iddiâsında bulunan! İrâden düzgün değil. Sana murâdından gelen şeye “benim” ve “benim malım” diyorsun. Muhibbin mahbûbuna izâfetle ne bir malı, ne bir maksadı, ne bir hazînesi, ne de bir evi olur. Her şeyi murâdı ve mahbûbu içindir. Seven sevdiğinin kuludur, onun elinde zelildir. Kulun mâlik olduğu her şey Mevlâ’sınındır (CC).

Sevenin sevdiğine teslîmiyeti tam olunca, seven sevdiğinden teslim aldığı her şeyi ona geri verir. Teslim aldığı her şeyi ona bırakır. İş değişir! Köle hür olur. Zelil aziz olur. Uzak yakın olur. Seven sevilen olur. Mecnûn Leylâ’ya olan muhabbetinde sabredince, muhabbet tersine dönmüş, Leylâ Mecnun, Mecnun da Leylâ olmuştur. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) muhabbette sabırlı ve sâdık olan kimse, üzerine gelen oklar sebebiyle O’nun (CC) kapısından kaçmaz. Kendisine gelen okları kalbinin göğsü ile karşılar. Böyle davranırsa mahbûb olur, murâd olur, matlûb olur. Bu zevki tadan mârifete ulaşmış demektir. Bu anlatılabilecek bir şey değildir. Bu halkın anlayabileceğinin dışında bir şeydir. Bunu çok çok az kimse dışında anlayan olmaz. Onlar halkın anlayışı en kuvvetli olanlarıdır. Halkın ilminin ötesinde bir ilme sâhiptir onlar. Hakîkati bir göz kırpmasıyla, en küçük bir işâretle anlayabilirler. Kendilerinden istenene dönerler, onunla edeplenirler ve onu öğrenirler.

Ey cemâat! Îman elbisesini giyin ve nefislerinize mücâhede sopasıyla vurun. Onu îman hocasına, öğretmenine teslim edin. O eğitilmemiş, kötü bir kısraktır. Nefisleriniz eğitimsizdir. O kibir ve büyüklenme doludur. Hak yolunda değildir. “Ben” “benim” ve “benimle”den başka bir şey bilmez. Bu yolun tamâmı mahv ve yokluktur. Başlangıçta îman zayıf olduğu için “Lâ ilâhe ilAllah” (Allah’tan CC. başka ilah yoktur) denir. Nihâyette, îman kuvvetlendiği zaman ise “Lâ ilâhe illâ ente” (Senden başka ilah yoktur) denir. Çünkü O’na (CC) hâzır ve şâhid olarak hitap edilir. Bu bâtınî bir durumdur. Sır içinde bir sırdır. Nefes içinde bir nefestir. Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Sizin şu günlerinizde Allah-ü Teâlâ’nın (CC) nefesleri, solukları vardır; dikkat edin, O’nun (CC) nefeslerine taarruz etmeyesiniz![1]

Ey münâfık! Söylediğimi anlamamayı hakediyorsun; çünkü sen benim söylediklerimi yalanlıyorsun! Eğer söylediklerimi akletmek ve anlamak istiyorsan, münâfıklığından tevbe et, amelinde ihlaslı ol, dünyâya ve Mevlâ’nın (CC) dışındaki her şeye karşı zâhid ol. Bu işin başlangıcı “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullâh”tır. Sonu ise taş ve çamurun kişinin nararında eşit olmasıdır. Taş ile halkın sevgilisi olan altını ve paralarını kasdediyorum.

Allah’ın (CC) ismi ile ayağa kalk ve azmet. Ben senin için ne bidâyet, ne de nihâyet görüyorum. “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlullâh”ı gerçekleştirememişsin. Onun şartlarını da yerine getirememişsin. “Havâs” (özel kullar) ile berâber de değilsin ki, senin gözünde taş ile çamur bir olsun. O halde sen nesin? Biz seni nasıl anıp sayalım? Senin ne evvelin var, ne âhirin var! Benden seni sende olmayan şeylerle övmemi istiyorsun ki, nefsin şımarsın, benden râzı olasın ve bana hediyeler getiresin! Sana “kerâmet” (ikram) yok! Ben hakîkati söylerim ve kınayanın kınamasından da korkmam. Ben halk ile Hâlık (CC) arasında, amel edenle etmeyen arasında, güçlü ve kuvvetli duranla durmayan arasında “kerru ferr” (savaş oyunları) içerisindeyim, savaş taktikleri ile davranmaktayım. Sen câhilsin. Bana senden yana bir şey yok. Bana düşmanlığa kalkarsan helâk olursun. Bilmediğine düşman olanlardan olma. Bana karşı câhil oldun ve bu sebeple bana düşmanlık ettin. Hakkımda hiçbir fikrin yok, düşmanlığının sebebini de bilmiyorsun.

Ey oğul! Allah-ü Teâlâ (CC) eğer sana bir zarar dokundurur veyâ bir musîbet verirse, onu yine O’ndan (CC) başka giderecek başka biri yoktur. O halde niçin senin gibi âciz birine gidip de: “Şu içine düştüğüm belâyı benden gider” diyorsun? Bunu O’ndan (CC) başka giderecek kimse yoktur! Eğer mal kaybedersen veyâ aç kalırsan veyâ arkadaşlarından dostlarından uzak kalırsan, kimse sana bir lokma veyâ bir zerre bir şey vermezse ve dünyâ da bütün genişliğine rağmen sana dar gelirse, işte o zaman bütün kalbinle herşeyden kesil; zîrâ bunların hepsi Allah-ü Teâlâ’dandır (CC) ve bu musîbetlerin hiçbirini, O’ndan (CC) başka izâle edecek kimse yoktur. Onu ancak oraya koyan kaldırır. Onu kim atmışsa kaldıracak da ancak odur. Bu elbiseyi senin üzerinden çıkaracak olan, onu sana giydirendir.

Akıllı olun! Halkı ve sebepleri şirk koşmayın. Bir tek Rab edinin, birçok değil. Bir şeyi kişinin emrine veren de, başına musallat eden de, hâkim olan da, ferman veren de, fâil olan da ancak O’dur (CC). O’nun (CC) kaderi, takdîri elinde hastalık olduğu halde gelir ve senin âfiyet kapını çalar! Elinde sıkıntı, darlık olduğu halde gelir ve senin bolluk kapını çalar! O’nun (CC) takdîri elinde gam ve hüzün olduğu halde gelir ve senin ferahlık kapını çalar! O’nun (CC) takdîri elinde korku olduğu halde gelir ve senin güven kapını çalar! Bütün bunlar O’ndandır (CC) ve bunları O’ndan (CC) başkası da gideremez.

Dünyâ mü’minin zindanıdır; eğer mü’min ondan kesilir, ayakları gideceği yere varırsa, mârifete ulaşırsa, o zaman zindanın duvarı yıkılır ve önünde kapılar açılır. Kalbi palazlanır. Rabbinin (CC) ilim semâsında uçar. Oradaki ruhlara katılır. Bu sizin anlayabileceğiniz bir şey değildir. Sûfîler dünyâda oldukları halde, onların kalpleri ve ruhları, tıpkı şehitlerin cennette yemek yedikleri gibi, Rablerinin (CC) fazl ve ikram sofrasında yemek yer. İşte bu durumda onların halka ihtiyaçları kalkar. Bu duruma ulaşan kimse “kalp meliği” olur. Onlar dünyâda da, âhirette de meliktirler. Dünyâda da, âhirette de reistirler.

Ey câhil! Ey dinarın ve dirhemin münâfığı! Ey halkın övmesi ve yüceltmesi ile şımaran! Sen övgünün, yüceltmenin ve bağışın kulusun. Eğer kalbin olsaydı hâline ağlardın.

İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.[2] Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm. Allah’ım (CC)! Sana kulluğu hakkıyla yerine getirme rızkıyla bizi rızıklandır. Seni talep etmede sadâkatle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Beyhakî, Kitâbü’z-zühdi’l-kebîr, hadîs no: 733, (Kuveyt-1983).

[2] “Muhakkakki, biz Allah’tan (CC) geldik ve yine O’na (CC) döneceğiz.”(Bakara S. A.156)

35. SOHBET ZÜHD(Dünyaya Değer Vermemek)

Sâdık kişi için geri yoktur, o geriye bakmaz; ilerlemekten, ileri gitmekten geri durmaz. Onun göğsü vardır ama sırtı yoktur. Talebinde sâdık olmaktan geri durmaz, böylece, onun zerresi dağ, damlası deniz, azı çok, lambaları güneş ve kabuğu öz olur.

Sâdık birini ele geçirirsen ona yapış. Yanında senin derdinin devâsı bulunan kişiyi ele geçirirsen ona yapış. Seni suyun kaynağına götüren kişiyi ele geçirirsen ona yapış. Kaybettiğin şeye seni götüren kişiyi ele geçirirsen ona yapış. Onları bilmemeyi, tanımamayı hakediyorsunuz. Bilenler ise çok çok az. Kabuk çok, oysa öz az. Kabuk çöplüklerde olur, oysa öz pâdişahların hazînelerinde bulunur.

Dünyâ, şehvet ve lezzetlerle dolu olan her kalp kabuktur. O ancak ateşte işe yarar. Kalbinde mahlûkattan bir şeyler olduğu müddetçe cezâlandırılacağını bil! Zîrâ, Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım. Onlardan ne bir rızık istiyorum, ne de Beni doyurmalarını. Muhakkakki, Allah (CC) rezzâktır, güç ve kuvvet sâhibidir.[1] Sizin çoğunuz perdelisiniz; Müslüman olduğunuzu iddiâ ediyorsunuz fakat hakîkat husûsunda hiçbir şeye sâhip değilsiniz.

