Kategori: Genel

SERİYYÜS SAKÂTİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri evliyanın büyüklerinden ve meşhurlarından. İsmi “Sırrı bin Muglis es Sakâti” olup künyesi, “Ebül-Hasen”dir, Bağdat’ta doğdu. Doğum tarihleri bilinmemektedir. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri birçok âlimden ilim talep etmiş, asrının bir tanesi olmuştur.

Maruf-i Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden feyz aldı. Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hocası ve dayısıdır. Maruf-i Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden sonra halifeliği devam ettiren Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin birçok kerâmeti ve ünlü veciz sözleri vardır.

Tasavvufta, verâ takvâ asrının en öncüsüdür. Doğduğu şehir olan Bağdat’ta ticaretle uğraşırdı. O, nefsini mücahede ile öldürmüş, gönlünü müşahede ile diriltilmiş, hazret-i melekte yol bulmuş, izzet-i ceberut’a şahid olmuş, arif-i billah ve mürşid-i ebedi olan şeyhlerin seçkinlerindendir.

Kendisinin dört seçkin halifesi vardır. Bunlar: Hasan Mesuhi Rahmetullahi aleyh, Nuri Rahmetullahi aleyh, Şeyh İbrahim Rahmetullahi aleyh hazretleri ve kendinden sonra bu mana yurdunda yol gösterici olan Şeyh Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleridir.

SERİYYÜS SAKÂTİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri, Seyr-i Sülûk yoluna, tasavvufa girişini şöyle anlatıyor: “Bir bayram günü yetim bir oğlan çocuğunun elinden tutup elbise aldım. Buna yetim çocuk çok sevindi. Onun sevinmesi beni de son derece sevindirdi. Kendisine hizmet edip Seyri Sülük yolunu tarikatı tevhidi telkin aldığım Mürşidim Maruf-i Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bu hali gördü ve bana: ‘Hak Teala hazretleri senin gönlünde dünyayı mesrur eylesin ve sana dünya meşgalesinden feragat versin.’ diye dua buyurdu. O dua Hak Sübhanehü ve Teâla hazretleri katında kabul oldu… Onun bereketinden, bende hakkın sırları tecelli etti.”

Maruf-i Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden mana yolunda feyz aldı. Tasavvufta, vera ve takvada asrının bir tanesi oldu. Ali bin Muhammed el Mısri, Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne tasavvufun ne olduğunu sorunca, O da: “Tasavvuf yüksek ahlâktır, böyle bir ahlâk, sahibini yüksek ahlâk sahibi kimsenin arasına katar.” cevabını verdi. Ebu Hemmam Es Sufiye tasavvufun ne olduğunu sorunca: “Nefsinin dediklerini yapmayan, nefsini ayıplayan insanlara nasihat eden, onlara Allah-ü Teâla hazretleri’nin emir ve yasaklarını öğreten, Allah-ü Teâla hazretlerinden korkan, Ameli Salih yapmakta gevşek davranmayan kanaatkâr olan, Hakkı bilen insandır.” buyurdu.

SERİYYÜS SAKÂTİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN VEFATI

Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatır: “Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin ömürlerinin son günlerinde ziyaretine gitmiştim. Yakınımda bir yelpaze vardı. Onu elime alıp mübarek yüzlerine sallamaya başladım. Gözünü açtı, elimde yelpazeyi görünce: ‘Ey Cüneyd, yelpazeyi elinden bırak, sallama. Çünkü ateş yellenince daha çabuk ve çok yanar.’ dedi. Kendine: ‘Bir emriniz var mı?’ diye sordum. Buyurdu ki: ‘Daima Allah-ü Teâla hazretlerini hatırla, bundan gafil olma. Ahireti unutturacak kadar dünya işlerine dalma.’ buyurdu.”

Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatır: “Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri hastayken, üç günde bir ziyaretine giderdim. Bir defasında yanına girdim, uyuyordu. Başucunda ağlamaya başladım. Gözyaşlarım yanağına düştü. Gözlerini açtı ve bana bakınca: ‘Bana nasihat et.’ dedim. O zaman buyurdu ki: ‘Kötü kimselerle sohbet etme. İyi kimselerle beraber bulunarak, Allah-ü Teâla hazretleri’ne ibadet et.’ Başka bir günde ziyarete gittiğimde, Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne: ‘Kendini nasıl hissediyorsun?’ diye sordum. O bunun üzerine: ‘Halimden Tabibime nasıl şikâyet edebilirim ki, bana bunu veren odur.’ buyurdu.”

Ebü’l Abbas bin Meşruk şöyle anlatır: “Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni hastalığında ziyarete gittik. Yanında uzun süre oturduk. Hâlbuki karnında bir sancı vardı. Sonra Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin yanından ayrılırken: ‘Bize dua edin.’ dedik. Ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: ‘Yarabbi, bunlara hasta ziyaretini nasıl yapılacağını öğret.’

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri Hicret-i Nebeviyye’nin 251. (M. 865) senesinde Ramazan-ı Şerif ayında Bağdat’ta fani hayata veda edip vefat etti. Şünizi kabristanına defnedildi.

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri şefaatlerinden, al-i himmet, nazar ve muhabbetlerinden, feyiz ve bereketlerinden bizi ayırıp mahrum etmesin. (AMÎN)

SERİYYÜS SAKÂTİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN MENKIBELERİ

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin kız kardeşi, bir gün ziyarete gelip: “Eğer müsaade buyurursanız evinizi süpüreyim.” dedi. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri müsaade etmedi. Başka bir gün yine ziyaretine geldiğinde, bir kocakarının Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin evini süpürdüğünü gördü. Bunun üzerine: “Ey biraderim, ben senin hemşiren iken haneni süpürmeme müsaade etmedin. Şimdi ise süpürmek için ihtiyar bir kadın getirmişsin.” dedi. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri hemşiresinin bu sözü üzerine tebessüm ederek buyurdu ki: “Ey hemşirem, o gördüğün acuze kadın dünyadır. Allah-ü Teâla hazretleri, dinine hizmet edene, dünyayı hizmetçi eyler.”

……………………………………

Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri şöyle anlatır. “Bir gün Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’ yanına gittim. O’nu üzgün olarak gördüm. ‘Neden böyle üzgünsünüz?’ diye sordum. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri: ‘Yanıma bir delikanlı geldi. Benden tövbenin ne olduğunu izah etmemi istedi. Ben de ‘Günahını unutma’ diye cevap verdim. O genç ona itiraz ederek; ‘Hayır belki tövbe, günahını unutmak ve bir daha yapmamaktır.’ dedi. Ben de buna üzüldüm’. deyince: ‘Ben de benim kanaatim de gencin kanaati gibidir.’ dedim. Bunun üzerine Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri sebebini sordu. Ben de: ‘Allah-ü Teala hazretleri bana, işlediğim günahıma tövbe etmemi nasib ettiği zaman, tövbe halinde günahı hatırlamak günah olmaz mı?’ dedim Bunun üzerine Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri sükut etti. Buyurdu ki: ‘Tasavvuf büyüklerinin sözleri üç kısımda toplanır. Birincisi Tevhid hakkındaki sözleri, ikincisi Murad ve mertebeleri, üçüncüsü Tasavvuf yolunda bulunanlar ve bunların durumları hakkındadır. Tasavvufun temeli şunlardır. Allah-ü Teâla hazretlerini ismi şeriflerini, sıfatlarını ve fiillerini tanımak nefsi ve onun kötülüklerini bilmek, şeytanın vesveselerini hilelerini, saptırmalarını bilmek, dünyayı ve onun cazibeliğini ve ondan nasıl sakınılacağım bilmek. Tasavvuf ehli bu temellere yapıştılar, sonra nefis ve şeytanın istediklerini yapmamak için devamlı mücadele ettiler. Vakitlerinin kıymetini bildiler. Allah-ü Teâla hazretleri’nin beğendiği işleri yapmayı fırsat bildiler. Dünyevi rahat ve zevklerini düşünmediler.”

……………………………………

Bir gün kendisine: “Efendim, söyledikleriniz bana çok tesir etti, kabul ederseniz talebelerinizden olmayı arzu ediyorum.” denildi. Kabul edildi. Ahmed ismindeki bu talebe, az zamanda çok yüksek derecelere kavuştu. Bir gün efendisi, Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin huzuruna çıkıp: “Ey şefkatli ve merhametli efendim, beni günah karanlıklarından kurtarıp, huzur ve saadete kavuşturdunuz. Bunun için Allah-ü Teâla hazretleri size bol bol mükâfatlar ve hayırlı karşılıklar ihsan etsin.” dedi. Kısa zaman sonra, Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne birisi gelip: “Efendim, beni dervişiniz Ahmed gönderdi. Rahatsız olduğunu size bildirmemi söyledi.” dedi. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri gelen kimse ile beraber dervişi Ahmed’in bulunduğu yere gittiler. Şehrin dışında sahrada çukur bir yerde yattığını ve ölmek üzere olduğunu gördüler.

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri, bu sadık dervişinin başını kaldırıp dizine koydu. Yüzünün tozlarını sildi. Ahmed gözünü açıp efendisini görünce çok sevindi ve huzur içerisinde ruhunu teslim etti. Gasl ve defin hizmetlerini yerine getirmek için şehre geri geliyorlardı ki, şehir halkının kendilerinden tarafa gelmekte olduklarını gördüler. Hayret edip nereye gittiklerini sordular. Onlar: “Biz şehirde ‘Her kim Allah-ü Teâla hazretleri’nin veli kullarından birinin cenazesinde bulunmak isterse, Şuniziye kabristanına gitsin.’ diye bir ses duyduk. Onun için yola çıktık’ dediler. Yıkayıp kefenledikten sonra Şuniziye kabristanına bu sırlı olan ve veli makamına eren dervişini defnettiler.

……………………………………

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri’nde Allah korkusu, kendini küçük ve aşağı görme hali o derece fazla idi ki, Bağdat’ta ölmek istemem. Çünkü bu insanların benim hakkımda iyi zan sahibidirler. Korkarım ki toprak beni kabul etmezse herkese rezil olmuş olurum”.

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretlerine: “Ya seyh, sizin hiç hatanız olmadı mı?” diye sordular. “Kardeşlerim!” dedi,” bir hata işledim ki ateşi otuz yıldır yüreğimi yakmaktadır. Hatırladığımda kalbim duracak gibi oluyor.” Müslümanlar çok merak ettiler. “O hata ne idi?” Cevap verdi: “Otuz yil önce Bağdat’ta büyük bir yangın çıktı. Benim dükkânımın da bulunduğu büyük bir çarşı yandı. O sırada ben orada değildim. Bana bütün komşuların dükkânının yandığını, benimkine bir şey olmadığını haber verdiler.

Sevindim, “Elhamdülillah” diyerek Rabbime hamd ettim. Fakat hemen aklıma diğer Müslümanları bırakıp sadece kendimi düşündüğüm geldi ve çok utandım. Derhal tövbe istiğfar ettim. Kefaret olarak dükkânımdaki bütün malları fakirlere dağıttım. Lakin otuz yıldır, o bir anlık bencilliğim kalbimden hiç çıkmadı, ateşi beni hep yaktı.” dedi.

……………………………………

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh hazretleri Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne şöyle dua ederdi: “Allah seni sufi muhaddis değil, muhaddis sufi kılsın. Yani önce hadis, sonra sufilik.”1

1-Gazali/İhyau Ulumi’d-Din, 1

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

DÂVUD-U TAİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri şanlı halife Harun Reşid devrinde yaşadı. İsmi, Ebu Süleyman Davud bin Nasır-ı Kufidir. Takva sahiplerinin büyüklerinden, kanaat ehli olup, zahidlerin (dinin emirlerini yerine getirenlerin) en meşhurlarındandır. Horasanlıdır. İmam-ı Azam (RA) Hazretleri’nin yirmi sene derslerine devam etti. Fıkıh ilminde talebelerin içinde en önde gelenler arasına girdi.

Tayy’lı Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri, Horasan asıllı bir tüccardır. Yıllarca işine bakar, alır, satar, takas yapar. Gün gelir iyice bir servet sahibi olur. O devirde bütün Bağdatlılar küçümsenemeyecek bir tedristen geçerler. O da birçok büyük tanır, feyzli sohbetlere koşar. Kâh hadis ezberler, kâh notlar tutar. Her ne kadar kendini sıradan biri gibi görse de ilim sahibidir.

Bağdat’ta tuhaf bir adet vardır. Bazı fukara kadınlar cenazesi olan evlerin kokusunu aldılar mı, eteklerini tutup koşarlar. Dizlerini döverler, yakalarını yırtarlar, yanık yanık ağıtlar yakarlar. Cenaze sahibi onları savmak için elini cebine atar.

İşte günün birinde Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri bir cenazeye rastlar. Gözyaşı tacirleri kendilerini paralayarak mirasçıların gözüne girmeye çalışırlar. Bunlardan biri sesine hüzünlü bir ton oturtur ve mısralar sıralamaya başlar. Üzüntüsü sahte lâkin cümleleri seçmedir. Hele “Hangi güzel yüz ki toprak olmadı/ Hangi güzel göz ki yere akmadı” beyti yok mu yüreğine işler. Bir anda dünyadan soğur ve genç, yaşlı, hasta, sağlam, fakir, zengin ayırmadan gelen ölümü düşünür olur. Artık kıymetli kaftanından, cins atından, mücevher kakmalı hançerinden, hatta o muhteşem evinden iğrenir. Öyle ya eğer bedeni toprak olacak ve gözü yere akacaksa bunlar niyedir, hem neye yarar? Sadece hesabını artırır, o kadar.

Bu düşünceler içinde bocalarken ayakları yönünü bulur ve İmam-ı Azam’a (RA) koşar. Büyük veliye bir şey söylemeye gerek yoktur. Zira onlar biiznillah kalp okur ve halden anlarlar. Yüce imam ona iki tavsiyede bulunur. “Bir ilmi bırakma, iki fazla konuşma!”

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri de öyle yapar. Bir taraftan İmam-ı Muhammed, İmam-ı Ebû Yûsuf, İmam-ı Züfer gibi zirvelerle birlikte fıkh mütalaa eder. Bir taraftan da İbrahim Ethem, Habib-i Acemî, Fudayl bin İyad, İbn-i Semmak, Habib-i Rai gibi gönül ehillerinden edep devşirir. Hele şu bir nefeste saydığımız büyüklere bakın. O devir Bağdat’ı böylesine mümbit bir ilim iklimidir işte. Bu mübarek, Silsile-i Aliyye denilen veliler zincirinin nadide bir halkasıdır.

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri tam 20 sene İmam-ı Azam Hazretleri’nin derslerine devam eder. Zamanla parmakla gösterilen bir âlim olur ki, pek çok ilimde mütehassıs, fıkıhda ise müçtehittir.

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri Allah ve Resulünün sevgisi ile dolu olan gençlere kapısını ve gönlünü açar. Onlarla evladı gibi ilgilenir ki bunlar içinde Ahmed el Antâkî, Sa’dûn-ı Mecnûn ve Mâruf-i Kerhi gibi zirveler vardır.

DÂVUD-U TAİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin tövbe etmesine şarkıcının okuduğu sözleri sebep oluyor. “Hangi güzel yüzdür ki, toprak olmadı. Hangi tatlı gözdür ki, yere akmadı.” Bu sözleri duyunca şuuru altüst oldu. Zamanının büyük alimi İmam-ı Azam Ebu Hanife (RA) Hazretleri’nin huzuruna geldi. Hazreti İmam, Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin renginin değiştiğini görünce sebebini sordu. Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Dünyadan soğudum, bende olan bu hali anlatamayacak haldeyim. Bu halin ne olduğunu okuduğum kitaplarda bulamıyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?” dedi. Hazreti İmam’ın tavsiyelerine uyarak evine çekildi. Aradan bir müddet geçince Hazreti İmam yanına gelip: “Evde oturma, talebe arkadaşlarının yanına git, onları dinle, fakat hiç konuşma.” buyurdu.

