1. Bölüm

Hamd, bulutlardan şarıl şarıl su indiren, toprağın gizlediği nebatları toprağı yormaksızın çıkaran, arzın üzerini ipek gibi çayırlarla süsleyen, bütün ağaçların üzerine nurdan bir taç giydiren ve dallarına teker veya çifter kolyeler halinde çiçeklerden inciler dizen, bahçelerin rengârenk çiçeklerini boyayanın ve dokuyanın eli değmeksizin parlatan, Allah’a mahsustur.

Mahlûkatının işlerini en kuvvetli ilâhî kanunlar, en açık programlar ve nizamlarla idare eden Allah Celle Celaluhü Hazretleri, her türlü noksanlıktan münezzehtir. O Allah’a, yokluktan sonra karışık bir nutfeden yarattığı kimsenin hamdi gibi hamdederim. O’ndan, korktuğum şeyi gidermesini, kereminden de ümit edenin ümidini mahrum etmemesini isterim. Günahlardan O’na istiğfar ederim. Şayet O’nun keremi ve merhameti olmasa idi o günahlardan kurtulmuş olamazdım. Bir ve ortağı olmayan Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet eder ve bu şehadetle günah hastalığımı tedavi ederim. Çünkü tevhid en faydalı ilaçtır.

Başlangıçta Mirac, nihayette Makam-ı Mahmûd kendisine tahsis edilen Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellemin Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri O’nu küfrün büyük deniz dalgaları gibi dalgalandığı bir devirde gönderdi. Yüzmesini bilenler bile bu dalgalardan ve gece karanlığı gibi yerleşmiş fitnelerden kendilerini kurtaramıyorlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem delilleri getirmek ve onları açıklamaktan geri durmuyor, güneşten daha parlak olan mucizeleri ile insanlık âlemini doğru yola ulaştırıyordu.

Kalpleri demir gibi olan kavimler O’nun ateşi ile eriyordu. O, Allah Celle Celaluhü Hazretleri yolunda dizgini ele aldı… Mızrakları kalplere, kılıçları kınından çıkararak şah damarlara yerleştirdi. İman esaslarını küfrün ileri gelenlerine yönelterek onları kendi saflarında topladı. Ta ki insanlar grup grup Allah’ın dinine girdiler. Karışmamış olan tertemiz tevhid kadehlerinden kana kana içerek kalplerinde iman pınarının tadını buldular. Tevhid ve şirk esaslarını mukayese ederek tevhidin kıymetini öğrendiler. Feleklerin, dünyanın ve yıldızların döndüğü müddetçe daima salât-ü selâm O’na, O’nun Âline, O’nun Ashabına, O’na tabi olanlara, O’na yardım edenlere ve O’nun ailelerine olsun.

Bundan sonra derim ki: Nur âleminin ibadethanelerinde (Vahdethane) oturanlara “Ben Halık-ü zülcelâl çamurdan bir insan yaratacağım.” (Sad Suresi Ayet 72) hikmetinin kokusu yayıldı ve Meleküt-ü Âlâ “Ben azimüşşan yeryüzünde bir halife var edeceğim.” (Bakara Suresi Ayet30 ) nuru ile parladı. Bu kudsî ve şerefli ibadethanelerin ehilleri “Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” (Sad Suresi Ayet 72) ilâhi emrinden şerefli bir nasip buldu. Âdem Aleyhisselâm’ın vücudunun mayası olan toprak işitenlerde Cemâlin güzel kokusu ve saadet oldu. Yaratılış sanatının eşsiz terzisinin biçip diktiği “Allah, Âdemi âlemlere tercih etti.” Hilyesinin parlamasıyla meydana gelip “Ruhumdan ona üfledim.” nurunun yayılmasıyla Âlem-i Âlâda meleklerin hepsi birden tahiyyat ve tekrîm için secdeye vardı. Ey Musa, verdiklerimle ve sözümle seni insanlar arasından seçtim. (Araf Suresi Ayet 144)ilâhî hitabınca ezelde seçilmiş olan Musa Aleyhisselam bir gül bahçesi olan Tûr’un üzerinde bir bülbülün hakikatin nağmesini süsleyen İnnenî Enellâh- “Şüphesiz ben Allah’ım ” (Taha Suresi Ayet 14) ilâhî hitabını tatlı namesiyle terennüm ettiğini işitti ve nar-ı insin bekay-ı nurundan tecellî eden sevgilinin “ Ve Enâ ehtartüke” “Ben Seni Seçtim.” (Taha Suresi Ayet 13) kadehine kudsî olan vahdet şarabını boşaltmakta olduğunu müşahede etti. Tur’un etrafı sallanmaya, dağın kenarları ayaklar altında titremeye başlayınca hemen kendisi mukaddes vadideki mübarek ağacın altında cemâli görmek için iştiyakla durdu.

