Kategori: Derviş Mürid

DERVİŞLİK

Derviş, lugatte Bir Tarikata ve şeyhe bağlı olan kişi anlamında kullanılmaktadır. Farsça bir kelime olmakla birlikte bütün Müslüman milletlerin dillerine girmiş olan derviş, esas itibariyle “muhtaç, fakir” anlamlarına gelir.

Tasavvufi mana itibarı ile Allah fakiri, Allah’a Muhtaç olduğunu hisseden, Allah’ı talep eden, Ehli Suffa (Peygamberin en yakın arkadaşları) anlamında derviş sıfat olarak kullanılmıştır. Dervişân da derviş kelimesinin çoğuludur. Biat edilen Evliya’yı Allah Celle Celaluhü hazretlerine vesile kabul edip, İslam’ın esaslarını yerine getirmek için söz veren sadakat ve samimiyeti esas kabul edip Allah Celle Celaluhü hazretlerine bağlanan, zamana göre Bağlı olduğu Mürşidinin Tasavvufi yaşantısı üzere yaşamaya çalışan, Allah adamı, Ehli hal olarak ta anılır. Allah Celle Celaluhü hazretlerine giden yol olarak kabul edilen Tarikatlar dervişlerin Üniversitesi olmuştur. Derviş Mürşidinin tasarrufu altında sayısını mürşidin belirlediği Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Zikri ile meşgul olup nefsindeki kötülüklerden arınıp insan olabilme Allah Celle Celaluhü hazretlerine kulluk yapabilme gayretiyle yaşar.1

Seyyid Abdulkâdir Geylânî Kaddesallahu sırruh hazretleri de “Dervişlik hâldir, söz değildir, söz ile ele geçmez.” Buyurmuşlardır.

Derviş olanlar, her dem Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını kazanmak doğrultusunda hayatlarını idame ettirdiklerinden, daima takva üzere olmaya çalışırlar. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emirlerini inceden inceye yaşamaya gayret ederler. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin âşıklarıdırlar ve O’nu dillerine pelesenk etmişler, her dem ol Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikrederler ve O Yüceler Yücesi olan Zat-ı Kemal’in şan ve şerefini yükseltirler.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri, kendi zatını zikreden ve takva üzere olan bu bahtiyar kulları hakkında Vakıa Suresi 10’uncu ayetinde şöyle anlatıyor: “Bir de üçüncü sınıf hayır işlemekte ileri geçenler. (Ahirette) ileri geçenlerdir. (İlk cennete girenlerdir).”

Kıyamet günü insanlar mahşere üç bölük gelir. Biri Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emrini kabul edip amel edenlerdir. Diğeri Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emrine uymayanlar ve tutmayanlar, amel etmeyenlerdir. Sonuncular da Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne sevilmek için Zikrullahı çok, namazı çok, cömertliği çok sevenlerdir. Bunların birinci “Ashab-ı Meymene”, ötekisi “Ashab-ı Meş’eme” ve en sonuncuları da “Sadıklar”dır.

Maide suresi 93’üncü ayetinde “İman edip Salih ameller işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ve imanlarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden (haram kılınmazdan evvel) tattıkları şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur. Allah iyilik yapanları sever.”

Al-i İmran suresi 162 ve 163’üncü ayetlerinde “Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasına uyarak hainlik yapmaktan sakınan kimse, hıyanet ederek Allah Celle Celaluhü hazretlerinin gazabına uğrayan ve yatağı cehennem olan gibi midir? O ne kötü dönüş yeridir.. O emin kimseler, Allah katında derece derecedirler. Allah emin ve hain kimselerin yaptıklarını hakkıyla görücüdür.”

Al-i İmran suresi 133 ve 134’üncü ayetlerinde “Rabbimizin mağfiretine ve eni, göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. O cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır… (O takva sahipleri) bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah da iyilik edenleri sever.”

Araf Suresi 201’inci ayetinde “Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, Allah’ı ve azabını düşünürler. Bir de hemen bakarsın ki, onlar doğru yolu bulup şeytanın vesvesesini atmışlardır bile.”

Nisa Suresi 69’uncu ayetinde “Allah’a ve Peygambere itaat edenler, işte bunlar Allah Celle Celaluhü hazretlerinin kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, Sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdirler. Bunlarsa ne güzel birer arkadaştır.”

Zümer Suresi 23’üncü ayetinde“Öyle ki, Rablerinden (iç duygusu ile) korkanların derileri, ondan ürperir. Sonra derileri de, kalpleri de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrine (dönerek rahmet Ayetleriyle) yumuşar. İşte bu kitap, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin (insanlar için gönderdiği) rehberidir. Allah onunla dilediğine hidayet verir. Kimi de Allah saptırırsa, artık ona hidayet edecek yoktur.”