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri, Hazreti İmam’ın tavsiyesine uydu. Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri, Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ni gördü. Sohbetlerine can attı. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin güneş nazarı Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretlerini değirmen taşları gibi döndürmeye yetti. Derhal Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin ayağına düştü ve kalbini onun meşalesinden yaktı. O güne kadar biriktirdiği kitapları Dicleye döküp her şeyden elini çekti.

Zikir ve Tarikat telkinini Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden alıp mana yurdunun sultanlarından oldu. Amili Tarikat, Arifi Hakikat, Sırrı Seyyidil Evliya ve Senedil Asfiya ve Kibarı Meşayıhlardan oldu. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden feyz aldı. Züht ve Takva yolunu tutup insanlardan uzak kaldı. Tarikata Suluktan sonra uzleti, ihtiyar etmiş ümidini halktan kesip Halik’a ümit tutmuştur ve “Eyyühel Müridü in eredtesselamete Sellim aleddünya ve in eredtel Keramete kebbir alel Ahireti.” buyurmuşlardır. Yani “Ey Mürid, eğer selamet istersen dünyaya veda et, eğer keramet istersen ahirete tekbir oku.”

DÂVUD-U TAİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN VEFATI

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri tasavvuf yolunda çok hizmet etti ve talib olanları hakka vuslat ettirdi. Bir gün Hazreti Fudayl bin İyad, Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin rahatsız olduğunu işitti ve ziyaretine geldi. Fudayl’e buyurdu ki: “Bizi seyrek ziyaret ediniz. Bu kapıyı kapalı tutunuz. Çünkü kalabalık olsun istemiyorum.” Bir başka gün Fudayl yine ziyarete geldi. Kapı kendine açılmayınca dışarıda çok ağladı.

Bir gün Sultan Harun Reşid, Ebu Yusuf’a: “Beni Davud’un yanına götür, onu ziyaret edeceğim.” dedi. Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin evine gittiler, ziyaret için izin istediler ama izin alamadılar. Annesine rica ettiler. Annesi oğluna: “Evladım müsaade et de içeri girsinler.” deyince o da: “Anneciğim! Dünya ehli ile işim yok, onlar bana dünyayı hatırlatıyor, beni mazur gör.” dedi. Annesi tekrar rica edince kırmadı. “”Ey benim Allah’ım! ‘Annenin hakkını gözet, zira onun rızası benim ilzamdır’ buyurduğun için kapıyı açıyorum.” dedi. Halife ile İmam-ı Ebu Yusuf Rahmetullahi aleyh hazretleri içeri girdiler. Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri ile müsafaha yaptılar.

Ölümünden bir gün önce, kendisini ziyaret eden zat şöyle anlatmıştır. “Hazreti Davud’un hastalandığını duydum. Ziyaretine gittim, hava çok sıcaktı. Yastık yaptığı kerpicin üzerine başını koymuş, hem çok ızdırap çekiyor, hem de Kur’an’ı Kerim’den cehennemin ateşi geçen Ayet-i Kerime’yi okuyor ve durmadan tekrar ediyordu. ‘Açık havaya çıkarayım ister misin?’ dedim. ‘Hayatımda nefsim bana hiçbir isteğini kabul ettirememiştir. Böyle bir şey istemekten Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ne sığınırım. Ben ölünce, şu duvarın arkasına gömünüz ki, beni kimse görmesin. Sağlığımda uzlette (yalnızlıkta) idim. Ölünce de öyle kimsenin görmediği bir yerde yatayım.’ dedi.

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin annesi anlatıyor: “Oğlum ibadet ile meşguldü, sonra dua etti. Sabaha karşı başını secdeye koyup uzun müddet öylece kaldı. Ben ‘sabah vaktidir ezan okunuyor’ dedim. Başını secdeden kaldırmayınca merak ettim yanına gittim, baktım. Meğerse Ruhu Arş alaya uçmuş”.

Vefatı nefahatın kaydına göre Hicret-i Nebeviyye’nin 165. (M. 781) senesinde Bağdat’da vefat etti. Vefat ettiği gece semadan bir ses duyuldu. Diyordu ki: “Ey insanlar! Davud Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin rahmetine kavuşmuştur. Allah-ü Teâlâ Hazretleri O’ndan razı olmuştur.”

Salat bin Hakim Rahmetullahi aleyh diyor ki: “Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin vefat ettiği gece, nur ve çok melekler gördüm. Cennet-i Ala, Davud’un gelişi için süslenip hazırlandı. ‘Davud muradına erdi’ diyorlardı.”

Birisi o gece rüyasında Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni gördü. “Şu anda zindandan kurtuldum.” diyordu. Sabah evine geldiğinde onu vefat etmiş olarak buldu. Vefat haberi Bağdat’da çabuk duyuldu. Cenazesini taşımakla şereflenmek için binlerce insan toplandı. Kabrin başında İbn-i Semmak Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Ey Davud! Kendini kabir zindanına konmadan önce dünyada hapsettin. Hesap günü gelmeden önce, sen kendini hesaba çektin, sana ne mutlu ki senin gibi kimse yapamaz. Bugün Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin rahmetine ve rıdvanına kavuşursun.” dedi.

DÂVUD-U TAİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN MENKİBELERİ

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri evinden namaz kılmaz için çıkar, camide namazını kılar, aceleyle evine dönerdi. “Niçin acele ediyorsun?” diye sordular. O da: “Askerler beni bekliyorlar.” dedi. “Hangi askerler?” diye sordular. O da: “Mezarlıkta bulunan ölüler.” dedi. “İnsanlar dünyaya çok bağlanıyor, onlarla görüşünce kalbime dünya sevgisi geliyor” der, insanlarla bir araya gelmemeye çalışırdı. Yemek yerken vakitten tasarruf olsun diye ekmeği suyun içine doğrar, çorba gibi yapıp öyle yerdi. “Çiğnemek, zamanı uzatıyor, bir lokmayı yemek elli Ayet-i Kerime’yi okumama engel oluyor, niçin zamanımı zayi edeyim?” dedi.

……………………………………

Mehtaplı bir gecede evinin damına çıkmıştı. Gökyüzüne bakarak Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin kudretini düşünüyor, tefekkür ediyordu. Bu halde iken içi dolmuş, ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki, kendinden geçip komşusunun damına düştü. Ev sahibi Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni görünce: “Seni buraya kim düşürdü?” diye sordu. O da: “Kendimden geçmişim, bizim damdan sizinkine düşmüşüm, farkında değilim.” dedi.

……………………………………

Bir gün Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri pazara çıktı. Taze hurmaları gördü, almak istedi. Parası yoktu, satıcıya: “Bana veresiye bir dirhemlik hurma ver.” dedi. Satıcı: “Veresiye hurma satmıyorum.” cevabını verdi. Sonra satıcı bu kimsenin Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri olduğunu öğrendi, çok üzüldü. Hemen Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin bulunduğu yeri öğrenip yanına geldi, içinde yüz dirhem olan bir kese uzatarak: “Kusurumu bağışlayınız, sizi tanıyamadım. Şimdi bu yüz dirhemi hediye olarak kabul edin.” deyince Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Benim bunlara ihtiyacım yoktur. Nefsimin istekleri yerine gelecek mi diye tecrübe için bunu yapmıştım. Elhamdülillah, nefsimin isteği yerine gelmedi ve bu dünyada bir dirhemlik bile itibarının olmadığını gördüm.” buyurdu.

……………………………………

Ebu Yahya bir gün Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin evine gitmişti. Evinin bazı yerleri yıkılmıştı. Yorganı dahi olmayıp kerpiçten bir yastığı, bir testisi, bir de ekmek torbası vardı. Evinin kapısı da yoktu. Ziyaretine gelenlerden bazıları: “Evinize vahşi hayvanlar girip size bir zarar verebilir. Bir kapı getirelim de takalım.” dediler. O da: “Siz beni dünya vahşilerinden korumaya çalışıyorsunuz? Peki, kabrin yılan ve çıyanlarından beni kim koruyacaktır? Kabirdekiler ise, dünyadakilerden kat kat daha şiddetlidirler.” buyurdu.

……………………………………

Küfe’de bir cenaze vardı. Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri de oradaydı. Mevtayı defnettikten sonra oradaki insanlar: “Bize biraz nasihat ver.” dediler. O da: “Kim ki, Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin vaadettiğinden korkarsa, arzularına çabuk kavuşur. Kimin arzuları çoksa ona bütün azaplar yakındır. Ey kardeşlerim! İyi biliniz ki, en büyük sermaye, Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin razı olduğu bir iş ile meşgul olmaktır. Kabirdekiler, kıyamet kopunca kabir azabı kalkacağı için kıyametin çabuk gelmesini beklerler. Hâlbuki dünyadakiler, kabirdekilerin pişmanlıklarını bilmedikleri için hep günah işlerler. Hâlbuki onlarda ölünce dünyada iken neden çok ibadet yapmadık diyerek pişman olurlar.” dedi.

……………………………………

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri daima hüzünlü halde bulunurdu. Geceleri Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ne yalvarır, dua eder: “Ya Rabbi! Sana olan korku ve muhabbetim bende en büyük dert oldu, öbür dertleri düşünecek zaman bırakmadı. Senin derdin uykumla arama girdi.” der. Sabahlara kadar Kur’an-ı Kerim okur, namaz kılar, istiğfar edip günahlarına pişmanlığını dile getirir, göz yaşı dökerdi.

……………………………………

Ebu Halid der ki: “Bizim evlerimiz karşı karşıya idi. Ben gecenin hangi saatinde uyansam, Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin ışıkları yanardı, içeriden dua ve ağlama sesleri gelirdi. O, geceleri hiç yatmazdı.”

……………………………………

Ebu Ayaş anlattı: “Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin evine ziyarete gittim. Elinde kuru bir ekmek vardı ve ağlıyordu… ‘Ya Davud, sana ne oldu, niçin ağlıyorsun?’ diye sorduğumda: ‘Bu ekmeği yemek istiyorum fakat helalden mıdır, değil midir bilemiyorum.’ dedi.”

……………………………………

Hasan bin Rebi, İbn-i Mübarek’e: “Davud-u Tai’nin hali nedir ki, ismi dillerde dolaşır. İbn-i Mübarek de: “Davud’un insanlar arasındaki yerinin büyük olması, kalbinin Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin muhabbetiyle dolu olması, Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin sevgisinden başka hiçbir sevginin kalbinde olmaması, O’nun uzleti seçmesi, Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin marifetine kavuşması içindir.” buyurdu.

……………………………………

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin bir arazisi vardı. Onu sattı, parasıyla ölünceye kadar kanaat etti ve kimseden yardım talep etmedi. “Yüce Rabbime niyaz ettim bu param bitince beni şu köhne dünyadan al diye.” dedi. Bunu İmamı Ebu Yusuf Rahmetullahi aleyh hazretleri duydu ve günlük harcadığı parayı hesap etti ve bir gün dedi ki: “Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri bu gün hakka vuslat etti.” Sordular: “Nereden bildin?” O’da cevaben: “Parasını hesapladım, dediğim gün bitmişti, parasının bittiği gün dünyadan ayrılmayı Yüce Hakk’tan talep etmişti.” dedi.

……………………………………

Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri Zühd ve Takvada o kadar ileri gitmişti ki, zamanın âlimleri: “Eğer bütün insanlar Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri ile tartılsa, ibadetçe cümlesinden ağır gelir.” buyurdular.1

……………………………………

Hiç gülmeyen Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin bir gün güldüğünü gören dostu sebebini sordu. Cevabı şu oldu: “Geçen gece Rabbim bana üns şarabı içirdi. Onun için neşeden bayram ederim” dedi.2

……………………………………

Şöyle der: “20 yıl Ebu Hanife’ye şakirtlik ettim, birgün ayağını uzattığını görmedim.” Bir gün halvet içinde “Ey imam, burası halvettir, rahatca ayağını uzatsana” dedi. Hazreti İmam-ı Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Edeb Allah için makbuldür.” buyurdu.3

……………………………………

Birçok ev miras kalmıştı. Hiç birini tamir ettirmiyor yıkılınca bir diğerine taşınıyordu. “Dünyada harab olmayacak ev var mıdır? Ben Allah Celle Celaluhü hazretleri ile ahd eyledim, hiç imaretli ev içinde oturmayayım.” Annesi sabaha kadar namaz kıldığı bir gece secdede iken öldüğünü söyler. Vasiyeti: “Beni şehir içine koymayın. Yalnız yerde kabre koyun.”4

……………………………………

1-İslam Ansiklopedisi, 2. C. S.154, 158

2-Attar,F. Tezkiretü’l-Evliya

3-Attar,F. Tezkiretü’l-Evliya

4-Attar,F. Tezkiretü’l-Evliya

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

HABİB-İ ACEMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Cihan denen bu sarayın manevi sultanlarından evliyanın büyüklerinden olan Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin Müridi ve Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin şeyhidir. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin doğumu belli değildir. Aslen İranlı olan Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri, Hicri birinci ve ikinci asırda Basra’da yaşadı. Künyesi; “Ebu Muhammed”dir.

Habib-i Acemi Kur’an-ı kerim okumaktan tarifsiz bir tad alır ve Arapçayı iyi bilenlerin bile vakıf olamadığı sırları kavrar. Hasan-i Basri Rahmetullahi aleyh hazretleri :“Evet o acemdir (İranlıdır) ve Arapçası acemicedir. Ama unutmayın adı gibidir. Habib’dir (sevgilidir)” der. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri aşk ile başlayınca az zamanda çok mesafe alır. Gün gelir Araplara, Arapça dersi verir ve Hadis âlimleri arasında parmakla gösterilir.

HABİB-İ ACEMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri önceleri çok zengindi. Faizle para verirdi. Bir gün hanımı önüne yemek koydu, tam yiyeceği sırada kapıya bir derviş geldi: “Allah rızası için bir sadaka.” dedi. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri bunun üzerine dervişin üzerine kapıyı çarptı. Derviş mahzun olarak gitti. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri sofraya geldiğinde yemeğin kan haline geldiğini gördü. O anda kalbinde bir değişiklik duydu, yerinde duramadı. Bir Cuma günü Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretlerinin evinin yolunu tuttu.

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin evine giderken oyun oynayan çocuklar Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni görünce birdenbire: “Kaçın kaçın! Faiz yiyen Habib geliyor. Ayağından kalkan toz bize gelir de, biz de onun gibi oluruz.” dediler. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri bu sözleri duyunca çok müteessir oldu. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin meclisine gelip elini öptü. Allah-ü Teala Hazretleri’nin sonsuz olan lütfü ve ihsanı ile tövbe-i nasuh eyledi ve Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin irfan mektebinde manevi talebe oldu. Önceki yaptıklarına çok pişman oldu. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne şöyle münacatta bulundu. “Ya Rabbi! Ben çok günahkârım fakat senin mağfiretin kudretin sonsuzdur. Sen öyle büyüksün ki, dilediğini yaparsın, benim dermanım ancak sendedir. Ben ancak sana sığınırım. Ya Rabbi! Fermanına boyun eğdim ve sana teslim oldum, beni affet.”

