Kategori: Genel

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hicri 1212 (m. 1797) yılında Kerkük’te doğdu, İlk tahsilini burada, babası Ahmed Talabânî Hazretlerinin yanında yaptı. Sonra Süleymaniyeli Şeyh Kak Ahmed Kaddesallahu Sırruh İle birlikte medrese tahsiline başladı.

Gençlik zamanlarından itibaren velayetin alametleri üzerinde apaçık his­sedilirdi. Hareket ve sükûnet anlarındaki olgunluğu, meclislerdeki üslûbunun edebîliği Ahlakının kâmilliği ve sözlerinin hikmetli derinliği, ondaki manevî hale delalet ederdi.

Medrese tahsilini, muhterem babasının emri ile ilk önce Süleymaniye’de, sonra da Bağdat’ta ikama etti. Bağdat’ta Şeyh Abdurrahman Ruzbahâni’nin hizmetinde bulunup ilmî icazet aldı. Sonra tekrar Kerkük’e dönerek babasının hizmetine dâhil oldu.

Böylece Tarikat-ı aliyye-i Kadiriye’ye sülük edip babasının terbiyesi altında mücâhede, riyazet, İbadet ve taat ile meşgul oldu.

Berzenci seyyidlerinden Şeyh Maruf Köse Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Şeyh Ahmed Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleriyle sıkı dostluğu olan irşad sahibi bir şeyh-i kâmildi. Sık sık Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretlerini ziyaret eder, uzun uzun sohbette bulunurlardı. Bir ziyareti esnasında Hazreti Şeyhe şöyle bir sual yöneltti:

Ya Şeyh! Cenabı Hakk’ın size ihsan buyurmuş olduğu on bir tane evladınız var. Acaba bunların zekâtı lazım gelmez mi?

Şeyh Hazretleri onun bu manidar sualindeki niyeti anlayıp şöyle cevap verdi:

– Evet, Şeyh Abdurrahman müstesna olmak üzere, evlatlarımın tümü emrinizdedir.

Bunun Üzerine Şeyh Maruf:

– Ya Şeyh, esasen matlubumuz Abdurrahman’dır. Onu kendimize manevî evlad edinip uhdemize almak isteriz, der. Bu hususun bir manevî işaret olduğunu da İfade eder. Şeyh Ahmed Hazretleri asla İmtina göstermeyip Şeyh Abdurrahman’ı Şeyh Maruf Köse’nin Kaddesallahu Sırruh hizmetine teslim eder.

Şeyh Abdurrahman Hazretleri, uzun bir zaman Şeyh Maruf Hazretlerinin yanında kalır. Sohbetlerine devam ederek ilminden ve feyzinden istifade eder. Her geçen gün manevî derecesi daha da yükselir. Şeyh Maruf Köse Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin vefatına kadar da ibadete, Zikrullah’a ve onun sohbetlerine devam eder.

Şeyh Maruf Hazretleri ömrünün sonuna doğru bir hastalığa yakalanır. Hastalığına çare bulunamayınca Berzenci seyyidlerinden bir grup âlim ve fazıl kişiyi toplayarak, onların huzurunda hilafet hırkasını Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine giydirip tarikinden icazet verir, makam-ı irşada tayin eder. Huzurundaki İnsanlara da şunları söyler:

— Siz şahit olunuz. Cenabı Hakk’ın bu zayıf kuluna ihsan etmiş olduğu fuyûzât-ı İnsâniyye’yi ve metrûkât-ı zahiriyye’yi kamilen mânevi evladım Şeyh Abdurrahman’a tevdi eyledim. Sizler de bu zatın dünyada ve ukbâda muvaffak olması için dua ediniz…

Şeyh Maruf Hazretlerinin vefatından sonra tekrar babasının hizmetine avdet etmişlerdir.

Şeyh Abdurrahman-ı Halis Talabani Hazretleri, hem babasından, hem de Şeyh Maruf Köse Hazretlerinden hilafet hırkası giymekle müşerref ol­duğundan kendisine buna nispetle “Zül-cenâheyn” denilmiştir.

Şeyh Abdurrahman Hazretleri vaktinin bir kısmını Talaban’da, bir kıs­mını da Kerkük’te geçirmekteydi. Muhterem babası Ahmed Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vefatı üzerine müridanın irşâdıyla meşgul olmak üzere Kerkük’e yerleşmiş, kardeşi Şeyh Muhammed Arifi de Talaban’a göndermişti. Bun­dan sonra Şeyh Abdurrahman Hazretleri, kardeşlerinin her birisini kulların irşadı için değişik yerlere göndermiş, onlar da İslam’ın yayılıp Nur-ı Muhammed’in gönüllerde yerleşmesi için ruhen ve bedenen gayret sarf etmişler, canlarını ve mallarını Allah yoluna koyup vazifelerini sadıkane yerine getirmişlerdir.

Halisiyye-i Kadiriye’nin müessisi olan Ziyâüddin-i Abdurrahman-ı Halis Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, meşayıh-ı kiram efendilerimizin büyüklerindendir. Hazreti Şeyh Tarikat-ı aliyye-i Kadiriye’de seyr-i sulük, kelime-i tevhîd ve ism-i celâlle kasr etmek suretiyle yeni bir ictihad ve usûl tesis etmiştir. Bu mü­nasebetle Tarikat-ı Kâdiriye’de “Halisiyye” namıyla bir şube meydana gelmiştir.

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, meclisine gelen kimselere hep aynı nazarla bakardı. Onun müntesipleri arasında meczup İnsanlardan velilere, halk tabakasından paşalara kadar pek çok İnsan vardı.

Sultan Abdulmecid’in haremi Sultane Hatun, gördüğü rüyaların tesiriyle Şeyh Hazretlerinin müridesi olmuştu. İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir Buhâri-i Şerif kitabına kendi mührünü basıp başka hediyelerle birlikte Kerkük’e gönderdi. Ayrıca irâde-i seniyye ile Hazreti Şeyhe yüz kuruşta aylık bağlandı. Abdurrahman Halis Hazretleri, bunu muhtaç olanlara dağıtırdı. Hatta cemaziye’l-âhir 1262 tarihli irade-i seniyye de bildirildiğine göre Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin postnişin bulunduğu Gavsiyye hanigahının fakirlere ve yolculara açık bulunması, her akşam tekkede bir­kaç yüz derviş ve seyyahın eksik olmaması anlaşılmış olduğundan Bağ­dat’ta Şeyh Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vakfı artığından beş yüz kuruş da Şeyhin emrine tahsis edilmişti.

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu sırrahu’l-Mennân Hazretleri, kardeşlerini insanların irşadı için değişik yerlere gönderdikten sonra kendisi de zamanının bir kısmını Kürk köyünde, bir kısmını da Kerkük’te yüce ecdadının bina et­tiği tekke de geçirmekteydi. Uzaktan ve yakından İnsanlar akın akın gelip Hazreti Şeyh’i ziyaret etmekte, sohbetlerinden istifade edip feyziyab, intisap ve inabe İle Tarikat-ı aliyye-i Kâdiriye şerefine mazhar olmaktaydılar.

Bağdat’taki Haydariye Seyyidlerinden Haydarizâde İbrahim Efendi, “Tasavvuf risalesinin dördüncü nüshasında Şeyh Abdurrahman Halis Talabani Hazretleri hakkında kısmen sadeleştirip özetlediğimiz yazıda şöyle diyor:

-“Şeyh Abdurrahman Hazretleri, âlemi bir güneş gibi tutan evsaf-ı Muhammediye’den tamamıyla ve kamilen nasip dar olmuş ariflerin büyüklerinden idi. Bu cihetle sofilere mahsus yüceliklerle meşgul oldukları zaman himmetinin ve ruhâniyetinin âlîlikleri o kadar yükselirdi ki, lisan onun hakikatini beyan etmekten aciz kalırdı.

Fevkalade kâmil bir mertebeye, İkram ve saygı gösterilen yüce bir ma­kama vasıl olmuştu. Yaranıyla sohbet ettikleri zamanlarda gayet hoş sözlü, tatlı dilli ve karşısındakinin sözüne ve vicdanına hürmetli idi. Ahlakî düsturlar ile amil olduğu her hal ve tavrından belli olurdu. Her sabah ve akşam Tekkeye geldiklerinde muhakkak orada bir kaç yüz tane Müslim veya gayr-ı müslimden muhtaçlar bulunurdu. Hatta bir gün o fakirlerin arasında bu­lunan bir Mecusi seyyah kendi inancına mahsus olan ayinini icra et­mekteydi. Bu duruma şahit olan bazı müridan, müdahale etmek istemiş ise de Hazreti Şeyh, katiyetle onları men eylemişti. Hazreti Şeyh’in bu müsamahalı hareketinden sonra Mecusi Müslüman olmuştu

Nazarlarında dünya malı ve süsü zerre kadar kıymet taşımazdı. Çok de­falar çeşitli ihtiyaçlarını bulabilmek ümidiyle tekkeye gelen muhtaçlara ve­recek bir şeyler bulamadığı zamanlar, üzerindeki elbiseyi çıkarıp İhsan bu­yururlardı.”

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN ESERLERİ

Şeyh Abdurrahman Talabani Hazretleri, henüz genç yaşında iken fevkalade bir ilim seviyesine yükselmiştir. Devrindeki tüm İlimlere vâkıf olmuş, Türkçe, Arapça ve Farsçaya tüm incelikleriyle hâkim olmuştur. Hazreti Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Efendimizin hayat ve menkıbelerini anlatan Arapça “Behçetü’I-Esrar” adlı eseri, henüz on sekiz yaşlarındayken mükemmel olarak Türkçeye tercüme etmesi, Onun ilmi ve edebî yönünün en güzel aynasıdır.

Şiirlerinde “Halis” mahlasını kullanmış, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere Üç dilde şiir yazmıştır. Arapça şiirleri pek az olmakla birlikte üslup ve edâ bakımından Fuzûli’nin Arapça şiirlerinden daha da mükemmeldir.

Hazreti Şeyh’in bilinen Üç eseri mevcuttur. İlki Farsça ve Türkçe şiirlerinin toplandığı “Divânıdır. Dost ve yakınlarının teşvik ve arzusu üzerine h.l250’de iki defa olmak üzere yayınlanmıştır.

İkinci eseri “Kltabü’I-Meârif fi Şerh-i Mesnevi-i Şerif ismini taşır. Mevlâna CelâIeddln-i Rumî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin Mesnevisinden seçilmiş on sekiz beytin Farsça yapılmış şerhinden ibarettir.

Üçüncü eser ise “Behçetu’l-Esrâr Tercümesi” dir. Pirimiz Abdûlkâdir Geylâni Hazretlerinin hayatı ve menkıbelerini anlatan bu eser, aslen Nur Ali Bahsi Rahmetullahi aleyh tarafından Arapça olarak yazılmıştır. Muhterem babaları Şeyh Ahmedü’t-Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin arzusu üzerine bu eseri Türkçeye tercüme etmiştir.

Şeyhülislam Haydarî zade İbrahim Efendi, kısmen sadeleştirdiğimiz metinde Şeyh Hazretlerinin edebî kudretini ve ahlâki faziletlerini şöylece tasvir ediyor:

“-Arifane mesleğinin süslendirici sebeplerinden ve bilgideki tamlığından dolayı şiir dalında fevkalade bir kudrete malik İdi. “Halis”‘ divânıyla meşhur olan şiirleri mütalaa edildiğinde görülecektir ki, en fazla Mevlana, Nur Ali Bahşî ve Mağribi gibi şair sofîlerin çizgisini tercih bulmuştur. Bu cihetle şiirleri baştanbaşa hakikatin zevkiyle doludur.

Söz, kitabı insaniyetin her hangi bir sayfasına intikal ettirilse de Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin muttasıf oldukları ahlakî faziletlerin şerh ve taf­silatının mümkün olmadığı görülür. Bu münasebetle kendilerinin, hakikat âleminin ne kadar büyük bir merd-i kâmili olduğu anlaşılır. Bunu dahi iyi anlamak için zamanın büyük âlim ve ediplerinden olan Kadı Hüseyin Berzenci’nin Şeyh Hazretleri için yazdığı fesih ve beliğ manzum mektubun nazar-ı dikkatle incelenmesi kâfi gelir.”

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Şeyh Hazretlerinin vefatına yakın gecelerin birinde, seher vakti gökyüzünde kopan dehşetli bir infilak sesi ortalığı kaplar. Ardından da bütün yıldızlar sağa sola hareket etmeye başlarlar. Bu hal sebebiyle hayret ve kor­kuya kapılan halk, sabahleyin Hazreti Şeyh’e varıp hadisenin hikmetini sual ettiler. O da cevaben buyurdu ki:

Ehlullah’tan büyük bir zatın vefatına işarettir.

Nitekim üç gün sonra vefat ettiler.

Pir-i Sani Şeyh Ziyâüddin Abdurrahman Halis Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, 63 sene ömür sürüp h. 1275 senesinde dâr-ı canana irtihâl eylemiştir. Hazreti Allah Celle Celaluhü şefaatından ve himmetinden ayırmaya… Âmîn…

Beş tane erkek evladı vardır: Şeyh AH, Şeyh Abdûlkâdir, Şeyh Abdulvâhid, Şeyh Rıza, Şeyh Hasan.

Altı tane de kız evladı vardır: Fatma Han, Esma Han, Âmine Han, Ha-nife Han, Kibriya Han ve Halime Han.

Zevceleri: Safiye Hatun, Hatice Hatun, Sekine Hatun ve Meryem Hatun.

Türbe-i saadetleri, Tekke’deki Talabanî külliyesinde olup her zaman duaların kabul olduğu bir ziyârete açıktır.

Evliya-ı izam Efendilerimizin en büyüklerinden olan Abdurrahman Hâlis Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Kerkük yakınlarındaki Talaban köyünde doğup orada yetiştiği için “Talabanî” nispetiyle meşhur olmuştur.

Hazreti Şeyh’in hayatları zamanında Tarikat-ı Âliyye-i Kadiriye dünyaya yayılmıştır. Dünyanın hemen her tarafında tekke, halife ve sayısız müridleri vardı. Behemehal herhangi bir cihete dönülse, orada tekkesi mevcut olup kadri yüce halifeleri bulunurdu.

Nitekim Irak bölgesinde sayılamayacak kadar çok dergâhı, hesapsız ha­life ve mürdanı vardı.

Bunun yanında Türkiye’de, Türkistan’da ve Çin’de Tarikat-ı Âliyyegenişlemiştir. Ayrıca Afganistan, Herat, Hindistan, Hicaz, Mısır, Fi­listin, Yemen, Suriye, Iran ve Horasan gibi beldeleri de ihata etmiş dergâhları ve kulların irşadıyla memur halife ve müridanı mevcut olmuştur.

Yeryüzündeki müridânı insanların ufkunu bir güneş gibi nurlandırıp vasıl-ı ilallah’a ve şefaat-ı Rasûlullah’a ermeleri için gayret sarf etmişler, bir vesile-i mualla olmuşlardır.

Şeyh Ziyâüddin Abdurrahman Hâlis aleyhi rahmetü’l-mennân Hazretleri, mübarek ve muazzez ömürleri zamanında eşsiz bir insan-ı kâmil ol­makla beraber, asrının teki İdi. O, tarikat-ı hakikatte mürşid-i kamil, ârif-i billah, ehl-i velayetin kutbu; maddi ve manevî tasarrufu zahir, himmet ve kerametleri aşikar bir merd-i kamildi.

O’nun fazileti ve makamı yanında diğer evliyanın hail, güneşin yanında ayın hail gibidir.

Onların hallerini, vasıflarını, faziletlerini ve yüceliklerini anlatmak hu­susunda dillerimiz, kalemlerimiz ve kelamlarımız acizlik içindedir.

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Yaşamlarını sürdürdükleri zamanda âlemin en büyük meşayıhlarındandı. Her sene be­hemehal Bağdat’a gider, Gavsu’l-Azam Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin türbesindeki devrana başkanlık eder, halka-ı zikri yönetirdi. Bazı Kadiri tekkelerinde yapıldığı halde Hazreti Abdûlkâdir Geylânî’nin tekkesinde ya­pıldığı görülmeyen bir şekilde kudüm çaldırarak devranı idare ederdi.

Bağdat’ta bulunan zamanın bazı âlimleri toplanıp Zikrullah esnasında kudüm çalmanın şer’-i şerife uygun olmadığını, Abdûlkâdir Geylâni Haz­retlerinin de bundan rahatsız olduğunu söylerler.

Makam-ı Geylânî’de bulunan nakıbü’l-eşrâf Seyyid Aliyyü’l-Bağdadî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine gelerek:

Şeyh Abdurrahman’ın Hazreti Pîr’in makamında kudüm çaldırmasına niçin müsamaha ediyorsunuz? Hazreti Pir’in rûh-ı şerifinin rencide olmasından korkmuyor musunuz? derler. Aliyyü’l-Bağdadi Hazretleri de su cevabı verir:

Ben sultanla veziri arasına giremem!

…………………………………………

Sivas valisi ve ahali, Şeyh Abdurrahman Hazretlerine Özel bir adamla mektup göndererek tarikatın neşri ve İnsanların İrşadı için halifelerinden bi­risini Sivas’a göndermesini rica ederler. Hazreti Şeyh’te halifelerinden han­gisine teklif ettiyse hepsi de:

Biz şeyhimizin nezd ü hizmetinden ayrılmak istemiyoruz, ayırmamasını da kendinden istirham ediyoruz, derler. Cenabı Şeyh büyük bir aşk ile kendisine bağlı olan halifelerini hüzne düşürmek istemez. Yine Sivaslıların ricasının tekerrür ettiği bir gün Kerkük’te kıyafet ve meşrep cihetiyle ka­lender bir seyyah görür ve:

Ey yabancı, buraya gel, der.

Onu o dakikada İrşad edip Sivas’a mürşid olarak tayin eder. Şeyh’in bu emri Üzerine:

Peki, efendim fakat Sivas’ın neresinde tarikatı neşr edeceğim, deyince Hazreti Şeyh Kaddesallahu Sırruh:

Neresi rahat gelirse orada, cevabını verir.

Bu kalender meşrep adam, mevsimin kış, Sivas’a varışının da akşamüzeri olması sebebiyle bir hamam külhanına sığınır. Geldiğini kimseye haber veremez.

Sivaslılar tekrar müracaat edince Hazreti Şeyh’ten şu cevâbı alırlar:

—Şeyhi gönderdim, arayın, hamam külhanında bulursunuz. Onlarda arayıp Nûr Ali Baba’yı bulurlar.