Yazık size! “Müslüman” ismi size onun şartları ile amel etmedikçe hiçbir fayda vermez. Böyle kimselerin “zâhir”i (dışı) vardır ama “bâtın”ı (içi, özü) yoktur. Amelleriniz size hiçbir şey katmıyor. Zâhirin mihrapta, bâtının ise riyâ ve münâfıklık yapıyor. Zâhirin dindar, bâtının ise haramlarla dolu. Evinde dostun bekliyor! Şerîat zâhiren senden cezâyı düşürüyor; çünkü senden zâhiren ona aykırı bir şey zuhur etmiyor. İlim ise bâtınen, onun üzerine ölüm ve cezâlandırılma hükmünü vuruyor. İyi düşün! Bugün cezâdan kurtuldun, ama yarın kim kurtaracak? İyi düşün! Hüküm erbâbı nazarında gizlendin ama, O’nun (CC) nûru ile bakan ve halkı taşıdıkları işâretlere göre tanıyan “ilim erbâbı” katında nasıl gizleneceksin? Avam katında sen namaz kılan, oruç tutan, itâatte bulunan, tezkiye olan, hacca giden, veraya önem veren, müttakî ve zâhid birisin; “ilim ehli” indinde ise münâfık, deccal ve cehennemlik birisin!

Onların yanına gidersen din evinin harap olduğunu ve yüzündeki nifak alâmetlerini görürler. Seni sîmandan tanırlar, fakat konuşmazlar. Cenâb-ı Hakk’a (CC) kurbiyet mührü onların ağızlarındadır; O’nun (CC) günahları örtme, gizleme sıfatı ve O’nun (CC) “setr” (örtü) eli onların dillerini tutar; kerem, cömertlik ve yumuşaklık dilleri onları konuşmaktan engeller. Eğer böyle olmasaydı örtüleriniz yırtılırdı. Ey münâfıklar! İslâm’ı hakkıyla yerine getirin ki, îman da, îkan da, mârifet de, münâcât da size gelsin, hitâp ve konuşma gelsin.

Akıllı olun! Mânâsı olmayan kabuklarla yetinmeyin. Amel işleyin ve ihlaslı olun ki, kurtulasınız. İlmiyle âmil olan âlimlere hizmet edin. Hizmet eden hizmet görür. Tevâzu gösteren yücelik bulur. Hizmet et ki, efendi olasın. Duymadın mı?: “Topluma hizmet eden onların efendisidir.[2]

Sen nefsine, eşine, çoluk-çocuğuna güzel hizmet ediyorsun ama malını fakirlerden gizliyorsun; malını hevâ ve hevesin ve hîleli maksatların uğrunda harcıyorsun. Yakında haberini alırsın! Sen Rabbinden (CC) korktuğundan çok, sokağının bekçisinden, bölgenin yöneticisinden korkuyorsun. Onlara hediyeler veriyorsun. Çünkü onlar evinin harâplığına ve rezilliklerine muttalîler. Yakında malın bitecek. O kötü arkadaşların seni terkedecek. Bekçi ve yönetici, hediyeler kesildiği için senin kirli çamaşırlarını ortaya dökecekler. Sen O’nun (CC) nîmetlerini O’na (CC) karşı isyanlarda kullanırken, Allah-ü Teâlâ (CC) seni nasıl kutlar! Yakında sen dileneceksin, senden dilenilmeyecek! Kalacağın yer de çöplükler ve pislik yerler olacak. Ve kimbilir, belki de sen bu hal üzere iken ölüm sana gelecek ve ıztıraptan ıztıraba düşeceksin…

Akıllı ol ve Allah’tan (CC) utan! Dünyâ fânîdir, ama âhiret bâkîdir. Dünyevî istekler arzular devam etmez, uhrevî istekler ise süreklidir. Mü’min âhiret karşılığında dünyâyı, Hâlık (CC) karşılığında halkı satar. Sûfîlerden bâzıları vardır ki, Allah-ü Teâlâ (CC) ile halktan ve yeryüzündeki her şeyden müstağnî olup, onlara muhtaçlığı gidince, Hâlık’a (CC) dönmesi ve halktan birşeyler istemesi, bir şeyler dilenmesi için, geçim ve maîşet temini derdi ona geri verilir. Onun halktan istemesi halka rahmet olur. Onun fakirliği zâhirdedir. Bâtında ise o zengindir. Onun zenginliği gizli, fakirliği açık olur. O, onlar üzerinde istediği gibi galebe eder, hâkim olur da onlar edeplerini bozmadan sükûnet içinde dururlar.

Onları ilk terbiye eden Kitap ve Sünnettir. Onlarla amel ederler ve müttakî olurlar. Sonra onları Hz. Peygamber (SAV) terbiye eder. Rüyâlarında onlara şöyle der: “Şunu şunu yapın, şunu şunu yapmayın…” Sonra Rablerini (CC) rüyâlarında görürler. Onlara çeşitli emirler verir, çeşitli nehiylerde bulunur. Bir dereceden diğer bir dereceye, bir kitaptan diğer bir kitaba, bir âlemden diğer bir âleme, bir zikirden diğer bir zikire sürekli yükselir giderler.

Mü’minin gözünde halk bir tek şahıs gibidir. Bu şahıs ise hasta, âciz, fakir, kendine zerre kadar bir fayda çelbedemeyen, bir zararı defedemeyen, kendine ters davranana buğzeden, kendine uyandan hoşlanan biridir. Mü’min ise buğzunda da, muhabbetinde de Rabbine (CC) muvâfakat eder. Halkı, kendisine bir şeyler verdikleri için sevmediği gibi, bir şey vermediklerinde de onlara buğzetmez. Muhabbetini de, buğzunu da hevâ ve hevesi uğruna yapmaz. O sonsuza kadar nefsinden ayrılmıştır; ona ancak Rabbine (CC) itâati durumunda muvâfakat gösterir. Dünyâ onun kalbinden uzaklaşmıştır. O, Rabbinin (CC) dînini yerine getirmekten, onu gözetmekten ve ona yardım etmekten aslâ geri durmaz.

Yazık sana! Zâhid olan kalptir, ceset değil. Ey zâhiri ile zâhidlik taslayan! Zühdün merduttur (reddedilmiştir). Çünkü sen sarığını, gömleğini sakladın, altınını yerin altına gizledin ve derviş elbisesi giydin; bütün pislikleri topladın… Eğer tevbe etmezsen Allah (CC) senin derini yüzsün, boynunu vursun. Bir dükkân açtın, orada nifak satıyorsun! Eğer O’ndan (CC) önce kendin o dükkânı yıkmazsan, Allah (CC) o dükkânı başına yıksın da altında seni helâk etsin. Tevbe et ve zünnârı (küfür alâmeti kuşağı) kes.

Vah sana! Mü’minin zühdü kalbindedir. Rabbine (CC) olan kurbiyeti sırrındadır. Dünyâ ve âhiret ise onun kapısında ve kasasındadır, kalbinde değil! Onun kalbi Mevlâ’sından (CC) başka her şeyden boştur. Rabbinden (CC) başkası onun kalbine nasıl girsin ki, orayı tamâmen O (CC), O’nun (CC) zikri ve O’nun (CC) kurbiyeti doldurmuştur. Kalbi, Mevlâ’sının (CC) rızâsı uğruna her şeye vedâ etmiştir, o kırıktır. Hoş Rabbi (CC) dâimâ onun yanındadır ya! Zîrâ O (CC) şöyle buyurmuştur: “Ben kalpleri benim için kırılmış olanların yanındayım.[3] Onların nefisleri dünyâyı terketmek sûretiyle ve kalpleri de Mevlâ’larının (CC) rızâsı uğruna kırılmıştır. İşte onlar inkisârı, kalp kırıklığını hakkıyla yerine getirince, O (CC) onların yanında olur, kırıklıklarını düzeltir. Onları tedâvi eden tabiptir, onlara gelen. İşte nîmet budur! Ne dünyâ, ne de âhiret nîmeti nîmet değildir.

Sûfîler hastadırlar; tâbipleri ise yanlarındadır. Onlar tabiplerinin huzûrundadır. O’nun (CC) kerem ve lutuf hücrelerinde uyku hâlindedirler. Onları iyilik, yumuşaklık ve merhamet eliyle döndürür. Felâha vereni görmeyen felah bulamaz. Sûfîlerle berâber oturun, onların konuşmalarını ve sohbetlerini dünyâ için değil, Allah (CC) rızâsı için dinleyin ki, ondan yararlanasınız.

İlim öğrenin! Zîrâ ilimde çok büyük hayır vardır. İlim öğrenin ve amel edin. Böylece, ilimden istifâde edesiniz. İlim kılıç, amel el gibidir. El olmadan kılıç kesmez. Kılıç olmadan da el kesmez. Zâhiren ilim öğrenin ve bâtınen ihlaslı olun. İhlas olmadan zerre kadar sevap kazanamazsınız.

Kur’ân’ı dinleyin ve onunla amel edin. Onu Cenâb-ı Hakk (CC) kendisine ulaşasınız diye indirmiştir. Kur’ân’ın iki yönü vardır: O’nun (CC) elinde olan tarafı, bizim elimizde olan tarafı. Eğer onunla amel ederseniz kalpleriniz Cenâb-ı Hakk’a (CC) yükselir. Ve daha dünyâda iken, âhiretten önce kalpleriniz O’nun (CC) kurbiyet evine girer. Eğer O’na (CC) vâsıl olmak istiyorsan dünyâya ve halka karşı zâhid ol. Nefsine, evine, malına, isteklerine, arzularına, halkın övgüsünden ve yüceltmesinden hoşlanmaya, sana teveccüh göstermelerine karşı zâhid ol. Eğer bunu gerçekleştirebilirsen onlara muhtaçlığın gider. Bütün sıkıntın kalkar. Bâtının ve halvetin mâmur olur. Kalbin ve sırrın aydınlanır. Nefsin mutmain olur. İşte bütün bunlar Kur’ân ile amel etmenin bereketi sâyesindedir. Bu Kur’ân güneştir; o halde onu kalp evlerinize bırakın ki, sizi aydınlatsın.