Onun muhabbet neşvesinin tesiri, mukaddes vücudunu titretip eliyle sahife-i niyazına “ erinî Rabbim bana kendini göster.” (Araf Suresi Ayet 143)harflerini yazmışken kudret kalemi onun elinde değişerek  len terânî  “Sen beni göremezsin” (Araf Suresi Ayet 143) yazdı.

Bu halde aklının gözüne Rabbin tecelli nurunun parıltısı yayıldı ki “ Ve Harra Musa sa’igâ  “Musa baygın düştü.” (Araf Suresi Ayet 143) ateşi olmasaydı dağ kendisi için cennet-i dîdâr olurdu.

Musa Aleyhisselam bu ilahi tecellî sebebiyle bayılmadan sonra “Ya Rabbi! Münezzehsin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim.” (Araf Suresi Ayet 143) dedi. Allah’ın kelîminin nübüvvet nöbeti (devleti) tamam olunca kendisine “Ey Musa! Risalet kalemini ve hikmet divitini beşikte insanlara söz söyleyecek olan zata teslim et ki, kitab-ı tevhidime “Ben Allan’ın kuluyum” diye ve risalet sayfalarına kendisinden sonra sevgili Habibim Ahmedin geleceği müjdesini yazsın”maalinde bir hitab-ı gaybî sadır oldu.

Musa Aleyhisselam “Rabbim! Bana kendini göster, Sana bakayım.” (Araf Suresi Ayet 143) dedi. Musa Aleyhisselam’a denildi ki “Ey Musa! İlk Önce ayine-i cebele (dağa) bak. Tecellî eden zat-ı azîmin heybet ve tecellîsinden o büyük taşların hareketi anında sükun ve mekânetini nazarı dikkata al” mealinde ibret verici bir nida sâdır olup o ilâhi nur, azamet ve celâlle tecellî edince Tûr’un her parçası sallanmaya başladı. Bu sırada mukaddes vadinin gül bahçesi cemâlin güzel kokularıyla dolup ve o mübarek bahçenin kuruyup kalmış olan ağaçları yeşillenerek kemâl kokuları yayıldı. Bundan sonraki olacak tecellînin eşsiz tesirlerini temaşa ve seyretmek için mukaddes vadinin her yanı melâike-i kiram ve Enbiya-ı İzam’ın ruhlarıyla doldu. Hudûstan münezzeh olan Zat-ı Celîl Musa Aleyhisselam’a hitap etti. Bu hitap bütün afâk-ı cihandan zahir olup bu sırada Allah’ın kelîmini süsleyen kelâm, kelâmı beşer gibi değildi. Bu büyük tecellîde Hazreti Musa Aleyhisselamın baştan başa vücudu kulak ve göz kesildi. Zahir gözü (his gözü) kamaştı, fikir gözü hayretle şaştı, tabiatının lisanına dilsizlik arız olup ve hissî kuvvetleri ınkıtaya uğradı.

Allah’ın kelîminin, lisanı hali “Sesler Rahman’ın heybetinden kısılmıştır.” (Taha Suresi Ayet 108) ayeti kerimesini okuyup “Musa baygın düştü”(Araf Suresi Ayet 143) ilâhî haberiyle kendisi bir hoş ve hayret oldu.

Hazreti Musa Aleyhisselam’a perdeler arkasından denildi ki: “Ey Musa! Tabiatının midesi tecelli-i ( innî ) kâsesinin şarabına tahammülsüz, gözlerinin inbiki ( erinî ) nurlarının mukabele kabiliyetine dayanıklı değildir.

Hâdis olan göz kıdem güneşinin şuasına açık değildir. İlâhi müşahede, Âdemden vücut bulmuş olan âlemde münkeşif olmaz. Muhakkak siz ölüm şarabını içmeyince ve dar-ı fenada yok olmayınca Rabbinizi göremezsiniz. Dünyada tecellî görmek ancak basiret gözüyle mümkün olup zahir gözle Mevlânın Cemâlini görmek Sahib-i Kabe Kavseyn’e müyesserdir. Bu şerefe mahlûkat içinde iyi ahlak ile yarattığımızdan başkası nail olamaz.

O, dürr-i yetim, feyz cevheri ve beşeriyetin efendisinin malıdır ki: “Yetim erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında malına yaklaşmayın.” (Enam Suresi Ayet 152) ezelî tılsımı ile menedilmişti.