Ziya Paşa’nın Amasya mutasarrıfı bulunduğu sıralarda Amasyalıların da­veti üzerine Nûr Ali Baba Kaddesallahu Sırruh bu şehre gider. Halka nasihatlerde bulunur. Burada tanıştıkları Ziya Paşa da kendisine intisap eder.

………………………………………

Bir gün Şeyh Abdurrahman Hâlis Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin seçkin müritlerinden bir tanesi, rüya âleminde Risâlet penah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi, elindeki bir asa ile dörtgen bir şekilde hat çekmekte olduğunu görür. Yanına va­rınca Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden şu emri alır:

Şeyh Abdurrahman’a söyle, mescidi buraya bina etsin. Sabah olunca bu ricayı ve emri hemen Hazreti Şeyh’e anlatır, Hazreti Şeyh:

İnşaallah cami-i şerifi buraya bina edeceğiz, deyip bu müjdeden fevkalade memnun olarak Cenâbı Hakk’a hamd ve Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize salat u selâmda bulunur. Tekke-i muallâda bulunan cami-i şerif, işte bu ha­dise üzerine bina edilmiştir.

Bu binanın yapılışı ve tekkenin tamir edilişi İle ilgili de gayet manidar bir olay vardır. Şöyle ki:

Hazreti Şeyh Abdurrahman’ın Kaddesallahu Sırruh müridanından Şeyh Hacı Veli namında bir kadri yüce İnsan vardı. Bu zat Şeyh Ahmedü’t-Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin müridlerinden olup O’nun vefatından sonra Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş idi. O zamanlar doksan yaşlarında olan bu kadri yüce insan diyor ki:

Bir gün öğle namazından sonra Hazreti Şeyh, istirahata çekildi. Ben de kapının kenarına oturdum. Takriben yarım saat sonra:

Veli, İçeriye gel, diye buyurdular. Kapıyı açıp içeri girdim. Mübarek ba­şını yastığa dayamış, ayaklarını da şarka doğru uzatmış. Bana:

Ayaklarıma bakınız, buyurdu. Dikkatle baktım, bir şey hissedemedim.

Efendim, ayağınızda bir incinme ve ağrı var ise ovuşturayım, deyince tebessüm ederek dediler ki:

Ne kadar da habersizsiniz, parmaklarıma İyice bakınız. Dikkatle ba­kınca parmaklarında küçük bir hareketlilik gördüm.

Emriniz ne ise icra edeyim, dedim. Bana:

Katiyen istifadeden haberli değilsiniz. Şu hareketli parmaklan gör­müyor musunuz, dedi. Ben de:

Görüyorum efendim, dedim. Tebessüm edip:

Şu anda Hindistan’ın filan mahallesinde filan zatın kalbini tahrik ve teş­vik ettim. Bir miktar para temin edip bu tekkeyi imar için hemen hareket etmesini ve acele olarak gelmesini söyledim, İnşaallah tekke en güzel şe­kilde imar ve inşa edilecek, buyurdular. Ben de:

– Efendim, Hindistan’la muhabere buyurduğunuzu nereden bilebilirim.

Bu gibi işler ehli hal olanlara mahsustur, dedim.

Yanından çıkınca birisine o günü ve tarihi yazdırdım, Aradan kısa bir müddet zaman geçti. Şeyh Hazretleriyle birlikte büyük havuzun üstündeki çardakta ikindi namazını eda ettikten sonra bana dönerek;

– Tekkeyi tamir edecek olan Hindistanlı geldi. Kapıda bekliyor. Buraya getiriniz, diye emretti. Emir üzerine hemen kapıya koştum. Arap kı­yafetinde bir Hintli ve beraberinde de merkep üzerinde dolu bir heybe vardı. Hazreti Şeyh’in huzuruna varıp Hindistanlı bir zât tarafından bu dergahın tamir ve ihtiyaçlarına sarf edilmek üzere gönderildiğini beyan ede­rek hediyeleri takdim etti. Gelen şahsın bizzat tertibiyle Tekke’nin hâli hazırdaki durumu, camii şerif, kasr ve daireler hicri 1260 yılında bina edildi. Daha sonra da Ferik Tâhâ Paşa Bağdat’tan usta getirterek minareyi bina ettirdi.

……………………………………………

Ziyâüddin-i Abdurrahman Hâlis Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Şah-ı Velayet İmam Ali Kerremullahü vechehü Efendimize fevkalade bir muhabbet besler, sık sık Necef’te bulunan yüce makamlarına ziyarette bulunurlardı. Ona karşı beslediği aşk ve mu­habbetin coşkusuyla söylediği Farsça gazeli çok meşhurdur.

Hazreti Şeyh’in halifelerinden Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh şöyle bir vakıa anlatıyor;

Cenâbı Şeyh Abdurrahman Hazretleri bir tecelli-i ilâhi neticesinde kendini Firdevs-i ala’da bulur. Karşısında gayet yüce bir köşk müşahede eder. Kime ait olduğunu sual edince Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anh Efendimize ait ol­duğunu söylerler. Bir zaman sonra yine bir köşkle karşılaşır. Onun da Hazreti Ömerü’l Faruk’a radıyallahu anh ait olduğunu söylerler. Üçüncü bir köşke tesadüf eder:

Bu kimindir, diye sorunca:

Cedde’l-Haseneyn İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretlerine aittir, derler. İçeri gi­rince etrafında çeşit çeşit mücevher görür. Hayli miktar alarak dışarı çıkar.

Hazreti Şeyh’in müridi devam ederek şöyle diyor;

– Bu hadiseden sonra âlemin kendisine olan muhabbeti ve meyli daha da fazlalaştı. Ziyaretine gelen bütün İnsanlarda ve tüm halkın ağzında Hazreti Şeyh’in şöhreti anlatılır oldu. Hatta Bağdat’a gelişinde bütün ahali kendisini karşılamaya çıktı.

………………………………………………

Kerkük şeyhlerinden Ali Efendi Kaddesallahu Sırruh şöyle bir olay naklediyor:

– Hazreti Şeyh’in Hoşnav mıntıkasında Kak Molla isminde bir müridi vardı. Bu zat bir gün Erbil’e gider. Orada Bağdat’tan yeni gelmiş olan Abdulfettah isminde bir şeyhin sohbetinde bulunur. Cemaatten biri, Bağdat valisinin Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hakkındaki fikrini sorar.

Şeyh Abdulfettah:

– Valinin Şeyh hakkındaki fikrini pekiyi görmedim. Anladığıma göre Şeyh Abdurrahman’ı idam edip tekkesini alt üst etmeyi düşünüyor.

Kak Molla, oradaki cemaati alaylı bir sevinç içinde görür. Hemen oradan ayrılıp bir bakkala gider:

– Bu civarda Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin bir müridi, halifesi veya tekkesi yok mudur, diye sorar. Bakkal:

– Şu karsıdaki hane Şeyh Abdurrahman’ın halifesinindir. İsmi Abdulhakim Efendi’dir. Gayet âlim ve faal bir zattır. Şu anda evinde olsa gerek, der.

Sadık mürid hemen Abdulhâkim Efendi’nin evine varır, durumu olduğu gibi anlatır. O da bu haberden ziyadesiyle kederlenir ve Hazreti Şeyh’e hemen bir mektup yazarak bir adamla âcil olarak gönderir. Hazreti Şeyh mektubu İn­celedikten sonra bir cevap yazıp aynı şahısla geri gönderir. Abdulhakim Efendi, Şeyhinden gelen mektubu muhabbetle yüzüne gözüne sürer. Mek­tubu yanında hazır bulunan müridlere ve mollaya okur. Hepsi memnun ve mesrur olurlar. Zira mektupta valinin görevinden azledildiği yazılıdır.

Nitekim bir hafta sonra vali azledilerek koruma altında İstanbul’a çağrılır. İstanbul’a giderken Kerkük’e, oradan da Erbil’e uğrar. Molla, valiye is­tihza İle sorar:

– Vali efendi, nasıl. Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin himmetini gördünüz mü?

Vali cevaben der ki:

— Bunların hepsi Şeyh Abdurrahman’ın darbesidir. Kerkük’e vasıl ol­duğumda Şeyh’in yanına varıp halimin ne olacağını sordum. Bana:

– Merak etmeyin. İstanbul’a vardığınızda rahat edersiniz, dedi.

Nihayet vali İstanbul’a varışının son gününde bir sancıya yakalanarak vefat eder.

………………………………………………

Merhum cennet-mekân Hacı Veli Kaddesallahu Sırruh anlatıyor:

– Bir ilkbaharda, nisan ayının ortalarında Hazreti Şeyh, hem gezmek, hem de Zikrullah ve Allah’ın kudretini tefekkür etmek üzere bir seyahat ya­pılacağını emir buyurdular. Bu emri müridlerine, yakınlarına ve ahaliye haber verdi. Herkes kendi durumuna göre pirinç, yağ, hurma ve saire şey­ler getirdiler. Tekkede toplanan bu erzak, yemek yapılmak üzere gidilecek dağa götürüldü. Kendisi de sabah namazını cemaatle eda ettikten sonra belde ahalisi ve maiyetiyle birlikte gidilecek yere hareket etti, Beldede hü­kümet görevlileri, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan başka kimse kalmadı.

Gelenler tepenin etrafındaki sahraya dağılıp kimi sohbetle, kimi zikir ve tesbihatla, kimi muhabbetle, kimi de namaz ve ibadetle meşgul oldu. Mev­simin bahar olması münasebetiyle ortalık yeşile boyanmış, laleler, güller ve nice çiçekler açmış, etrafı güzel bir bahar kokusu kaplamış ve âlem vasfı mümkün olmayan bir güzelliğe bürünmüş idi. Kuşlar cıvıldaşmakta, kendi lisan-ı halleri ile Allah’ı Celle Celaluhü hazretlerini zikretmekte idiler.

Arif-i billah olan kişi kalp gözüyle bakınca bütün bu hallerin her bi­risinden nice ibretler alır. Böyle olanlar Hikmet-i Huda’nın zuhurunu anlayıp halden hale geçerler. Kalp gözü ama olanlar da ancak zahiri eğlence ve sefadan başka bir şey görmezler.

Zuhuru perde olmuştur zuhura

Gözü olan delil ister mi nura.

Hazreti Şeyh’in emriyle yemekler yendi, kalanlar da çevrede bulunan köy­lere taksim edildi. Tam o esnada ufukta bir bulut peyda oldu. Bir kaç da­kika sonra da bütün gökyüzünü kapladı. Bu ani başlayan yağmur gittikçe şiddetlenince Şeyh Hazretleri bana dönerek dedi ki:

Veli, yüksek bir ses ile nida et Ahaliden hiç bir fert dağın aşağı ta­rafına inmesin; aşağıda olan herkes de yukarı çıksın. Zira aşağıda kalan yağmur ve sel suyundan helak olur.

Bu emir herkese duyuruldu. Herkes dağın tepesinde toplandı. Yağmur iyice şiddetlendi, şimşekler çakmaya başladı. Velhasıl âlemi bir dehşetli hâl ve İnsanları da tarifsiz bir korku kapladı.

Şeyh Abdurrahman Halis Kaddesallahu Sırruh Hazretleri yine beni yanına çağırdı, gittim. Etrafında İnsanlar küme küme bekleşiyorlardı. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efen­dimizle ilgili şöyle bir hadise anlatmaya başladı;

—Vakti saadette Hazreti Risaletpenah Efendimiz Ashab-ı kiramına bizim gibi seyrana çıkacaklarını emretti. Peygamberimizin emri üzerine Ashabı kiram icab eden hediyelerini takdim ettiler. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem de kendi ihsanını bizzat ilave etti. Böylece hep beraber Medine-i Münevvere’nin haricinde bulunan bir dağa gittiler.

Aynı şekilde yağmur katre katre yağmaya başlayınca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bütün sahabelerin dağın tepesinde hazır olmalarını emir ve irade buyurdular. Ashab-ı kiramın hepsi tepenin üzerinde toplandılar. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem o zaman mübarek sağ elinin şahadet parmağıyla semaya doğru sağ tarafa İşaret buyurunca bulut sağ tarafa çekildi. Şeyh Hazretleri bunu an­latırken aynen Peygamberimizin yaptığı gibi sağ elinin şahadet parmağıyla buluta İşaret edince bulut sağ tarafa doğru yöneldi. Hazreti Şeyh sözüne devam ederek buyurdu ki:

– Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz daha sonra mübarek parmağını sol tarafa çevirdi. O taraftaki bulutlar da çekildiler. Bunu söylerken kendisi de parmağını sol tarafa çeviriyor, aynı şekilde bulutlar da çekiliyordu.

Sözüne şöyle devam etti:

– Hazreti Peygamber Efendimiz daha sonra da mübarek parmağıyla cenup ve şimale doğru işaret etti. Bu işaret üzerine tepenin dört bir tarafı açıldı, güneş ortaya çıktı. Sanki yağmur hiç yağmamış gibi idi. Hazreti Şeyh bunları anlatırken aynı hareketleri yaptığından bizim de bulunduğumuz tepede yağmurdan hiçbir eser kalmadı.

Lakin tepenin aşağısında şiddetli yağmurlar devam ediyordu Nihayet o dereceye vardı ki, çöl ve sahralar suyun altında kaldı. Çevredeki evlerin kimi tahrip oldu, kimi hasar gördü. Kimine de hiç bir şey olmadı.

Ahaliyi şiddetli bir korkuya düşüren bu yağmur ve sel tehlikesi sekiz saat kadar devam etti. Hazreti Şeyh’in duasının bereketi ile tüm ahali yağmur teh­likesinden kurtuldu Arkasından da yol ve çevredeki sel suları çekildi.

Hazreti Şeyh dönüş İçin emir verdi, hazırlıklar tamamlandı. İnsanların kimisi mutlu ve sevinçli iken, kimisi de sel münasebetiyle beldenin harap olduğu zannında İdiler. Zira kalplerine evlerinin, çoluk çocuklarının, anne ve babalarının perişan oldukları yolunda bir vesvese düşmüştü. Fesad bir fikir içlerini kemirmekteydi. Şehre varınca hemen yakınlarının yanına koştular:

Yağmurdan haliniz nasıl oldu, diye hal ve durumlarını sual ettiler. Onlar da;

Hazreti Şeyh’in duası, bereketi ve kerameti sayesinde hiç bir meşakkat görmedik, dediler. Bu cevap üzerine İtikadı sağlam olmayanlar, Hazreti Şeyh’e gelerek eline ayağına kapanıp, yanlış şeyler düşündüklerinden dolayı affedilmelerini İstirham ettiler. Hazreti Şeyh’te onları bağışlayıp nasihat ve iltifatta bulundu.

……………………………………………………

Hacı Veli Kaddesallahu Sırruh Şöyle bir olay naklediyor:

Kış mevsimi idi. Kar ve yağmur her tarafı etkisi altına almıştı. Akşam namazını eda ettikten sonra Şeyh Abdurrahrnan Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, istirahat etmek için hususi odalarına çekildiler. Ben de bazı işlerle meşgul olu­yordum. Aradan takriben iki saat geçmişti ki, beni çağırdı, hizmetlerine vardım, ibrik ve sabun getirmemi emir buyurdular. Hayretle mübarek ellerinin siyah nefte gark olduğunu gördüm. Çünkü dışarı hiç çıkmamıştı. Böyle bir şeyle meşgul olma İhtimali de yoktu. Sebebini sormaya cesaret edemeyip hayrette kaldığımı görünce

Veli, teaccüb etme, buyurdular. Devam ederek:

—Fakirin biri madenden neft almış giderken Kırmızı Değirmen yakınlarında merkebi çamura saplanmış, yük de yere düşmüş. Biçare kal­dırmaya muktedir de değildi. Havanın soğuk olması yüzünden de perişan bir halde İdi, Bizden istimdâd İle yardım talebinde bulundu. Biz de varıp merkebi çamurdan çıkardık, nefti de sırtına yükledik. Onun için ellerim neft oldu. O şahıs da henüz gelmektedir, diye İzah buyurdular.

Dışarı çıkıp tekkenin küçük kapısından yolu gözlemeye başladım. Kısa bir zaman sonra adam çıkıp geldi.

Aman ya Şeyh, dâhilim ya Şeyh, ayağınızın toprağına kurban olayım, hayatımı satın aldınız, beni kurtardınız, diye kendi kendine konuşuyordu. Yanına varıp:

Bu tehlikeli soğukta nereden geliyorsun, bu sözleri kimin için söy­lüyorsun, dedim. Hadiseyi, Şeyh Hazretlerinin haber verdiği gibi anlattı. Ben de kendisine:

Şimdi geç oldu. Sabah gelir Şeyh’in hizmetiyle müşerref olursun. Ay­rıca bu hal ile görüşmek de uygun olmaz. Elbiselerini de değiştirir gelirsin, dedim.

Bundan dolayıdır ki, ömürden fayda hâsıl etmek ve her türlü müşkülattan kurtulmak için arif-i billah’ın himmet ve hikmetine müracaat İle necat bulmak gerekir.

Mürşid-i kâmil mürid-i sadıkın sultanıdır,

Her ne emr etse ana ferman anın fermanıdır.

………………………………………………………

Hazreti Şeyh’in müridlerinden Ahmed Efendi Kaddesallahu Sırruh diyor ki:

— Gecenin birisinde sohbet esnasında Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin menakıbından bahsediliyor, herkes duyduğu veya gördüğü bir hârikayı anlatıyordu. O esnada nur yüzlü, siyah sakallı, orta boylu, memur elbisesi giymiş, kırmızı fesli, elinde teşbih ve lisanında zikir olduğu halde bir garip adam geldi. Selam verip otundu.

Müsaadeniz olursa bendeniz dahi Şeyh Hazretlerinin bizzat şahit ol­duğum bir menkıbesini nakletmek isterim, dedi. Cemaattekiler hüsnü kabul gösterip memnuniyet İfadesinde bulundular. O da devam etti:

Bendeniz Bağdat Valisi merhum Ali Pasa Hazretlerinin yaveri idim. Halk birbirine Şeyh Hazretlerinin Bağdat’a geleceğini haber veriyordu. Ha­beri işittiğim halde, bu zatla bir tanışıklığım olmadığı İçin pek kulak as­madım. Merhum Ali Paşa o zamanlar gayet hasta idi. Hatta geceleri sa­ğından soluna dönemez, bana işaret eder, ben de arzu ettiği tarafa kendisini çevirirdim. Bu süre İçinde vaktimi zayi etmemek için ibadet, tilâvet-i Kur’an ve zikrullah ile meşgul olur. Paşa Hazretlerinden de gafil ol­mayıp hizmetine bakardım.