Yazık sana! Lambayı söndürürsen gecenin karanlığında elinde olanın ne olduğunu nasıl göreceksin? Size hayat veren şeye dâvet eden Resûle (SAV) icâbet edin. Ölü kalp neyi duyar ki? Dünyâ ve dünyâ sevgisi ile ve halkı sevmek ve onlardan bir şeyler ummak sûretiyle ölmüş olan kalp nasıl görebilir? Nasıl duyar ve görür? Dünyâyı bil ki, ona karşı zâhid olasın; nefsi bil ki, ona muhâlefet edesin; halkı bil ki, onlara buğzedesin…

Ey ölü kalpliler! Siz dünyâyı talep ediyor, ona rağbet gösteriyor ve ona muhabbet duyuyorsunuz. Ve sizler de ey zâhidler! Cennet talebiniz sizi Rabbinizden (CC) alıkoydu, engelledi. Yazık size! Yolu şaşırdınız. “Dârdan önce câr” (evden önce komşu) “tarîkten önce refîk” (yoldan önce yoldaş) edinin. Ve siz ey vâizler! Hiçbir sanatınız olmadığı halde, ehil olmadığınız halde peygamberlerin kürsülerine oturdunuz! Kerr u ferri (savaş taktiklerini) ve dövüşmeyi beceremediğiniz halde en ön safa geçtiniz. İnin oradan! İlim öğrenin, amel edin, ihlaslı olun ve ondan sonra oraya çıkın. Bu iş nefisle, hevâ ve hevesle, şeytanla, dünyâ ile, şehvetlerle, zevklerle, halkı terk ile, zararda ve faydada onları görmek ile dövüşmekten ibârettir. Bütün bunların hepsine îman, yakîn ve tevhîd kuvvetinle gâlip gelir, onları kahredersen, işte o zaman Hakk (CC) senin kalbine ve sırrına “hil’at” (saltanat elbisesi) giydirir. Cenâb-ı Hakk (CC) bu gibileri kurbiyet evine yerleştirir, halkına emir tâyin eder, onlara geri gönderir. O zaman halka karşı verdiğin savaştaki taktikleri de güzel yaparsın.

Allah’ım (CC)! Bizi, seni bizden râzı eden şeylerde kullan. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Zâriyât S. A.56-58.

[2] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/409-410 (no: 1513).

[3] Zebîdî, İthâfü’s-sâde, VI/290.

36. SOHBET RAMAZAN VE ORUÇ

“Ramazân” beş harften oluşan bir kelimedir (Arapça’ya göre): Râ (ra)-mîm (ma)-dâd (z)-elif (â)-nûn (n). Râ harfi (ra) “rahmet” ve “re’fet”ten (şefkatten) gelir. Mîm harfi (ma) “mücâzât” (bir şeyin karşılığını verme) “muhabbet” ve “minnet”ten (iyilikten) gelir. Dâd harfi (z) sevâbı “dımân” etmekten (garanti altına almaktan) gelir. Elif harfi (â) “ülfet” ve “kurbiyet”ten gelir. “Nûn harfî (n)” ise “nûr” ve “nevâl”den (cömertlikten) gelir.

Bu ayı hakkıyla tamamlar ve onda gerekli olan ibâdetleri doğru bir şekilde yaparsanız, bu sayılan şeyler de Hakk (CC) katından sizlere gelir. Böyle yaparsanız dünyâda iken kalplerinizle ona yakınlaşır, kalplerinizi nurlandırırsınız. Hakk’ın (CC) cömertliğine, açık ve gizli nîmetlerine nâil olursunuz. Âhirette ise, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen nîmetlere kavuşursunuz.

Çoğunuzun oruçtan haberi yok! Emre gösterilen saygı ve ihtiram âmire yâni emredene gösterilen saygı ve ihtiramdır. Allah’tan (CC), Nebîlerinden (AS), Resullerinden (AS) ve sâlih kullarından haberi olmayanın bu aydan haberi nereden olacak? Çoğunuz babasını, annesini ve komşularını oruç tutarken görmesi üzerine onlarla berâber oruç tutar oldu; yâni âdet üzere oruç tuttu, ibâdet olarak değil. Orucu sâdece yemekten ve içmekten kesilmek zannediyorlar. Şartlarını ve erkânını yerine getirmiyorlar.

Ey cemâat! Âdeti terkedin, ibâdete yapışın. Allah-ü Teâlâ (CC) için oruç tutun. Ne bu aydaki oruç, ne de bu ay içerisinde yapılan ibâdetler, sakın canınızı sıkmasın. Bu ayı amelle geçirin. Amellerinizde de ihlaslı olun. Terâvih namazlarına devam edin. Mescitlerinizi, câmilerinizi aydınlatın, zîrâ bu aydınlatmanız kıyâmet günü size nur olacaktır. Eğer bu ayı Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ibâdât ve tâât ile geçirirseniz ve ona gerekli hürmeti gösterirseniz, bu size kıyâmet günü şefâatçi olur. Orucu hakkını vererek tutun ki, size de hakkınız ödensin. Onu eksiksiz yapın ki, karşılığını eksiksiz alasınız. Rabbiniz (CC) katında size şehâdet edilsin ve sizi övsünler. Bu vesîle ile, O’nun (CC) fazlından, kereminden, nîmetinden, iyiliğinden, rahmetinden, lutfundan, hıfzından, himâyesinden ve korumasından sizin için talep edilsin.

Yazık sana! Sana ne fayda verir ki: Oruca başlıyorsun haramla, oruç bozuyorsun haramla! Bu mübârek gecelerde günahlar ile uyuyorsun! Yine yazık sana ki, halk arasında bulunduğun zaman riyâkârlıkla ve bozgunculukla, oruç tutuyor görünüyorsun; fakat kendi başına kaldığında ise bir şeyler yiyor, sonra tekrar onlar arasına katılıyorsun ve onlara: “Ben oruçluyum” diyorsun. Uzun günlere sövüyorsun, hakâretler yağdırıyorsun, yalan yeminlerle yemin ediyorsun! Pintilikle, hîleyle, gaspla insanların mallarını ele geçiriyorsun.

Orucun sana fayda vermez. Sen oruçlu da sayılmazsın. Çünkü Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Nice oruçlu vardır ki, aç ve susuz kalmak dışında oruçtan elde ettiği bir şey yoktur. Ve nice ibâdet eden vardır ki, ibâdetinden kendisine yorgunluk ve uykusuzluktan başka bir şey kalmaz.[1] Kimileri var ki, zâhiren, görüntü olarak müslüman, fakat bâtınen sanki puta tapanlar gibi! Vah sizlere! Müslümanlığınızı, tevbenizi, özürünüzü ve ihlâsınızı sürekli yenileyin, tâ ki, Rabbiniz (CC) sizi kabul etsin ve işlediğiniz günahları affetsin.

Ey oruçlular! Rabbinize şükredin, teşekkür edin. Çünkü o sizi oruca ehil kıldı ve oruç tutmanız için size güç verdi. Oruç tutan kimsenin kulağı da, gözü de, elleri de, ayakları da, yâni bütün uzuvları da oruç tutsun. Bütün zâhiri ve bâtını ile oruç tutsun. Oruç tuttuğunuz zaman yalanı terkedin; yalancı şâhitlik yapmayın; gıybeti, koğuculuğu, insanlara iftirâ atmayı ve onların mallarını almayı (gasbetmeyi) terkedin. Öyle oruç tutun ki, günahlardan tertemiz ve pâk olun. Eğer günaha düşerseniz, böyle orucun size ne faydası olacak? Hz. Peygamber’in (SAV): “Oruç cünnettir (sığınaktır)[2] sözünü işitmediniz mi? Buradaki “cünnet” kelimesinin anlamı, sâhibini örten ve üzerini kapatan şey demektir. Bundan dolayıdır ki, kalkana “mücenne” yâni sığınak da denir. Çünkü kalkan sâhibini kaplar ve onu oklardan korur. Aklını kaybetmiş kişiye de “mecnûn” denir. Çünkü onun da aklının üzeri örtülmüştür. Oruç vera, takvâ ve ihlas sâhibi olan oruçlu için bir sığınaktır. Çünkü sığınak onu dünyâ ve âhiret belâlarından korur. Ey oruçlular! İftar vakti fakirlere ve düşkünlere yiyeceklerinizden bir şeyler ikram edin. Zîrâ bu sizin sevâbınızı artırır ve orucunuzun kabul edildiğine de bir işârettir.

Her şey biter; âhiretiniz için önceden gönderdiğiniz, gücünüz yettiğince hazırlayabildiğiniz şeylerden başka hiçbir şey bâkî kalmaz. Kıyâmet günü aç, susuz, çıplak, korkulu, ürkek ve titreyen bir halde haşrolunacaksınız: İşte o gün, bu dünyâda yemek yedirene yemek verilecektir. Bu dünyâda iken su ikram edene o gün su ikram edilecektir. Bu dünyâda birilerini giydirene o gün elbise giydirilecektir. Bu dünyâda iken Cenâb-ı Hakk’tan (CC) korkan ve utanan kimse o gün emniyet içinde olacaktır. Bu dünyâda merhamet edene o gün Allah-ü Teâlâ (CC) merhamet edecektir.