Evine dönerken kendisine borcu olanlar alacağını ister diye kaçmak istediler. “Kaçmayın! Bugün benim sizden kaçmam lazımdır.” buyurdu. Yolda oynayan çocuklar birbirlerine: “Kaçın kaçın! Tövbekâr geliyor üzerine bizden toz bulaşmasın, bulaşırsa Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine asi oluruz.” dediler. Çocukların bu sözlerinden çok duygulandı, yüreği sızladı ve: “Ya Rabbi! Bir tövbemle ismimi iyilerden eyledin.” diye şükretti.

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri her tarafa tellallar çıkararak: “Her kimin Habib’e borcu varsa, bundan vazgeçti. Aldığı faizleri de geri dağıtacaktır.” diye ilan ettirdi. Servetinin hepsini fakirlere dağıttı.

Günün birinde bir kimse geldi. Dağıtacak malı kalmadığından, üzerindeki gömleği gelen kimseye verdi. Nihayet tasavvuf deryasından sonsuzluk incileri devşiren büyük veli, arifler katarının baş tacı Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin huzuruna can attı. O eşi bulunmaz mana erinin mübarek ellerini tuttu, dudaklarına götürdü. O cennetten gül toplayan elleri öptü. “Ey din yolunda kendisine uyulan İmam! Artık kötülüklere veda ediyorum, bana Himmet ediniz.” dedi. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri içinde denizlerin kaynaştığı ateşli gözlerle ona bir defa baktı. Öyle bir bakışla baktı ki, Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri birden kendini sonsuzluğa uzanan caddede buldu ve önünde yepyeni bir hayat belirdi ve bu vesile ile Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin mübarek eli ile sonsuzluk caddesine iletilerek Tarikatı (tevhid telkinini) bu vesile ile Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden aldı. Tasavvuf yolunda ilerledi. Devamlı olarak Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin sohbetlerine gündüzleri devam etti. Şüphelerden kurtuldu.

Hasan-ı Basri Hazretleri’nin sözleri kalbine öyle tesir ederdi ki, kendinden geçmiş olarak dinlerdi. Daha sonra Fırat Nehri’nin kenarında bir kulübe yapıp orada ibadetle meşgul oldu. Geceleri de ibadet ederdi ve tasavvuf yolunun sultanı oldu. Bundan sonra mana vadilerinde öyle süratle at koşturdu ki, gönüller fatihi oldu. Ona kimsecikler yetişemedi. Tamamıyla muhabbet denizine gark oldu. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne münacatta bulundu: “Ey ezel mumunun fitilini yakan, ebedi bezmi aydınlatan Allah’ım. Dertliyim, inlerim, hacetim var, medet eyle Ya Rabbi! Seninle barıştım. Beni bir günde taat ehli kıldın. Ya Rabbi! Çok hatalı işlerim oldu. Ben günahkâr bir kulum, suçumu bağışla. Benden hata, senden ata’ Ya Rabbi! Sen dilersen af edersin. Sen öyle büyüksün ki, kudretin sonsuzdur. Benim dermanım ancak seninledir. İltica makamım ancak sensin Ya Rabbi! Fermanına işte boyun eğdim ve sana teslim oldum. Huzuruna günahsız bîr kul eyle Ya Rabbi!”

Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni çok sever ve ona çok iltifat ederdi. Hatta bazen meclisinde Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin sohbet etmesini söyler, Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri de emredildiği için sohbet ederdi. Bazı kimseler bu durumu merak ederler: “Siz burada bulunduğunuz halde, Habib’in sohbet etmesini istemenizin hikmeti nedir?” diye sual ederlerdi. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Habib kalbinden konuşur ve konuştuğunu insanların kalbine yerleştirir, ben onun için onu konuşturuyorum.” buyururdu

HABİB-İ ACEMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN VEFATI

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri mana yolundan Cadde-i Kübra caddesinden nasibini almak isteyen nice aşık kulları Hakk’a vasıl ettirdi. Tasavvuf yolunda kılavuzluk yaparak Hakk’a vasıl olmak isteyenlere yol gösterip önlerinde aydınlık veren bir ışıklık yaparak nice gönlü karalara önderlik etti. Nihayet mana yolunun yüce önderi Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri, şu fani alemdeki çileli günlerini tamamladı. Hicret-i Nebeviyye’nin 120. (M.739) senesinde vefat etti.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri şefaatlerinden, al-i himmet, nazar ve muhabbetlerinden feyiz ve bereketlerinden bizi ayırıp mahrum etmesin. (ÂMİN)

HABİB-İ ACEMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN BAZI MENKIBELERİ

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hanımı evde nafaka kalmadığını, erzak lâzım olduğunu bildirdi. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri sabahleyin: “Çalışmaya gidiyorum.” diyerek evden ayrıldı. Kulübesine gidip ibadetle meşgul oldu, akşam eve gelince hanımına: “Öyle bir zatın işinde çalışıyorum ki, gayet cömerttir… O zatın kereminden utandım bir şey isteyemedim, on günde bir ücret vereceğini söylüyorlar. On gün sabret. On günlük olunca kendisi verecektir.” dedi. Onuncu gün tamam olduğunda öğle namazını kılınca: “Bu akşam hatuna ne söyleyeyim?” diye düşünüyordu. Tam bu sırada Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hanesine beyaz elbiseli kimseler geldi. Birisinin sırtında un çuvalı, birisinin sırtında içinde yağ, bal, baharat vesaire bulunduğu tulum ve birisinin elinde içinde üç yüz gümüş bulunan bir kese vardı. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hanesinin kapısını çaldılar. Hatun kapıyı açtı. Gelen kimseler ellerindekileri bıraktılar: “Bunları efendinizin çalıştığı yerin sahibi gönderdi. ‘Eğer Habib işini artırırsa biz de ücretini artırırız’ diye söyledi.” dediler ve gittiler.

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri akşam olunca, mahzun şekilde evine döndü, evden yemek kokuları geldi, hanımı karşıladı. Dedi ki: “Efendi kime çalışıyorsan çok iyi bir kimse, ikram ve ihsan sahibi bir zatmış. Bugün öğle vaktinde şunları göndermiş. Ayrıca ‘Habib’e söyle, eğer işini artırırsa biz de ücretini artırırız’ diye haber göndermiş.” Bunun üzerine Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri hayretle: “Allah Allah, on gün çalıştım, bana bu ihsanlarda bulundu, demek daha çok çalışsam kim bilir neler verecek.” dedi ve kendini tamamen Hak Teala Hazretleri’ne ibadete verdi. Böylece hem Allah-ü Teala Hazretleri’ne ibadet ederek, hem de Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin kalplere tesir eden sohbetleri ile yükselerek duası makbul olan büyük zatlardan oldu.

……………………………………

Bir dervişi anlatıyor: “Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin ümmiliğine rağmen mertebesinden hayret ettim. Bir gün bunu düşünürken bir nida duydum. “Ümmidir amma, habibdir.”1

……………………………………

İmam-ı Şafi Rahmetullahi aleyh Hazretleri ile İmam-ı Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri oturuyorlardı. O sırada Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri geldi. İmam-ı Ahmet Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Buna bir sual sorayım.” dedi. İmam-ı Şafi Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Bunlar hal ehli, acaib kimselerdir, pek sual sorulmaz.” dedi. İmam-ı Ahmet Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Soracağım.” dedi. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri gelince İmam-ı Ahmet Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Bir kimse beş vakit namazdan birini kaçırsa, ama hangisini kılmadığını bilemezse ne yapmalıdır?” diye sordu. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri tereddütsüz cevap verdi: “Bu Allah-ü Teala Hazretleri’nden gafil olan bir kalbin işidir. O kimse kendine ceza olarak beş vaktin hepsini kaza etmelidir.” buyurdu. Her iki İmam bu cevaptan hayrete düştüler. İmam-ı Şafi Hazretleri mukabele ettiler. “Ben size bunları imtihan caiz değildir dememiş miydim?” dedi.

……………………………………

Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri Dicle Nehri kenarında gemi bekliyordu. O sırada Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri oraya geldi ve: “Üstadım ne bekliyorsun?” dedi. Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri “Gemiye bineceğim, onu bekliyorum.” dedi. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Gemiye ne hacet, suyun üzerinden yürüyerek geçiniz.” deyince Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Suyun üzerinde gitmeye sebep gemidir, biz sebeplere yapışarak hareket ederiz.” Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Siz yakin mertebesine ulaşmamışsınız.” diyerek su üzerinden yürüyerek karşıya geçti. Derecesi kendisinden daha çok büyük olan Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri ise: “Sen de İlm-ü Yakin derecesine kavuşamamışsın.” dedi ve geminin gelmesini bekledi.

……………………………………

Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri çok ibadet eder, devamlı tefekkürde, fikirde, şükürde ve zikirde idi. Bazen bu halde iken kendinden geçerdi. Yanındakiler uyuyor zannederlerdi. Komşularından İsmail bin Zekeriyya diyor ki: “Ben akşam olduğu zaman Habib’in ağlamasını sabah uyandığımda da ağlamasını duyardım. Evine sordum bir sıkıntısı mı var diye. ‘O hep ölümü düşünür. Sabah olunca akşama ulaşamam der, akşam olunca da sabaha ulaşamam der. Onun için ağlar’ dediler.”

……………………………………

Horasanlı’nın biri Basra’ya gelir. Önce hacca gidecek, dönüşte Basra’da bir ev alacak ve yerleşecektir. Arkadaşları “Paranı yanında taşıma” derler, “Güvenilir birine emanet et, uygun bir ev çıkarsa, senin adına satın alsın.”

Adam da öyle yapar, tutar Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne 10 bin dirhem bırakır. “Münasip bir ev bulursanız alın” der, “bulamazsanız sizde kalsın, dönüşte alırım”.

İşte tam o günlerde Basra’da görülmemiş bir kıtlık olur. Fukaranın feryadı göğe yükselince Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri dayanamaz emanet paraları muhtaçlara dağıtır. “Eğer razı olmazsa, borcum borç” der, “Nasıl olsa Rabbim bana yardım eder, öderim”. Aradan üç ay mı geçer, beş ay mı bilemiyoruz ama Horasanlı hacdan döner. Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh hazretleri adama durumu izah ettikten sonra şöyle der: “Sana cennetten öyle bir köşk aldım ki” der, “Altından ırmaklar akıyor.” Horasanlı bu Allah dostunu kırmaz. Büyük bir teslimiyetle “Tamam kabul” der, “Ancak sened yazarsan!”

Mübarek eline kalemi alır ve başlar yazmaya “Habib-i Acemi’nin Azîz ve Celîl olan Rabbinden şu Horasanlı için satın aldığı köşkün senedidir. Allah-ü Teala vasıfları yukarıda belirtilen köşkü Horasanlı’ya verecek ve Habib’i on bin dirhem borçtan kurtaracaktır.” Senedin altına mühür basar, imzalar.

Bakın şu işe! Horasanlı o günlerde vefat eder. Vasiyeti üzerine senedi de onunla beraber gömerler. Ertesi sabah kabrin üzerinde nurla yazılmış bir mektup bulunur ki özetle şöyle demektedir. “Şüphesiz ki Allah-ü Teala) bahsi geçen köşkü Horasanlı’ya verdi. Herkes bilsin ki Habib borçtan kurtulmuştur!”

……………………………………

Bir gün ellerini ulvilik âlemlerine açtı. İçli içli ağladı. “Rabbim!” dedi. “Seninle dost olmayan hiçbir kimseye dost olamaz. Ya Rabbi! Kalbi seninle hoş olmayanın katiyen göz seninle hoş olmayanın katiyen gözü parlayıp ışıldamaz. Dünyayı çok sevenlerle senli benli olanın nefsinde şeytan oyun arkadaşlığı yapmaktadır.”2

1-Halkadan Pırıltılar S.50,51

2-İslam Ansiklopedisi 2.Cilt S.184,188

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

HASAN-I BASRİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

İrfan membaı, zamanın şeyhi, tabiinin ulularından, ittika zümresinin piri, Evliyaullah Fırkası defterinin başta gelenlerinden, Ehli Velayet ve Kıble-i Erbab-ı, zâhid, muhaddis, fakih ve müfessir. Hidayet Cenab-ı Şeyh Hasan Basri (RA) Hazretleri Hicret-i Nebeviyye’nin 21. senesinde (M. 641) Medine-i Münevvere’de doğmuştur. Adı “El-Hasan ibni Ebil Hasan Yesar el-Basri”dir. Babası Ashab-ı Kiram’dan Zeyd bin Sabit’in kölesi Yesar’dir. Annesinin adı Hayra’dır ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin zevcelerinden Ümmü Seleme Radıyallahu anh hazretlerinin azad edilmiş cariyesi idi. Oğulları Hasan Basri Rahmetullahi aleyh hazretleri doğunca azad edildikleri rivayet edilmiştir.

Ümmü Seleme’nin Radıyallahu anh evine gidip hizmetinde bulunan annesi, bu hizmetleri sırasında çocuğunu da yanında götürüyordu. Bir iş için dışarı çıkınca yalnız kalan küçük Hasan’ı Ümmü Seleme annemiz kucağına alarak bağrına basıp ona dua ediyor, hatta oyalamak için emzirdiği de oluyordu. Ümmü Seleme annemiz ihtiyar olduğu halde sütü gelmiş, küçük Hasan’da onun sütünü emmiştir. Böylece büyük bir berekete ve bu bereket sebebiyle de nimetlere kavuşmuştur. Ayrıca Ümmü Seleme annemizin Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri hakkında şöyle dua ettiği rivayet edilir: “Yâ Rabbi! O’nu dinde fakih kıl ve insanlara sevdir.“1

Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri Medine-i Münevvere’de bulunduğu sırada ilimde önemli olan Arapça’yı iyice öğrendi. 12 yaşlarında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Henüz 14 yaşında iken hıfzını tamamlayan Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, bu yaşlarda Basra’ya gitmiş ve orada ilmi ve hitabeti ile büyük şöhret kazanmıştır.

Gayet edebi vaazlarıyla Basra halkını etkilemişti. Vaazlarında daima Allah korkusunu telkin ederdi. Ahiret korkusu ile daima üzgündü. “Mümin, üzgün sabahlar, üzgün akşamlar. Bundan başkasını yapamaz. Çünkü o iki korku arasındadır: Geçmiş olan ve Allah’ın o hususta kendisine ne işlem yapacağını bilmediği bir günahla, başına ne gibi tehlikelerin geleceğini bilmediği bir ömür arasında.” derdi.

Bütün rivayetler, onun daima ahiret tasasında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur’an’dan bir ayet okusa ağlardı. Dermiştir ki: “Vallahi, ey âdemoğlu, eğer sen Kur’an okur, ona inanırsan; bu dünyada üzüntün artacak, korkun şiddetlenecek, ağlaman çoğalacaktır!”.

Çocukluk günlerini Medine’de geçirdiğinden sahabelerin yaşadığı zühd hayatı, Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin ruhuna sinmiştir. O havayı hiç unutmadı, bu zühd havasını Basra’ya götürdü. Basralılara gerçek zühdün ne demek olduğunu öğretti: “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi, ‘Bunların ahirette bir nasibi yok’ derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, ‘Bunlar hesap gününe inanmıyorlar’ derlerdi.” derdi.

Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, o derece hikmetli konuşurdu ki, İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri O’nun hakkında: “Sözü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sözüne benziyor” demişti. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki, kendine öz üslubiyle “Nereye gidiyorsunuz?” demesi, dinleyenleri ağlatmaya kafi gelirdi. Gözü yaşlı olarak onu dinleyenler, yanından çıkarlarken artık dünyayı tamamen unutmuş, ölümden başka herşeyi kafalarında silmiş olurlardı. Üzerinde durduğu tek konu, Allah korkusu ve ölüm endişesi idi.

Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin iki meclisi vardı. Biri evde, biri camide idi. Evdeki özel meclisi idi. Burada yakın dostları ile oturur, zühd ve batın ilimler üzerinde konuşurlardı. Özel meclisine devam edenler için : “Kardeşlerimiz, bize ailemizden, karımızdan ve çocuklarımızdan daha sevgilidir. Çünkü ailemiz bize dünyayı hatırlatıyor, kardeşlerimiz ise bize ahireti hatırlatıyor” demiştir.

Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin en son vefat edenleriyle birlikte üç yüz Sahâbe (RA) ile görüstügü rivâyet edilir. Bu bakımdan tâbiînin önde gelenlerinden olup ilim ve fazileti, zühd ve takvâsı ile meşhurdur. Ebû Tâlib Mekkî, Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin tasavvuf yolunda imamları olduğunu söylemiştir. Enes bin Mâlik Radıyallahu anh hazretleri, kendisine bir mesele sorulduğunda, onun Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne ye de sorulmasını, onun derin ilim sahibi olduğunu söylerdi.2

Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri 15–16 yaşlarına gelince eşi bulunmaz bir âlimdir artık. Bir gün kürsüdeyken kapıdan bir yabancı girer. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri mescidin nurlandığını hisseder. Bu ne heybettir Ya Rabbi (CC), bu ne güzelliktir… Yoksa bu zat… Evet, yanılmadığını anlar. Meçhul misafir İmam-ı Ali’nin Kerremullahü vechehü hazretlerinin ta kendisidir. Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Hazret-i Ömer Radıyallahu anh ve Hazret-i Osman Radıyallahu anh’dan sonra “ilim şehrinin kapısı” ile şereflenir. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Efendimiz, bu genç vaizi çok sever. Kimseye yapmadığını yapar, ona tasavvuf ile ilgili sırları fısıldar. Dahası nurlu elleri ile bir “icazet” yazar ve talipleri yetiştirmekle vazifelendirir. İşte tasavvufta hilafetnâme (izin belgesi) verme usulü İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nden kalma bir gelenektir.

O günden sonra Hasan-ı Basri’nin hizmeti büyük olur. İnsanlar fevç fevç sohbetine gelirler. Talebeleri ülkeler beldeler ötesini nurlandırırlar ki bunların arasında Malik bin dinar Rahmetullahi aleyh, Utbe-i Gulâm Rahmetullahi aleyh , Ebû Haşim-i Mekki Rahmetullahi aleyh, Habib-i Acemi Rahmetullahi aleyh gibi pırlantalar vardır. Bu yol ölümünden sonra da devam eder İbrahim Edhem ve Mûhyiddin-i Çeşti gibi zirveler halkaya eklenirler.

HASAN-I BASRİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN

TARİKATI TELKİN ALMASI VE VEFATI

Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, sofilik hırkasını İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü ve İmam-i Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nden giymiştir. Fazilet ve keramet sahibi bir kimsedir. Zahir ve Batin ilimlerini iyice öğrendi ve yetişti.3

İlimde, rivayetlerinde çok başvurulan âlimlerden oldu, Ashab-i Kiram’in Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden bildirdiği din bilgilerini ve doğru olan Ehl-i Sünnet îtikatini naklederek insanların hidayete kavuşmasına hizmet etti.

Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize çok benzerdi. Tasavvuf (tarikat) hakkında söylediği sözler diğer evliyalardan işitilmezdi. Resûl-ü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zevcesi olan Ümmü Seleme (RA) buyuruyor ki: “Hasan Basri (RA) Hazretleri ilimde ve tasavvufta çok yüksek mertebelere nail olmuştur. Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri yetmiş yıl, yere abdestsiz ayak basmamıştır.”

Büyük bir mecliste meşayıhtan birisi: “Hasan acaba niçin büyüğümüz oldu?” diye sormuş. Buna cevaben büyüklerden bir zat: “İlim için büyük yaratıklar ona muhtaçtır. O ise halka ufacik bir ihtiyaç duymaz. Bizden üstünlüğü bundandır.” demiştir.4

Şeyh Hasan Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne bir takim insanlar gelerek: “Uyuyan gönlümüzü uyandır.” dediler. Şeyh Hazretleri onlara hitaben: “Gönlü uyandırmak kolay bir istir, lâkin sizin gönlünüz ölmüştür. Zira hiç hareket etmezler.” dedi. Onlar da: “Öyleyse bizi biraz korkut.” dediler. O da: “Eğer bugün korkarsanız, yarın kıyamette emin olursunuz. Burada korkmayan kimsenin haline vah yazık.” dedi.5

HASAN-I BASRİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Büyük bir mecliste meşayıhtan birisi: “Hasan acaba niçin büyüğümüz oldu?” diye sormuş. Buna cevaben büyüklerden bir zat: “İlim için büyük yaratıklar O’na muhtaçtır. O ise halka ufacık bir ihtiyaç duymaz. Bizden üstünlüğü bundandır.” demiştir.6

……………………………………

Şeyh Hasan-ı Basri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne bir takım insanlar gelerek: “Uyuyan gönlümüzü uyandır.” dediler. Şeyh Hazretleri onlara hitaben: “Gönlü uyandırmak kolay bir iştir, lâkin sizin gönlü­nüz ölmüştür. Zira hiç hareket etmezler.” dedi. Onlar da: “Öyleyse bizi biraz korkut.” dediler. O da: “Eğer bugün korkarsanız, yarın kıyamette emin olursunuz. Burada korkmayan kimsenin haline vah yazık.” dedi.7

……………………………………

1-Ibn Sa’d, Tabakât, VII/I, 114

2-Ibn Sa’d, Tabakât, VII/I, 128

3-Hasan Basri Kitabi S.22,78

4-Hasan Basri kitabi S.257

5-Hasan Basri kitabi S.223

6-Hasan Basri kitabı S.257

7-Hasan Basri kitabı S.223

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Evliyanın büyüklerinden, adı “Mâruf ” künyesi “Ebu Mahfuz”dur. Babasının adı Firuz’dur. “Mâruf Ali Bin Kerhi” diyenler de vardır. Bağdat’ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhi denilmiş olup “Mâruf -i Kerhi” olarak tanınmış, Sofıyyeyi Aliyyenin büyüklerindendir. Tasavvufta örnek, Hak Teâla Hazretleri’ne giden yolun rehberi, zamanındaki âşıkların efendisi idi. Maruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin doğum tarihi kesin olarak belli değildir. İkinci asırda yaşamıştır. İranlı Hıristiyan bir anne babanın çocuğu iken Hıristiyanlığı öğrenmesi için rahibe gönderilmişti. Kardeşi İsa onun İslâm’a gelişini şöyle anlatmaktadır: “Kardeşim Mâruf ’la okula gidiyorduk. Hıristiyan hoca (rahib) (haşa) ‘Allah üçtür. Baba, oğul, ve Ruhül Kudüs’ derdi. Kardeşim Mâruf ‘Allah birdir’ diye bağırırdı. Rahib onu döverdi, zaman böyle geçti. Annesi ona olan sevgisinden dolayı ‘Eğer Allah-ü Teâla Hazretleri oğlumu geri gönderirse o hangi dinde ise bende o dine tabi olacağım’ dedi.”

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri, İslam’a girişini ise şöyle aktarıyor: “Camiye gittim. Vaaz eden bir zatı muhterem vardı. Cemaat onu dinliyordu. Şöyle diyordu: ‘Kim Allah-ü Teâla Hazretleri’nden yüz çevirirse, Allah-ü Teâla Hazretleri de ondan yüz çevirir. Kim kalbiyle Allah-ü Teâla Hazretleri’ne kavuşmayı arzu ederse ve O’na koşarsa, Allah-ü Teâla Hazretleri onu rahmetiyle karşılar.’ Bu zat Muhammed İbni Semmak Rahmetullahi aleyh hazretleri idi. Onun sözleri kalbime tesir etti. Cemaat bana baktı, beni İbni Semmak’a götürdüler, başımı okşadı. ‘Merhaba ey Rabbini arayan, merhaba ey Allah’ın sevgisine muhabbetine kavuşan kişi’ dedi. Rahibin bana yaptığını hatırladım, tam bu sırada: ‘Rahibin hareketi mi?’ diye sordu, nasıl biliyordu. ‘Evet’ dedim. Bana: ‘Allah-ü Teâla Hazretleri’ne dua et, kabul olur’ buyurdu. Allah-ü Teâla Hazretleri’ne dua ettim. Öğrendim ki, rahib Müslüman olmuş, sonra İbni Semmak Rahmetullahi aleyh hazretleri beni İmam-ı Ali Rıza Hazretleri’ne götürdü. Durumu anlattı, onun eliyle Müslüman oldum.”

Mâruf, Kûfe’de ciddi bir eğitimden geçer. İmam-ı Ali Rıza’nın çocuklarıyla birlikte büyüdüğü için aileden sayılır. İmam-ı Ali Rıza “O neseb bakımından değilse de huy ve muhabbet bakımından Ehl-i beyttendir. Nasıl ki ceddimiz Selmân-ı Farisi’yi ilhak edip Ehl-i beytten saydı Ma’rûf da bizdendir.”

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bir zaman sonra Bağdat velileri arasında zikredilir ki Zekeriyya bin Yahya Rahmetullahi aleyh hazretleri ve Seriyyüs Sakâtî Rahmetullahi aleyh hazretleri gibi zirveleri O yetiştirir. Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri gibi bir müştehid bile bazı meseleleri ona getirir. O’nun yanında diz çöker ve edebinden sesi zor işitilir. Bağdatlılar O’nu çok severler. Zira O Allah’ın izniyle öldükten sonra bile feyz ve nasihat veren dört veliden biridir. (Diğerleri Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafi ve Mansur bin Ammâr’dır Mesela Seriyyüs Sakâtî Rahmetullahi aleyh Hazretleri onun kabrine sıkça gider. Elbette Allah-ü Teâla’dan ister ama O’nun hatırını vesile eder.

Allah-ü Teâla Hazretleri bazı kullarını seçer ve sever. Onların üstüne nisan yağmuru gibi nimet yağdırır ki Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bunlardan biridir. Nitekim bir zaman sonra Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri gibi bir velinin dizi dibine oturur. Gökler duvak duvak açılır, hallere ve sırlara kavuşur.

Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Yahya bin Main, Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne müracaat ederler ve birçok meseleleri O’ndan öğrenirlerdi. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri “Bağdat’ın İmamı ve zahidi” lakabını aldı. Dinde İmam olup Fıkıh, Hadis, Tefsir ve Kelâm ilminde büyük âlimdir. Bütün ilimlerde hüccet “senet” idi. İçtihad makamına erişmişti. Cömertlik ve kerem sahibi olup sağlığında ve vefatından sonra da yardım yapan büyük velilerden biridir.

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Müslüman olan, ilim tahsil eden Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri uzun seneler sonra memleketine döndü. Sabırla onu bekleyen annesi bağrına bastıktan sonra: “Oğlum! Hangi Hangi din üzeresin?” diye ordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri: “İslâm dini üzereyim.” deyince annesi Kelime-i Şahadet getirerek imanla şereflendi ve bütün aile Müslüman oldu.

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri dinin emirlerini gözetmekte, ibadette, haram ve şüphelilerden kaçmada çok meşhur olmuştu. İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’nin hizmetinde bulunmuş, O’nun çocuklarıyla bir yaşamış ve Ehl-i Beyt’ten bilinmiştir. İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri O’nun için: “Mâruf, huy ve muhabbet bakımından Ehl-i Beyt’tendir, fakat neseb bakımından değil. O bize dahil edilmiştir.” buyurmuştur.

Şeriat ilmini İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin müridi olan Habib-i Rai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden öğrendi. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri, Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden feyz almış, sohbetlerine devam etmiş ve Tarikatı Usûl ve kaidesine göre Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden telkin almış ve mana yurdunda nice inciler devşirmiştir.

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN VEFATI

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri vefat etmeden biraz önce Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne: “Ben öldüğüm vakit gömleğimi sadaka olarak bir fakire verirsin. Dünyaya nasıl çıplak geldimse yine çıplak gitmek isterim.” diye vasiyet etti. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri hastalanıp yatağa düştüğü zaman herkese hüsnü muamelede bulunduğundan, vefat ettikten sonra Hıristiyanlar ve Yahudiler onun kendilerinden olduğunu iddia ettiler. Müslümanlar ise, “O bizdendir.” dediler. Bu iddialar olurken hizmetçilerinden biri gelip: “Efendimizin bir vasiyeti var, benim cenazemi yerden kim kaldırırsa ben o zümredenim buyurdu.” diye haber verdiler. Hıristiyan ve Yahudiler geldiler, mübarek cenazesini yerden kaldıramadılar. Müslümanlar el attığında naaş tüy gibi hafifler ve kuş gibi uçar.1 Bu hal üzere orada bulunanlar topyekun Müslüman olurlar. Ulu zatın güzelliği insanların yüzüne aksetmiştir adeta…

Hicret-i Nebeviyye’nin 200. (M. 815) senesinde Bağdat’ta vefat etti ve oraya defnedildi. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri ne cennet arzusunda, ne de cehennem korkusundan dolayı ibadet etti. O yalnız Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne olan aşkından ve muhabbetinden dolayı ibadet etti. Allah Celle Celaluhü Hazretleri de O’nu en yüksek makamlara yükseltti ve aradaki perdeleri kaldırdı. Hem Hakk Teâla Hazretleri’nin hem de halkın sevgilisi oldu.

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN BAZI MENKIBELERİ

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bir gün bir yere giderlerken yolda bir kaç sarhoşa rastlar. Bunlar Şeyh Hazretleri’ni rahatsız ederler. Müridleri bu kimselere beddua etmesini isterler. O da: “Peki edelim.” der ve ellerini kaldırıp: İlâhi! Bunları dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir.” diye dua eder. Bunu duyan sarhoşların hepsi ellerindeki şarap kablarını yere atıp Şeyh Hazretleri’nin ayağına kapanıp tevbe ederler. Şeyh Hazretleri: “Biz cefalarından, kendileri de sarhoşluk belasından kurtuldular, duamızın hayır ve bereketiyle.” diye buyurdular.

……………………………………

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin dayısı şehrin valisi idi. Bir gün mahallede dolaşıyordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni gördü. Bir kenarda oturmuş ekmek yiyor, önünde de bir köpek. Bir lokma kendi ağzına bir lokma da köpeğin ağzına koyuyordu. Dayısı: “Köpekle birlikte yemeye utanmıyor musun?” diye çıkıştı. O mübarek de: “Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum.” dedi ve başını kaldırıp havadaki kuşa seslendi. Kuş uçup geldi eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. Mâruf : “Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden utanandan her şey utanır.” dedi ve dayısı bu hali görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.

……………………………………

Muhammed bin Mansur, Tusi haber veriyor: “Bağdat’ta Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin huzuruna gittim. Yüzünde bir yara izi gördüm. ‘Dün burada iken yüzünüzde bir şey yoktu. Bu nedir, bir şey mi oldu?’ diye sordum. ‘Seni ilgilendirmeyen şeyi sorma, sana yarayanı sor.’ dedi. ‘Allah aşkına söyle.’ dedim. O’da: ‘Bu gece namaz kılıyordum. Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf etmek istedim. Su içmek için zemzem kuyusuna gittim. Ayağım kaydı ve yüzüm oraya çarptı, bu iz ondandır.’ buyurdu.”