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin Bağdat’a teşrif edeceğini işit­memin üzerinden bir İki gece geçmişti. Bu gecelerden birisinde pencereleri kapatıp kapıyı kilitlemiş oturuyordum. Birdenbire perdeler kalktı ve kilitli olduğu halde kapı açıldı. Ardından da iki şahıs İçeri girdi. Ali Paşa hemen yerinden kalktı, el pençe divan durdu. Tanımadığım bu İki zatın önünde mütevaziâne başını aşağı eğip bekledi. Birdenbire böyle acayip bir halin or­taya çıkışından hayrette kaldım. Zira anahtar bende iken kapı nasıl açıldı, bizzat kapattığım perdeler nasıl kalktı, sağına ve soluna dönemeyen Paşa Hazretleri birden nasıl ayaküzeri durdu; anlayamadım, şaşırdım kaldım.

Gelenlerden önde olan kişi Paşaya bazı şeyler söyledi:

Şu arkamda duran şahsı tanıdınız mı?

Hayır, Efendim, tanımıyorum.

—Bu zat, Şeyh Abdurrahman Halis Talabani’dir. Bağdat’a teşrif ediyor. Yarın sabahleyin asker alayı ile karşılar, gayet hürmetle, edep ve erkanla hizmetinde bulunursunuz.

Sonra kapı kapandı, perdeler indi.

Paşam, bu hal ne idi. Bu şahıslar kimlerdir, diye sordum. Paşa:

Evladım gördünüz mü, dedi. Ben de dedim ki:

Evet, Paşam, gördüm.

Vallahi oğlum, bahtiyarsınız. Demek ki bize olan hizmet ve emeğiniz zayi olmamış, öndeki zat Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Hazretleriydi. Yanındaki de Abdurrahman Hâlis Talabani Kaddesallahu Sırruh hazretleri idi. Bağdat’a teşrif edeceklerinden karşılamamı emrettiler.

Evet, Paşam, işittim.

– O halde hemen hazırlıklara başla. On tane kurban kesip icab eden ye­mekleri tertip eyleyin. Ahaliye de nida etsinler, yarın çarşı pazarı kapatıp Hazreti Şeyh’i karşılamaya varsınlar.

Ertesi gün Bağdat sayılı günlerinden birini yaşıyordu. Sanki büyük bir bayram şenliği vardı. Bütün ağızlar Hazreti Şeyhin yüceliğinden bahsediyordu.

…………………………………………………………………

Şeyh Abdurrahman Halis Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, gençlik yıllarında bir müddet Berzenci seyyidlerinden Şeyh Kak Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleriyle beraber Süleymaniye’de ilim tahsilinde bulunmuş, dost olmuşlardı. Bu zât, manevi ta­sarrufu olan kadri yüce bir veliyi kamil idi.

Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh, hac farizasını ifâ etmek üzere Hicaz’a gitmişti. Şeyh Abdurrahman Hazretleri de onu karşılamak maksadıyla Bağdat’a gitmek üzere hazırlık yapmıştı, Bu durum Şeyh Ahmed Hazretlerine kalp ci­hetinden ayan oldu. Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin değil Bağdat’a gel­mesini, kendisi Kerkük’e vardığında karşılamasını ve hatta hususi oda­sından dışarı çıkmasını bile katiyen kabul edemeyeceğine yemin billah etti.

Bu şiddetli arzu karşısında Şeyh Hazretleri, hususî odasından bile çıkmadı, Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, odasına gelince kucaklaşıp musafahada bulundular. Misafirine hizmetin en iyisini yapmaya çalıştı. Zira kalbinde karşılayamamanın sıkıntısı vardı.

Diğer taraftan bu hadisenin sırrına eremeyenler, ileri geri laflar ettiler. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri akraba ve yakınlarını, fesat çıkarmaya ça­lışanları ve su-i zanda bulunanları toplayarak onlara meseleyi şöyle izah etti:

– Bu zâtın manevî hakikatini anlatmak mümkün değildir. ki, ona, Fahr-i âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bizzat ihdası selam tebliğini irâde buyurmuştur. Hazret-i Peygamberin ihdası selam emrettiği bir kimsenin beni karşılamasını nasıl kabul edebilirim. Onun İçin işin en güzeli, ona her hakte hürmet edip tazim ve ikramdan geri kalmamaktır.

……………………………………………………

Şeyh Ali Kaddesallahu Sırruh diyor ki;

– Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vefatından sonra yakın ve uzak yerlerden bölük bölük insanlar gelip taziyede bulunurlardı. Bir seferinde Süleymaniye ahalisinden Seyyid Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri taziye için Kerkük’e teşrif edip dergâh-ı Aliye’de misafir oldular. Taziyeden sonra memleketine dönerken belde ahalisi, eşraf ve seyyidler de kendisini uğurlamaya çıkmışlardı. Bir tepenin yanına gelince hayır dualarda bulunup herkesle vedalaşıp Sonra beni yanına çağırdı. Vardım elini öptüm, oda beni Öptü:

Ya Şeyh ali, siz kimin evladı okluğunuzu bilir misiniz? diye sordu. Ben de

Şeyh Abdurrahman’ın oğluyum, dedim. Bu sefer:

Evet, Şeyh Abdurrahman’ın oğlusunuz. Lakin babanızın nasıl bir zat olduğunu anladınız mı? dedi.

Siz daha iyi bilirsiniz, diye arz ettiğimde:

Şeyh Ali, Şeyh Ali Vallahi ve Billahi ve Tallahi ile yemin ederim ki, Hazreti Fahr-i âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz indinde kendisine babanızdan daha yakın bir veli yoktur, dedi ve ağlamaya başladı. Sonra tekrar Allah’ın adıyla yemin ederek dedi ki:

—Hazreti Gavsu’l- Azam Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh indinde de ona babanızdan daha yakın bir veli yoktur. Artık size bu kadar izahat kâfidir.

…………………………………………………………

Dergâh-ı Aliye’nin aşçıbaşısı Kasım Efendi diyor ki:

—Şeyh Abdurrahman Hazretleri, bir miktar hurma temin edilmesini em­retti. Tekkede olmadığı için de bir kaç müridini gecenin yansında Kafan ülkesinde “Halisât” denilen bir yerden hurma almaya gönderdi.

Yola çıkanlar sabah üzeri bir yere varmışlar, vardıkları yerin Kerkük’e yakın olduğu zannında imişler. Ancak sorduklarında Halisât’a geldiklerini öğrenmişler. Halbuki Kerkük’le Halisât arası yedi günlük bir mesafedir.

Hazreti Şeyh’in himmet ve bereketiyle yedi günlük mesafeyi az bir zamanda kat etmişlerdir.

Hazreti Allah Celle Celaluhü şefaatinden ve himmetinden ayırmaya… Âmîn…

1. İbnülemîn Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, 1. cilt, İstanbul, 1969, s. 537-539;

2. Ata Terzibaşı, Kerkük Şairleri, 2. cilt, Kerkük, 1968, s.45-78.

3. Miftahul irşad 1993

EŞ-ŞEYH EŞ-SEYYİD DEDE OSMAN AVNİ BABA URFAVÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Dede Osman Avni Baba Hazretleri aslen Urfa’lıdır. Babasının adı Ebdal Muhammed’dir. Dedesi ise Eyyûb Urfavî Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Seyyid olup, bütün fertleri mutasavvıf olan bir ailenin çocuğu olarak bu şuhud âlemini şereflendirmiştir. Hayatını Urfa’da Mevlid-i Halil Dergâhında, insanları irşad ile geçirmiştir. O zamanlar Halep vilayetinin Urfa Sancağında bulunan Mevlid-i Halil Tekkesi Vakfından kendilerine senelik 1500 kuruş tahsisat ayrılmıştı. 1814 yılında babası Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretleri, bu fani âlemden göçtü. Mevlid-i Halil Dergâhında bulunan kabirlerin ikisinin, kardeşlerine ait olduğu anlaşılmaktadır. Daha önceleri Rufaî iken, dedesine intisap etmiş, böylece Tarikat-ı Kadiriyye şerefine mazhar olmuştur. Dedesi Eyyûb Urfevî Hazretlerinin vefatından sonra makam-ı irşada oturmakla müşerref olmuştur.

Dede Osman Avni Baba, Hazreti Allah’ın kitabına, emir ve nehiylerine sımsıkı sarılmış, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin sünnet-i seniyyesinden Zerre ayrılmamış, bu hususta insanlar için de fevkalade güzel bir örnek olmuştur. İlmiyle amil, fazıl ve muttaki idi. Evliyaullah Efendilerimizin büyüklerinden olup sayısız müridi vardı. İnsanlara karşı derin bir merhamet ve engin bir şefkate sahipti. Müminlere zarar gelmesine tahammül edemezdi.

Dede Efendi, hayatları boyunca hiç evlenmemişlerdi. Zahiren evlatları yoktu fakat manevî evlatları sayılamayacak kadar çoktu.

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri bu ümmetin işlemiş olduğu günahları ve dünyanın çirkefini görmeye dayanamadığından Cenabı Hakk’a şöyle bir duada bulunur:

-“Ey merhameti bol olan Allah’ım! Sen işinin hâkimisin. Ben ümmet-i Muhammed’in günah İşlemesine, bu dünyanın çirkefine tahammül edemiyorum. Gözlerimin ışığını al da onları görmeyeyim.”

Cenabı Hak, duasını kabul buyurur. Hazreti Şeyh bu vakitten sonra gözleri açık halde görme hasletini kaybetmiştir. Hizmetinde devamlı birisini bulundurur, onun rehberliğinde gezip dolaşırlardı.

EŞ-ŞEYH EŞ-SEYYİD DEDE OSMAN AVNİ BABA URFAVÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Bir gün Dede Efendi Hazretlerinin huzur-ı saadetlerinde bir adam:

Bizim memlekette evliyalar şöyle keramet sahibi, böyle kerametleri, var, diye yersiz ve lüzumsuz laflar etmeye başlar. Bunun üzerine Şeyh Hazretleri adama dönüp:

Şöyle mi, diye mübarek elini tacına götürerek hafifçe hareket ettirir. Orada bulunanlar bir de bakarlar ki, Urfa’nın dağları sallanıyor.

Adam hemen Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin eline ayağına kapanarak yaptığı yanlış hareketlerden dolayı af diler. Dede Efendi’nin ne büyük bir veli okluğunu, küçük bir hareketi ile nelere muktedir okluğunu anlayıp mahcup olur.

…………………………………………………

Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Dede Osman Avni Baba hakkında şöyle derdi:

—Dede Efendi’nin manevi elbisesinin her tarafı tamamen terfilerle doluydu. Hatta almış olduğu mânevi terfilerden dolayı elbisesi görülmez olurdu.”

…………………………………………………

Günlerden bir gün Dede Osman Avni Baba Hazretleri abdest alırken birden bire kolunu Iki Uç defa suya sokup çıkarır. Yanında bulunanlar bu ani ve manidar hareketin hikmetini öğrenmek İsterler. Lakin Hazreti Şeyh hiçbir şey söylemez.

O zamanlar Urfa’da Ermeniler de vardır. Bunlar genellikle ticaretle ve balıkçılıkla uğraşmaktadırlar.

Hazreti Şeyhin dergahına bir gün Uç tane ermeni gelir. Dede Osman Avni Baba’yı sorarlar. Müridler:

Dede Efendi’yi ne yapacaksınız, deyince onlar:

Kendisine bazı hediyeler getirdik. Onları takdim edeceğiz, cevabını verirler. Tekkedekiler bunun sebebini sorarlar. Ermeniler derler ki:

Biz ticaretle uğraşırız. Geçen gün teknemiz Akdeniz’de fırtınaya tutuldu. Herkes bir köşeye çekilip bu fırtınadan kurtulmak için dua etmeye başladı.

O esnada İçimizden birisi:

– Müslümanların bir Dede Efendisi var, sıkıştıklarında ondan yardım istiyorlar. Biz de isteyelim. Olur ki yardım eder, dedi. Biz de yardım istedik. Tam o anda tekneyi kurtarmak için Dede Efendi’nin elini uzattığını gördük. Ondan sonra fırtınadan kurtulduk ve sağ salim geri döndük. Bunun Üzerine müridler;

– Bu kadar açık bir delil karşısında Müslüman olmak için daha ne bekliyorsunuz? Sizin Hazreti Şeyhe en büyük hediyeniz iman etmek olur, dediler. Onlar da Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin huzuruna vanp kelime-i şahadeti söyleyerek iman ite müşerref oldular.

………………………………………………………………

Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin mübarek gözleri görmediği için devamlı olarak yanında, yakın hizmetiyle meşgul olan genç bir müridi vardı.

Bir gün zamanın Urfa valisi bir vazifeli memur göndererek müridi askere çağırır. Vazifeli memur, valinin bu çağrısını gayet edep ve erkan ile Dede Efendi ye İletir. Hazreti Şeyh der ki:

— Vali Efendiye söyle. O, her gün asker. Bu sebepten ötürü onu mazur görsün.

Dede Efendi’nin bu ricasını vali kabul etmez. Tekrar rica edilir; araya eşraftan bazı hatırı sayılır kimseler girer. Tüm bunlara rağmen vali yine de ısrarından vazgeçmez.

Vali, vazifeli memuru tekrar yollayarak müridi ayaklarından sürüyerek getirmesini söyler. Valinin bu tavrından hiddetlenen Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu ırruh Hazretleri, o anda eline aldığı bir bıçağı duvara saplar.

Vazifeli memur geri döndüğünde görür ki, aynı bıçak valinin koltuğunun altında saplı duruyor. Vali de ölmüştür.

EŞ-ŞEYH EŞ-SEYYİD DEDE OSMAN AVNİ BABA URFAVÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI VE KABR-İ ŞERİFİ

Hayatını zühd ve takva ile geçiren Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin 1883 Yılında vefat ettiği zaman hayatta çocuğunun bulunmadığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri ile mübarek cedlerinin ve hulefasının metfun bulunduğu bu küçük kabristan, Hazreti İbrahim’in dünyaya teşrif buyurdukları mağara ile dergâh hücreleri arasında, Mevlid-i Halil Camisi avlusunun güneyinde yer almaktadır. Bu kabristanda sekiz kabir vardır. İki kabirde mükerrer defin yapılmıştır. Kabristanın girişindeki tarihi kitabede

“Burası sırrı yüce olsun, bütün evliyanın sultanı Gavs’ul azam Abdûlkâdir Geylânî’nin pak dergâhıdır” yazılıdır. Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin Kabri, bu mübarek mekânın önünde ve doğusundadır.

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine ait emanetlerin sergilendiği küçük bir hücre vardır. Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin günümüze kadar ulaşabilen sancakları, muinleri, tesbihi, külahı, tacı, keşkülü, şamdanları Mevlid-i Halil Medresesine vakfettiği Aşıkpaşa’nın ‘Garibname’ adlı eseri bu hücrede ziyarete açıktır. Burada aynı zamanda Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Sakal-ı Şerifleri de bulunmaktadır. Bu hücrenin doğusunda, Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine ve diğer Kadiriyye Ricaline ait kabirlerin bulunduğu küçük bir kabristan ile bitişiğinde medrese odaları yer almaktadır. Bütün bu külliyeye dergâh adı verilmiştir.

Dergahta bulunan kitabeler ile tercüme ve sadeleştirilmiş halleri şöyledir.

1-Dede Efendi’nin (ks) Kabri:

Kabrin baş dikmesinde,

“Hâzâ kabrü el merhum el mağfuru lehu, hadimü hazel makamil mübarek , el mukbilu alellah vel mu’ridu ammen sivahu, Eş-şeyh Esseyyid Dede Osman Avni ibni Eşşeyh Esseyyid Ebdal Muhammed Baba, kad intekale min daril fena ila daril beka bi nidai irciı, fi Şehri Zilkade eşşerife, sene 1300” yazılıdır.

Anlamı:”Bu Kabir günahları bağışlanmış, hakkın rahmetine kavuşmuş, bu mübarek makamın hizmetçisi, Allah’a yönelmiş, Ondan başka her şeyden i’raz etmiş, Eşşeyh Esseyyid Ebdal Muhammed Oğlu Eşşeyh Esseyyid Dede Osman Avni’nindir. İrciı nidası ile 1300 senesi şerefli Zilkade Ayında fena âleminden beka âlemine intikal etti.”

Kabrin ayak dikmesinde,

“Günahım çok mukirrim ya ilahi, ümidim geru sen perverdigare, ilahi red kılma mürüvvetinden, kapına gelmişim ben yüzü kara, günahkârım deyu derviş ümidin kesme, Muhammed Mustafa gibi şefaatkanımız vardır. Katre-i eskimle Rumi fevt tarihin verdim. Kurb-i Hakkı tuttu menzil-i münevver-i Osmani, Hüvel Hayyül Baki, irham hali ya Munis ya Selam”

Anlamı:”Ya İlahi günahım çok, bunu ikrar ediyorum. Ümidim terbiye edip kullarını rızıklandıran sanadır. Kapına yüzüm kara geldim. Beni ihsanından red kılma ! Ey derviş! Günahkârım diye ümitsiz olma! Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem gibi bir şefaatçimiz vardır. Gözyaşımın damlası ile rumi vefat tarihini verdim. Osman Efendi’nin nurlu menzili Hak yakınlığını tuttu. O Allahü Teala Hay ve Bakidir.

Halime merhamet et. Ya munis ya Selam!”

2-Bu Derviş Eyyub Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu, Merhum Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.1129 yılı Rebiülahir Ayında vefat etti

3-Bu, Bekir’in oğlu, fakirin hizmetçisi merhum ve mağfur Derviş Eyyub el Kadiri Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir. Allah Celle Celaluhü hazretleri, kabrini nurlandırsın.1195 yılı şerefli Zilhicce ayında Allah’ın rahmetine kavuştu.

4-Bu, Molla Muhammed’in oğlu Merhum Dede İbrahim Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.Allah Celle Celaluhü hazretleri kabrini nurlandırsın.1120 senesinde vefat etti.

5-Bu, mübarek makamın hizmetçisi Evliya Mustafa Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu Merhum Sofi Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.1304 yılında fena aleminden beka alemine göçmüştür.