Ramazan ayında Kadir Gecesi vardır. O gece yılın en büyük gecesidir ki, onun alâmetlerini sâlihler bilir. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) bâzı kullarının gözlerinden perdeyi kaldırılır ve onlar meleklerin yüzlerindeki nûru, ellerinde taşıdığı o ilâhî nûru, göklerin kapılarının nûrunu ve Hakk’ın (CC) vechinin nûrunu görürler, zîrâ O (CC) bu gece yeryüzü ahâlîsi için tecellî eder.

Ey cemâat! Himmetlerinizi (gayretlerinizi) yemeye içmeye yoğunlaştırmayın. Bu düşük bir gayrettir, himmettir. Yemeye içmeye mübtelâ oldunuz; halbuki rızık konusunda garantiniz var. O halde niçin ona yoğunlaşıyorsunuz. Yemeyen ve içmeyen, “Samed” (her şey kendisine muhtaç) olan Allah-ü Teâlâ (CC) ne yücedir! O (CC) Rızık verendir, rızık verilen değil; O (CC) yedirendir, yedirilen değil. O (CC) “samed”dir, O’nun (CC) karnı yoktur; O (CC) yemez, içmez, uyumaz. Hırsınız arttı, veranız ve “emânınız” (emniyetiniz) azaldı.

Yazık sana! Dünyâ bir saattir, onu itâatle geçir. Ey oğul! Dünyevî olsun, uhrevî olsun bütün işlerinde vera sâhibi ol ki, felah bulasın, kurtulasın. Vera sâhibi olursan aleyhine hiçbir delil kalmaz. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) rızâsına ulaşırsın.

Sâlihlerden birini rüyâda gördüler; kendisine Allah-ü Teâlâ’nın (CC) ne yaptığını sordular: “Affedildim” diye cevap verdi. “Ne ile?” dediler. Dedi ki: “Bir gün hamamda abdest almış, mescide doğru gidiyordum. Oraya yaklaştığımda ayağımda bir dirhemlik bir yere suyun değmediğini farkettim. Döndüm ve tekrar gusül abdesti aldım. Allah-ü Teâlâ (CC) bana buyurdu ki: Ben seni şerîatime saygın sebebiyle affettim!”

Sen neredesin, uyuyamayıp, yanları yataklardan uzak kalan kimseler nerede! Onlar nasıl uyusunlar ki: Onları korku basmış ve gözlerinden uykuyu kaçırmıştır! Ünsiyet (Hakk’ın CC. sıcaklığı) ise onların kıyamda buldukları ve ihtiyaç duydukları şeydir. Onlar ancak secde hâlinde iken uyku ağır basarsa uyurlar. Onlara bu secde hâlinde ağır basan uykuyu verip, onların bedenlerini bu şekilde ihtirahat etmeyi nasip eden Allah-ü Teâlâ (CC) ne yücedir! Bu kısa süre içinde dahi onların yanları yatak yüzü görmez. Çünkü gâh “havft”en dolayı, gâh “recâ”dan dolayı, gâh “hayâ”dan dolayı ve gâh “iştiyak”tan dolayı yatağa uzanıp uyuyamaz onlar.

Rabbinizden (CC) “havf”iniz ne kadar da az! Tâatiniz ne kadar da az! Oysa çok çok ibâdet ve itâat etmelerine rağmen sâlihlerin Allah-ü Teâlâ’dan (CC) “havf”i ne kadar da çok! Hz. Peygamber (SAV) namazda olduğu zaman göğsünden kaynayan tencerenin sesine benzer bir ses duyulurdu! Hz. İbrâhîm’in (AS) namaz kıldığı zaman göğsünden çıkan ses üç fersah öteden duyulurdu! Onlar sıddık, halîl, muhib ve duâsı kabul olunan kimseler olmalarına rağmen “havf” (korku) sâhibi idiler. Şimdi bana söyleyin: Sizin bu hâliniz nedir?

Görüyorum ki, orta yoldan çıktınız. Sayının dışında kaldınız. İtâate ünsiyetiniz çok az; buna karşılık ona soğuk mu soğuksunuz? Kolay olan hayırlarla ve çoğunlukla da sizi doyuran dünyâlıklarla yetindiniz. Bu amel ölecek olanın, Rabbi (CC) ile karşılaşacak olanın ameli değil! Böyle ameller kıyâmet günü sâhibine geri verilir. Bu amel muhâsebeden (hesâba çekilmekten) ve münâkaşadan korkan kimsenin ameli değil! Bu amel, kabrine indirilmeyi isteyen, ancak oranın cehennem çukurlarından bir çukur mu, yoksa cennet bahçelerinden bir bahçe mi olduğunu bilmeyen kimsenin ameli değil!

Sûfîler gündüzü oruçla, geceyi kıyâm ile yâni ayakta geçirirler. Yorulduklarında yere düşüverirler ve ancak öyle ihtirahat ederler. Yanları yataktan uzak kalır. Biraz oturduktan sonra, Rablerine (CC) korku ve ümit ile duâ ettikleri yere tekrar dönerler. Reddedilmekten korkarlar. Kabul edilmeyi umarlar. Derler ki: “Rabbimiz (CC)! Biz ihlaslı, doğru dürüst, mükemmel, nefisten ve ucübden uzak bir amel işleyemedik.” Reddedilmekten korkarlar. Sonra da, Hakk Teâlâ (CC) cömert olduğu için, azı kabul edip karşılığında bol bol ihsân eden, yapmacık ve değersiz şeyleri kabul edip, tâze ve güzel olanı bağışlayan olduğu için onlar O’nun (CC) nezdinde kabul edilmeyi umarlar. O (CC) eksik yükü kabul eder, ama karşılığını yine de tam verir.

“Havf” azîmettir, “recâ” ise ruhsattır. Sûfîler “havf u recâ” arasındadır. Bâzan bundadırlar, bâzan onda. Bâzan zâhire, bâzan da bâtına göre davranırlar. Bâzan sâf ve dupduru olurlar, bâzan kederli ve bulanık. Bâzan izzet ve celâl sâhibi olurlar, bâzan zillet ve tevâzu. Bâzan ihsanlara ulaşırlar, bâzan ulaşamazlar. Ecelleri gelinceye kadar hep böyle olurlar. Ve kalpleri Hâlık’larına (CC) ulaşır; o zaman onlar için ne ruhsat kalır, ne keder… Bilakis tamâmen azîmet ve safâ olur.

Mal seni kapıya kadar, ailen ise kabre kadar tâkip edip geri dönerler. Amel ise sana arkadaşlık eder, seninle berâber kabre kadar iner ve senden ayrılmaz.

Ey gâfiller! Sizi terkedecek şeyleri azaltın ve size arkadaşlık edecek, sizi hiç terketmeyecek olan sâlih amelleri çoğaltın. Oruç tutun ve orucunuzda ihlaslı olun. Namaz kılın ve namazlarınızda ihlaslı olun. Haccedin ve haccınızda ihlaslı olun. Zekat verin ve zekatlarınızda ihlaslı olun. Rabbinizi (CC) zikredin ve zikrinizde ihlaslı olun. Sâlihlere hizmet edin, onlara yakınlaşın ve onlara hizmetinizde ihlaslı olun. Kendi ayıplarınızla meşgul olun, başkalarının ayıplarından yüzçevirin. Mârûfu (doğruyu) emredin, münkerden (yanlıştan) nehyedin. İnsanların ayıplarını ortaya yaymayın. Onların örtülerini yırtmayın. Onların ortaya çıkan kusurlarını görmezden gelin. Kaldı ki, onların gizli kusurlarından size ne? Kendinizle meşgul olun, başkasından size ne? Mâlâyânîyi çoğaltmayın. Zîrâ Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Mâlâyânîyi terketmesi kişinin İslâm’ının güzelliğindendir.[3] Seni kendi ayıbın ilgilendirir, başkasının ayıbı seni ilgilendirmez. İtâat et, isyan etme. Tevhîd et, şirk koşma; halka ve sebeplere güvenmen şirktir.

Yazık sana! Sen mecnunsun. Hoşnutsuzluk ve îtiraz sana bir şey getiriyor mu? Aksine yanındaki her şeyi gideriyor. Gazabın sana gelecek bir şeyi çabuklaştırıyor mu? Aksine geciktiriyor. Belâ vermek de, belâyı gidermek de Allah-ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Derdi de devâyı da indiren O’dur (CC). Derdi de devâyı da yaratan O’dur (CC). O (CC) ancak kendisini öğretmek için seni belâya mübtelâ kılıyor. Böylece, belâyı indirmede ve gidermede delillerini ve kudretini sana göstermek için sana belâ veriyor. Bununla sana belâ verebileceğini de, senden belâyı kaldırabileceğini de gösteriyor. Belâlar Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kapısını çalmayı öğretirler. Kalp ile Cenâb-ı Hakk’ı (CC) bir araya getirirler. Yüksek menzillere, derecelere yükseltirler. Belâlara öfkelenmeyin. “Niçin?” ve “nasıl?” diyerek hoşlanmadığınız o belâlar sizin hayırınızadır. Eğer belâlara sabrederseniz gizli ve açık bütün günahlardan temizlenirsiniz. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Günahından eser olmaksızın yeryüzünde yürüyünceye kadar, mü’minden belâ eksik olmaz.[4] Onun günahları amel defterinden kaldırılır, o günahları yazmış olan melekler onları unutur. Sâlihlerden biri şöyle dermiş: “İlâhî (CC)! İnsanlar seni nîmetlerin için sevdi, ben ise belâların için sevdim.” Onlardan birisi de kendisine belâ gelmediği zaman şöyle dermiş: “İlâhî (CC)! Bugün ne günah işledim de bana belâ vermedin?”