……………………………………

Abdülaziz bin Mansur Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “Babamdan işittim. Babam şöyle anlattı: ‘Biz Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri ile beraberdik. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden bahsedildi. Orada bulunanlardan bazıları onun ilmi zayıftır dediler. Bunun üzerine Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri: ‘Böyle konuşmayın, siz Mâruf ’un kavuşmuş olduğu ilimden bir şeye kavuşabildiniz mi?’ diye cevap vererek onları susturmuştu.”

……………………………………

Yahya bin Muin ve Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin yanına geldiler. Yahya bin Muin, Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne Secde-i Sehv’i sormak istiyordu. Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri Yahya’ya: “Sus.” dedi. Fakat o susmadı ve: “Ya Ebel Mahfuz, Secde-i Sehv hakkında ne dersin?” diye sordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Kalbin namazdan gafil olup namazdan başka bir şeyle meşgul olmasından dolayı bir cezadır.” deyince Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Ne güzel ve manalı cevaptır.” buyurdu.

……………………………………

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri anlatır: “Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni rüyamda gördüm. Arşın altında durmuş, gözü açık halde kalmış, hayran hareketsiz kendinden geçmiş bir halde idi. Allah-ü Teâla Hazretleri meleklere: ‘Bu kimdir?’ diye sordu. “Ya Rabbi! Sen daha iyi bilirsin.’ dediler… Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Bu Mâruf ’tur, Benim muhabbetimden mest ve hayran olmuştur. Beni görmeyince, kendine gelmez.’ buyurdu.”

……………………………………

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri Ramazan ayından başka ayda nafile oruç tutarken Bağdat çarşısından geçiyordu. İkindi vakti bir sebil su dağıtıcısı, “Benim suyumdan içene Allah-ü Teâla Hazretleri rahmet etsin” diye bağırıyordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri sucunun elindeki bardağı alıp içti. Talebeleri; “Efendim siz oruçlu değil miydiniz?” “Evet oruçlu idim, fakat bu su dağıtıcısının duası üzerine nafile orucu bozdum.” diye cevapladı. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni vefat edince kendisini rüyada gördüler. Dediler ki: “Allah-ü Teâla Hazretleri sana ne muamele eyledi?” “O su dağıtıcısının duası ile daha fazla ihsana kavuştum” dedi.

……………………………………

Mâruf-u Kerhi Hazretlerini sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da çok sever. Bir defasında bunlardan biri gelir, “çocuk sahibi olabilmek” için dua ister. Büyük veli bir fırsatını bulup onu zarif bir şekilde İslâm’a davet eder. Adam “İyi ama” der, “ben buraya din değiştirmeye gelmedim ki. İstediğim sadece bir evlad.”

– “Allah Celle Celaluhü hazretleri sana hayırlı bir evlad nasip etsin. Onun elinden imana gelesin.”

Çok geçmez, adamcağızın çok akıllı bir oğlu olur. Okul çağı gelince onu kilise mektebine gönderir. Rahip ilk gün teslisi anlatır ama çocuk bir tuhaf olur. “Hayır” der, “kalbim daralıyor, dilim söylemiyor.”

-“Tamam, bunları sonra konuşuruz. Şimdi alfabeye geçelim. Haydi bana harfleri oku.”

Çocuk bir şiir okur ki ilk beyit elif, beyle başlar son beyit lamelif, ye ile biter. Her mısra Allah-ü Teâla’nın sıfatlarını ve Muhammed Aleyhisselam’ın meziyetlerini anlatır ki sanatlarla doludur. Çocuk, alfabeyi bitirip devam eder. “Ağlatan, güldüren, öldüren, dirilten Allah’a yemin ederim ki. O’nun kapısından başkasına giden mutlaka zarar etti. O’ndan başkasından ne zarar gelebilir, ne fayda. Kul isyan eder, örter Aliyy-ul A’â.

Rahip bu sözleri söyleyeni değil söyleteni arar ve doğruyu bulur. Çocuğun babasını da İslâm’a davet eder. Adamcağız itiraz etmez, zira yıllar evvel Şeyh Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin ettiği dua kulaklarında çınlamaktadır.

……………………………………

Muhammed Mansuri Tusi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatır: “Bir gün Mâruf ’u Bağdat’da gördüm. Yüzü sıyrılmış. Sebebini sordum. ‘Sana ait olmayan şeyi neden sorarsın?’ dedi. Yemin verdirdim. ‘Kimseye söyleme. Bir gün sabah namazını Bağdat’da kıldım. Sonra vardım Kâbe’yi tavaf ettim. Zemzem kuyusuna su içmek için gittim. Ayağım kaydı, düştüm, yüzüm sıyrıldı.’ dedi.”2

……………………………………

Dayısı şehrin naibi idi. Bir gün geçerken gördü ki Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri ekmek yer, bir kendi ısırır bir köpeğe veriyor. “Ey Mâruf! Utanmaz mısın ki köpekle beraber yersin” dedi. Hazret: “Haklısın, ben de utandığımdan böyle yerim.” cevabını verip başını kaldırdı. Havada gördüğü bir kuşu çağırdı. Kuşbaşını tüyü arasına gizledi. Hazretin önünde oturdu. Dayısı: “Bu kuş niçin başını gizleyip, göstermez?” diye sorunca kendisine şu cevabı verdi: “Ben Allah’tan utanırım. O da (kuş) benden utanır. Her kim Allah’tan utanırsa, halk da ondan utanır.” dedi. Dayısı utandı.3

1-Tezkiretü’l-Evliya F. Attar

2-Tezkiretü’l-Evliya F. Attar

3-Tezkiretü’l-Evliya F. Atar

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

İMAM-I ALİ RIZA RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

On iki İmam’ın sekizincisi, İmam-ı Muhammed Cevad Taki Radıyallahu anh Hazretleri’nin babasıdır. Hicret-i Nebeviyye’nin 153. (M.770) senesi Rebiulahir ayının onbirinci Perşembe günü, Halife Mansur’un hükümdarlığı zamanında Medine-i Münevvere’de dünyaya teşrif ettiler. İsmi şerifleri “Ali”, künyeleri “Ebül Hasan Sani”, lakapları “Rıza”dır. Pederi İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri annesi de Necmiyye’dir Nesebi, Ali Rıza bin Musa-i Kâzım bin Cafer-i Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib’dir. İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri: “O’na kendi künyemi bağışladım.” buyurmuşlardır. Babasına dediler ki: “Halife Me’mun ondan razı olduğu için mi oğlun Ali’yi Rıza diye çağırıyorsun?” Hazreti İmam Hazretleri cevaben: “Hayır! Allah-ü Teala Hazretleri ve Resulü razı oldukları içindir.” buyurdu.

O’na uyanlar ve muhalifleri de O’ndan razıydı. Usuli Zikir ve Tasavvufu (tarikatı) babası İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nden alıp Horasan şahı ve zamanın sahibi olmuştur. Füyuzati Maneviyye ve Kemalati Ruhiyyesi pek yüksek olduğu cihetle bütün alemi hayrette bırakmıştır. Ta şark ve garbın uzak bölgelerinden ziyaretlerine gelerek (Atebei Ulfasına) yüksek eşiklerine yüz sürerlerdi. Huzuru saadetlerine gelen ziyaretçiler: “Ya İmam Kâinat! Sen Eşrefi mahlûkatsın.” dediklerinde onlara cevaben: “Hayır! Yanlış, kimin takvası ziyade ise Eşrefi mahlûkat odur.” deyip Hucurat Suresi 13’üncü ayetini okurdu. “İnne Ekremeküm İndellahi Etgaküm”

İMAM-I ALİ RIZA RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Ali Rıza (RA) Hazretleri yirmi sene kadar İmamet-i Kübrada bulunarak Ümmet-i Muhammed’i Füyuzati Maneviyyesiyle dilşad nice âşıkları Allah Celle Celaluhü hazretlerine vasıl kılmıştır. Abbasi halifelerinden Memun zamanında elli yaşında olarak Hicret-i Nebeviyye’nin 203. (M.818) senesi Ramazan-ı Şerif’in yirmibirinci Perşembe günü Horasan’da bulunan Tûs (Meşned) şehrinde halife Me’mun tarafından zehirletilerek şehid edildi. Harun Reşid’in kabri yanına defnolunmuştur.1

Ebüssalt şöyle anlatıyor: “Bir gün Hazreti İmam’ın yanında idim. Bana buyurdu ki: ‘Şu gördüğün türbe Harun Reşid’in türbesidir. Türbenin dört tarafından toprak alıp bana getir.’ Gidip getirdim. Toprağı koklayıp: ‘Yakında burada, benim için kabir kazacaklar. Bir taş çıkacak, Horasan’ın bütün külünklerini getirecekler fakat taşı çıkaramayacaklar.’ buyurdu. Sonra : ‘Filan yerden toprak getir!’ buyurdu. Getirdim. ‘Benim kabrimi bu toprağı aldığınız yerde kazın. Kabrimi derin kazın ve laht yapın. Allah-ü Teâla Hazretleri kabri dilediği kadar genişletir. Sonra bir yaşlık görünür. O zaman sen, kabre bakarak sana şu söyleyeceğim sözleri söyle. Bunun üzerine bir su çıkar, kabir su ile dolar. Ufak balıklar görünür.’ Sonra bana bir ekmek verip: ‘Sen bu ekmeği al. Ufak ufak doğrayıp suya at. Balıklar bu ekmek parçalarının hepsini yerler. Sonra bir büyük balık çıkıp, küçük balıkları yer ve kaybolur. O zaman cesedimi suyun içine koyun. O zaman sen, sana şu söyleyeceğim sözleri söyleyince su azalır ve hiç kalmaz. Halife Me’mun da bunu görür. Yarın ben Me’mun’a gideceğim, dışarı çıktığımda başım kapalı ise benimle konuşma, eğer başım açık ise, konuş.’ buyurdu.

Ertesi günü sabah olunca elbiselerini giyip hazırlandı. Bu sırada Me’mun’un hizmetçisi gelip kendisini çağırdı. Kalkıp Me’mun’un yanına geldi. Me’mun’un önünde tabaklarda meyveler vardı ve üzüm salkımından yiyordu. Hazreti İmam’ı görünce ayağa fırlayıp Hazreti İmam’a sarıldı ve onu alnından öptü. Yediği üzümden Hazreti İmam’a ikram etti. O özür dileyip kabul etmediyse de halife, bir salkımı Hazreti İmam’a) tekrar ikram etti. Hazreti İmam ne kadar Israr ettiyse halife üzümden bir kaç tane alıp yedi. Hazreti İmam’a da yemesini ısrar etti. Hazreti İmam bu ısrar üzerine üzümden birkaç tane yedi. Biraz oturup sohbet ettikten sonra müsaade isteyip ayrıldı. Çıkarken, başını örtmüş olduğundan emri icabı kendisi ile konuşmadık. Evine gelince kapının kilitlenmesini emredip yatağına yattı. Ben evin içinde mahzun olarak bekliyordum.

Bu sırada Hazreti İmam’a çok benzeyen güzel yüzlü ve misk kokulu bir genç içeri girdi. Ben hayretle: ‘Kapı kilitli idi, sen içeriye nasıl girdin, sen kimsin?’ diye sordum. ‘Ben İmam-ı Ali Rıza’nın oğlu Huccetullah Muhammed bin Ali’yim. Beni bir saatte Medine’den buraya getiren zat içeriye aldı.’ dedi ve babasının yanına girerken bana: ‘Sen de gel!’ dedi. İçeri girdik. Hazreti İmam oğlunu görünce ayağa kalkıp oğluna sarıldı, bağrına bastı ve alnından öptü. O da yüzünü babasının yüzüne koydu. Bir şeyler konuştular. Ama ben anlayamadım. Sonra Hazreti İmam’ın dudaklarının üstünde kardan beyaz bir köpük gördüm. Daha sonra kendinden geçti ve temiz ruhunu teslim etti. Hazreti İmam’ın oğlu Muhammed bin Ali bana: ‘İç odadan su ve tahta getir.’ dedi. Ben içerde su ve tahtanın olmadığını bildiğim için: ‘İç odada su ve tahta yoktur.’ dedim. Emrini tekrar edince hemen kalkıp gittim. Hakikaten su ve tahta vardı. Alıp getirdim. ‘Yıkamak için yardım edeyim.’ dedim. O: ‘Bana yardım eden biri var.’ buyurdu. Kendisi yıkadıktan sonra bana: ‘İç odada, dolapta keten ve hanut (güzel kokulu buhur) vardı, onu getir.’ buyurdu. Gittiğimde, o zamana kadar hiç görmediğim güzel bir elbise dolabı gördüm. İçinden, kefen ve hanutu alıp getirdim, kefenleyip cenaze namazını kıldı. Sonra tabut istedi. ‘Bir marangoza yaptırayım.’ dedim, ‘İç odada vardır.’ buyurdu. İçeri girdiğimde hiç rastlamadığım bir tabut gördüm. Getirdim, Hazreti İmam’ın cesedini tabuta koydu. Sonra iki rekâtlık bir namaza başladı. Namazını bitirmemişti ki, evin damı yarıldı ve tabut oradan yukarı çıktı. Ben telaşla: ‘Şimdi ne olacak?’ dedim. Bana: ‘Sakin ol! Biraz sonra gelir.’ buyurdu. Evin damı yarıldı ve tabut tekrar geldi. Muhammed bin Ali, Hazreti İmam’ı tabuttan çıkarıp yatağına yatırdı. Sanki yıkama kefenleme işi yapılmamıştı. Sonra bana: ‘Kapıyı aç!’ buyurdu. O sırada halife Me’mun ve hizmetçileri gelmişti. Vefat haberini alınca çok ağladılar ve üzüldüler. Halife Me’mun: ‘Ey efendimi! Sana ne oldu?’ diyordu. Sonra teçhiz ve tekfin (yıkayıp kefenleme) işleri yapıldı. Kabir kazılırken ben orada idim. Daha önce bana Hazreti İmam’ın söylediklerinin hepsi oluyordu. Kabir açılıp su çıkınca ve küçük balıklar görülünce Halife Me’mun: ‘Hayatında olduğu gibi, vefatından sonra da kerametleri görülüyor.’ dedi. Orada bulunanlardan birisi: ‘Bu neye işarettir, biliyor musunuz? Ey Abbasoğulları! Sizin mülkünüz her ne kadar çok uzun müddet ise de bu küçük balıklar gibidir. Bir zaman gelir, Allah Celle Celaluhü Hazretleri sizden sizin üzerinize bir kimse musallat eder ve sizi yok eder.’ dedi.

Halife Me’mun: ‘Doğru söylüyorsun.’ dedi. Defin işi tamamlandıktan sonra Halife Me’mun bana: ‘Kabirde söylediklerini tekrar anlat.’ dedi. Ben de unuttuğumu söyledim. Halife de, bildiğim halde söylemek istemediğimi zannederek beni hapsetti. Hapiste bir yıl kaldım. Artık iyice sıkılmıştım. ‘Ya Rabbi! Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve temiz akrabası hürmetine beni buradan kurtar.’ diye dua ettim. Hemen o anda İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’ni gördüm. İçeri girdi ve: ‘Ey Ebüssalt! Gönlün mü daraldı?’ buyurdu. ‘Evet’ dedim. Mübarek elini zincirlerin üzerine koyar koymaz, zincirlerin hepsi açıldı. Elimden tutup saraydan çıktım. Bekçilerin yanından geçip gittik. Hiç birisi bizi göremedi. Sonra: ‘Allah Celle Celaluhü Hazretleri sana emniyet versin, seni korusun. Bundan sonra halife Me’mun’u görmezsin, o da seni bulamaz.’ buyurdu ve kayboldu. Ondan sonra halife Me’mun’u hiç görmedim.”