6-Bu, Derviş Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu Derviş Seyyid Eyyub Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.Allahü Teala ikisine de rahmet eylesin.sene 1229 İkinci defin, Derviş Es seyyid Ahmet Kaddesallahu Sırruh hazretleri oğlu Derviş Es seyyid Hafız Süleyman Kaddesallahu Sırruh hazretleri, 1272 yılı Zilhicce Ayında vefat etti. Allah Celle Celaluhü hazretleri rahmetine gark etsin.

7-Bu Derviş Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu Sofi Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.1282 yılında Allah’ın rahmetine kavuştu.

8-Bu Müslim’in Oğlu, mübarek makamın hizmetçisi Merhum Es seyyid Derviş Halil Hafız Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.Allahü Teala, Seyyidel mürselin hürmetine kabrini nurlandırsın ve Ondan razı olsun.1325 yılı Zilkade ayında vefat etti. İkinci defin, “Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin Halifesi Antep’li Mustafa Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir. Sene 1340 Cemaziyelevvel” Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Halisiyye Kolunun Anadolu’ya açılan kapısıdır. Gavs’ul Azâm Abdûlkâdir Geylânî’ Kaddesallahu Sırruh hazretlerinden gelen iki büyük tasavvuf ekolünü kendisinde cem etmiş bulunan Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, öyle bir mertebe-i ulyaya yücelmiştir ki, gönül ehli, rütbelerinin çokluğundan manevi elbisesinin dahi kapanıp görülemediğini ifade buyurmuşlardır.

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri Gavs’ul Azâm Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerine iki ayrı koldan bağlanmaktadır. Birincisi Kerküklü Mutasavvıf Sair Edip Abdurrahman Halis Kaddesallahu Sırruh hazretleri vasıtası ile Cemalül Irak Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerine, ikincisi, Eyyub Urfevi Kaddesallahu Sırruh hazretleri vasıtası ile Seyyid Ebubekir Abdülaziz Kaddesallahu Sırruh hazretlerine bağlanmaktadır. Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri ve Seyyid Ebubekir Abdülaziz Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Gavs’ul Azâm Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin çocuklarıdır. Kadiriyye yolu, ekseriyetle, Hazret Pirin çocukları vasıtası ile neşrolunmuştur.

Aliyyül Bağdadî (Kadiri)Kaddesallahu Sırruh hazretleri, silsilede adı geçen diğer cedleri gibi, Bagdat’ta Nakibul Esraf ve Kadiriyye vakfı mütevellisi idi.1289 da vefat etmiştir. Kabir taşında “Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize daima bağlı kalmış, ahiret gününün korkusu ile Cenabı Hakkı fasılasız düşünmekle geçen ömrünü daima büyük ceddi Gavs’ul Azâm’ın eserlerini payidar kılmaya harcamıştır. Süleyman ül Kadirinin oğlu Aliyyül Bağdadî (Kadiri) burada metfundur ” yazılıdır. Aliyyül Bağdadî (Kadiri) Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin neseb-i âlileri şu şekilde belirtilmektedir.

Eşşeyh Esseyyid Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu,

Seyyid Abdülaziz Kaddesallahu Sırruh neslinden,

Seyyid Zeynüddin-i Kebir Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Veliyüddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Nuruddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Hüsamüddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Muhammed Derviş Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Zeynüddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Mustafa Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Süleyman Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Aliyyül Bağdadî (Kadiri) Kaddesallahu Sırruh..”

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri adları tespit edilebilen üç halifesi vardır. Bunlar:

Urfa’lı Halil Hafız Kaddesallahu Sırruh,

Antep’li Mustafa Kaddesallahu Sırruh

Kövenk’li Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleridir

1. Urfalı Halil Hafız Kaddesallahu Sırruh hazretleri 1832 de doğmuştur. Babasının adı Müslim, annesinin adı Ümmühan’dır.1907 yılında vefat etmiştir.7 Şubat 1880 tarihinde Dede Efendindin vefatından üç yıl önce Mevlid-i Halil Camiine imama tayin edilmiştir

2. Antep’li Mustafa Kaddesallahu Sırruh hazretleri 1921 yılında, Hafız Halil Efendi’den on dört yıl sonra vefat etmiş aynı kabre defin olunmuştur. Bu zat vasıtası ile Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin yolu Antep’te intişar etmiştir

3. Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Elazığ’ın Kögenk Köyünde metfundur.(bakınız Hacı Ömer Baba Maddesine)

Cenabı Hak Hazretleri rütbe-i mübareklerini daha da aziz ve âli, himmet ve teveccühlerinden de ziyadesiyle hisseyab eyleye, amin!..

1. Karakaş,M.’Şanlıurfa Evliya ve Alimleri’, Şanlıurfa 1996, s.10-50

2. Bağdati İ.D.,’El Bazül Esheb’,Uluçınar Yay.İstanbul 1976 s.100-200

3. Sahiner,N.’Gaziantep’in Yok Edilen Camileri’,İstanbul 1995, s.51

4. Alpay,B.,’Şanlıurfa Şairleri’,Şanlıurfa 1986 ,s.70-110

5. Miftahul irşad 1993

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri 1821 yılında Harput’un Mürü (Yünlüce) köyünde doğdu. Babası İbrahim Efendi’dir. Lakapları Kaymakamzade diye söylenir. Çocukluk ve gençlik yıllarına ait yeterince bilgi edinemedik.

Genç yaşında gönüllü olarak Erzurum askerlik ocağına kaydoldu. Kısa bir zaman sonra da kır serdarlarının başına reis oldu.

Bu yıllarda askerlerine hoş ve safâlı davranır, onları rahat yerlerde yatıp kendisi de büyük düşman bildiği nefsiyle mücadeleye giriştiği için çakıl taşlarının üzerinde yatardı. Kaputunu başına çeker sabaha kadar Cenabı Hakk’a taat ve ibadette bulunur, durmadan ağlayıp Zikrullah ile meşgul olurdu. Hazreti Allah Celle Celaluhü hazretlerine sık sık şöyle dua ederdi:

—Ey ulu Rabbim! Senin merhametin sonsuz bir deryadır. Şu yatan kullarının hüzün ve kederlerini bertaraf eyle. Onların hüzün ve kederlerini ben mücrim kuluna kerem kıl…

Ey Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım! Onları ve cümle kullarını cevr ü cefadan uzak eyle. Bu kullarına her iki dünyanın iyiliklerini ve güzelliklerini lütuf ve ihsan eyle. İki cihanda da zevk ve sefâlar içinde yaşamalarını nasip eyle…”

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bir vazife münasebetiyle Erzincan’a gönderilir. O zamanlar Erzincan’da Terzi Baba Kaddesallahu Sırruh vardır ve halkın irşadıyla meşgul olmaktadır. Bu vesile ile onun sohbet ve vaazlarında bulunur.

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Bir gece rüya âleminde kendisine:

—Bu kadar zaman maddi paşalık yaptın. Biraz da manevî paşalık yapsan, olmaz mı, dîye hitap edilir.

Derhal Muhammed Vehbi Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin (Terzi Baba’nın) dergâhına gider, Rüyasını anlatır, intisap etmek istediğini söyler.

Terzi Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri:

—Evladım, senin nasibin halifemiz Arapkirli Ömer Nurani Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerindedir. Var ona git, der.

Ömer Nurani Baba (k.s.) Hazretlerinin Türbesi

Bu emir üzerine askerlik görevinden istifa edip Arapkir’in yollarına düşer. Şiddetli bir kışın hüküm sürmesi onu yolundan bir an bite döndürmez. Nihayet Arapkir’e varıp Ömer Baba’ya intisap eder. Böylece İlk olarak Tarik-ı Nakşî’ye şerefine mazhar olur.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri senelerce Ömer Nuranî Baba’nın sohbetlerine devam edip hizmetinde bulunda Onun feyiz ve himmetinden ziyadesiyle İstifade etti. Teveccühüne nail oldu.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh günlerden bir gün şeyhini ziyaret etmek maksadıyla Arapkir’e gitti. Yanına da şeyhine hediye etmek üzere bir çuval dolusu pamuk aldı.

Arapkirli Ömer Nuranî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, vaktiyle zengin bir tüccar iken her şeyini Allah yoluna sarf edip zaruret içine düşmüştü. O sıralarda, Ali Rıza Paşa’nın kardeşi olan hanımının çıkrık eğirerek ürettiği İplikleri satmak suretiyle geçinmektedir. Bunun İçin pamuk almasını İsteyerek onu bir hayli sıkıntıda bırakmıştı. Tam bu sırada Şeyhinin kapısına gelen Huda! Baba, onların konuşmasının bitmesi İçin uzun süre bekledi. Sonra dayanamayarak kapıyı vurdu ve içeri girdi, hediyesini takdim etti:

Evladım, o çuvalındaki nedir?

Efendim, belki lazım olur diye bir miktar pamuk getirdim, dedi, Arapkirli Ömer Nuranî Baba Kaddesallahu Sırruh:

Ya Ömer’im, sen Hızır mıydın ki, bana böyle yetiştin, deyip müridine teveccühte bulundu ve bir nazar etti. O teveccühün neşesiyle kendinden geçen Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Peygamberlerin cümlesiyle görüşüp Hazreti Peygamber Efendimizle pirinç pilavı yediğini gördü. Hazreti Peygamberimizin dua ve iltifatlarına mazhar oldu. Nice ali mertebeleri kat etti.

O anı Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri şöyle anlatıyor:

-“Bana öyle bir hal oldu ki, Efendim beni 124 bin Peygamberin ruhaniyetiyle bir anda görüştürdü. Cümlesi saçlıydı. Kiminin saçı sırtına, kimininki beline, kimininki de topuklarına kadar uzanıyordu. Sadece Hazreti İbrahim Aleyhisselam ve Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin saçları kısa idi.”

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bu hadiseden sonra bir müddet daha Şeyhi Arapkirli Ömer nurani Baba’ya hizmette bulundu

Günlerden bir gün yine Şeyhini görmek için Arapkir’e gitti. Fakat Şeyhi ona kapıyı açmadı. Ne kadar ısrar ettiyse de çare olmadı.

—Evlad, senin burada nasibin kalmadı. Git kendine başka bir yer bul.

— Hayır, Efendim, benim kapım bu eşiktir. Buradan başka bir yere gidemem.

Hüdâî Baba, Şeyhinin eşiğine kapandı, yalvardı, yakardı. Bu hale dayanamayan Arapkirli Ömer Nuranî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri onu içeri alıp dedi ki:

– Evlad, artık benim sana yapabileceğim bir şey yoktur. Ben seni getirebileceğim yere kadar getirdim. Buradan öteye seni ancak Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri götürür. Artık var git nasibini Urfa’da ara.

Böylece onun, Meşâyıhı Kadiriye’den Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine gitmesi gerektiğini, geri kalan manevî tahsilinin o’nun tarafından İkmal edileceğini işaret ve tavsiyede bulundu.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bu tavsiye Üzerine derhal Urfa’nın yolunu tuttu: Urfa’da ise Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Hüdâî Baba’nın gelmesini beklemektedir.

Urfa’da İse Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri kendisine hizmet eden müridi alarak Arapkir tarafındaki kapılardan birinde beklemeye başladı. Müridine de “şu tipte birisi gelecek; onu başına haber ver” dedi. Nihayet beklenen kişi karşıdan göründü. Dede Efendi ayağa kalkarak:

– Ömer, diye seslendi.

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh iltifat etmedi. Bunun Üzerine Dede Efendi:

– Ömer Nurani Baba’nın dediğini unuttun mu? dedi. Bu sözü duyan Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri gelip Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin elini Öptü ve teslim oldu…

Bir müddet sonra Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Hüdâî Baba’yı hacca gönderdi. Halep, Şam, Hicaz civarlarında uzun bir zaman Borlu Kuddûsî Baba ile beraber seyahat ettiler.

Hacı Ömer Hüdâî Baba (k.s.) Hazretlerinin Sancağı

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Hac farizasını ifa etmek için Arafat dağında bulunduğu sıralarda bir gece rüyasında Hazret-i Fatıma validemizi gördü:

– Ey Ömer, git de babam Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kabristanından akan rahmet suyundan iç, ellerini, yüzünü yıka…

– Ey Nebiyi Zişan’ın kızı!.. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kabristanında rahmet suyu yoktur ki İçeyim.

Hacı Ömer Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin elinden tutan Fatıma Radıyallahu anha validemiz onu doğruca babası Fahr-i Kâinat Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kabri saadetlerine götürdü.

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh türbeye girince hayretler içinde kaldı. Çünkü Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kabrinin mübarek ayakları dibinde nûranî bir su akıyor, bakanların gözlerini kamaştırıyordu. Fatımâ validemiz hemen eğilip avuçladığı suyu Hüdâî Baba’ya içirdi. O’nun ellerini yüzünü yıkadı.

Sonra:

—Yavrum, Ömer… Nasibini aldın, dedi. Ortadan kayboldu. Aynı anda birden bire uyanan Hacı Ömer Hüdâî Baba, vücudunun tamamen titrediğini, İçinin ferahlamış olduğunu, dilinin “Allah” esmasını zikrettiğini gördü.

………………………………………………………

Günlerden bir gün büyük bir âlimin Mekke’ye geldiğini, Kâbe’de halka vaaz ettiğini duydu. Akın akın o tarafa giden halka karıştı. Beytullah’a gitti. Gürdü ki, hakikaten de çok büyük bir âlim o kadar güze! Vaaz ediyordu ki dinleyenler coşkunluk içindeydiler. Kimisi ağlıyor, kimisi kendinden geçmiş, kimisi de baygın bir haldeydi. Avam tabakasındaki halktan, yukarılara doğru âlimler, şeyhler ve şehir eşrafı o büyük âlimi dinlemek İçin Kâbe’de bulunuyorlardı. Yüzü yeşil bir nikapla örtülü olan âlim zat, gittikçe coştu, halkı da o derece coşturdu.

Sohbetin ardından Beytullah’ta bulunanların cümlesi o kadri yüce zata intisap ettiler. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh ise bir köşeye çekilmiş, hiç sesini çıkarmadan duruyordu. O’nun bu hal sohbet eden zât tarafından anlaşılmış olacak ki, Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’ne yaklaşıp:

– Ey asasına dayanmış olan kişi! Seni tek kanatlı bir kus gibi görüyorum. Bana biat edersen, seni çift kanatlı kuş yaparım, diye manidar bir sual yöneltti, Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hiç tahmin etmediği bir anda kendisine yöneltilen bu suale karşılık birdenbire durakladı. Sonra kendini toplayıp tanımadığı bu zata şöyle cevap verdi:

– Efendim, benim de sizin gibi bir sultanım var. O beni layık olursam, isterse alî eder, İsterse zelil eder. Size karşı bir kusur işlediysem affedip beni mazur görün. Bana dua buyurun yeter.

Bu sadıkane cevap üzerine Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri yüzündeki nikabı kaldırdı. Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh İse, bu kadri yüce insanın kendi şeyhi olduğunu görünce hepten şaşırıp kaldı. Ziyadesiyle memnun ve mesrur oldu

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de, müridinin bu sadıkane teslimiyeti ve bağlılığı Üzerine O’na teveccüh edip nazar buyurdu. Nice manevî mertebelerden geçirip O’nu maksûduna eriştirdi.

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri için şöyle derdi:

—Zahiren gözleri görmezdi ama manen müminlerin hallerini sezer, onların durumlarını bilirdi. O devrinin kutbu idi.”

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, şeyhinin vefatından sonra irşad makamıyla vazifelendirildi. Çok sayıda halifesi, sayılamayacak kadar müridi oldu. Anadolu’da ve dünyanın değişik yerlerinde Tarikat-ı Âliye’yi neşrettiler.

…………………………………………………

Şeyh Hazretleri Zikrullah yaptırırken bazen mazhar(def) çaldırır, zikri onunla birlikte yaptırırdı. Bu hadiseyi duyan belde halkı laf ederdi. Bu durumu bebe müftüsü Beyzade Efendi’ye şikâyet ettiler.

Bu vesileyle günlerden bir gün Müftü Efendi, Hüdâî Baba’yı uyarmak, güyâ o’nu irşâd etmek maksadıyla şehre davet etti. Baba Hazretleri şehre vasıl olup müftünün evine gider. Bakar ki Müftü Efendi namaz kılıyor. Selam verip bir köşeye oturur. Müftü Efendi namazı bitirdikten sonra Hüdâî Baba’ya dönüp;

Siz kimsiniz, diye sorar. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de:

Ben sizin dümbelekçi dediğiniz şeyhim, diye cevap verir.

Müftü:

Namaz kılan adama ancak senin gibi birisi selam verir, diye hakarete yeltenince Hazreti Şeyh, Müftü’ye şöyle cevap verir:

Müftü Efendi, sürü otlatıp koyunları saymak namaz mıdır?

Namazda iken koyunlarını hatırından geçiren Müftü, yaptığı kusurdan müteessir olarak af diler, Hazret-i Şeyh’e hürmette bulunur.

………………………………………………………

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri İmam Bedrettin Efendi’yi getirterek aralarında şöyle bir vazife taksiminde bulunur:

—İmam Efendi, sen hoca ve müezzinlerle, okumuş yazmış olanlarla ilgilen. Onların dilinden sen anlarsın. Eşraftan olan zenginlerle, varlıklı ve mevki sahipleriyle de bu efendi meşgul olsun. Onları da ancak bu irşad eder. Bize de Ümmet-i Muhammed’in fakir ve günahkarları, hey gazileri, kalender meşrep olanları kalsın. Onlarla da biz uğraşalım.

Hakikaten de Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin halife ve müridlerinin ekseriyeti zikredilen İnsanlardan müteşekkildi. Hatta o devirde Elazığ ve çevresinde Hamza namıyla meşhur ve halkın fevkalade korktuğu bir eşkıya vardır ki, İlginç bir hadiseden sonra Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine intisap etmiş ve o’nun seçkin halifelerinden olmak şerefini kazanmıştır.

Şöyle ki:

Hamza Baba, namlı bir eşkıya iken devamlı soygun yapmakla uğraşırdı. Günlerden bir gün Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerini soymaya karar verdi. Karanlık bastırınca bahçeye girdi. Tam bahçenin ortasına gelince ayakları birdenbire tutulur. Ne kadar uğraştıysa bir türlü ayaklarını hareket ettiremedi. Bir de bu esnada öyle bir aksırık nöbetine yakalandı ki, mani olmak için ne kadar gayret sarf ettiyse yine de engel olamadı, birdenbire akardı. Hemen ardından da Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin sesini duydu:

Hamza, gel!.. Biz aldığımızı vermeyiz. Verdiğimizi de almayız.