Yazık sana! Eğer O’nun (CC) takdîrine râzı olmuyorsan O’nun (CC) verdiği rızkı yeme ve kendine O’ndan (CC) başka bir Rab bul! Allah-ü Teâlâ (CC) bir vahyinde şöyle buyurmuştur: “Ey Âdemoğlu! Kaderime râzı olmaz, belâlarıma sabretmezsen, kendine benden başka bir rab ara![5] Rabbinize (CC) karşı sabırlı olun; O’ndan (CC) başka rabbiniz yok! O’ndan (CC) başka ikinci bir rab yok! O’ndan (CC) başka kapı yok! Başka bir yaratıcı yok! Vâhid olan Allah-ü Teâlâ’nın (CC) irâdesine karşı sabredin…

Allah’ım (CC)! Bizleri mutmain, râzı, muvâfakat gösteren müslüman ve teslim olmak isteyenlerden eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII/382, (Musul-1983).

[2] Buhârî, es-Sahîh, “Savm” hadîs no: 1795.

[3] Tirmizî, es-Sünen, “Zühd” hadîs no: 2433.

[4] Dârimî, es-Sünen, II/320, Dimaşk-1349.

[5] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VI/207.

37. SOHBET İHLÂS-İNFAK

Kul, Hakk’ı (CC) tanıyınca kalbi her şeyi ile O’na (CC) yakınlaşır. Cenâb-ı Hakk (CC) da kula bütün bağışlarını yapar. Ona tam bir ünsiyet verir. Bütün izzet ve şerefi ona bağışlar. Bu halde sükûnete erişince, Cenâb-ı Hakk (CC) bütün verdiklerini kulundan alır. Elinde bir şey bırakmaz. Onunla kendi arasına perde koyar. Kulun kaçacak mı, yoksa sebat mı göstereceğini dener. Kul sebat gösterirse Hakk (CC) aradaki perdeyi kaldırır ve ona önceki makâmını iâde eder. Hani, bilmez misiniz; baba denemek için çocuğunu kapı dışarı eder, kapıyı onun suratına kapatır. Sonra da çocuğun ne yapacağını beklemeye koyulur. Baba, çocuğunun kapının eşiğinden ayrılmadığını, komşulara gitme, babasını başkalarına şikâyet etme gibi edebe aykırı düşen yollara tevessül etmediğini görünce hemen kapıyı açar, çocuğunu bağrına basar ve ona olan ihsânını artırır.

Amelinde ihlaslı olmayan kimsenin eline Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlıktan ve ikrâm-ı ilâhîden zerrece bir şey geçmez. Cenâb-ı Hakk (CC) bir vahyinde şöyle buyurmuştur: “Ben kendime başkalarının şirk koşulmasından müstağnîyim. Kim ki, bir amel işler ve o amelinde benden başkasını ortak eder, şirk koşarsa onun o ameli bana ortak koştuğu kimse içindir, benim için değildir; ben sâdece benim rızâm için yapılanı kabul ederim.[1] Yine Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Kıyâmet günü münâfık çağırılır: ‘Ey hâin, ey fâcir! Kimin için amel işledi isen karşılığını da ondan iste’.

Ey Rablerinden (CC) başkası için kulluk edenler! O’nun (CC): “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım[2] buyurduğunu işitmediniz mi? Yine O (CC) buyurmuştur ki: “Onlar ancak, dinde “muhlis” (ihlaslı) olarak Allah’a (CC) ibâdet etmekle emrolundular.[3] Her kulun, başka bir maksat ya da bağış için değil, ancak ve ancak Rabbinin (CC) rızâsını talep ederek kulluk etmesi îcap eder.

Celvette (toplumla birlikte) iken amelinde ihlaslı olamayanlarınız, ibâdetlerini halvette, herhangi bir mahlûkun göremeyeceği, kırâatini ve tesbîhini kimsenin işitemeyeceği yerlerde yapsınlar. Riyâ hâdisesi çok büyük bir hâdisedir. Bir sâlih şöyle demiş: “Birisi karanlık bir evde namaz kılsa ve âciz ve fakir, elinden bir şey gelmeyen bir zencinin dahi ibâdetini gördüğünü farketse, o âbid ibâdetini bırakır.” Amel edip de amelinde ihlaslı olmayana ondan bir fayda yoktur.

Ey infâk etmekten, nafaka vermekten geri duran! Cenâb-ı Hakk’ın (CC): “Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler[4] sözünü işitmedin mi? Yâni mallarını ailelerine, çoluk çocuklarına, fakirlere ve düşkünlere infak ederler. Cimri kişi mahrum, matrut ve merduddur. Halktan da Hâlık’tan (CC) da uzaktır. Rabbinizin (CC) keremini dileyin. Cevap verse de vermese de O’ndan (CC) isteyin; çünkü O’ndan (CC) istemek ibâdettir. Duâ (çağırma) uzaklıkta, münâcât (yalvarma) yakınlıkta, îmâ ise muhabbette olur. Uzakta olan kimse hükümdarın kapısına gelir ve seslenir: “Ey melik! Bana atâ ve ihsanda bulun, beni yakınlığına al.” Ona yakınlaşmış, kapıdan içeri ulaşmış olan ise ona hafif bir sesle yalvarır. Çünkü ona yakınlaşmıştır. Onun yanına oturan kimseye gelince; onu heybet kaplar, sükût eder ve işâretle konuşur. Uzakta olan müslüman da nidâ ile duâ eder. Ârif mü’min ise yakındadır ve hüsn-i edeple münâcât eder. Kalbiyle vuslata ermiş mahbûb ise “kurbiyet hazînesi” içindedir. Dolayısıyla îmâ ile konuşur.

Söylediğimi anlayıp onunla amel edene, ben ve sözlerim hakkındaki töhmeti kalbinden atana ve anlamayıp da amel edemediği sözlerimi Rabbine (CC) havâle edene Allah-ü Teâlâ merhamet etsin.

Sûfîler îman edip tasdîk ederler ve mallarından sâlihlere infak ederler, mallarını nefislerine karşı kullandıkları çeşitli delillerle ellerinden çıkarırlar. Bâzan farz olan zekât şeklinde, bâzan farz olmayan sadaka şeklinde, bâzan “îsâr” olarak ve bâzan da adak olarak mallarını harcarlar. Sûfîler ellerindekini çıkarmak için kesin yemin ederler. Bütün bunları kalplerinin ve îkanlarının kuvvetlenmesi ve nefislerinin kahrı, yenilgisi için yaparlar. Bâzı sûfîler Allah-ü Teâlâ’ya (CC) benzemek için malından belli bir kısmın bağış olarak verilmesini adamlarına emreder. Bâzı sûfîler de bağışı bizzat kendi eliyle yapar ama bundan haberi bile olmaz. “Evliyâ” fakirlere ve düşkünlere yardım edilmesini sürekli emrederler. “Abdâl”[5] ise insanların mallarını alırlar ama bundan haberleri olmaz.

Şöyle bir hikâye anlatılır: Sâlih bir zât çölde namaz kılıyormuş. Yanına “kurnaz ve oynak kimseler” gelmiş. Birisi o sâlih zâtın omuzundaki hırkasını almış (sonra tekrar koymuş). Namazı bitirince hırkasını alan kişi ona demiş ki: “Hırkanı aldığım ve sana sıkıntı verdiğim için hakkını helâl et.” Şöyle cevap vermiş: “Benden hırkayı aldığın zamânı da, onu bana tekrar verdiğin zamânı da hatırlamıyorum. Eğer onu almak istiyorsan al senin olsun.”

Sûfîler içinde oldukları hâlin dışında bir şeyi şuur edemezler. Rablerinin (CC) huzûrunda durdukları zaman, O’nun (CC) dışındaki her şey onlar için kaybolur. Mânâ kaybolur, sûret kalır. Kalp kaybolur, kalıp kalır. Tâbiînden olan Müslim b. Yesâr (RA) evine girdiği zaman çocuklarını sıkıştırır ve terbiye edermiş. Tâ ki, onlardan hiçbiri gülemezmiş. Onlara bu sıkıştırmasını iyice hissettirirmiş. Namaza durmak istediği zaman onlara: “Haydi, artık önceki hâlinize devam edin, rahatlayın, çünkü ben ne yaptığınızı duymam.” dermiş. O namaza durunca çocuklar oyuna dalar, rahatlarlar, gülüp oynarlarmış. Onun ise çocukların yaptığından hiç haberi olmazmış. Bir keresinde de câmide namaz kılıyormuş. Omuzunun üzerine bir direk düşmüş; o ise ne yere düşmüş ne de o direğin üzerine düştüğünden haberi olmuş.

Sûfîler her şeyleriyle Cenâb-ı Hakk (CC) içindir. Onların her şeyi halkın lehinedir. Hâlık (CC) ise onlar içindir. Ellerinde olan mallarını da, kalplerinde olan ilimlerini de infak ederler. Onlar en büyük hazînenin ortasına düşmüşlerdir. Dolayısıyla dünyâ malı onların gözünde önemsizdir. Mükevvenden (mahlûktan) yüzçevirdikleri için, onların kalplerine tekvîn (yaratma kuvveti) verilmiştir. Bu zâhir, elinde olduğu ve kalbin de onu gönülden kucakladığı müddetçe tekvînin zerresini göremezsin. Sâlihlerden birisine: “Yemeği nereden yiyorsun?” diye sormuşlar. “En büyük ambardan” demiş. “En büyük ambar da nedir?” demişler. “Kün fe-yekûn” (bir şeye “ol!” demek ve onun da oluvermesi) diye cevap vermiş.