İMAM-I ALİ RIZA RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Tüccarın biri dil tutukluğundan dolayı güçlükle konuşurdu. Kendi kendine: “İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin evlatlarındandır. Huzuruna varayım da benim dilime bir ilaç tavsiye etsin.” diye düşündü. O gece rüyasında Hazreti İmam’ı gördü. Kendisine: “Kimyon, Sa’ter ve tuzu, su ile karıştır, iki üç kere ağzında çalkala, şifa bulursun.” Buyurdu. Sabahleyin kalktığında rüyasını hatırladığında rüya deyip ehemmiyet vermedi. Hazreti İmam’ın huzuruna gidip halini arz ettiğinde: “Senin dilinin ilacını rüyada söylemediler mi?” buyurdu. Tüccar tarif ettiği ilacı kullanınca konuşması hemen düzeldi.

……………………………………

Hazreti İmam’ın annesi anlatır: “Hamile olduğum zaman hiçbir ağırlık duymazdım. Geceleri uykuda karnımda tesbih ‘Sübhanellah’ ve Tehlil ‘Lailaheillallah’ sesleri işitir korkardım. Uyandığım zaman hiç ses duymazdım. Oğlum doğduğu zaman ellerini yere koyup, bir söz söyleyen veya münacaat eden bir kimse gibi dudaklarını oynatırdı.

……………………………………

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin annesi Hamide Hatun, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi rüyasında gördü. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz O’na buyurdu ki: ‘Yakın zamanda, zamanın insanlarının en üstünü olan bir torunun olacaktır.’

……………………………………

Hazreti İmam bir gün hamama gitti. Oturup yıkanırken bir asker geldi ve Hazreti İmam’a: “Başıma su dök de yıkanayım.” dedi. Hazreti İmam: “Peki.” deyip askerin başına su dökmeye başladı. Biraz sonra Hazreti İmam’ı tanıyanlardan biri gelip bu hali görünce çok üzüldü ve askere: “Ey asker! Senin kendine hizmet ettirdiğin bu zat, Aliyyül Mürteza’nın ve Fatımatuzzehra’nın torunu İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh hazretleri’dir. Sen ne yaptığının farkında mısın?” dediler. Asker bunları duyunca yaptığı fenalığı anlayarak, Hazreti İmam’ın ayaklarına kapanıp: “Aman efendim! Niye bana kendinizi tanıtmadınız? Niçin bana hizmet ettiniz? Kusurumu affediniz!” diye özür dileyip ağladı. Hazreti İmam özrünü kabul edip, “Müslüman’a hizmet etmek sevap olduğu için senin isteğini kabul ettim.” buyurdu.

……………………………………

Halife Me’mun, Hazreti İmam’ı çok sever, sık sık onunla görüşürdü. Saray görevlileri mecburiyet karşısında hürmet gösterirlerdi. Bir araya geldiklerinde Hazreti İmam saraya gelince sarayın perdesini kaldırmamaya ve onu karşılamamaya karar verdiler. Fakat Hazreti İmam’ın her gelişinde, ellerinde olmadan kalkıp karşılayıp perdeyi kaldırıyorlardı. Bir gün Hazreti İmam’ı karşıladılar, perdeyi kaldırmakla biraz durakladılar. O anda perde, peydah olan rüzgârla kalktı. Çıkışında da rüzgâr perdeyi kaldırdı. Bunu gören saray görevlileri: “Allah-ü Teâla Hazretleri’nin aziz ettiği kimseyi kimse küçültemez.” diyerek eski adetlerine devam ettiler.

……………………………………

İbrahim İbn-i Abbas Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri öyle büyük bir Âlim idi ki, hangi ilimden olursa olsun, sorulan her meseleye çok güzel cevaplar verirdi. Halife Me’mun, kendisine çok sual sorar, verdiği cevaplara hayret ederdi. Hazreti İmam az uyur, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Muhtaç olanları arayıp bulur, onlara yardımcı olurdu. Bir hasır üzerinde oturur, yatacağı zaman da o hasır üzerinde yatardı. Her işinde Allah-ü Teâla Hazretleri’ne karşı tam bir teslimiyet ve tevekkül üzere idi. Yüzüğünün taşında ‘Hasbiyallah’ (Allah-ü Teâla Hazretleri bana kâfidir) yazılı idi.”2

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.44

2-İslam Ansiklopedisi 3. Cilt S. 98-102

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır.

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

Esbab-ı Kiram’ın sohbetinde bulunmakla şereflenen, Tabiin devrinin yüksek âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri On iki İmam’ın yedincisidir. Hicret-i Nebeviyye’nin 128. (M. 745) senesi Safarül hayrın yedinci Pazar günü Haremeyni Muhteremeyn arasında bulunan “Evba” mevkiinde ve İbrahim İbn Velid’in saltanatı zamanında doğmuştur. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin oğlu, İmam-ı Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’nin babasıdır. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in torunu olup, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri ile Fatımetüzzehra Radıyallahu anh annemizin evlatlarındandır.

İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin çocuklarından olduğu için “Seyyid”dir. Asıl adı “Musa bin Cafer-i Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib”tir. Künyeleri “Ebül Hasan” ve “Ebu İbrahim”dir. “Kazım”, “Sabır”, “Salih”, “Emin” gibi birçok lakabları vardır. En meşhuru “Kazım”dır. O’na yumuşak huylu olduğundan, kendisine kötülük yapanlara dahi kızmayıp onları bağışladığından, gazabına hâkim olduğundan “Kazım” lakabı verilmiştir. Muhterem annesinin adı “Humeyde-i Berberiyye”dir.

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri usuli zikri ve tarikatı, babası İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nden alarak Esrar-ı Ahmediyye’yi cami ve Envari Kudsiyyeyi lami bir kutbi cihan ve sahibi zaman olmuştur. Yüksek bir âlim ve büyük bir evliyadır. Din bilgilerinde ictihad derecesine yükselmişti. Her ilimde İmam, Üsdad ve büyük bir rehberdi. Çok ibadet eder, geceyi hep namazla geçirirdi. Bu hallerinden dolayı kendisine “Salih kul” adını vermişlerdi. Tarikat ilminde ve Ehl-i Sünnet’in gözbebeğidir. Tarikat ilmini Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden sonra On iki İmam Efendilerimiz ve tasavvuf âlimleri öğretip kalplere akıttılar. On iki İmam Efendilerimizin her biri Ehl-i Sünnet itikadındaki Müslümanların gözbebeğidir. Onların hepsini sevmeyi Yüce Allah (CC) Hazretleri’ni sevenlerin hepsi dünya ve ahiret saadetlerinin sermayesi bilmişlerdir. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin üç vazifesinden biri de tasavvuf marifetlerini, bilgilerini öğretmek ve kalplere yerleştirmekti. Fıkıh işlerini öğreten âlimlere “Fukaha” denildi. Tasavvuf bilgilerinin de Nebiler Nebisi’nden (SAV) itibaren Seyyid-i Silsile-i Meşayih Efendilerimiz zamanımıza kadar gelmesine vesile olmuşlardır.1

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri Din-i Mübin-i Ahmediyye’nin yükselmesine ve Ümmet-i Muhammed’in irşadına çalışmış, yirmibeş sene üç ay kadar İmamet-i Kübra’da bulunarak Hicret-i Nebeviyye’nin 186 (M. 802) Saferül Hayrın 25.nci Cuma günü, Bağdat’da Abbasilerin 5.nci halifesi Harun Reşit O’nu zindana attırdı. Zindanda şehiden irthali dari Firdevs olmakla Bağdat’da, Bağdat’ın kuzeybatısıııda “Kazimiyye” mahallesinde defnolunmuştur. Bu mahalle, Dicle nehrinden beş kilometre içerdedir. Büyük ve çok süslü bir türbesi ve hemen yanında büyük bir cami vardır. Müslümanların en çok ziyaret ettiği türbelerden biridir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin türbesine yakındır. İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri’nin zamanında Ehl-i Beyt’ten olanlara maalesef birçok haksızlıklar yapışmıştır. Zamanın sultanları tarafından birkaç kere hapse atılmış ve hapiste iken vefat etmiştir. Hâlbuki Hazreti İmam’ın dünyaya düşkünlüğü yoktur. Züht ve takvası çoktu. Affı ve ihsanı, kerem ve cömertliği ile meşhurdur.

Hazreti İmam Medine-i Münevvere’de otururdu. Siyasete hiç karışmadığı halde Abbasi Halifelerinden Muhammed Mehdi, kendisini Medine’den Bağdat’ getirterek hapsetmiş, bir müddet sonra İmam-ı Ali (KV) Hazretleri’ni rüyada görmüştür. Kendisine Muhammed (Kıtal) Suresi 22’nci ayetini okudular: “Demek ki, iradeyi ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını kesip atacaksınız.” Bu Ayet-i Kerime’yi duyar duymaz Hazreti İmam’ı hapisten çıkararak kendisine ve evlatlarına karşı isyan etmeyeceğine yemin teklif etmiş, Hazreti İmam: “Bu işi asla yapmam ve şanıma da yakıştırmam.” buyurunca doğru söylediğini tasdik etmiş ve Medine’ye dönmesine izin vermişti. Sonra halife Harun Reşit Hicri 179. (M. 795) yılında umreden dönerken Medine’ye uğramış, Hazreti İmam’ı yanına alıp Bağdat’a getirmiştir.

Ardı arkası kesilmeyen hadiselerin sona ermesi düşüncesi ile tekrar hapsettirmiştir. “Bağdat Tarihi” kitabının yazarının rivayetine göre, Hazreti İmam’ı ölünceye kadar hapiste tutmuştur. Diğer rivayete göre, Harun Reşit de gördüğü korkulu bir rüya üzerine onu hapisten çıkararak Medine’ye göndermiştir. Ancak Bağdat’ta vefat etmiş olması, hatibin rivayetini kuvvetlendirmektedir. Hatta zehirleterek vefat ettiği de rivayet olunur. Yedi sene zindanda kaldı. Hapishanede iken Harun Reşit’e yazdığı mektupta şöyle dedi: “Benden belâ ve musibet son bulmayacak, buna karşılık sen de daima rahat ve genişlik içinde olacaksın. Yalnız şunu unutma ki, sonu gelmeyen ahirete sen de, ben de gideceğiz.”

Yahya bin Halid Bermeki tarafından hurma içinde zehir verilerek öldürüldüğü rivayet olunmaktadır. Zehir verildiği gün İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri: “Bana bu gün zehir verdiler. Yarın vücudum sararacak, sonra yarısı kızaracaktır. Ertesi gün de siyah olacaktır. O zaman vefat ederim.” buyurmuştur. Dedikleri aynen olmuştur.

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin hayatı, faziletlerle, üstünlüklerle doludur. Sevdiklerinde ibret veren ve yol gösteren keramet ve mankıbeleri çoktur. Ruhlara gıda olan sözleri o kadar çoktur ki, bazıları kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönülden gönüle akıp gelmiştir.

……………………………………

Bir gün İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nden zamanın halifesi Harun Reşit sordu: “Sizler, kendinizin Ehl-i Beyt’ten olduğunuzu söylüyor ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zürriyetinizdeniz diyorsunuz. Hâlbuki aslında biz dedem Abbas (RA) Hazretleri’nden dolayı Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin soyundanız, siz de İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin evlatlarısınız. İnsanların nesebi ve soyu baba ile devanı eder.” Hazreti İmam cevabında buyurdu ki: “Allah-ü Teâlâ Hazretleri Enam Suresi 84’üncü ayetinde şöyle buyuruyor: ‘İbrahim Peygamber’in zürriyetinden olan Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun biz iyileri böylece mükâfatlandırırız. Ve ey Zekeriyya ve İsa.’ Bu Ayet-i Kerime’de İsa Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan sayılıyor. Hâlbuki İsa Aleyhisselam’ın babası olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bununla birlikte annesi tarafından İbrahim Aleyhisselam’ın zürriyetinden sayılmaktadır. Öyleyse, bizlerde annemiz Fatımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri tarafından Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin soyundan sayılırız.” buyurdu.

……………………………………

İshak bin Ammar söyle anlatıyor: “İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Harun Reşit tarafından hapsedildiği zaman, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin iki talebesi Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani Rahmetullahi aleyh hazretleri ziyaretine gitmişlerdi. Maksatları Hazreti İmam’ın ilminden sorup denemek istiyorlardı. Tam o sırada hapishanenin nöbetçisi yanına geldi ve: “Ey mübarek efendim! Bugünkü nöbetim bitti, yarın dönüşümde bir ihtiyacınız varsa getireyim.” dedi. Hazreti İmam: “Bir ihtiyacım yoktur.” dediler. Sonra Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani’ye dönerek: “Ben bu adama hayret ediyorum. Yarın döneceğini zannediyor. Hâlbuki onun eceli gelmiştir ve yarın ölecektir.” dedi. İmam-ı Azam Ebu Hanife Radıyallahu anh Hazretleri’nin iki talebesi de Hazreti İmam’ın böyle söylemesine hayret ettiler ve: “Biz bu zatı zahiri ilimlerden imtihan etmek istedik. İmam ise batını ilimden bize haber veriyor. Bunun bu sözünü deneyelim.” diyerek kalkıp gittiler. Adamın evine yakın bir yere nöbetçi koydular ve ona: “Bu evde bir şey gördüğün zaman gelip bize haber ver.” dediler. Gece yarısında evde bir ağlama sesi yükselmeye başladı. Nöbetçi gelip hemen haber verdi. İmam-ı Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani geldiği zaman ev sahibinin öldüğünü gördüler. Hazreti İmam için olan hayretleri ve onun büyüklüğü hakkında zanları bir kat daha arttı.”

……………………………………

Yahya bin Hasen anlattı: “Medine-i Münevvere’de birisi Hazreti İmam’a eziyet edip kırıcı sözlcr söylüyordu. Onu sevenler, ona devamlı: “Bize izin ver, şuna haddini bildirelim.” diyorlardı. Hazreti İmam onları bu hareketten men ediyordu. Bir gün kendisine hakaret eden şahsın nerede olduğunu sordu. Medine-i Münevvere’nin civarında bir yerde olduğunu söylediler. Hazreti İmam bineğine binerek onun tarlasına doğru gitti, tarlaya girdi. O şahıs “Tarlaya basma!” diye bağırdı. Hazreti İmam yanına kadar gelip yanına oturdu. “Ne kadar zararın oldu?” deyince o şahıs: “Yüz dinar.” deyip “Sen kaç dinar umuyordun?” diye sorunca Hazreti İmam da o şahsa üç yüz dinar verdi. Hazreti İmam’a hakarette bulunan şahıs bu cömertlik karşısında Hazreti İmam’ın başını öptü ve ayrıldılar. Hazreti İmam oradan ayrılınca Mescid-i Nebeviyye’ye gitti. O şahısla orada yine karşılaştı. Kendini seven yakınları o şahsı orada görünce üzerine yürümek istediler. Hazreti İmam onlara: “Hangisi hayırlı? Sizin yaptığınız mı, yoksa benim istediğim mî? Ben ona yakınlık göstermek suretiyle ıslah olmasını düşünmüştüm.” dedi.