Baba, silahı bırakıp da mı geleyim, yoksa alıp da mı geleyim, deyince Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri cevaben şöyle buyurdular:

Al gel evladım, al gel; onun da lazım olacağı zamanlar olur.

………………………………………………………

Hacı Ömer Hüdâî Baba (k.s.) Hazretlerinin Tac-ı Şerifi

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin sayılamayacak kadar müridi ve kendinden sonra tarikini neşreden altmış tane mümtaz halifesi vardı.bu halifelerden bazıları şunlardır:

1. Ahmet Visali Kaddesallahu Sırruh

2. Kürklü Hacı Muhammed Kaddesallahu Sırruh

3. Göllü Mustafa Kaddesallahu Sırruh

4. Hamza Kaddesallahu Sırruh ,

5. Sükrü Kaddesallahu Sırruh ,

6. Muharrem Hilmi Kaddesallahu Sırruh ,

7. Tepecikli Mehmet Kaddesallahu Sırruh ,

8. Perçençli Mehmet Kaddesallahu Sırruh ,

9. Boranlı Abdullah Kaddesallahu Sırruh ,

10. İzolulu Muhammed Emin Kaddesallahu Sırruh hazretleridir

Bunlardan biri de eş-Şeyh es-Seyyid Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Muhammed Baba, Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’ne intisap ettikten sonra, o’nun muhabbetine ve teveccühüne nail oldu. Hüdâî Baba’nın o’na olan muhabbetini çekemeyen bazı müridanı:

– Baba Hazretleri, bu adamda ne buluyor ki, o’nu böyle fazla seviyor, diye söylenirlerdi. Onların bu hali Hüdâî Baba’ya malum oldu. Bunun sebebini onlara göstermek için bir gün hepsini evine davet etti. Ellerine birer kürek vererek Tekkenin önündeki bahçede biraz çalışmalarını söyledi.

Kimi elindeki kürekle, kimi de kazmayla bir ark açıyorlardı. Birden Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh güldü.

• Söyleyin bakalım niçin güldüğümü? dedi. Hiç birinden cevap çıkmadı.

Kürdoğlu, sen söyle diyince Hacı Muhammed Baba:

Efendim, bizim küreklerle attığımız toprakların Habeşistan’da cihad eden Müslüman askerlere siper olduğunu görüyorum, cevabını verdi.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri diğerlerine dönerek:

Niçin o’nu daha fazla sevdiğimi şimdi anladınız mı, dedi.

…………………………………………………………

Şeyh Hazretleri’nin Muharrem Hilmi Efendi İsminde bir arif müridi vardı. Bu zat Harput’ta müezzinlik yapar, ilim tahsilinde bulunurdu. Bir gün Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin Harput’a geldiğini öğrenince gidip o’na intisap etti. Sohbetiyle ve feyziyle şeref buldu. Şeyh Hazretleri şehirden ayrılırken Muharrem Hilmi Efendi:

– Efendim, mekânınızı bize söyleseniz. Bazı zamanlar sizi görmek için gelmeyi arzu ederiz, diye maruzatta bulundu. Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de cevaben buyurdular ki:

— Evlad, biz müridimizi istediğimiz zaman kalbine bir çengel takar çeker getiririz. Gerisine lüzum yoktur.

Bir müddet sonra Muharrem Hilmi Efendi’nin gönlüne Şeyhinin aşk ve muhabbeti öyle düştü ki, yolu izi ve adresi bilmediği halde Elazığ’ın yollanıra düştü. Köğenk’e gelince Hazret-i Şeyh’in evini sorup öğrendi, o tarafa yöneldi. Bir de baktı ki, efendisi bahçenin önüne çıkmış yolu bekliyor. Yanına gelince Hazret-i Şeyh o’na manidar bir hitap ile şöyle buyurur;

—Evlad, ben sana istediğim zaman çeker getiririm diye söylememiş miydim?

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Hacı Ömer Hüdâî Baba (k.s.) Hazretlerinin Kabr-i Şerifi

Hüdâi Baba Hazretleri’nin “Hüdâî mahlasıyla arifane ve âşıkane söylediği şiirler pek meşhurdur. Müridânından Muharrem Hilmi Efendi, Hazreti Şeyh’in şiirlerini “Divan-ı Hüdâî” ismiyle bir araya toplamıştır. Hazreti Şeyh, bir kurban bayramı üzeri 85 yaşlarında olduğu halde vefat ey­ledi, (rûmi: 1321, m: 1905).

Eş-Şeyh Es-Seyyid HACI Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin mübarek kabri saadetleri halen Elazığ’ın Köğenk (GÜNTAŞI) köyündedir. Torunları türbesinin korunmasıyla İlgilenmekte ve gelen giden ziyaretçileri layıkıyla ağırlamaya çalışmaktadırlar. Son zamanlarda Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh vakfı çalışmaları da ya­pılmaktadır. Mübarek makamları ziyarete açıktır.

Cenabı Hak sırrını aziz kılıp mübarek makamlarını daha da &lf eylesin. Himmet ve şefaatlerinden mahrum eylemesin. Amin…

1. Muharrem Hilmi,Divan-ı Sırri, Ns.S.Ates,Yeni Ufuklar Nesriyat, İstanbul

2. Muharrem Hilmi,Makamat-ı ezkar-ı ilahiye lissalikittarikatil Kadiriyye, Ns.S.Ates.,Pars Matb., Ankara

3. Günerkan AYDOĞMUŞ’. Harput Kültüründe DİN ALİMLERİ

4. Miftahul İrşad

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI MUHAMMED BABA KÜRKÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Elazığ’ın Hazar gölü kenarındaki Kürk köyünde doğdu. O bölgede kendilerine Gafur oğulları denmektedir. Mübarek hayatlarının ilk zamanlan hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri ile nerede ve ne zaman tanıştıkları da pek bilinmiyor.

Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, kendi köyündeki gayrı menkulü satarak manen olduğu gibi zahiren de Şeyhine yakın olmak için Köğenk’e taşınmayı arzu eder. Bu talebi Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri tarafından da kabul edilir. Kendisine Köğenk’te bir parça da arazi satın alınır. Böylece oraya, şeyhinin daha yakınına yerleşir.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin sohbetine devam edip mümtaz halifelerinden olur. Uzun seneler şeyhinin yakın hizmetinde bulunur.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri fani dünyadan baki âleme teşrif buyurduktan sonra kendisinin manevî hal ve derecesine hiç kimse ulaşamayınca Kurbiyetu’l-Kübra makamı Yemen’de bulunan bir şeyh-i kâmile nasip olur. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin halife ve müridanının eski neşe ve feyizli halleri kalmadı.

Bunun üzerine Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine Medine-i Münevvere’ye gidip Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ziyaret etmesini ve hizmetinde bulunmasını emir ve işaret eder. Bu manevî emir ve tavsiye üzerine Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri derhal Medine’ye gider. Orada yedi yıl kadar mücavir olarak kalır.

Bir gün Ravza-i mutahharaya vasıl olup Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize:

— Bana ya şeyhimin makamını verin, ya da canımı alın, diye arz-ı meram ederek istirhamda bulunup şefaatlerine sığınır. Nihayet Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin lütuf ve keremi, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şefaat ve teveccühleri, Pirimiz Mahbubu-ı Subhanî Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin ve silsile-i meşayıh-i kiram efendilerimizin himmet ve duaları bereketi ile Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin makam-ı âlileri Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine ihsan edilir.

Bir müddet sonra Köğenk’e dönmesi manen İşaret olur.

Bunun Üzerine Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Köğenk’e gelip Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin postuna oturup İrşad makamına geçti. Onun makam-ı İrşada oturmasını hoş karşılamayan diğer halifeler toplanıp onu makamından tard etmek, posttan kaldırmak İstediler:

– Hüdâî Baba’nın bir tek halifesi sen misin ki, gelip buraya oturdun. Bu hakkı nereden aldın; sen kendini ne zannediyorsun, gibi sözler sarf ettiler.

Ne kadar uğraştıysalar da muvaffak olamadılar.

Yine böyle bir zamanda Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri gayet celalli bir halde onlara şöyle der:

– Kuvvetiniz ve kudretiniz varsa kaldırın beni buradan. Manevî kuvvetiniz varsa, işte ben hazırım, kesin. Sonra da diriltin, diriltebilirseniz. Şayet buna muktedir değilseniz, gelin, ben kesip sonra da dirilteyim!..

O esnada müridandan bazılarına Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin makamı malum oldu. Boyun eğip tasdik ettiler.

Bu hadiseden sonra bir daha da kimse gelip kendisini rahatsız etmedi. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin müridânının cümlesi kabul edip rızalık gösterdiler.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri der ki:

Hacı Muhammed Baba (k.s.)Hazretlerinin evi

– Bir sebepten dolayı Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleriyle beraber bir yere gidiyorduk. Giderken birden durdu, bir tarlaya girdi. Bîr avuç arpa başağı alıp elinde iyice öğüttü. Sonra da “Ya Allah” deyip elindeki ekin kılçıklarını üfledi. Saman parçaları da uçup gözden kayboldular.

Kocatepe-Haymana Harbinin devam ettiği zamanlardı. Ertesi günkü gazetelerde, Kocatepe-Haymana’daki düşman askerlerinin gözlerine ekin kılçıklarının battığı, düşmanın heder olduğu yazılıydı.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin şöyle buyurduğunu naklediyor:

-Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri ile aramda bulunan yetmiş üç bin perdenin yetmiş iki binini Bi-iznillahi Teala kaldırdım. Birisinin de ibiklerini topladım.”

Bazen Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine sıtmaya müptela olan hastaları getirirler, şifa bulması için Hazreti Allah’a dua etmesini isterlerdi. Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de gelen adamlara; Saçının dalından bir kıl koparıp verir, onlarda suya koyup içince sıtma hastalığından kurtulurlardı.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri diyor ki:

– Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleriyle Diyarbakır’dan dönerken bir köye uğradık. Orada bulunan köylülerden birisi Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine gelerek:

– Efendim, hanımım ölüm döşeğinde hasta yatıyor. Ölürse çoluk çocuğum Öksüz kalır. Dua buyurun da hastalığından şifa bulsun, diye arz-ı meramda bulundu.

Bunun üzerine Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri hastanın kulağına bazı şeyler okudu.

Köyden ayrılıp epey bir müddet gittikten sonra Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri birdenbire durdu:

– Eksik ettik Hayri! Kadıncağızın ömrü ziyâde oldu ama onun İçin rızık talebinde bulunmadık, Yaşar fakat rızık olarak hiç bir şeyden istifade edemez, dedi ve beni kadının kulağına bir şeyler okumam için köye geri yolladı.

Baba, ne okuyayım, diye sordum.

Aklına ne gelirse onu oku, dedi. Ben de gittim. Ya Rabbi, bu kadının rızkını temin buyur, diye dua ettim. Bir de şifâ ayeti okudum. Babanın yanına geldiğim zaman şöyle buyurdu:

İşte İş şimdi tamam oldu. Bundan böyle hem yaşar, hem de rızkından istifade eder.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri diyor ki:

Bir gün Elazığ’a yayan gittim. Ayaklarım şişti. Bunu gören arkadaşlar:

Senin bu halin nedir, dediler. Ben de:

At üstünde gezmiş adamım. Bu şeyhte kuvve-i kudsiyye olmasa bu hale gelir miydin, derken Şeyh Hazretleri arkamdan seslendi:

Sen, seni mi geliyor sanıyorsun. Biz nazar ediyoruz da geliyorsun, dedi ve ilave etti:

Hanımlarınızı sevdiğiniz kadar bizi sevseniz, sizi Allah’a ulaştırırım…

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI MUHAMMED BABA KÜRKÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Hacı Muhammed Baba (k.s.)Hazretlerinin Türbe-i Saadetleri

Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri H.1348/M.1929 yılında dar-ı bekaya vuslat etmişlerdir. Kendinden sonra irşad makamına Hacı Mustafa Hayri Baba Malatyevi Kaddesallahu Sırruh hazretleri geçmiştir. Köğenk’te mürşidinin yanı basında bulunan nurlu kabirleri, ask ve muhabbet erbabının ziyaretgâhıdır. Ariflerin kâmillerinden ve Kadiriye’nin önde gelen mürşitlerinden olan Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Pir Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin irfan bahçesinde yetişmiş bir gül-i rana idi. O da, mürşidi Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri gibi on iki tasavvuf yolundan da irşad makamını ahz etmişti. O’nu koklayan Allah âşıkları, nurlu meclislerine can atıp, O Hazretin hakikat kokusundan zevk almış ve sermest olmuşlardır. Kabirlerinin yanındaki kitabede;

“Saadetle gelen gelsin bu dergâh-ı refi’ sana

Maarif şem’ini yaksın, bu lazımdır her insana “

yazılıdır. Cenâbı Hak makamlarını daha da ali eyleyip himmet ve teveccühlerinden ayırmaya, amin!..

1-Miftahul irşad 1993

2-Makalat Ömer Necati 1986

3- Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin Müridleriyle yapılan röportajlardan da yaralanılmıştır.

SA’İD BİN MÜBAREK ALİYYÜ’L-MAHZUMİYYÜ’L-BAĞDADİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri, evliyanın ve bütün ilimlerde söz sahibi olan imamların büyüklerinden. Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib Radıyallahu anh Hazretleri’nin evladından olduğu için Seyyid’dir. Irak’ın Nehr-ül Melik kasabalarından biri olan Kaylaviye’de doğdu. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin lakabları “Mübarek Mahzumu”dur. İsimleri “Ebu Said el Mübarek” tir.

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin sıfatlarından bilgi sahibi kerametleri görülen bir zat idi. Doğduğu yerde zahiri ilimleri çeşitli âlimlerden öğrendi ve zamanının bir tanesi oldu.

SA’İD BİN MÜBAREK ALİYYÜ’L-MAHZUMİYYÜ’L-BAĞDADİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri, evliyanın büyüklerinden olan Aliyyül Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin manevi sohbetlerine can attı ve kendini bu takva okuluna kaptırdı. Aliyyül Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin manevi sohbetlerinden çok istifade etti ve tarikatı telkin alıp çok kısa zamanda çok mesafeler kat etti ve takva okulunda nice susayanlara yol gösterdi. Yolda kalmışlara önderlik yapıp çok derviş yetiştirdi.

SA’İD BİN MÜBAREK ALİYYÜ’L-MAHZUMİYYÜ’L-BAĞDADİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN VEFATI

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri şu dünyaya gelişinin gayesini en güzel şekilde yerine getirmenin bahtiyarlığına erdi. Nihayet Hicret-i Nebeviyye’nin 557. (M. 1162) senesinde Irak’ın Nehr-ül Melik kasabasında dünyaya veda edip vefat etti. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri şefaatlerinden, al-i himmet ve nazarlarından ayırıp mahrum etmesin. (AMİN)

SA’İD BİN MÜBAREK ALİYYÜ’L-MAHZUMİYYÜ’L-BAĞDADİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Hızır Aleyhisselam ile görüşürdü. Aynı zamanda zamanının bir tanesi olan Arifler kutbu, gelmiş ve gelecek evliyanın baş tacı, kıyamete kadar veliler şahı olan Pir Abdûlkâdir-i Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin üstadı idi. Gavs’ul Azam Abdûlkâdir-i Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerine çok hürmet eder ve edebli davranırdı ve derdi ki: “Abdûlkâdir-i Geylânî Kaddesallahu Sırruh benden bir hırka alıp giymiştir. Ben de O’ndan hırka alıp giydim. Biz, daima birbirimizden hırka alıp giyerdik.” buyurarak alçak gönüllülüğünü beyan eyledi.

……………………………………

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri hayatının tamamını takva ve tasavvuf yoluna adadı. Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri bir gün konuşmasını tarikatın yüksek dereceleri üzerine yapmıştı. Sohbetinde bulunanlar O’nun bu konuşmasını tam anlayamadılar ve itirazlarda bulundular. Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri izin isteyip bir ilâhi okudu. Bu ilâhiyi dinleyen Pir Abdûlkâdir-i Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri oturduğu yerde birden vecde (cezbeye) gelip Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin izniyle havada uçmaya başladı. Orada oturanlar hayretler içinde kaldılar ve arkasından gittiler. Seyyid Abdûlkâdir-i Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’ni medresede buldular.

……………………………………

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri bir gün abdest alacaktı. Dervişlerinden Ebü’l Hasen Ali el Küreşi Rahmetullahi aleyh hazretleri kendisine ibrik götürüyordu. İbrik birden elinden düşüp parçalandı. Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri çok telaşlanan dervişine şefkatle bakarak, yerdeki ibriğin parçasını eline alır almaz, diğer parçaları ona yapışmış gördüler. Hatta içi su ile dolu idi.

……………………………………

Yine bir defasında kıra gitti. Öğle vakti olduğunda Kıbleye yönelerek Ezan okumaya başladı. “Allahü ekber” dediğinde, tekbirin heybetinden yer sarsıldı.

……………………………………

Bir gün Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin huzuruna iki sandık getirdiler. O sırada dervişlerine ders veriyordu. Sözünü yarıda kesip gelenlere: “Sizler Eshab-ı Kiram’a dil uzatan, haklarında kötü sözler söyleyen kimselersiniz. Bu sandığın içindekilerle beni imtihan etmek için geldiniz.” dedi. Kürsüden inip sandıkların yanına geldi. Birinin kapağını açtığında içinde bir çocuğun oturmakta olduğu görüldü. Çocuğun elinden tutup: “Kalk! Deyince çocuk içinden fırlayıp dışarıda koşmaya başladı. Diğer sandığın ağzını açtığında onunda içinde bir çocuğun olduğu görüldü. O çocuğun alnına parmağını dokundurup “topal ol” dedi. Çocuk dışarı çıktığında topallayarak yürüdüğü görüldü. Çocuğu getirenler hayretler içinde dona kaldılar. Çünkü önceki sepete topal bir çocuk diğerine de sağlam bir çocuk koymuşlardı. Topal olan çocuk sağlam, sağlam olan da topal olmuştu. Onlar bu hali görünce derhal tevbe ettiler ve dediler ki: “Yemin ederiz ki, bu çocukların durumlarını Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nden başka kimse bilmiyordu.”