Dünyâ işlerine sizden aşağıda olanların gözüyle bakın, âhiret işlerine ise sizden yüksekte olanların gözüyle bakın. Sâlihlerden birisi bir bayram günü bakla satın almış, yemeye başlamış ve şöyle demiş: “Acabâ, böyle bir günde benim gibi yağsız ve tuzsuz bakla yiyen başka biri var mı?” Gözü yan tarafına ilişmiş ve attığı baklaların kabuklarını yiyen birisini görmüş; ağlayıvermiş, söylediklerinden dolayı Allah-ü Teâlâ’dan (CC) özür dilemiş.

Ey Âdemoğlu! Kendine karşı cimri olma. Cenâb-ı Hakk (CC) senden borç almakta değil midir? Sen niye vermiyorsun? O’nun (CC): “Allah-ü Teâlâ’ya (CC) kim güzel bir borç verirse…[6] buyruğunu işitmedin mi? Eğer O’na (CC) borç verir ve fakir eliyle bunu O’na (CC) havâle etmeyi kabul edersen, O (CC) sana kat kat verir ve yarın senin verdiğinden çok fazlasını sana bahşeder. O’nunla (CC) alış-veriş yapın da, kârın ne olduğunu görün! O’nunla (C) hiçbir tecrübeye gerek duymaksızın alış-verişte bulunun. Câfer-i Sâdık (RA) (v. 148/765) elinde on dinarı olup on beş dinara da ihtiyâcı olduğunda o on dinarı tasadduk edermiş. Birkaç gün içinde on beş dinar gelirmiş. Eğer gelmeyecek olursa, ne Rabbini (CC) itham edermiş, ne O’na îtirazda (CC) bulunurmuş, ne de O’nu (CC) cimrilikle suçlarmış.

Sûfîler Rableri (CC) ile O’nun (CC) kitâbı, Resûlünün (SAV) sünneti ve kalplerinin yakîni üzere alış-verişte bulunurlar. Bir sâlihin yanında üç yumurta varmış. Bir dilenci gelmiş. Câriyeye yumurtaları dilenciye vermesini söylemiş. Câriye, yumurtalardan ikisini dilenciye vermiş ve birisini saklamış. Bir saat sonra bir arkadaşı ona yirmi yumurta hediye etmiş. Câriyeye sormuş: “Dilenciye kaç yumurta verdin?” Câriye: “İki yumurta verdim, birini iftar etmen için sakladım” demiş. Ona demiş ki: “Ey yakîni kıt kadın! Bizi on yumurtadan ettin!”

Hz. Peygamber’den (CC) şöyle rivâyet olunmuştur: “Kendi gibi bir varlıktan izzet ve şeref bekleyen mel’undur!

Ey miskin! Borç isteyen bir fakir sana geldiğinde hemen ona borç ver ve sakın: “Bunu bana kim verecek?” deme. Nefsine muhâlefet et. Ona borç ver. Bir müddet sonra da onu hibe et. Fakir olup da birisinden bir şey istemek kendisine ağır gelen kimseler, borç istesin ve o borcu ödemeye Allah-ü Teâlâ’ya (CC) güvenerek niyetlensin.

Ey zengin! Birisi sana gelip da borç isteyince hemen ver. Sadakanı onun yüzüne bakarak verme, onun burukluğu, ezikliği daha da artar. Zaman uzayıp ödeyemeyince ondan vazgeç ve ondan, verdiğin şeyi senden bir borç olarak kabul etmesini iste; sonra da o borcu sil gitsin. Onun ilk andaki ve sonraki ferahlığının sevâbı sana yeter. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kulun kapısına gelen dilenci Allah-ü Teâlâ’nın (CC) ona hediyesidir.[7]

Vah sana! Fakir, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) hediyesi nasıl olmasın ki, o senin dünyandan alıyor, âhiretine götürüyor. Senden bir şey alıp saklıyor ve sen onu lâzım olduğu zaman elde ediyorsun. Bu verdiğin miktar kayboluyor, yok oluyor ve sen Allah-ü Teâlâ (CC) katında yüksek derecelere ulaşıyorsun.

Yazık sizlere ey âbidler! Size cennetler versin, hûriler versin, vildanlar versin diye Rabbinize (CC) ibâdet ediyorsunuz. Cennet gerçek vatan, pekiyi, komşu nerede? Cenâb-ı Hakk’ın (CC) rızâsını kim istiyor? Cenneti kim istiyor? Dünyâyı kim istiyor? Halkı, mahlûkâtı kim istiyor? Allah-ü Teâlâ’yı (CC) görmeyi ve O’nun (CC) kurbiyetini isteyen ne kadar da az! Âriflerin ve muhiblerin gözlerinin aydınlığı O’nu (CC) görmektir. Cenneti görmek, orada hûrilerle birlikte oturmak, yemek ve içmek ise zâhidlerin gözlerinin aydınlığıdır. Bunların aralarında ne kadar da büyük fark var! Bu iki grup birbirinden ne kadar da uzak!

Ey dünyâyı isteyen! Zamânın boş şeyler uğruna gitti. Ve ey cenneti, hûrileri ve vildanları isteyen! Sen de Rabbinden (CC) başkasını istedin ve O’ndan (CC) başkasını tercih ettin. Eğer sende hayır olsa idi, bir an bile O’ndan (CC) ayrı kalmak sana câzip gelmezdi, fakat sen O’nu (CC) tanımıyorsun! Yazık sana! Cenâb-ı Hakk’a (CC) bir kere bakışın lezzeti, cennetteki vildanlara, lezzetlere, her türlü istek ve nîmete bedeldir; ya O’na (CC) saatlerce bakmanın lezzeti nasıl olur?

Dünyâ belâ (imtihan) yeridir. En büyük belâ ise mîde ve şehvet belâsıdır. Bekâr birinin gündüzleri oruçsuz gezmesi, sokaklarda dolaşması, istekleri ve zevkleri için yeyip içmesi ve kötü arkadaşlar olan insan şeytanları ile oturup kalkması uygun değildir. Bütün bunlar nefis odununda şehvet ateşini tutuşturan şeylerdir.

Allah’ım (CC)! Nefislerimize karşı verdiğimiz mücâhedelerimizde bize kuvvet ver. Bizi hidâyet ile rızıklandır. İnsanlara hidâyet yolunu göstermeyi bizlere nasip et. Kalplerimizi nurlandır. Bize insanların yollarını aydınlatacağımız bir nur ver. Bize ünsiyet şarabından içir; ondan biz de kana kana içelim, bütün susuzlar da kana kana içsinler. Bizi ihsanlarınla ve rızân ile rızıklandır. Atâ ve ihsânına karşı bize şükretmeyi, vermediğin zaman, kapı kapalı olduğu zaman da rızâ göstermeyi ilham et. Sadâkatimizde tahkîke ulaştır; yalanlarımızı ve bâtıllarımızı sil. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] İbn Mâce, es-Sünen, “Zühd” hadîs no: 3202.

[2] Zâriyât S. A.56.

[3] Beyyine S. A.5.

[4] Bakara S. A.3.

[5] “Abdâl”: Peygamberlerin (AS) bedelleri olan velîler.

[6] Bakara S. A.245.

[7] Hindî, Kenzü’l-ummâl, hadîs no: 16078.

38. SOHBET CENNET NİMETLERİ

Müttakîler, halvetlerinde de, celvetlerinde de Cenâb-ı Hakk’a (CC) karşı takvâ sâhibi olan kimselerdir. Bütün hallerinde O’nu (CC) gözetirler. Göğüsleri gece gündüz O’na (CC) karşı bir korku ve titreyiş içerisindedir. Kendilerini küfre düşürerek Hakk’tan (CC) alıkoyan, sabır gösteremeyecekleri âfetlerin gelmesinden korkarlar. Ayrıca, kötü bir  amel üzerinde iken ölümün gelmesinden korkarlar. Ellerinde olanı verirler, ama kalpleri ürperti içerisindedir. Namaz kılarlar, oruç tutarlar, hac farîzasını îfâ ederler, gerekli yerlere maddî yardımı yapmaktan geri durmazlar, her türlü hayır işine koşarlar; fakat kalpleri reddedilme korkusu ve ürpertisi içerisindedir. Allah’ın (CC) kendileri hakkında takdîr ettiği ilminden (hükmünden) korkarlar.

Fudayl b. İyâz (RA) (v. 187/803) Süfyân-ı Sevrî (RA) (v. 161/777) ile karşılaştığında şöyle dermiş: “Hadi, gel; Allah’ın (CC) bizim hakkımızdaki ilmine ağlayalım!” Bu ne güzel sözdür! Bu, Allah-ü Teâlâ’yı (CC) ve tasarrufâtını bilen ve tanıyan (âlim ve ârif) kişinin sözüdür. O Allah-ü Teâlâ’nın (CC) şu sözündeki işâreti bilen kimsedir: “Bunlar cennete gidecekler; onlarla ilgilenmiyorum. Bunlar da cehenneme gidecekler; onlarla da ilgilenmiyorum. Sonra  hepsini bir yerde toplayıp karıştırır; onların hangisinin hangi gruptan olduğu anlaşılmaz.[1] Onlar kendilerinden zuhur eden amellere aldanmazlar. Çünkü ameller netîcelerine göre değerlendirilir.

Müttakîler açık ya da gizli, bütün günahları, bütün hatâları, riyâyı, nifâkı ve halk için ve bir karşılık için amel işlemeyi terkeden kimselerdir. Onlar bugünden tâat cenneti içerisindedirler, yarın ise gerçek cennetlerde, pınarlar arasında olacaklar; hiçbir zaman yeşilliği gitmeyen, meyvesi hiç tükenmeyen ağaçlar arasında, suyu hiç kesilmeyen nehirler arasında oturacaklar. O nehirlerin suyu nasıl çekilsin ki, onlar arşın altından çıkarlar. Cennetliklerden her biri için bir su nehri, bir süt nehri, bir bal nehri, bir şarab nehri vardır. Bu nehirler onlar nereye giderse, onlarla birlikte akıp giderler. Dünyâda olan her şeyin bir benzeri âhirette mutlakâ vardır, ayrıca başka şeyler de vardır. Âhirette olan her şeyin de dünyâda bir örneği bulunur.