……………………………………

Hazreti İmam’ın kız kardeşi şöyle anlatıyor: “O, yatsı namazını kıldığı zaman, Allah-ü Teala Hazretleri’ne hamd eder, bu hali gece bitinceye kadar devam ederdi. Gece bitince tekrar kalkar sabah namazını kılardı. Sonra bir miktar zikir ile Allah-u Teala Hazretleri’ni anmakla meşgul olur, bu durumu güneş doğuncaya kadar devam ederdi. Sonra, kuşluk vaktinde kuşluk namazı kılar, zevalden öncesine kadar uyur, kalkınca dişlerini misvaklar, abdest alır ikindiye kadar namaz kılar, namazı bitince kıbleye doğru dönerek akşam namazına kadar Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ni zikrederdi. Sonra kalkar akşam ile yatsı arası namaz kılardı. Bu onun her günkü âdeti idi.

……………………………………

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüksek nesebine sahip olan Ehl-i Beyt’in büyüklerindendir. Nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyizlerin çokluğu, akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhurdur. Hikmetli sözlerinden biri de şöyledir: Buyurdular ki: “Arkadaşlık ettiğin biri, önceleri hali haline uyar, sonraları kalbine sıkıntı verirse, hemen kendine bak. Kendi eğriliğini anlarsan, hemen tövbe et, doğru olduğunu anlarsan, bilesin ki o arkadaşın yoldan sapmıştır. Bu durumda dur, biraz düşün. Hemen ondan ayrılma. Onu yalnız başına bırakma. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nden bir düzelme gelinceye kadar bekle.”

……………………………………

Rivayet edilir ki, Musa bin Cafer el Haşimi Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Mescid-i Nebeviye girip, gecenin ilk vaktinde secdeye vardı. Secdede şöyle dediği duyuldu: “Ya Rabbi! Günahım çok, fakat senin affın büyük.” Bunu sabaha kadar tekrar ederdi.2

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.43

2-İslam Ansiklopedisi 2. Cilt S. 321, 322, 323, 324

İMAM-I CAFER-İ SADIK RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

İslâm âlimlerinin gözbebeklerinden olup, Seyyid ve On iki İmam’ın altıncısıdır. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin torununun torunu olup, Seyyid yani nebiler nebisinin zürriyeti, Esbab-ı Kiramı görmekle şereflenen tabiin devrinin yükseklerinden olup Hicri 83 (M. 702) senesinde 19 Nisan Çarşamba, Rebi-ul Evvel ayının on yedisinde Pazartesi günü Medine-i Münevvere’de doğdu. Silsile-i Aliyye’nin dördüncüsüdür. Künyesi: “Ebu Abdullah”tır. “Tahir”, “Fadıl” gibi birçok lakabı vardır. En meşhuru “Sadık”tır. Babası İmam- Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, onun babası İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri, onun babası İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri ve onun da babası İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’dir. Annesi Ümmü Ferve’dir. Annesinin babası Kasım, onun babası Muhammed ve onun babası da Ebubekir Sıddık Radıyallahu anh Hazretleri’dir.

Usulü, zikri ve tarikatı babası İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nden, Ahzü Telakki edip hakaik ve dekaik ilimlerine nail olmuştur. Evliyanın büyüklerinden. Garip halleri ve kemalâtı seniyyeleri beşer aklının alamayacağı kadar yüksektir. Muttakilerin İmamı ve fakirlerin sığınağıydı. İsteseydi geceyi gündüz ve gündüzü gece ederdi. Buyuruyorlar ki: “Asfiya ile oturup kalkmak selamet caddesine götürür.”

Şiddet ve sıkıntılı zamanlarında dedesi İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin duasını okurdu: “Ey şiddet ve sıkıntı zamanında benim yardımcım, hiç uyumayan gözünle bana ecir ver. Zail olmayan rüknünle beni geçindir.” diye dua ederdi. Kendisi halim selim Ruhani bir Nur-i İlâhi idi. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri ilmi, On iki İmam’dan beşincisi olan babası İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nden öğrendi. İlim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu.1

Bütün talebelerini her türlü ilim dalında yetiştirdi. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin en meşhur talebesi, Hanefi mezhebinin kurucusu ve Ehl-i Sünnet’in reisi olan İmam-ı Azam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit Rahmetullahi aleyh Hazretleri’dir. İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri, İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin derslerine ve sohbetlerine devam ederek o gizli ve aşikâr marifet kaynağından ilim ve evliyalık yolunda çok istifade etti. İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri O’nun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için: “O iki sene olmasaydı, Numan helak olmuştu.” buyurmuştur.2

Kalbi bütün kötü huylardan temizleyip, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne kavuşmak için lazım gelen marifetleri, ibadet ve işleri öğreten tasavvuf yollarının çeşitli isimler alması, başka başka olduklarını göstermez. Aynı mürşidin talebeleri, birbirlerini tanımak ve hocaları (Mürşidleri) ile öğünmek için bulundukları yola mürşidlerinin isimlerini vermişlerdir. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri vasıtasıyla gelen yolda (Zikr-i Cehri yani aşikâre yüksek sesle yapılan zikir) bütün tasavvuf (Tarikat yolları), İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nde birleşmekledir. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri iki yoldan Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize bağlıdır. Birisi babasının yolu olup, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri vasıtasıyla Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bağlıdır. Bu yola “Velayet yolu” denir. İkincisi, Anasının babalarının yolu olup, Ebubekir Radıyallahu anh Hazretleri’nin vasıtası ile Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bağlanmaktadır. Bu yola da “Nübüvvet Yolu” denir.

İmam- Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri evliyalık (Velayet) üstünlüklerine İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri, İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri ve babası İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri yolu ile kavuşmuştur.

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin milletinin (dininin) sultanı, peygamberlik üstünlüklerinin delili, senedi, hakikatlerin âlimi, evliyanın gönüllerinin meyvesi, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin varisi, ariflerin, hak âşıklarının serveri (önderi) idi. Aşk sahiplerinin rehberiydi. Tefsir ilminde eşi yoktu. Namazda kendinden geçerdi, düşüp bayıldığı olurdu. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri Ehl-i Beyt’ten olup, Ehl-i Sünnet’in gözbebeğidir. Ehl-i Sünnet’in reisi olan İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin marifette, tasavvuf (tarikat) ilimlerinde hocasıdır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat ve Ehl-i Beyt sevgisi ile doludur. Yani Ehl-i Beyt’i sevenler ve onların yolunda gidenler, aslında Ehl-i Sünnet vel Cemaat olanlardır. Ehl-i Beyt’e olan hakiki sevgisinden dolayı İmam-ı Şafi Radıyallahu anh Hazretleri’ne “Rafızî” diyenler oldu. Hâlbuki o, kimseyi kötülemedi, hepsini sevdi. Nitekim bütün Ehl-i Sünnet âlimleri: “Ehl-i Beyt’i sevmek, ahirete iman ile gitmeye, son nefeste selamete, hidayete kavuşmaya sebep olur.” buyurdular.

İmam-ı Şafi Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyurdu ki: “Sizi sevmeyi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri Al-i İmran Suresi 163’üncü ayetinde şöyle emrediyor. Namazlarında size dua etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor. Şerefiniz ne kadar büyüktür ki, Allah-ü Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de sizi selamlıyor.”

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh hazretleri, Tarikat ilminde yüksek marifetlere kavuşmuş olan bu bu bilgileri arzu edenlere öğreterek onlara mürşidlik, rehberlik etmiştir. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin nurlu yolunu hiç değiştirmeden, apaçık ve tam doğru olarak bu güne kadar ulaştırmada Ehl-i Sünnet Âlimlerinin hizmeti çok büyüktür.

Bu büyük hizmet için, aralarında vazife takdimi yaparak zamanımıza kadar gelmesine sebep olmuşlardır.

İMAM-I CAFER-İ SADIK RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri, altmış beş senelik ömrünün otuzdört senesini İmamet-i Kübra’da bulunarak Ümmet-i Muhammedi tenvir etmiştir. Harun Reşid zamanında Abbas oğullarından ikinci Halife Ebu Cafer Mansur, Hazreti İmam’ın yakasını bırakmadı. Hicret-i Nebeviyye’nin 148. (M. 765.) senesinde Hz. İmam’ı zehirleterek şehit etti. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri, Cennet-i Bakia’da babası ve dedesinin yanına defnolunmuştur. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri O’ndan razı olsun ve bizleri O’nun feyizlerinden, şefaatlerinden ayırıp da mahrum etmesin.(AMİN)

İMAM-I CAFER-İ SADIK RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Bir gün devrin meşhur alim ve zahidlerinden Davud-i Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin yanına gelmişti. O’na dedi ki: “Ey Peygamber’in torunu! Bana bir nasihat ver. Çünkü kalbim karardı.” O da buyurdu ki: “Ey Davud! Sen zamanımızın en zahidi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden en çok korkanısın. Benim nasihatime ne ihtiyacın var?” Bu sefer Davud-i Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyurdu ki: “Ey Resulûllah’ın torunu! Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük Peygamber’in kanı damarlarınızda dolaşmakladır. Onun için herkese nasihat vermeniz üzerinize vacibdir, borçtur.” İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri: “Ey Davud! Ben kıyamet günü gelince, ceddim olan Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz elimden yakalayıp: ‘Niçin bana hakkıyla uymadın?’ demesinden korkuyorum. Bu işler nesep (soy) işi değil, ibadet ve amel işidir.” dedi. Davud-i Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri hu sözleri duyunca ağlamaya haşladı: “Ya Rabbi! O’nun varlığı Peygamberlik soyundan meydana gelmiştir. Sözleri, yaşayışı herkese senettir, delildir. Dedesi Resul, annesi Betül Hazreti Fatıma evladından olduğu halde, böyle düşünürse, Davud da kim oluyor ki, yaptıklarının bir kıymeti olsun?”

……………………………………

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri mütevazı, yani çok alçak gönüllü idi. Kimseyi incitmezdi. Her mümini kendinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini çağırdı. Onlara dedi ki: “Geliniz, sizinle sözleşelim. Kıyamet günü içinizden hanginiz kurtulursa, onun diğerlerine şefaatçi olması için birbirimize söz verelim.” Dediler ki: “Ey Allah-ü Teâla Hazretleri’nin Resulü’nün evladı! Sizin bizim şefaatimize ihtiyacınız yoktur. Dedeniz Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, bütün insanların ve cinlerin şefaatçisidir. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri buyurdu ki: “Ben bu amellerimle işlerimle yarın kıyamet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım.” buyurdu.

……………………………………

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri bir müddet halvet (yalnızlık) haline kalmış, evinden insanlar arasına çıkmamıştı. Evliyanın büyüklerinden Süfyan-ı Sevri Rahmetullahi aleyh Hazretleri evine gelip: “Ey Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin torunu! İnsanlar bereketli nefesinizden, faydalı sohbetinizden mahrum kaldı. Niçin uzlete çekildiniz?” diye sorunca buyurdu ki: “Şimdi böyle gerekiyor. Zaman bozuldu ve dostlar değişti. Sözümüzün hakikati meydana çıktı.”

……………………………………

Zamanın hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: “Hemen git, İmam-ı Cafer-i buraya getir. Onu hemen öldürmek istiyorum.” Vezir: “Evinde oturmuş, gece gündüz ibadetle meşgul olan, devlet işlerine karışmayan bu kimseyi öldürmekten vazgeç!” dediyse de hükümdarı vazgeçiremedi. Vezir Hazreti İmam’ı çağırmaya gidince cellâtlara emir verdi: “İmam-ı Cafer Sadık Radıyallahu anh hazretleri içeri girince ben başımdan külahımı çıkardığım zaman hemen başını vuracaksınız.” Bir müddet sonra İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri içeri girdi. Hükümdar derhal ayağa kalktı, hürmetle Hazreti İmam’ı karşıladı. Koltuğuna oturttu, edeple karşısında diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler şaşırıp kaldılar. Hükümdar Hazreti İmam’a: “Efendim, benden bir emriniz olursa emredin yapayım.” dedi. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri buyurdu ki: “Senden bir ricam, yok, beni bir daha yanına çağırma, Rabbime ibadetten beni alıkoyma, başka bir şey istemem.” Hazreti İmam gitmek üzere ayağa kalktı. Hükümdar izzetle ikramla onu uğurladı. Hazreti İmam gittikten sonra vücudunda bir titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince: “Bu ne haldir. Hani o zatı öldürteceksiniz?” diye sordular. Hükümdar cevap verdi: “İmam içeri girince, yanında büyük bir aslan vardı, lisanı hal ile bana onu incitirsen seni parça parça ederim.” diyordu. Bunu görünce ne yapacağımı şaşırdım.”3

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.43

2-Miftahul Kulub S.226

www.gavsulazam.de internet sitesinden yararlanılmıştır.

İMAM-I MUHAMMED BAKIR RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

Ehli Beyt’ten. On İki İmam’ın beşincisi, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin torunu ve İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri’nin oğludur. Hicri 57 (M. 676) senesinde, Receb ayının ilk Cuma günü Medine-i Münevvere’de Âlem-i Şühuda ayak basmıştır. İsmi şerifleri: “Muhammed” Künyeleri: “Ebu Cafer”. Lakabları: “Bakır”. Annesi İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri’nin kızı Fatıma’dır. Zikir ve Tarikat usulünü babası İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri’nden alıp safilerin kâmillerinden olmuştur. Zamanında, bütün dünyadaki evliyanın feyz kaynağı olup, evliyalık yolunda olanlara feyz, bunun vasıtası ile verildi. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, Medine’nin büyük fıkıh âlimlerindendir. Eshab-ı Kiram’dan Cabir Radıyallahu anh Hazretleri ve Enes Radıyallahu anh Hazretleri ile görüşüp onlardan ve ayrıca tabiinden olan büyük zatlardan hadis-i şerifler rivayet etti. İmamlığı on dokuz sene sürdü. Bütün ilimlere vakıf olduğu için kendisine, ilimde ve fazilette üstün manasına gelen “Bakır” denilmiştir.1

Ebu Nasır Rahmetullahi aleyh hikâye ediyor: Hazreti İmam’dan sordum ki: ‘Siz hakikaten Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zürriyetinden misiniz?’ Buyurdu ki: ‘Evet.’ Tekrar sordum: ‘Siz de Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ilimlerine varis misiniz?’ Buyurdular ki: ‘Evet.’ Dedim ki: ‘Öyle ise ölüyü diri ve körü görücü ve alacayı şifaya kavuşturmaya kadir misiniz?’ Dedi ki: ‘Hakk’ın izniyle kadirim.’ Sonra elini gözlerimin üzerine koyup: ‘Ya Şafi’! ’ dedi. O anda gözlerim açılıp yeri ve göğü gördüm. Bir elini gözlerime mesh edince gözlerim eski haline geldi ve buyurdu ki: ‘Ey Eba Nasr! Eğer kıyamet gününde hesapsız cennete girip Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin cemalini müşahede etmek dilersen, âmâ olarak kal ve eğer sual ve cevap vermek dilersen yine gözünü açayım.’ Dedim ki: ‘Öyle ise âmâ kalırım.’ Müteakiben buyurdular ki: ‘Biz Ehl-i Beyt’i Rahmeten lil âlemin’den ve Şecere-i Nübüvvet’teniz. İlim ve hikmet menbaı, ilim ve irfan madeni olduğumuzdan halkın belâsını çekeriz. Çünkü halkı Hakk’a davet ederiz. Fakat onlar kelamımızı anlamazlar. Hallerine terk etsek maksuda nail olamazlar. Onun için halkın belâsını çekeriz.’