……………………………………

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin dualarını Cenab-ı Hak Celle Celaluhü Hazretleri kabul eylerdi. Çok hasta olan bir kimseyi ziyaret etse hasta sıhhate kavuşur iyileşirdi. Bir kimseye şefkatle baksa o şahıs kötü ahlaklı bile olsa Salih bir Müslüman olurdu. Vefatı anında oğlu Said: “Babacığım, bana vasiyet eder misin?” dedi. O da oğluna: “Evladım! Abdûlkâdir-i Geylânî’ye karşı çok hürmetli ol.” buyurdu. Orada bulunan âlimlerden Muhammed El Medini Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Ey Efendim! Abdûlkâdir-i Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin halinden bize anlatır mısınız?” dedi. O da: “O bu zamandaki evliyanın çiçeğidir. Yeryüzündeki insanların Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ne en yakın ve O’na en sevimli olanıdır.” buyurdu.

……………………………………

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyurdu ki: “Velinin kalbinde dünya malına karşı hiçbir muhabbet olmamalı, kalbi bütün kötü huylardan temizlenmelidir, hiç kimse ile münakaşa etmemeli, herkesle hoş geçinmelidir. Elinde olanları muhtaçlara verip, onlara hizmeti ganimet bilmelidir.”1

……………………………………

Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri bir gün çölde kaldığını, acıktığını anlatıyor. “Nefsim beni Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden yemek istemeye teşvik etti. Ona şöyle dedim: ‘Ey nefis, bu hal tevekkül sahiplerinin edebine uymaz.’ Bunun üzerine bana şöyle dedi: ‘Öyle ise O’ndan sabır iste.’ Bu aklıma yattı. Yapmak istedim, bunun üzerine şiir halinde bana: ‘O bilmiyor mu ki biz ondan daha yakınız. Muhakkak bize geleni yolda bırakmayız. Ebu Said el Mübarek Mahzumiyyü’l-Bağdadi Rahmetullahi aleyh sabır edinmeyi arzuluyor, sanki yaratan onu ne görüyor ne biliyor.’ dendi.”2

1-İslam Ansiklopedisi 6.C. S.215

2-Onların Alemi S.192

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

EBU’L-BEREKÂT ALİ BİN YUSUF UL-KUREYŞİYYÜ’L-HAKKÂRÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Irak ve Doğu Anadolu evliyasının büyüklerinden, künyesi “Ebu’l-Berekât” olup ismi “Ali Kureyşiyyü’l-Hakkâri”dir. Aslen Lübnan’da Baalbek yakınlarında Beyt-i Far beldesinde doğdu. İlim aşkıyla yanan bir ailenin evladı olan Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri küçük yaşta yüksek ilim sahibi âlimlerin meclislerine devam etti. Gençliğinin baharında kalbi ilimle ve Allah Teâla’nın aşkı ile doldu.

EBU’L-BEREKÂT ALİ BİN YUSUF UL-KUREYŞİYYÜ’L-HAKKÂRİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Tasavvufta en yüksek dereceler sahibi olan Ebül Ferec Yusuf Et-Tarsûsî Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin meclisine can atıp Tarikatı telkin aldı ve doğu evliyasının birçoklarına kavuşup görüştü. Yüce makamlara üstün ahlâk ve davranışlara sahip oldu. Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ne yakın olmaktan bahsedilince sözü O (RA) alır, velayetin üstünlük ve hükümleri O’nun dilinden dinlenirdi. O Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Ölü kalpleri diriltmek, karanlık gönülleri aydınlatmak, hikmetli sözleri söylemek, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kullarını yetiştirmek için vazifelendirilen bir kimseydi.

Hakkâri gibi dağlık ve sert kış şartlarına sahip bir memlekette hizmet edip yüksek makamlara ulaştı. Üstünlükleri dillere destan oldu. Sevgisi gönüllerde yeşermeye başladı ve nice insanları bahtiyarlar katarına dahil etti. O zühd ve takvada eşsiz dünyaya kıymet vermez, Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin rızasına muhalif hiçbir söz ve harekette bulunmazdı. Tevazu ve kerametler sahibi akıl ve zekada üstün bir kimse idi. O değil haram ve şüphelilerin yanından geçmek, helalden kullandığı şeylerin hesabını nasıl vereceğini düşünürdü. Mubahları, yaşamak için zaruri olduğu miktarda kullanırdı. Doğu evliya ve ulemasının birçoğu onun ilim ve feyizlerinden istifade etti. Salih kimseler O’nun meclislerinde bulundular.

EBU’L-BEREKÂT ALİ BİN YUSUF UL-KUREYŞİYYÜ’L-HAKKÂRİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN VEFATI

Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Hakkâri’de vefat etti. Doğum ve vefat tarihlerine rastlanmamıştır. Vefat tarihi olarak 13. yüzyılın sonları olabilmesi ihtimali rivayetler arasındadır. Amcasının inşa ettirdiği ve kendisinin ders verdiği zaviyeye defnedildi. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bizi şefaatlerinden, al-i himmetlerinden mahrum etmesin. (ÂMİN)

EBU’L-BEREKÂT ALİ BİN YUSUF UL-KUREYŞİYYÜ’L-HAKKÂRİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Dostlarından Ebü’l-Feth Nasr bin Rıdvân anlatır: “Bir ilkbahar günü Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, talebeleri ve birçok Allah dostu da olduğu hâlde, zaviyeden çıkıp dağa doğru tırmandılar. İçlerinden biri, ‘Bugün canımız ne kadar da nar istiyor. Acı tatlı fark etmez.” dedi. Daha sözünü bitirmeye fırsat kalmadan, etraftaki meşe ağaçları narla doldu. Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri, narları toplayıp yemelerini söyledi. Toplayıp yediler. Sonra zaviyeye döndüler. Bir saat sonra hocalarından ayrılan bir grup talebe biraz önce nar yedikleri yere gittiler. Ağaçlarda narın eseri bile yoktu.”

……………………………………

Talebelerinden Nasrullah bin Ali Humeydî, bir gün yüksekçe bir dağın tepesine yakın bir yerinde yürüyordu. Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri de dağın eteğinde oturuyordu. Birden bir rüzgâr çıktı. Nasrullah bin Ali’yi rüzgâr önüne katıp, dengesini kaybettirdi. Yuvarlanmaya başladı Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri rüzgarın dinmesi için dua etti. O anda rüzgâr dindi ve Nasrullah da bulunduğu vaziyette kıpırdayamadan durdu. Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri rüzgâra emredip, Nasrullah’ı aldığı yere bırakmasını söyledi. Allah-ü Teala’nın izni ile rüzgâr onun bu emrini hemen yerine getirdi.

……………………………………

Ebü’l fadl Meali bin Temimi Musuli anlatir: “Yedi sene Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne hizmet ettim. Bir gün yemek yedikten sonra elini yıkıyor bende su döküyordum. Bana ‘Istediğin bir şey var mı?’ diye sual buyurunca ‘Evet duanız bereketiyle Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek isterim.’ dedim. O da Allah-ü Teâlâ Hazretleri sana kolaylık versin, her uzağı yakın etsin. Kur’an-i Kerim’i ezberlemekte yardımcın olsun.’ diye dua etti. Ondan sonra Kur’an-i Kerim’i kısa zamanda hıfzettim. Allah-ü Teâlâ Hazretleri O’nun duası bereketiyle bana uzak olan yer yakın, güç olan şeyleri de kolay eyledi.”

……………………………………

Ariflerden Carullah Ebu Hafs Ömer bin Muhammed Magribi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatır: “Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin tasarrufları açık, kerametleri çok, devamlı Allah-ü Teâlâ Hazretleri ile beraber halka karşı çok merhametli, insanları kırmayan bir hali vardı. Bu haller O’nun huyu olmuştu. Bir gün Lahis köyündeki zaviyesinde sohbetiyle şereflenmekteyim. Yufka içinde kızarmış koyun eti yemek hatırımdan geçti. Çok geçmedi ki bir aslan, ağzında durulmuş yufka ekmekle kapıdan girdi. Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne doğru yürüdü. Aliyyü’l-Hakkâri Rahmetullahi aleyh Hazretleri beni gösterdi. Aslan da getirip benim önüme koydu ve gitti.”

……………………………………

1-İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 178.

2- Hadîkatü’l-Evliyâ / Velîler Bahçesi, Hocazâde Ahmed Hilmî.

3-Tezkiretü’l-Evliyâ, Ferîdüddîn-i Attar.

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

EBU’L-FERAC YÛSUF ET-TARSÛSÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Evliyanın büyüklerinden olan Ebu’l-Ferrâh Mehmed Tarsûsî Rahmetullahi aleyh Hazretlerinin künyesi “Ebu’l-Ferac Yûsuf et-Tarsûsî”dir. Ebu’l-Ferrâh Hazretlerinin doğum tarihi ve doğum yeri kaynaklarda bildirilmemektedir. Hicrî 3 Şaban 447 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir.

Ebu’l-Ferac Yûsuf et-Tarsûsî Rahmetullahi aleyh Hazretleri zamanın büyük âlimlerinden ilim tahsil etti. İyiliksever, güzel huylu ve güzel görünüşlü bir zat idi. Zamanının bir tanesi idi. Karşılaştığı kimselere çok mütevazı davranırdı. Arkadaşlarından veya dervişlerinden birinde uygun olmayan bir davranış görse, onu tatlı bir şekilde ikaz eder ve bu işi yapmasına mani olurdu.

EBU’L-FERAC YÛSUF ET-TARSÛSÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Ebu’l-Ferac Yûsuf et-Tarsûsî Rahmetullahi aleyh Hazretleri, tarikat ilmini Abdulvâhid bin Abdülazîz et-Temîmî’den ve Şeyh İzzeddîn Ahmed Fârusî’den aldı. Ebu’l-Ferac Yûsuf et-Tarsûsî Rahmetullahi aleyh Hazretlerinin ilminden zahiren ve manen birçok kimseler istifade etti ve nice yolda kalmışlara mana yolunda ışık tuttu. Manevî yolda nice susuzları suya kandırdı. Birçok kerametleri görülmüştür.

EBU’L-FERAC YÛSUF ET-TARSÛSÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN VEFATI

Ebu’l-Ferac Yûsuf et-Tarsûsî Rahmetullahi aleyh hazretleri dalalette kalmış insanları yaklaşık elli beş sene hakka davet edip hizmet etti. Nice dalalette kalanlara önderlik yaptı. Nihayet şu köhne dünyadaki imtihanını en güzel şekilde verip gayeyi de yerine getirmenin Bahtiyarlığı ile fani âleme veda ederek Bağdat’ta vefat etti. Büyük bir kalabalık yarenleriyle bugünkü kabristanına defnedildi. Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri bizi şefaatlerinden, al-i himmet nazar ve muhabbetlerinden ayırıp mahrum etmesin. (AMÎN)

EBU’L-FERAC YÛSUF ET-TARSÛSÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Ebu’l-Ferac Yûsuf et-Tarsûsî Rahmetullahi aleyh Hazretleri, insanlara daima doğru yolu gösteren, dinin emir ve yasaklarını anlatan büyük bir âlim idi. Kelime-i Tevhîd ve Kelime-i Şahâdet ile, tebessüm ederek vefat etti.

Buyurdu ki: “Ey Kardeşim! Himmetini kendini yakmak için harcamaktan, hevâ ve hevesinin dalgaları arasında kalarak kendini boğmaktan çok sakın. Nefsine karşı Allah Teâla Hazretleri’nden kork. Nefsine karşı hazırlıklı ol. Daima nefsinin yenilmesi için çalış. Böyle yaparsan sonunda zelil olmaktan, hesap verme korkusundan, dostlarla alâkayı kesmekten kurtulur, seçilmişlerden olursun. Nefsi, kişinin kimliğidir. Tevazu ettiği zaman yükselir, kendini büyük gördüğü zaman alçalır.”

……………………………………

Yine buyurdu ki: “İlmin ve yakînin zirvesine ancak tevazu ile erişilir. Nefsine muhalefet hususunda çok sağlam ol. Günaha asla meyletme. Günahın sonu ateştir. Geceni Allah Teâla’ya ibadet etmek ve itaatle geçir. Gafil kimseler geceyi uyku ile geçirir. Cahil ve gafil, oyun ve eğlence ile oyalanır. Hâlbuki ehlullah uyanıktır. Bir işi yapmak istediğin zaman, o işte insaflı ve adaletli ol ki, hakkı olmayan birine o işi teslim etmeyesin.

Allah Teâla’yı çok zikret. Kendini haksızlık yapmaktan uzak tut. Çünkü bulunduğun makam, hak üzere bulunulacak, hak üzere yürünülecek bir makamdır. Kızdığın zaman affa sarıl, çünkü affetmek suretiyle yapacağın hata, ceza vermek suretiyle yapacağın hatadan daha iyidir. İşlerinde dindar, hikmet ehli olan ve din gayreti bulunan kimseleri seç. Onlar arasından da olgun görüşlü, konuşmayı iyi bilen, delili sağlam olanlarını seç. Allah Teâla’yı ve Resulü’nü en iyi bilen kimseleri seç. Vefat edip Rabbine kavuştuğun zaman, akıbetinin iyi olmasına vesile olacak işleri yap.”1

……………………………………

1-İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s.162.

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

ABDULVAHİD ET-TEMİMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri Tebe-i Tabiîn devrinde Basra’da yetişen meşhur Hadis, Fıkıh alim ve evliyalarından. Adı “Abdulvahid bin Et-Temimi”, doğum ve vefat tarihleri kesin olarak bilinmemektedir.

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri Tabiîn devrinde meşhur hadis ve fıkıh alimlerinden ders alıp sohbetlerinde bulundu. Onlardan ders alarak kendini yetiştirdi. Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri devamlı ilim öğrenmekle ve ibadet yapmakla zamanını geçirirdi. Öğrendiği bütün ilimleri hemen çevresindeki insanlara öğretmeye çalışırdı. Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri çok talebe yetiştirdi. Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri, Tebe-i Tabiîn devrinde Basra’da yetişen âlimler arasında dünyaya değer vermemesi, devamlı ibadet ve ilimle meşgul olması hasebiyle herkes O’nu sever ve O’na hürmet ederdi. Yaşayışı ve hikmetli sözleriyle birçok kimsenin doğru yola girmesini sağlamış ve herkese örnek olmuştur.

ABDULVAHİD ET-TEMİMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri zahiri ilimleri zamanındaki alimlerden alıp manen kendisini bir boşluk içerisinde hissetti ve batın tasavvuf (tarikat) ilmini de zamanının manevi hekimi, dertlilerin zahiren ve manen imdadına yetişen Şeyh Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretlerinden telkin aldı ve mana yolunda da nice yolda kalmışlara yol gösterdi ve zamanının dehası idi.

ABDULVAHİD ET-TEMİMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN VEFATI

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri nihayet şu köhne dünyadaki yaşam süresini bitirip doğduğu yer olan Basra’da dünyadan ebediyete göç eyledi. Vefat tarihi kesin olarak bilinmemektedir. (Rivayetler çeşitlidir) Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri bizi şefaatlerinden, al-i himmet ve nazarlarından ayırıp mahrum etmesin. (AMİN)

ABDULVAHİD ET-TEMİMİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatıyor: “Bir rahibin inziva odasına uğradım. İki defa ‘Ey Rahip!’ diye kendisine seslendim, fakat cevap vermedi. Üçüncüde başını çıkardı ve: ‘Ey adam, ben rahip değilim. Rahip Allah-ü Teâla hazretlerinden korkan, O’na saygı gösteren, belasına sabredip kazasına razı olan nimetlerine şükredip, O’nun için tevazu gösteren izzet karşısında zilleti kabul eden kudretine teslim olup heybet ve azameti karşısında eğilen hesap ve azabını düşünen gündüzünü oruç, gecesini ibadetle geçiren, cehennemi hatırladıkça uykusu kaçan kimseye denir. Ben ise saldırgan bir köpeğim. İnsanlara zararım dokunmasın diye kendimi buraya hapsettim’ dedi. Ben bunun üzerine: ‘Ey Rahip! Allah-ü Teâla hazretlerini bildikten sonra insanları Allah-ü Teâla hazretleri’nden uzaklaştıran şey nedir?’ diye sordum. Rahip: ‘Kardeşim! İnsanları Allah-ü Teâla hazretleri’nden ancak dünya malı ve sevgisi uzaklaştırır, çünkü dünya isyan ve günah yeridir. Aklı başında olan dünyayı kalbinden çıkarıp, günahlarına tevbe kendisini Allah-ü Teâla (CC) hazretleri’ne yaklaştıracak şeye yönlendirir’ diyerek daha önce kendisinin iman ettiğini söyledi.”

……………………………………

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin en büyük özelliği, Allah-ü Teâla hazretleri’ne karşı olan kusurlarından dolayı çok üzülürdü. “O’na bütün insanlığın yaptığı ibadet kadar ibadet yapsak, Allah-ü Teâla hazretleri’nin bize verdiği hizmetlere karşı yine şükrümüzü yerine getirenleyiz.” derdi.

……………………………………

Muhammed bin Abdullah buyurdu ki: “Ben bir defasında gördüm ki, Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri: ‘Kim ki, kendi midesini haram şeylerden koruyabiliyorsa, o kimse dinini ve güzel ahlakını muhafaza edebilir. Kim ki kendi karnını haram şeylerden koruyamıyorsa ne dinini ne de güzel ahlakını muhafaza edemez.’ buyurdu.”