İşte cennetlikler Rablerinin (CC) kendilerine verdiği nîmetlerle nîmetlenirler ki, onları ne bir göz görmüştür, ne bir kulak işitmiştir ve ne de bir beşerin aklına gelmiştir onlar. O cennet meyvelerini toplamak çok kolaydır. Birisi o ağaçlara dayandığında meyvesi hemen onun ağzına düşer ve o da o meyveyi uyuyor olsa bile yiyiverir. O ağaçların kökleri yukarı doğru gider, meyveleri ise aşağı doğru sarkar. Onların gövdeleri gümüşten, dalları altındandır. Cennetlik birisinin aklına o meyvelerden yemek fikri düştüğü vakit, ağaç meyvesini hemen onun ağzına sunuverir, o da istediği kadar ondan yer, sonra ağaç geri çekilip gider. Cennette her şey cennetlikler için neşe ve eğlence saçar. Nehirlere, ağaçlara varıncaya kadar oradaki her şeyin sesi, seslerin en güzel tonundadır.

Ey dünyâyı talep edenler! Dünyâ geçicidir, yorucudur. Bâkî olan cennete tâlip olun; zîrâ o rahatlık yeridir, nîmetler yurdudur, şükür evidir. Orada ne namaz, oruç, hac, zekât, belâlara, hastalıklara, yaralara sabretme ve fakirlik vardır, ne de oradan çıkma korkusu vardır.

Ey cemâat yakında ölüm gelecek ve sizi alacak. Sanki hiç yaratılmamış ve göze görünmemiş gibi olacaksınız. Ailelerinizden, çoluk çocuğunuzdan ve mal ve mülklerinizden kalplerinizle yüzçevirin. Rabbinizin (CC) yarattığı her şeye karşı zâhid olun. Az şey için olsun, çok şey için olsun onlara güvenip yaslanmayın.

Allah’ım (CC)! Her hâlimizde sana tevekkül etmekle ve senden başkasını acziyet gözüyle görmekle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Müslim, es-Sahîh, “Kader” hadîs no: 2651.

39. SOHBET BELAYA SABRETMEK-TEVHİD-VERÂ

Ey oğul! Belâdan ve belâya sabretmektan kaçma. Belâ da, ona sabır da gereklidir. Yoksa, dünyevî cibilliyet ve orada yaratılan her şey senin lehine nasıl değişecek? Beşerin en hayırlısı olan Peygamberler (AS) dahî türlü türlü belâlara dûçar olmaktan kurtulamadılar. Onlara uyanların önde gidenleri, onların yolundan gidenler, izlerini tâkip edenler de böyledir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz Cenâb-ı Hakk’ın (CC) mahbûbu idi, her şey O’nun (SAV) hürmetine yaratıldı; ama O (SAV) dahi ölünceye kadar fakirlik, açlık, savaş, muhârebe, halkın eziyeti gibi bir çok belâya uğradı.

Allah-ü Teâlâ’nın (CC) babasız olarak yarattığı, körlerin gözünü açan, hastaları iyileştiren, ölüleri dirilten, duâsı makbul, rûhullah ve kelîmullah olan Hz. Îsâ (AS) da kavminin tasallutuna mâruz kaldı. O’na (AS) sövdüler. O’nu (AS) ve annesini taşa tuttular, dövdüler. Sonunda o ve havârîler kaçtılar. Ama onları yakaladılar, dövdüler, çeşitli eziyetler ettiler ve Hz. İsa’yı (AS) asmaya kalktılar. Allah-ü Teâlâ (CC) O’nu (AS) kurtardı ve onlar bu işte ön-ayak olan kişiyi astılar. Hz. Mûsâ (AS) da aynen öyle. O da (AS) o korkunç belâlara mübtelâ oldu. Her bir Peygamberin (AS) kendine mahsus sıkıntısı ve derdi oldu.

Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendi Nebîlerine (AS), Resullerine (AS), sevdiklerine yaptıklarıdır bunlar; sen kim oluyorsun ki, O’nun (CC) kendin ve dünyâ hakkındaki ilmini, hükmünü değiştirmeye kalkışıyorsun? Kendi istek ve tercihlerine karşı zâhid ol, onlara önem verme. Nefsinden, hevâ ve hevesinden, dünyandan behsetmeye önem verme. Halk ile konuşmaya, onlarla ünsiyet etmeye değer verme. Bunu tamamlarsan kalbinin Rabbinle (CC) konuşması, O’nunla (CC) ünsiyet etmesi gerçekleşir. O’nun (CC) zikrini kalbine kurarsın. Sen O’nu (CC) zikredersin, O (CC) da seni zikreder. Kalbin, “fuâd”ından (gönlünden) ve bütün bedeninden O’na (CC) gitmek uğrunda istifâde eder. Kalbin O’nun (CC) huzûrunda olur. O’nun (CC) istediğini ister. O’nun (CC) hâricindeki her şey senin gözünde yok olur.

Rûhânî vâsıllardan kimileri beldelerde ve insanlar arasında zâhidlik ederek gezerler ve halk üzerinden belâlar onlar vâsıtasıyla defedilir. Onlar Rablerinin (CC) kendilerine verdiğini alırlar ki, bu atâ ve ihsanlar gerçek atâ ve ihsanlardır, diğerleri mecâzîdir.

Ey oğul! Dünyâ ve âhiretle ilgili sâhip olduğun ahvalinden halktan herhangi birilerine bahsetme. Açığını kapat. O ahvâli kapalı kapıların arkasına bırak. Hâlinin yüzünü kapat. Gözlerinden başka bir şey görünmesin. Yüzünün örtüsü peçe olursa senin için daha hayırlı olur. Bugünler âhir zamânın fetret günleridir. Nifâk sokağı, rağbet ve “rehbet” (kaçış) sokağıdır. İnsanlar dünyâlık geldiğinde rağbet ediyorlar, ondan başkasından ise kaçıyorlar. Halka yakın olmaya rağbet ediyorlar, onlardan uzak durmaya iltifat etmiyorlar. Hükümdarlar halkın çoğu tarafından ilah edinilmiş durumda. Dünyâ, zenginlik, hoş yaşam, güç ve kuvvet ilah edinildi.

Yazık size! Teferruatı asıl yaptınız; merzûku râzık, yâni rızık verilen kimseyi rızık veren, memlûkü mâlik yâni köleyi efendi, fakiri zengin, âcizi kuvvetli, ölüyü diri yaptınız. Sizde hayır yok. Size de uymuyoruz, sizin görüşünüzü de doğru kabul etmiyoruz. Bilakis sizden uzak kalacağız. Biz selâmet tepesi üzerinde duruyoruz. Sünnet üzereyiz; bid’ati terkettik. Tevhîd ve ihlâs tepesinde duruyoruz; riyâ ve nifâkı terk ettik. Halkı acziyet, zaaf ve yokluk gözüyle görüyoruz. Kazâya, kadere râzıyız; hoşnutsuzluğu bıraktık. Sabra sarıldık; şikâyeti terkettik. “Kalp ayakları”mızla Melîk’imizin kapısına doğru yürüyoruz. Tıpkı yaratmanın da, rızıklandırmanın da O’ndan (CC) olduğu gibi, bir şeyi veyâ bir kimseyi emrimize âmâde kılma da, üzerimize musallat etme de O’ndandır (CC). Dünyânın gaddarlarını, firavunlarını, idârecilerini, zenginlerini tâzim edip, Allah-ü Teâlâ’yı (CC) unutur, O’nu (CC) tâzim etmezsen, senin hakkındaki hüküm puta tapanlar hakkındaki hükümdür. Tâzim ettiğin kimse senin putundur.

Vah sana! Putların Hâlık’ına (CC) kulluk et ki, putlar senin gözünden düşsün. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlaş ki, halk da sana yakınlaşsın. Senin Allah-ü Teâlâ’ya (CC) tâzimin ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları da sana tâzim eder. O’na (CC) olan muhabbetin ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları da sana muhabbet duyar. O’ndan (CC) korkun kadar O’nun (CC) yarattıkları da senden korkar. O’nun (CC) emirlerine ve nehiylerine gösterdiğin hürmet kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana hürmet gösterir. O’na (CC) yakınlığın kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana yakınlaşır. O’na (CC) yaptığın hizmet kadar O’nun (CC) yarattıkları da sana hizmet eder.

Veraya sarıl. “Kalp eli”n veradan boş kalmasın. Onu terkettiğin zaman bil ki, hezîmet de senin tarafındadır. Verayı terkeden kimsenin kalbi şüpheli ve karmaşık şeylerle siyahlaşır.

Yazık sana! Müttakî olduğunu iddiâ ediyorsun ama verayı terkediyorsun. Vera sâhibi olan kimse haram ve şüpheli şeye düşme korkusuyla pek çok şeyi terkeder. Böyle bir kimseyi Allah-ü Teâlâ (CC) en hafif şekilde sorguya çeker.

Bir gün bir köye uğramıştım. Yakınlarında mısır tarlası vardı. Mısırlardan birisini kopardım ve yedim. Köylülerden iki adam geldi. Ellerinde sopa vardı. Beni yere düşünceye kadar dövdüler. O zaman bana verdiği bütün ruhsatları kullanmayacağıma dâir Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ahdettim. Çünkü şerîat zor durumda kalanlar için, ekilmiş şeylerden ve meyvelerden ihtiyaç miktârınca yemeyi mübah kılmıştır. Bunun karşılığında da ondan bir şey alınmaz. Bu genel bir ruhsattır. Fakat bana bu ruhsat için izin verilmedi ve benden ip-ince veraya ve azîmete sarılmam istendi.