İMAM-I MUHAMMED BAKIR RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

Nihayet İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, Ümmet-i Muhammedi irşad edip, Hicri 113 (M. 731) senesinde halife Hüşam tarafından zehirletilerek, şehiden vefat etmiştir. Mübarek vücutları Cennet-i Bakia’da İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri’nin yanına defnolunmuştur. Cenab-ı İmam: “Ey Rabbim! Ölümü, kabri ve sana hesap vereceğimi düşündükçe nasıl olur da senden dünyalık isteyebilirim? Can alıcı meleğin geleceğini ve canımı alacağını bildiğim halde dünya lezzetinden nasıl tad alabilirim? Rahmetinden ümit ediyor ve istiyorum. Ölümümü ve hesabımı kolay ve rahat eyle ve sonra azabı olmayan rahat bir ebedî hayat ihsan eyle Ya Rabbel âlemin!” derdi.

Oğlu İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri şöyle anlatıyor: “Babam bana vasiyet edip dedi ki: ‘Vefat ettiğim zaman beni sen yıka. Çünkü İmamı İmamdan başkası yıkayamaz. Kardeşim Abdullah da İmamlık davasında bulunacaktır. Ona karışma, çünkü ömrü kısa olacaktır. Namaz kılarken üzerimde bulunan gömleği bana kefen yap ve beni babamın yanına defnet. Kabrime de senden başkası girmesin’ buyurdu. Ben: ‘Aman efendim, bizi korkutmayın. Allah Celle Celaluhü Hazretleri geçimden versin, sıhhatiniz yerindedir’ dedim. Hazreti İmam buyurdu ki: ‘Bir saat evvel, babam İmam-ı Zeynel Abidin (RA) Hazretleri’nin sesini işittim. Bana: ‘Ey evladım Muhammed Bakır! Vasiyetlerini çabuk yap, çünkü senin de bize kavuşmana çok az zaman kaldı’ buyurdu. Bundan bir saat kadar sonra da babam vefat etti. Babam vefat edince ben yıkadım. Nihayet kardeşim Abdullah da İmamlık davasında bulundu fakat babamın bildirdiği gibi ömrü kısa sürdü.”

İMAM-I MUHAMMED BAKIR RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Hazreti İmam Medine’de bir grup insanlarla oturmuştu. Mübarek başını önüne eğdi. Bir müddet sonra kaldırdı ve: “Bir kişi, bir sene sonra Medine’ye gelecek, üç gün boyunca dört bin asker bulunan ordusu ile çok kimseleri öldürecek. Bundan büyük zarar göreceksiniz. Bundan sakınınız.” buyurdu. Buna bazıları inandı, bazıları da inanmadılar. Bir sene sonra kendisine inananları alarak Medine’nin dışına çıktılar. Nafi b. Erzak ordusu ile geldi. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nin haber verdiği zararları yaptı. Artık Medineliler “Bundan sonra İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nin her sözüne inanırız. Her sözü doğrudur. Çünkü o, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin evladındandır” dediler. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne bakıp: “İslâmiyet’i bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın. Sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın. Sapıkları doğru yola çevireceksin. Allah Celle Celaluhü Hazretleri yardımcın olacak.” buyurdu.

……………………………………

Bir gün Esbab-ı Kiram’dan Cabir bin Abdullah’ Radıyallahu anh hazretlerinin yanına gitti. Hazreti Cabir’in gözleri kapalı bir halde idi. Selamını aldıktan sonra: “Sen kimsin?” diye sordu. O da, Muhammed bin Ali bin Hüseyin’im! dedi. Hazreti Cabir Radıyallahu anh hazretleri : “Ey Resulûllah’ın torunu yanıma gel!” diyerek yanına çağırdı. Müsafaha yaptıktan sonra dedi ki: “Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bana: ‘Ey Cabir! Sen benim oğullarımdan birini görüp konuşuncaya kadar yaşarsın. Oğlumun adı Muhammed bin Ali bin Hüseyin’dir. Allah Celle Celaluhü hazretleri O’na nur ve hikmet verecektir. O’na benden selam söyle’ buyurdu.” Cabir Radıyallahu anh hazretleri, emanet olan Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin selamını sahibine ulaştırdıktan bir müddet sonra vefat etti.

……………………………………

Zamanında bulunan biri anlatıyor: “İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri ile beraber Halife Hişam bin AbdülMelik’in evine uğradık. ‘Bu ev harap olacaktır, hatta toprağı başka yere nakledilip taşları açıkta kalacaktır.’ buyurdu. Bu söze çok hayret ettim. Halife Hişam’ın evini kim yıkabilir ki? diye düşündüm. Nihayet Hişam vefat edip yerine oğlu Velid geçti ve bu evin yıkılmasını emretti. Hakikaten ev yıkıldı, toprağını başka yere naklettiler.”

……………………………………

İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri Mekke ile Medine arasında bir katıra binmiş gidiyordu. Yanında birisi vardı ve o da rnerkeb üzerinde idi. Bir ara dağdan aşağı bir kurt inip geldi. Hazreti İmam’ın ayaklarına başını koydu. Kendi halince bazı sesleri çıkardı. Hazreti İmam’a bir şeyler söylediği belli idi. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri onu dinledikten sonra: “Peki sen şimdi git. Ben arzu ettiğin gibi dua ederim” buyurdu. Bana: ‘kurdun ne söylediğini biliyor musun?’ diye sordu. Ben: “Allah-ü Teâlâ’nın Resulü ve Resulü’nün torunu bilir.’ dedim. Buyurdu ki: ‘Kurt, eşim şiddetli bir ağrıya tutuldu. Dua buyurun da ondan kurtulsun ve senin dostlarından hiç kimse benim neslime musallat olmasın. dedi ve ben de dua ettiğimi söyledim.”

……………………………………

İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri gece geç vakte kadar ibadet eder, sonra Allah Celle Celaluhü hazretlerine şöyle yalvararak ağlardı: “Ya İlâhi! Ya Rabbi! Gece oldu herkes uyuyor. Ya Rabbi! Sen dirisin. Her şeyi biliyor, yapılan her şeyi görüyorsun. Uyuman ve uyuklaman olamaz. Seni böyle bilmeyen ihsanına kavuşamaz. Sen öyle kuvvet ve kudret sahibisin ki, hiçbir şey senin olmasını dilediğin bir şeyin olmasına mani olamaz. Rahmetin o kadar çoktur ki, rahmet kapılarını herkese açmışsın. Sana dua edenlerin, yalvaranların dualarını kabul edersin. Sana güvenen, kapına gelen kimseyi döndürmeye kimsenin gücü yetmez.”

1-Kadiri Yolu saliklerinin Zikir Makamları S.41

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır.

İMAM-I ZEYNEL ABİDİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

Tabiin’in büyüklerinden ve On iki İmam’ın dördüncüsü. Hicret-i Nebeviyye’nin 46. ve (M. 666) senesi, Şaban-ı Şerif’in onbeşinci perşembe günü Medine-i Münvvere’de doğmuştur. İsmi Ali bin Hüseyin Bin Ali Bin Ebi Talib’dir Lakabları “Zeynel Abidin”. Babası İmam-ı Hüseyinra hazretleri, annesi Acem Padişahının kızı Şehri Banu’dur. Her gece bin rekat namaz kılmaya devam ettiğinden ismi şerifleri “Zeynel Abidin” namiyle iştihar etmiştir. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerinin oğlu olup bütün zürriyeti bundan vücuda gelmiştir. Diğer oğullarının nesli kesiktir. Zikir ve tarikat usulünü babası İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerinden alıp Zahir ve Batın ilimlerinde rabbani bir âlim olmuştur. Her hususta mahir olduğundan kendisi hakkında tabiinin büyüklerinden olan İmam-ı Zahidi (Allah ona Rahmet etsin) “O’ndan daha fakih görmedim.” demiştir. Birçok duaları, “Cami Sahife-i Kamile” adında bir eseri vardır. Bidayeti hallerindeki münacatı âlimler ve sofiler arasında meşhurdur. Fazlı ve kemali bahir çok kerametleri vardır. İmamlığı yani tasavvufta insanlara feyz vermesi doğru yola kavuşturması otuzdört sene sürmüştür. Hadis Fıkıh ve Tasavvuf ilminde âlimdir. Eshab-ı Kiram’dan çoğunu görmüştür. Şeriatı Ahmediyye ve Tarikatı Muhammediyye üzere İlâhi Kelimetullah eylemiştir.

Kerbela’da İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretleri şehit edilir edilmez ehli beyt çadırları Yezidin ordusu tarafından ateşe verilip eşyaları yağma edildikten sonra kadın ve kızlar çıplak develere bindirilip Şama götürülmek üzere yola çıkarıldılar. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Efendimizin mübarek başı Şama getirildikten sonra Şam ve Medine’de defnedilmiş, fakat bilahare İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri, babasının o mübarek kesik başını Kerbela’ya gönderip orada bedeninin yanında gömdürmüştür.

İMAM-I ZEYNEL ABİDİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri öteki Kerbela esirleri gibi bir müddet Sam’da kaldıktan sonra 58 yasında Medine’de Emevi halife ve hükümdarı tarafından zehirlenmek suretiyle Hicri 94 (M. 713) senesi Muharrem ayinin on sekizinde cumartesi günü sehid olur. İrtihali dar-ı Naim etmekle Cennet-i Bakia’da Kubbetül Abbas’a, amcası İmam-ı Hasan Radıyallahu anh hazretlerinin yanına defnedildi. Allah Celle Celaluhü hazretleri O’ndan razı olsun ve bizi onun kudsi feyiz ve şefaatleriyle faydalandırsın. (AMIN) Oğlu ve torunlarının çoğu Emevi ve Abbasiler tarafından zehirlenmek veya öldürülmek suretiyle şehit edildiler1

İMAM-I ZEYNEL ABİDİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri her abdest aldığında yüzü sararır, vücudu titrerdi. Sebebini sorduklarında: “Kimin huzuruna çıkacağımı biliyor musunuz?” buyururdu.

……………………………………

Büyük İslam Âlimi İmam-ı Esmai Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “Bir gece Mekke’de Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin evini ziyaret edeyim dedim. Tavaf ederken bir genci gördüm. ‘Ey Rabb-i Rahim’im. Bütün kapılar kapanmıştır. Sadece senin rahmet kapın açıktır. Ben aciz günahkârı ancak sen bağışlarsın. Mukaddes evin hürmetine beni rahmetine mazhar kıl.’ diyordu. Yaklaştım, gözlerinden billur gibi yaşlar akıtan genç kendinden geçti, yanına sokulup baktım. Bir de ne göreyim, İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri değil mi? Onu şevkle kucakladım, onun içli duası beni ağlattı. Baygınlıktan ayılınca gözlerini açtı: ‘Beni halikımın zikrinden kim alıkoydu?’ diye sordu. ‘A benim aziz efendim! Sen Peygamber evladından olduğun halde bu ağlaman ve inlemen nedir?’ dedim. Başını kaldırdı: ‘Ey Esma! Yüce Rabbimiz yasin Suresinin 49-53’üncü ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Onların beklediği sadece bir sayhadır (sur’a ilk üfürülüştür) ki, onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir… O zaman bir vasiyet söz bile yapamazlar, ailelerine de (çarşı ve sokaklardan) dönemezler… Bir de ikinci defa Sur’a üfürülmüştür. Ne baksınlar, kabirlerden Rablerine doğru akın ediyorlar. Başka değil, sade bir tek sayha (sur’a son bir üfürülüş) olmuş. Derhal hepsi toplanmış, hesap için huzurumuza gelmişlerdir.” Evet, o gönüller aydınlatan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin evlatları böyleydi, başı kesilmiş mum gibi sabahlara kadar gözyaşı döküyorlardı.”

……………………………………

Bir gece teheccüt namazı kılıyordu. Şeytan ejderha şekline girip, kendisini meşgul etmek istedi fakat o hiç aldırış etmedi. Ayak parmağını ısırdı. Namazdan sonra ejderhanın şeytan olduğunu anlayınca ona vurup: “Defol ey mel’un” dedi. İbadetlerini tamamlamak için kalktığında gaybdan üç kere: “Sen Zeynel Abidin’sin. (yani ibadet edenlerin süsüsün).” dendi.

……………………………………

Birisi aleyhine konuşmuştu. Bu kendisine söylenince onun yanına gitti. Onunla biraz sohbet ettikten sonra buyurdu ki: “Hakkımda bazı şeyler söylediğini duydum. Dediklerin doğruysa Allah Celle Celaluhü hazretlerinden mağfiret dilerim. Beni affetsin, dediklerin iftira ise, Allah Celle Celaluhü hazretleri seni affetsin. Selamı Rahmeti, bereketi de üzerine olsun.”

……………………………………

İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretlerinin bir devesi vardı. Yolda hiç kamçı vurmadan gider ve üzerindekini hiç incitmezdi. İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri vefat edince devesi kabri üzerine gelip göğsünü yere koyup inledi. Hiç kimse bu deveyi mezar başından kaldıramadı. Oğlu Muhammed Bakır Radıyallahu anh hazretleri orada bekleşen halka buyurdu ki: “Kalkması için fazla uğraşmayın. Bu deve burada ölecek.” Üç gün sonra deve orada öldü.2

……………………………………

Bir gün İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretlerini elleri kelepçeli, ayaklarında kayış bağlı olduğu halde Medine’den Bağdat’a götürüyorlardı. Zühri Rahmetullahi aleyh O’nu bu halde görünce çok ağladı ve dedi ki: “Keşke şimdi sizin yerinizde benim ellerim kelepçeli olsaydı.” İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri O’na dedi ki: “Ya Zühri! Bu bize hiç zor gelmez. İstediğim zaman el ve ayaklarımı açabilirim.” dedi ve çok hafif bir silkinme ile elindeki kelepçeyi ve ayağındaki kayışı açtı. Kısa bir zaman sonra eline kelepçeyi ayağına kayışı geçirerek buyurdu ki: “Bunlar kulların cezasıdır ve kolaydır. İstediğimiz zaman açabiliriz. Esas zor olan Allah Celle Celaluhü hazretlerinin azabıdır.”

……………………………………

Rivayet edilir ki, bir zaman İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri hastalanmıştı. Bir grup insan ziyaretine gelmişlerdi. Onlara buyurdu ki: “Buraya niçin geldiniz?” Onlar da: “Seni sevdiğimiz için buraya geldik.” dediler. “Bizi neden seversiniz?” deyince oradakiler de: “Siz Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin torunu olduğunuzdan, Allah ve Resulü için seviyoruz.” dediler. Buyurdu ki: “Kim Allah ve Resulü için bizi severse, Allah Celle Celaluhü hazretleri de kıyamet günü onu arşın gölgesi altında gölgelendirecektir. O gün o gölgeden başka gölge yoktur. Bu sevgililerin mükafatını Allah Celle Celaluhü hazretleri cennette onlara verecektir. Lakin bizi dünyalık için kim severse Allah Celle Celaluhü hazretleri de onlara hesapsız rızık verecektir.”

……………………………………

Bir gün İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretlerinin misafirleri vardı. Kölesi sofrayı getirirken sofra kölenin elinden kaydı, merdivenin altında oynayan küçük çocuğun üzerine düştü. Bu küçük oğlu vefat etti. Köle bu durum karşısında çok korkup titremeye başladı. İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri onun bu hali karşısında buyurdu ki: “Sen hiç korkma, seni affettim. Ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için seni azad ettim.” Bundan sonra da çocuğunun teçhiz ve tekvin işlerini kendi elleriyle yaparak cenazeyi kaldırdı.

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.40

2-İslam Ansiklopedisi 2.Cilt S. 85,86