……………………………………

Fudayl bin İyad buyurdu ki: “Ben Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden şöyle işittim: Şöyle söyledi: “Ben üç gece üst üste yatarken şöyle dua ettim: ‘Ya Rabbi! Benim cennetteki arkadaşım kimdir? Bana göster. Üçüncü gece rüyamda bana denildi ki, ‘Ya Abdulvahid! Senin Cennetteki arkadaşın Meymunetu Sevda’dır.’ Ben de dedim ki, ‘Meymunetu Sevda nerededir?’ Bana denildi ki, ‘Küfe’de benu fulan kabilesindendir.’ Ben de hemen kalkıp Küfe’ye gittim, O kabilenin yerini sordum. Kabiledekilere Meymunetu Sevdayı sual ettim. Bana ‘O delinin birisidir, bizim birkaç koyunumuzu otlatmaya götürür.’ dediler. Ben görmek istediğimi söyleyince ‘Şimdi falan hanın yanındadır.’ dediler. Hanın yanına gidince, gördüm ki, Meymunetu Sevda namaz kılıyor, yanında bir asa ve üzerinde yünden bir cübbe vardı. Baktım ki koyunları orada otluyor ve hayvanların yanında birkaç kurt koyunlara zarar vermeden dolaşıyordu. Beni fark ettiğinde namazını bitirdi ve bana dönerek, ‘Ya îbni Ziyad! Sen buradan git, burası senin yerin değildir, biz seninle burada değil sonra buluşacağız, birleşeceğiz.’ dedi. Bunun üzerine ben ona ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri sana rahmet etsin, sen benim İbni Ziyad olduğumu nereden bilirsin?’ dedim. Bana ‘Daha ruhlarımız dünyaya gelmeden ben senin İbni Ziyad olduğunu bilirdim.’ dedi. Ben ona, ‘Bana biraz nasihat et.’ dedim. Bana ‘Bir kimse sana bir şey verdiği zaman ona nasıl teşekkür edersin, hâlbuki Allah-ü Teâla hazretleri’nin verdiği bu kadar nimete karşılık neden şükredilmiyor? Sana iyilik edene o iyiliği veren ve yaratan yine Allah-ü Teâla hazretleri’dir. Ona göre bütün hamd ve şükürleri Allah-ü Teâla hazretleri’ne yapmak lazımdır. Ben ona, ‘Görüyorum ki koyunların düşmanları olan kurtlar gelmişler ve onların arasında dolaşırlar. Bu hal nasıl oluyor?’ diye sordum. Bana, ‘Ya İbni Ziyad! Ben Allah-ü Teâla hazretleri’ne öyle ibadet ederim ki, benimle onun arasında hiçbir duvar kalmamıştır. Bunun için kurtlarla koyunların arasındaki düşmanlık kalkmış olup, dostluk başlamıştır.’ diye cevap verdi.”

……………………………………

Buyurdular ki: “Bir insanın günahları çok ise ve o da iyilikten bahsetse, onunla iyiliğin arasında bir deniz kadar uzaklık vardır. Muhakkak ki, her şeyin bir kestirme (yakın) yolu vardır. Cennetin kestirme yolu da cihad yapmaktır. Eğer nefsinizde Allah-ü Teâla hazretleri’ne karşı yaptığınız ibadetlerde bir isteksizlik tembellik hissederseniz, bir süre kuvvetli ve iyi yemekleri yemeyi bırakınız. Tuz ve ekmekle yetinmeye çalışınız. Oruç tutunuz. Bu şekilde yapmanız vücudunuzdaki bazı yağları ve fazlalıkları erittiği gibi, Allah-ü Teâla hazretleri’ni hatırlamanızı artırır. Kulun Allah-ü Teâla hazretleri’ne karşı takip edeceği en güzel edeb hali, O’nun emirlerinin hepsine tereddütsüz boyun eğerek, itaat göstermesidir. Allah-ü Teâla hazretleri onu bu haliyle dünyada bırakırsa, bunu kendisine en hayırlı ve sevimli şey olarak kabul etmeli, şayet ahirete götürürse (ruhunu alırsa) bunun da Allah-ü Teâla hazretleri’nin emri olduğunu kabul ederek, kendisine en tatlı bir iş gelmelidir.”1

……………………………………

Abdulvahid Et-Temimi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatıyor: “Çok kere sefere çıkardım. Yine seferlerimden birinde idi. Bir zata rastladım. Üzerinde kıldan örme bir elbise vardı. Selam verip ‘Allah’ın rahmeti üzerine olsun’ dedim. Bundan sonra, ‘Sana bir şey soracağım.’ dedim. Şöyle dedi: ‘Soracağın şey kısa olsun, çünkü günler geçiyor, nefeslerimiz sayılı ve zamanla ölçülüdür. Rabbımız da her halimize vakıftır, işitiyor ve görüyor.’ Bundan sonra sorularıma başladım. Takvanın başı nedir?’ Cevap verdi: ‘Allah’la sabretmektir.’ Sordum: ‘Sabrın başı nedir?’ Cevapladı: ‘Allah’a tevekküldür.’ Sordum: ‘Tevekkülün başı nedir?’ Cevapladı: ‘Her yanı bırakıp Allah’a yönelmektir.’ Sordum: ‘Her yanı bırakıp Allah Celle Celaluhü hazretleri’ne yönelmek nasıl olacak?’ Dedi ki: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri için tek kalmaya alışılacak.’ Yine sordum: ‘Bu tek kalmak nasıl olur?’ Dedi ki: ‘Her maddi yönden kalbi çekmektir. Allah’tan başka hepsini bırakmakla olur.’

Sordum: ‘En tatlı şey nedir?’ Cevapladı: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrine alışkanlık peydah olmasıdır.’ Sordum: ‘En temiz ve pak olan nedir?’ Cevapladı: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’yle olmaktır.’ Sordum: ‘En yakın şey nedir?’ Cevapladı: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’ne varmaktır.’ Yine sordum: ‘Kalbi en çok sızlatan nedir?’ Dedi ki: ‘Allah’tan ayrılıktır.’ Sonra sordum: ‘Arifin hikmeti nedir? Ne olmalı?’ Dedi ki: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’ne kavuşmak.’ Sordum: ‘Âşık nasıl tanınır?’ Dedi ki: ‘Sevdiğini her an anmasıyla.’ Sonra sordum: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’yle ünsiyet nasıl peydah edilir?’ Şöyle dedi: ‘Gönlünü o yola koyarsan olur.’ Sordum: ‘İşleri Allah Celle Celaluhü hazretleri’ne bırakmak için hangi yola girmek gerek?’ Dedi ki: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin bütün emirlerine teslim olmak.’

Ben sordum: ‘Yoluna teslim olmanın yolu nedir?’ O da dedi ki: ‘Daima hak katından ihtiyaç talep etmektir.’ Bundan sonra hayli uzun sorular sordum. O da bu sorularımın hemen hepsine cevap verdi. Tekrar sordum: ‘En büyük sürür nedir?’ O da yanıtladı: ‘Allah-ü Teâla hazretleri’ne karşı iyi zan beslemektir.’ Yine sordum: ‘İnsanların en büyüğü kimdir?’ Dedi ki: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleriyle zengin olandır.’ Sonra sordum: ‘İnsanların en kuvvetlisi kimdir?’ Dedi ki: ‘Allah-ü Teâla hazretleri’nden kuvvet isteyendir.’ Sordum: ‘Zarar eden kimdir?’ Dedi ki: ‘Allah’ın zatından gayrı şeylerle hoşnud olandır.’ Yine sordum: ‘Mürüvvet nedir?’ O da dedi ki: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zatından alt şeylere kapılmamaktır.’ Sonra yine sordum: ‘Kul ne zaman Allah’tan uzaklaşır?’ Dedi ki: ‘Allah-ü Teâla hazretleri’nden mahcup olduğunda.’

Sordum: ‘Ya ne zaman Allah Celle Celaluhü hazretleri’nden mahcup olur.’ O da dedi ki: ‘Allah Celle Celaluhü hazretleri’nden başka birine dair kalbinde bir gayret bulunduğunda. Olan işlerden hiçbir tecrübe dersi almayan kimdir. Ömrünü Allah’ın taatmdan gayrı işlerde geçirendir.’ Bu defa sordum: ‘Dünyada zahidlik nedir?’ O da şöyle dedi: ‘İnsanı Allah Celle Celaluhü hazretleri’nden alan her şeyi terk etmektir.’ Sordum: ‘İkbal eden kimdir?’ Dedi: ‘Allah’a yönelendir.’ ‘İdbar eden kimdir?’ diye sordum. O da dedi ki: ‘Allah’tan kaçandır.’ Sonra: ‘Selim kalb nedir?’ diye sordum. O da: ‘İçinde Allah’ın zatı arzusundan başka bir arzu bulunmayandır.’ Dedi. Bundan sonra mevzuyu değiştirdim ve tekrar sormaya başladım: ‘Bana söyler misin, yemeklerini nerede yersin?’ O dedi ki: ‘Allah-ü Teâla hazretleri’nin hazinesinden.’ Sordum: ‘İştiha duyduğun bir şey var mı?’ Dedi ki: ‘Allah-ü Teâla hazretleri’nin kaza ve kaderi.’ Ben daha sonra: ‘Bana bir tavsiyede bulun.’ dedim. Bana: ‘Allah’a taat kılmaya bak. Allah’ın kaza ve kaderine razı ol. Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile ünsiyet peydahla, böylece Allah’ın seçmiş olduğu zümreye dâhil olursun.’ buyurdu.”2

Şu da bir hakikattir ki, kulun Allah Celle Celaluhü hazretleri’ne sevgisi arttıkça, aynı miktar O’nun Resulüne de artar. Keza onun sevdiği veli kullarına da artar.

1-İslam Ansiklopedisi. 2.C. S.108

2-Onların Alemi. S.150

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

EBU BEKİR ŞİBLİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ ‘NİN HAYATI

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri büyük evliyalardan. Adı “Ca’fer bin Yunus” olup, Künyesi; Ebu Bekir”dir. Hicret-i Nebeviyye’nin 247. (M. 861) senesinde Samarra’da doğdu. Bağdat’a gelip buraya yerleşti. Maliki mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmam-ı Malik Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin Muvatta’sını ezbere bilirdi. Tam 400 hocadan ders alır ve binlerle hadis bilir. Ancak bir tanesini kendine rehber edinir. “Dünya için dünyada kalacağın kadar, ahiret için ahirette kalacağın kadar çalış. Allah-ü teâla’ya muhtaç olduğun kadar ibadet et, cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle”

Horasan, Bağdat civarında feyizler saçıp, ikaz ve irşatlarda bulunmuş, yaşayışıyla fiilen örnek olmuştur. Bu sebeple, ilminden fazla, hâli dikkati çeker, sözünden ziyade yaşayışı örnek alınırdı. Kendi halk arasında az görünürdü, ama halkın içinden ayrılmayı da uygun görmez ve şöyle derdi: “Halkın içinden kaçmak marifet değildir. Asıl marifet halkın içinde iken kendi içine dönebilmektir.”

EBU BEKİR ŞİBLİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri ’nin tasavvufa intisab etmesine sebep olan hadise şöyle anlatılır: “Devamend emiri iken, Rey emiri ile Bağdat’tan kendisine bir mektup geldi. Bunun üzerine hemen Bağdat’a halifenin yanına gitti. Halife kendisine hila’tler verdi. Geri döndükten sonra bir gün, aksırdıktan sonra, halifenin verdiği hilat’in kolu ile ağzını ve burnunu sildi. Bu durum derhal halifeye bildirildiğinde, o da hila’tin çıkarılması ve emirlikten azledilmesi emrini verdi. Bunun üzerine Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri kendi kendine: “Bir kulun hil’atini ve elbisesini mendil yerine kullanan bir kimse, eğer bu görevden alınırsa, acaba âlemlerin padişahı olan Allah-ü Teâla Hazretleri’nin hil’atini mendil olarak kullanan kimse hangi muameleye müstahak olur?” diye düşündü. Hemen halifenin huzuruna varıp vazife verilmemesini istedi. Halife sebebini sorunca: “Ey halife! Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil’ate yapılan saygısızlığı hoş karşılamıyorsun, âlemlerin sultanı olan Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin ihsan etmiş olduğu marifet ve muhabbet hila’tini bir mahlûkun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mı?” dedi.

Halifenin huzurundan ayrılıp zamanın büyük âlimlerinden olan Hayrünnessac Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne giderek, onun talebesi olmak istedi. Hayrünnessac Hazretleri: “Ey Şibli! Sen, Hz. Cüneyd’in yakınlarındansın. Senin nasibin ondadır.” diyerek Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne gönderdi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri onu sıradan biriymiş gibi karşıladı ve ona önce: “Git çıra sat!” buyurdu.

Bunun üzerine, bir sene çıra satar. Sırtında küfe, tozlu sokaklar, alay eden çocuklar, istihza ile bakan kadınlar… Bir sene sonunda tekrar huzurlarına çıktıklarında, Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Daha düşüncelerinde dünyaya muhabbet var.” buyurarak bir sene de başka bir iş verdiler. Ebûbekr Şiblî şadırvanı temizler, bulaşıkları yıkar, bahçeyi sular. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktıklarında bu sefer: “Bir sene de burada hizmet et.” buyurdular. Bu hizmetten sonra efendisi: “Şimdi halin nasıldır?” diye sordu. Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Artık kendimi insanlardan üstün tutmuyorum.” dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri: “İşte şimdi kendini kurtardın.” buyurdu. Daha sonra Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin derslerine devam ederek tarikatta yüksek mertebelere kavuştu. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden sonra O’nun yerine geçip, yüzlerce talebe ve derviş yetiştirdi.

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri takva sahiplerinin tacı birçok riyazetleri ve kerametleri ile evliyanın reisi, akıl âleminin meşalesi idi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri O’nu çok sever, O’na ziyade önem verirdi. O’nun için: “Her kavmin bir tacı vardır. Bu kavmin tacı da Şibli’dir. Ebu Bekri Şibli’ye birbirinize baktığınız gözle bakmayın. O müstesna bir kimsedir.” buyururdu.

EBU BEKİR ŞİBLİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ İN VEFATI

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hizmetinde bulunan Dineveri şöyle anlatır: “Hazreti Şibli’nin ömrünün son günlerinden bir Cuma günüydü. Hastalığı biraz geçtiği için bana, ‘Camiye gidelim.”’ dedi. Beraber giderken bana karşıdan gelmekte olan şahsı işaret etti ve: ‘Şu şahsı görüyor musun?’ diye sorunca ben: ‘Evet.’ diye cevap verdim. Bunun üzerine: ‘İşte onunla yarın bizim işimiz olacak.’ dedi. O gece Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hastalığı arttı ve vefat etti. Bana: ‘Falan yerde Salih bir kimse var, sabahleyin haber ver de cenazeyi yıkasın.’ dediler. Sabah olunca tarif edilen zatın evine gidip kapısını çaldım. Hane sahibi: ‘Şibli Hazretleri vefat mı etti?’ diye sorunca: ‘Evet.’ dedim. Dışarı çıkınca baktım ki, Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin dün işaret ettikleri kimse değil mi? Hayret ederek: ‘Lailahe İllallah’ dedim. O zat: ‘Neden hayret ettin?’ deyince ben, Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin kendisini göstererek söylediklerini naklettim.”

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri vefat etmeden biraz önce buyurdular ki: “Üzerimde bir dirhem kul hakkı vardır. Onun sahibi için bin dirhem sadaka etmiştim. Bununla beraber, hala gönlüme ondan ağır bir şey gelmez.”

Henüz vefat etmeden, birçok insan cenaze namazını kılmak için geldiler. Ferasetle buyurdu ki: “Ne şaşılacak şeydir ki, ölülerden bir grup yaşayan bir kimsenin cenaze namazımı kılmaya geldiler.”

Hizmetini gören Bekir Dineveri şöyle anlatır: “Şibli Rahmetullahi aleyh Hazretleri, son hastalığı anında: ‘Bana abdest aldırın.’ diye işaret etti. O’na abdest aldırdım. Sakalını hilallemeyi unutmuştum. Elimi tutarak sakalının içine koydu, O anda, ruhunu teslim etti.”

Vefatından sonra kendisini rüyada gördüler. “Münker ve Nekir’in sualine karşı ne yaptın?” diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Geldiler, ‘Rabbin kimdir?’ dediler. Benim Rabbim O’dur ki, size ve bütün meleklere, ‘Âdem Aleyhisselam’a secde edin.’ diye emir verdi. Ben o zaman Âdem Aleyhisselam’ın arkasında idim, size bakıyordum.’ dedim. Bu cevap, bütün Âdemoğullarını kurtarır deyip gittiler.”

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri şefaatlerinden, al-i himmet, nazar muhabbetlerinden feyiz ve bereketlerinden bizi ayırıp mahrum etmesin

EBU BEKİR ŞİBLİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri bir gün hastalanmıştı. Bunu duyan devrin hükümdarı, kendisine Nasranî (Hıristiyan) bir tabip gönderdi. Tabip hastanın yanına girdiğinde şöyle sordu: “Gönlün neyi istiyor?” Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Gönlüm senin Müslüman olmanı istiyor.” diye cevap verince tabip: “Eğer ben Müslüman olursam, sen gerçekten iyi olur kalkar mısın?” diye sordu. Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Elbette iyi olur yataktan kalkarım.” diye cevaplayınca, tabip derhal Müslüman oldu. Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin hastalığından eser kalmadı. Birlikte el ele hükümdarın huzuruna gittiler. Hükümdar onları görünce şöyle dedi: “Ben tabibi hastaya gönderdim sanıyordum, meğer işin aslı öyle çıkmadı. Anladım ki, hastayı tabibe göndermişim.”

……………………………………

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri, dervişlerinden biriyle Dicle kenarında sohbet ederken bu derviş yüksek sesle: “Allah” diye bağırdı. Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri onu kolundan tutup nehre atarak buyurdu ki: “Eğer bağırması ihlâs ile ise, Hak Teâla Hazretleri onu Musa Aleyhisselam’ı kurtardığı gibi kurtarır, yok bunu riya için yaptıysa, firavunun boğulduğu gibi boğulur.” Sohbete devam ettiler, bir müddet sonra o derviş nehirden çıkıp geldi, yanımıza oturdu. Baktık ki, elbiseleri bile ıslanmamıştı.

……………………………………

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni sevmeyen ve sohbetlerine gitmek isteyenlere mani olan bir kişi vardı. Bir gün Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni imtihan etmek için yanına gelerek: “Beş devenin zekâtı nedir?” diye sordu. Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri cevap vermek istemedi ise de o kişinin ısrarı üzerine şöyle dedi: “Şer’i ölçülere göre bir koyun, bu vaciptir. Fakat bizim gibiler için olan hüküm ise, hepsini vermektir.” Bunun üzerine o kimse: “Bu dediğinle kime uyuyorsun, imamın kim?”” diye sual edince Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri düşünmeden: “Hazreti Ebu Bekir Radıyallahu anh hazretleri, O’na uyuyorum. O evine gidip neyi varsa, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e getirdi. ‘Çocuklarına ne bıraktın?’ sorusuna da: ‘Allah ve Resulünü.’ diye cevap verdi” dedi. O kişi bu cevabı beğendi, bir şey söylemeden gitti. Bundan sonra Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin sohbetlerine gidenlere mani olmadı.