Ölümü çokça hatırlayanın verası da çok olur; ruhsatı azalır, azîmeti artar. Ölümü hatırlamak nefis hastalıklarının devâsıdır. Tasavvufî hayâtımın başlangıcında gece-gündüz ölümü düşünerek geçirdiğim zamanlarım çok oldu. Ben ölümü düşünerek felah buldum. Nefsimi ölümü düşünerek ezdim. O günlerde ölümü düşünerek akşamdan seher vaktine kadar ağladığım zamanlar oldu. Yine böyle bir gece ağlamış ve şöyle duâ etmiştim: “İlâhî (CC)! Senden, rûhumu ölüm meleğinin değil, senin kabzetmeni diliyorum.” Gözlerim kapandı. Rüyamda çok güzel yüzlü ihtiyar bir adam gördüm. Kapıdan içeri girip yanıma geldi. Ona: “Sen de kimsin?” dedim. “Ben ölüm meleğiyim” dedi. Dedim ki: “Ben Allah-ü Teâlâ’dan (CC) rûhumu kendisinin kebzetmesini, senin kabzetmemeni dilemiştim!” Bana dedi ki: “Niçin böyle duâ ettin? Benim ne günâhım var? Ben sâdece görevli bir memurum. Bâzı kimselere yumuşak davranmakla, bâzı kimselere de sert davranmakla emrolunurum.” Bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Ben de onunla birlikte ağladım. Sonra ağlayarak uyandım.

Hevâ ve hevesi kendinizden uzaklaştırın. Bu iş süslenip püslenerek, boş kuruntular kurarak veyâ laklak ile olacak şey değildir. Bu sofraya, bu kaynağa oturmuş isen ye, iç, yedir ve içir. Yok, sâdece lafını duymuşsan, sus! Görmediğin şeyden haber verme. İnsanları başkasının dâvetine çağırma. İnsanları boş eve dâvet etme, sonra sana gülerler. Bize sen kendi ok torbandan ok ver. Bize kendi kesenden, kendi kazancından ve kendi alın terinden infak et. Komşularından hırsızlıkla çaldığını bize ikram etme. Kendi yırtık pırtık elbisenle bizi giydirme. Biz ancak senin kendi malını hediye olarak kabul ederiz, ödünç veyâ gasb malını değil.

Tevhîd her şeyi yakan bir ateştir. “Ey ateş! Serin ve selâmetli ol![1]

Allah’ım (CC)! Bugünün hayırını bize nasip et, onun şerrinden bizi koru. Bütün günleri ve geceleri de böyle yap. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] Enbiyâ S. A.69.

40. SOHBET ZİKİR-MUHASEBE (Nefsi Hesaba Çekme)

Ey dünyâsına sırtını dayayıp, uzun emeller hülyâsına dalanlar! Yakında ecel gelecek ve sizinle emelleriniz arasına girecek! Ecel gelmeden önce onu geçin. Ölümün yüzüne âniden bakın. Hastalık ölümün şartlarından değildir. İblis sizin düşmanınızdır; o sizin gaflet, günah ve küfür durumunda iken ölmenizi ister. Düşmanınızdan gâfil olmayın. Onunla meşvereti kabul etmeyin. Ondan emin olmayın; o emin birisi değildir. Ona karşı uyanık olun. Onun kılıcı sıddık ya da zındık dinlemez. Çok az kişi onun elinden kurtulur. Babanız Âdem (AS) ve anneniz Havvâ’yı cennetten çıkartan odur. O sizin cennete girmemeniz için çabalar. O isyânkârlığı, zelilliği, küfrü ve muhâlefeti emreder. Allah’ın (CC) kazâ ve kaderi hâriç, bütün isyanlar, günahlar ondandır. Allah’a (CC) kullukta muhlis ve muhakkık olanlar dışında bütün insanlar onun belâsına uğrar. Muhlis ve muhakkıklara karşı şeytanın bir gücü yoktur. Bâzan şeytan onlara da eziyet edebilir. Kader gelince göz görmez olur. Şeytanın onlara karşı işi ancak beden üzerinde olur, kalpte olmaz. Dünyevî işlerde olur, uhrevî işlerde değil. Halk ile ilgili işlerde olur, Cenâb-ı Hakk (CC) ile ilgili şeylerde değil. O halkı en fazla dünyâ ve nefis yoluyla aldatır. Şüphesiz, dünyâ talebi yakıcı bir ateştir.

Ey gençler! Kendinizi ilgilendiren ve menfaatinize olan şeylerle uğraşın. Ölümden sonrası için amel işlemek sizi ilgilendirir. Nefislerinizle mücâhede etmek sizi ilgilendirir. Ayıplarınızla iştigal sizi ilgilendirir. İnsanların ayıplarıyla iştigal sizi ilgilendirmez. Ölümü hatırlayın ve ölümden sonrası için amel hazırlayın. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kişi nefsini alçaltır ve ölümden sonrası için amel işler; âciz kimse ise nefsini hevâsına uydurur ve Allah-ü Teâlâ’dan (CC) mağfiret umar![1]

Nefislerinizi Allah-ü Teâlâ (CC) için ve mü’minler için tevâzu göstermeya alıştırın. Nefislerinizden Allah-ü Teâlâ’nın (CC) haklarını yerine getirmesini isteyin. Onlarla, tıpkı sâlihlerin yaptığı gibi münâkaşa edin, hesâba çekin. Hz. Ömer (RA) gece olunca nefsini hesâba çekerek: “Rabbin (CC) için ne yaptın? O’nun (CC) için ne işledin?” dermiş. Sonra eline bir kamçı alır dizlerine vururmuş. O (RA) nefsinden Allah-ü Teâlâ’nın (CC) hukûkunu istiyordu. Ayrıca O’na (CC) hizmette daha fazlasını da istiyordu. Çünkü o sıddıkların, mukarreblerin, muhaddeslerin ve cennetliklerin büyüklerindendir. Sâlihler nefislerini, sâlih olmalarına, tâat ehli olmalarına rağmen hesâba çekerler; oysa siz nefislerinizi hesâba çekmiyorsunuz. Hoş ondan istifâde de edemezsiniz ya!

Allah’ım (CC)! Nefislerimize, hevâ ve heveslerimize ve şeytanlarımıza karşı bize kuvvet ver. Bizi senin grubunun içine al ve onlardan eyle. Ölmeden evvel kalplerimizi sana yakınlaştır. Herkesin karşılaşacağı günden önce bizi “özel karşılama” ile rızıklandır. (Âmin)

Lokman (AS) oğluna şöyle diyordu: “Ey oğul! Ateşin üzerinden geçecek olan kimse ateşten nasıl emin olabilir? Dünyâ ile meşgul olan kimse ondan nasıl emin olabilir? Ölecek olan kimse ölümden nasıl emin olabilir?” Hiç kimseden gâfil olmayandan (Allah-ü Teâlâ’dan CC.) nasıl gâfil olunur?” Hepiniz ateşi hakediyorsunuz. Ateşten sâdece Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı takvâ sâhibi olanlar kurtulabilir. Ateşin üzerinden geçmek bir seferdir ki, “takvâ azığı” ister; oysa ben sizin takvâ azığını kazandığınızı zannetmiyorum.

Ey dünyânın tâlipleri! Ey dünyânın âşıkları! O, cennete nisbetle sâdece bir hizmetçi değil midir? Cennet ise gerçek şereftir ve asıldır. Ahmed b. Hanbel (RA) şöyle dermiş: “Her ne kadar göğüslerinde (ezberlerinde) Kur’ân olsa da, insanlar için dünyâ sevgisi çok kıymetli!” Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Muhakkakki, şu kalpler paslanır; onların cilâsı ise Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve zikir meclisleridir.[2] İlmiyle amel eden âlimlerin meclislerine katılmak kalpleri cilâlandırır, parlatır, yüceltir ve kasvetini giderir.

Adamın biri Hasan-ı Basrî’ye (RA) kalbinin kasvetinden şikâyet etti. Hasan-ı Basrî (RA) ona şunları söyledi: “Kalbini zikre yaklaştır. Allah-ü Teâlâ’yı (CC) zikredenler O’nu (CC) hakkıyla bilenler ve O’nun (CC) velîleridir.” Onlar gerçek “Melik”i tanımış, meliklerdir. O’na (CC) koşmuşlar ve O (CC) da onları melik yapmıştır. Onlar âhireti görmüş ve kalplerinde dünyâ küçülmüş olan kimselerdir. Onlar Hakk’ı (CC) görmüş ve halk, nazarlarında küçülmüş olan kimselerdir. Gerçek izzet, şeref Allah-ü Teâlâ’ya (CC) tâatte ve günahları terk etmektedir.

Bu kalp sevdiği şeylerin tamâmını terketmedikçe, her gittiği yerden kesilmedikçe, bütün mahluklara karşı zâhid olmadıkça sıhhat ve felah bulamaz, düzelemez. Terket ki, terkettiğin şeyden daha hayırlısı sana verilsin. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Allah (CC) rızâsı için her kim bir şeyi terkederse, Allah (CC) ona terkettiği şeyden daha hayırlısını verir.

Allah’ım (CC)! Kalplerimizi senin için uyandır ve senden gâfil kılma. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


[1] İbn Mâce, es-Sünen, “Zühd” hadîs no: 4260.

[2] bak.: İbn Adiy, el-Kâmil, I/257, (Beyrut-1988).