……………………………………

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri, hâdiselere hikmetle bakan bir ibret ehliydi de. Vermek istediği bir fikri, bazen hikmetli bir vakıayla nazarlara takdim eder; düşünmeyi temine gayret gösterirdi. Bir gün dostlarına sordu: “Beni ciddi olarak seviyor musunuz?” Hep birlikte cevap verdiler: “Efendimiz, bunu sormak bile bize ağır geliyor. Şüpheniz mi var sarsılmayan sevgimizden?” Bu defa eline geçirdiği odun parçalarını dostlarına doğru fırlatan Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri, dostlarının “Bu adam aklını oynattı galiba” diyerek birer ikişer uzaklaştıklarını gördü. Tekrar sordu: “Ey benim sarsılmayan dostlarım, nereye gidiyorsunuz böyle birer, ikişer?” Dediler ki: “Nereye olacak, evlerimize!” “Hani beni seviyordunuz. Niye terk ediyorsunuz?” “Efendimiz, siz bize fırlattığınız odunlarla başımızı, gözümüzü yaralayıp bize sıkıntı verdiniz. Bu durumda artık yanınızda duracak hâlimiz kalmadı.”Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri, mütebbessim, “Geliniz, geliniz. Ey benim sahte dostlarım!” dedi ve ilâve etti: “Dostluğun şanı odur ki, dostundan zarar da gelse sineye çekecek, acı da gelse rıza gösterip terk etmeyecek. Siz benim hakiki dostum olsaydınız, bende rahatsız edici bir tavır görülünce sabreder, ıslahıma çalışırdınız, terk etmeyi tercih etmezdiniz…” Böylece bir imtihanı kaybeden dostları, yine çevresini aldılar. Vaaz ve nasihatlerinden istifadeye başladılar. Dostluğun şartını da böyle fiili bir örnekle, unutulmayacak şekilde öğrenmiş oldular.

……………………………………

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne sordular: “Sana bu ilimde ilk rehberlik eden kimdi?” Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri de cevap veriyor: “Bir köpek.” Bunun üzerine tekrar “Nasıl yani? Biraz açar mısın?” diye meraklı bir şekilde sorduklarında Şibli Hazretleri cevaben: “Bir köpek gördüm, bir derenin yanında durmuş su içmek istiyordu. Suda kendi aksini gördüğü için kendine benzeyen aksinden korkuyordu. Suyu içemedi.” diyor. Merakla sormaya devam ediyorlar: “Sonra?” Cevap şöyledir: “Köpek susuzluktan harap ve bitap düştü, sonunda suya kendini attı. Kana kana su içti. Ben de Allah’ın her şeyde ibret yarattığı bu olaydan dersimi aldım.” Artık korkmasına lüzum kalmamıştı. Kendisinin kendisine perde olduğunu köpeğin bu durumuyla idrak etmişti.

……………………………………

Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri, Ramazan-ı Şerif’in bir gecesinde, imamın arkasında namaz kılarken Şeyh Şibli İsra Suresi 86’ncı ayeti kerimesini okuyordu: “Yemin olsun ki, eğer dilesek, sana indirdiğimiz Kur’an’ı Kalplerden ve yazılı satırlardan gideriveririz. Sonra onu kalplere ve satırlara geri çevirecek bize karşı, kendine bir vekil bulamazsın.” Bunun üzerine Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri hemen feryat ediyor ve yıkılıyor, bunu duyan insanlar ruhu çıktı zannediyorlar. Ebu Bekir Şibli Rahmetullahi aleyh hazretleri o halde iken: “Bunun gibi şeyle ahbaplar muhatap olur.” buyurdu.1

1-Serhi Aynülilim 5.C. S.497

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

CÜNEYD-İ BAĞDADÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI


Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri evliyanın büyüklerinden, tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından. Menba-ı Esrar, Matla-ı Evnar, Kutbu zaman, merkezi devran, Sultan-ı Tarikat, Meşayih-i cihan ve İmam-ı Eimme-i zaman idi. Seyyid-üt tarife denmekle meşhurdur. Künyesi, “Ebü’l Kasım”dır. Cüneyd bin Muhammed Rahmetullahi aleyh Hazretleri Hicret-i Nebeviyye’nin 207 (M. 822) senesinde Nehavend’de doğdu. Bağdat’ta büyüdü, Süfyan-ı Sevri Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin derslerinde yetişti. Zahiri ilimleri, İmam-ı Şafii Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin talebelerinden Ebu Sevr’den öğrendi.

Asrının kutbu idi, binlerce veli yetiştirdi. Kerametleri nasihatleri, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhur oldu. Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin çocukluğu ve gençliği hem hocası hem de dayısı olan Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin yanında geçti. Çok sayıda hocadan ders aldı. Her an Allah-ü Teâla Hazretleri’ni hatırlardı. Seccadesi üzerinde, sabaha kadar “Allah, Allah” der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Çok sayıda talebe yetiştirdi

CÜNEYD-İ BAĞDADÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri tasavvufu (tarikat) dayısı Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden öğrenip telkin aldı. Hırkayı giydi. Ululardan bir Ulu idi. Şeriat, tarikat ve hakikatte naili gayet olup avam ve havassın makbulü olmuştur. Kendisine hizmet edip tasavvuf ilmini öğrenip telkin aldığı şeyhi Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin müridi ve yeğeni idi. Asrının kutbu idi. Binlerce veli yetiştirdi. Otuz defa yaya hacca gitti. Kerametleri, nasihatleri hikmetli sözleri ve ihlaslı amelleri ile meşhur oldu. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri Efendisine ait olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allah-ü Teâla Hazretleri’ni hatırlatırdı. Seccadesi üzerinde sabaha kadar Zikrullah ile meşgul olur, aynı abdestle sabah namazını kılardı ve bu hal senelerce böyle devam etti.

Cüneyd ibadetten tarifsiz bir lezzet alır ve geceleri asla uyumaz. Bir yandan Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin sohbetleriyle hâllere ve sırlara kavuşurken, diğer yandan İmam-ı Şafii Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin fıkıh ve hadis öğrenir. Ancak muhteşem ilmine rağmen kürsüye çıkmaz. Ta ki rüyasında Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi görünceye kadar. Kendisi bu durumu şöyle anlatıyor: “Efendim Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri bana bir meclis kurup, insanlara ilim ve tasavvufu öğretmemi ve nasihat etmemi söylerdi, fakat kendimi bu işe lâyık bulmayıp, nefsimi kötülerdim. Bir Cuma gecesi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi rüyada gördüm. Bana: ‘Ey Cüneyd! İnsanlara nasihat et. Zira senin sözün halkın kalplerinin ferahlık bulmasına sebeptir. Allah-ü Teâla Hazretleri, senin sözünü insanların kurtuluşa ermesi için sebep kılmıştır.’ buyurdu. Uyandım, sabahleyin erkenden efendimin yanına vardım. Hiçbir şey söylemeden bana: ‘Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem tarafından vazifelendirilmedikçe, insanlara ilim öğretmekten çekindin.’ buyurdu. Ertesi gün bir meclis kurup, insanlara Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin nurlu yolunu anlatmaya başladım.”

Işte o günden sonra vaaza başlar ve Bağdatlı Cüneyd, Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri olur.

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerinin meclis kurup insanlara ilim ve tasavvuf öğretmekte olduğu kısa zamanda her tarafa yayıldı. Ömrünün sonuna kadar nice delalette olanları hakka vuslat ettirdi. Nasibi olan herkes bu sohbetlere gelip istifade ettiler.

CÜNEYD-İ BAĞDADİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN VEFATI

Nihayet Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri şu fani âlemdeki günlerini bitiriyordu. Ebu Muhammed Ceriri şöyle anlatıyor: “Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri hastalanmıştı. Vefatında önce, ben başucunda bulunuyordum. Devamlı Kur’an-ı Kerim okuyordu. Hatmi tamamlayıp tekrar başladı. Ben dedim ki: ‘Efendim zaten çok halsizsiniz. Kendinizi fazla yormasanız…’ Bana: ‘Ey Ebu Muhammed! Şu anda bunlara benden daha çok ihtiyacı olan kim vardır? Bak işte vefatım çok yaklaştı.’” buyurdu.”

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri vefat edeceği zaman çok üzgündü. Dervişleri korkup: “Efendim bizim ümidimiz, sizin şefaatiniz bereketi ile kurtulmaktır. Sizin ise ızdıraplı ve üzüntülü bir haliniz var. Bu haliniz bizim yüreğimizi parçalıyor.” dediler. Bunlara cevaben: “Ey dostlarım, ben yetmiş senelik ibadet ve teatinden ve sizlere üstad olmak ile kazandıklarımın hepsini, bir kıl ile asılmış olduğu ve rüzgar esmesi ile bir tüy misali sallandığını hissediyorum. Bilmiyorum ki, bu esen rüzgar red rüzgarı mı, yoksa kabul yeli midir?” buyurdu. Biraz sonra “Allah ” diyerek Hicret-i Nebeviyye’nin 298 M. 911) senesinde 91 yaşında Bağdat’ta ruhunu teslim etti. Mezarı efendisi ve dayısı Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin mezarının yanındadır.

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerini yıkayan kimse, mübarek gözlerinin içine su ulaştırabilmek için uğraştı ise de, mümkün olmadı. Gizliden bir ses duydu: “Kendini yorma. Cüneyd’in gözü Allah-ü Teâla Hazretlerinin zikri ile kapanmıştır. O’nun didarını görmeden açılmaz.” Yıkayan kimse parmaklarını da açmak için çalıştı fakat: “Kendisi açmayınca açılmaz.” diye bir nida geldi. Mübarek vücudu yıkandı, kefenlendi ve cenaze namazını oğlu kıldırdı. Cenaze namazında bulunanların sayısı sayılamayacak kadar çoktu. Vefatından sonra büyük zatlardan biri Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’ni rüyada görüp: “Münker ve Nekirin suallerine nasıl cevap verdin?” diye sordu. Cüneyd Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “O iki melek bana gelip: ‘Men Rabbüke (Rabbin kim?) dediler. Ben: ‘Allah-ü Teâlâ Hazretleri benim ruhumu yaratıp ‘Elestü Birabbiküm. (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)’ diye sorduğu zaman, ben: ‘Evet, sen bizim Rabbimizsin.’ cevabını vermiştim. Sizin şimdi tekrar sormanızın manası nedir?’ dedim. Ondan sonra beni bırakıp gittiler.”

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’ni rüyasında gören bir başka zat O’na: “Allah-ü Teâlâ Hazretleri sana nasıl muamele eyledi?” diye sordu. Hazreti Cüneyd: “Yaşadığım hallerin hepsi kayboldu. Yalnız bir gece vakti kıldığım iki rekât namaz imdadıma yetişti.” buyurdu.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri şefaatlerinden, ali himmet ve nazar muhabbetlerinden feyiz ve bereketlerinden bizi ayırıp mahrum etmesin. (AMİN)

CÜNEYD-İ BAĞDADÎ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ ‘NİN BAZI MENKIBELERİ

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri otuz sene cemaatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünya düşüncesi gelse, O, namazı tekrar kılardı. Daima Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ni hatırlardı. Her gün dört yüz rekat namaz kılardı, otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibadetle meşgul oldu.

……………………………………

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri yedi yaşında iken, babasını ağlıyor gördü. Sebebini sordu: “Zekat olarak dayın Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne bir kaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin sevdiklerinin almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Babacığım parayı ver ben götüreyim.” deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı, dayısı kim olduğunu sorunca: “Ben Cüneyd’im dayıcığım. Babamın zekâtını al.” dedi. Dayısı: “Almam.” Deyince Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Adl edip babama emreden ve ihsan edip seni serbest bırakan Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin rızası için al.” dedi. Dayısı: “Allah-ü Teâlâ Hazretleri babana ne emretti ve bana ne ihsan etti?” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Babamı zengin yapıp zekat vermesini emretmekle adalet eyledi. Seni de fakir yapıp zekâtı kabul edip etmemekle serbest bırakıp ihsan eyledi.” dedi. Bu söz Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin hoşuna gitti ve: “Oğlum zekatı kabul etmeden önce seni kabul ettim.” dedi. Kapıyı açıp parayı aldı.

……………………………………

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri, yedi yaşındayken dayısı ve aynı zamanda üstadı olan Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri tarafından Hacca götürüldü. Mescid-i Haram’da dörtyüz büyük zat şükrü tarif ediyorlardı. Neticede dört yüz ayrı izah meydana geldi. Hepsi tarif ve izahı yetersiz buldular. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’ne: “Sen de bir şeyler söyle.” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Şükür, Allah-ü Teâla Hazretleri’nin ihsan ettiği nimet ile O’na isyan etmemek, O’na isyan için ihsan ettiği nimeti sermaye olarak kullanmamaktır.” buyurdu. Orada bulunanların hepsi de: “Seni tebrik ederiz. Maksadı güzel şekilde ifade ettin. Bu ancak böyle tarif edilebilirdi.” dediler. Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Yavrum, öyle anlıyorum ki, senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak, güzel söyleyebilmek hali sana nereden geliyor?” diye sorunca Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim.” dedi.

……………………………………

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri dervişleri ile otururken bir kimse geldi ve bir miktar para bıraktı. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Başka paran var mı?” diye sordu. O kimse: “Evet param var.” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Çok paran olmasını ister misin?” diye sordu. O kimse de: “Evet isterim.” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Bıraktığın paralara senin ihtiyacın var, biz paramız olsun istemiyoruz.” buyurdu.

……………………………………

Bir zaman Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’nin gözlerinde ağrı meydana geldi. Tabip çağırdılar, tabip Hıristiyan idi. “Gözlerinize su değdirmeyeceksiniz.” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Su değdirmezsem nasıl abdest alırım?” deyince, Tabip: “Gözleriniz size lâzım ise su değdirmeyeceksiniz.” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri abdest alıp namaz kıldı ve uyudu. Uyandığında gözlerinde ağrı kalmamıştı. O anda bir ses: “Ya Cüneyd! Sen bizim için gözlerini feda ettiğin için biz de senden o ağrıyı giderdik.” diyordu. Hıristiyan tabip tekrar geldi baktı ki gözler iyi olmuş, hayret edip: “Nasıl iyi oldu?” diye sordu. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri olanları anlatınca, Hıristiyan tabip, Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerinin elini öpüp iman etti ve: “Esas ağrıyan göz sizin değil bizim gözlerimiz imiş.” dedi.

……………………………………

Salihlerden bir zat rüyasında Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi gördü. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri de yanlarında idi. Biri gelip Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bir sual sordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Bunun cevabını Cüneyd’den iste. O cevap versin.” buyurdular. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Ya Resulûllah! Sizin mübarek huzurunuzda nasıl konuşabilirim?” deyince, Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Diğer Peygamberlerden her biri ümmetlerinin tamamı için ne kadar öğünüyorlarsa, ben de Cüneyd ile o kadar öğünürüm.” buyurdular.

……………………………………

Zengin bir kimse vardı. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’nin huzuruna gelip tövbe etti ve dervişliğe kabulünü istedi. Malını fakirlere dağıttı. Bin altını kaldı. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Bu bin altını Dicle nehrine at.” buyurdu. O kimse altınları birer birer nehre attı. Döndüğünde Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri kendisine heybetle bakıp: “Niçin hepsini birden atmadın da birer birer sayarak attın, demek hala gönlünde onlara muhabbet var.” buyurdu. Bir müddet kendisini sohbetlere kabul etmedi. Sonunda o kimse buna da tövbe edip nihayet dervişliğe kabul edildi.

……………………………………

Büyüklerden bir zat Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerinin yanına gelmişti. Şeytanın O’nun yanından hızla kaçmakta olduğunu gördü. O kimse Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerinin yanına yaklaşınca, çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp sordu: “Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır, fakat görüyorum ki öfkelenmiş olduğunuz halde şeytan sizden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir?” Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri cevabında: “Sen bilmez misin ki, biz kendi nefsimiz için kızmayız. Başkaları nefisleri için kızarlar. Bunun için de şeytan kendilerine musallat olur. Bizim kızmamız hep Allah Celle Celaluhü Hazretleri için olduğundan şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi, başka bir zaman kaçmaz.” buyurdu.

……………………………………

Mel’un şeytan bir üstadın hizmetçisi kılığında Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’nin yanına gelip “Efendim size hizmet etmekle şereflenmek istiyorum, feyiz ve bereketlerinizden istifade etmek arzusuyla geldim, lütfen kabul buyurunuz” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri kabul etti ve şeytan yirmi sene kendisine hizmet etti, ama bir kere olsun vesvese veremedi. Nihayet ümidini kesip bir gün: “Ey üstadım siz beni tanımıyor musunuz?” diye sordu. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Ben seni ilk geldiğin gün tanımıştım, sen iblissin.” dedi. Şeytan: “Ey Eba Kasım. Ben senin kadar yüksek makam ve derecelere kavuşmuş olan bir zat daha tanımıyorum.” dedi. Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri buyurdu ki: “Ey mel’un, hemen defol git. Şimdi de beni kendimi beğenme (ucub) gibi bir duruma düşürmek ve beni mahvetmek arzusundasın değil mi? Bu çirkin maksadına kavuşamayacaksın, haydi defol.”

……………………………………

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerinin dervişlerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp: “Artık kemale erdim. Sohbete devam etmeme lüzum kalmadı.” deyip bir yere çekildi. Benlik ve gururundan dolayı şeytani bir rüya gördü. Rüyasında, bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve lezzetli yemekler yediğini gördü. Bu rüyayı hakikat zannedip kibri daha da arttı. Bu halini arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri ’ne arz ettiklerinde, Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri çok üzüldü ve anlatılan dervişin yanına gitti. Baktı ki, şeytan aldatmış. Ona: “seni bu gece cennete götürürlerse, cennete vardığında üç defa (La Havle) oku.” buyurdu. Dervişi rüyasında yine cennete götürdüklerinde (La Havle) okudu. Gördüklerini ve kendisinde hâsıl olan şeytani hallerin hepsini unuttu. Bir anda pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü. Uyandığında gördüklerini hatırladı ve hatasını anladı. Çok pişman olup tövbe etti ve efendisi Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretlerinin elini öptü. Sohbetlere devam edip dervişler arasındaki yerini aldı.

Cüneyd-i Bağdadî Rahmetullahi aleyh hazretleri buyurdu ki: “Herkese bir Mürşid-i Kâmil lazımdır. Aksi halde mel’un şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan –Allah (CC) korusun– ona tabi olur.”

……………………………………

www.gavsulazam.de internet sitesinden yararlanılmıştır