Zümer Suresi 61’inci ayetinde “Allah, takva sahiplerini imanları sebebiyle kurtuluşa erdirir. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar.”

İsra Suresi 109’uncu ayetinde “Hem ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar, hem de bu Kur’an’ı işitmek, onların kalp yumuşaklığını artırıyor.”

“Onlar, o takva sahipleridir ki yalnızlıkta Rablerinden titrerler ve onlar, kıyamet azabından da korkarlar.”

Enbiya Suresi 49’uncu ayetinde“Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler canlarını hoş ve rahat oldukları halde alırlar. ‘Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükâfatı olarak girin cennete’ derler.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin bu Ayet-i Kerime’lerine muhatab olanlar öyle bahtiyar insanlardır ki, tarikat yolunda Zikrullahın nuruna kavuşmak için çalışırlarken her ne musibet gelse ona sabrederler. Tahammüllü olurlar. Kimseye hallerinden şikâyet etmezler. Kimseye kötülük etmezler. Sabrederek her şeyi Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne havale ederler. Zira sabırsız derviş Hakk’a vasıl olamaz. Bu vasıflar, Hakk’a vasıl olanların vasfıdır. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri bunların vasfını Furkan Suresi 63’üncü Ayetinde şöyle beyan ediyor:“Rahman’ın o kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine hoşlanmadıkları bir laf attıkları zaman, ‘selam’ derler. Sözün doğrusunu söylerler ve onlarla çatışmazlar.”

HADİSLERDE DERVİŞLİK

Enes Radıyallahu Anh hazretlerinde rivayet edilen hadisi şerifte Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyuruyor: “Ey Ümmet-i Ashabım! Yolunuz cennet bahçelerine uğrarsa otlayın, çok faydalanın, manevi meyvelerinden çok yiyiniz.” buyurunca Ashab-ı Kiram: “Ya Resûlullah! Dünyada cennet bahçesi var mıdır? O halde cennet bahçesi nedir?” diye sordular. O zaman buyurdu ki: “Zikir halkaları, cennet bahçeleridir.” Zikir halkasının adeta cennet bahçesi olduğunu beyan buyurmakla, zikir için birçok kişinin toplanıp yani daire kurup zikir eylemelerini cennet bahçesine benzetmiş ve ona katılmayı emir buyurmuşlardır.2

İbn-i Abbas Radıyallahu Anh hazretlerinde rivayet edilen hadisi şerifte Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyuruyorlar: Meleklerin adeta hücum ettikleri ve zikir halkaları da öyle olduğundan cennet bahçesi olduğu ve sayıldığı yazılmıştır. Üç taife insanlar, şeytanın ve onun askerlerinin şerrinden korunmuşlardır.

· Birincisi: Gece ve gündüz Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni çok zikredenler.

· İkincisi: Seher vaktinde istiğfar eyleyenler.

· Üçüncüsü: Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin korkusundan çok ağlayanlardır.3

Hangi camide Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızası için zikir edilirse, melekler bu zikredenleri kuşatırlar, etraflarında dönerler ve: “Daha fazla zikrediniz de, Allah Celle Celaluhü Hazretleri de size rahmetini artırsın.” derler. Yaptıkları zikir bu meleklerin arasında ve meleklerin kanatları açılmış olarak göğe çıkar.4 Bu Hadis-i Şerif’te de camilerde cemaatle zikir yapılması açıkça emir buyrulmuş ve müminler bu ibadete teşvik olunmuşlardır.

Ashab-ı Kiram sordular: “Ya Resûlullah! Müferridün kimdir? Buyurdu ki: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni çok zikredenlerdir. Onlar Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zikrini ziyade severler ve çok devam ederler. Haklarında dedikodu yapan münafıklara aldırış etmezler. İşte bunların zikri ağırlığını yani günahlarını döker. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine kıyamet gününde günahsız olarak hafifçe vuslat ederler.”5

Ashab’dan İbni Edra Radıyallahu anh Hazretleri’nin rivayet ediyor: “Bir gece Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’le giderken mescide uğradık. Bir kişi yüksek sesle zikir yapıyordu. Bunu görünce ‘Ya Resûlullah! Bu belki bir müraidir, gösteriş yapıyor.’ dedim. O zaman cevaben buyurdu ki: ‘Hayır o ervahtır yani Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin aşığıdır. Çok ah çeken bir şahıstır, ona dil uzatmayın.’ dedi.6 Dolayısıyla derviş, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni çokça anan, O’ndan gereği şekilde korkan ve O’nu her zaman hatırlayan insandır.

Cabir Radıyallahu Anh hazretlerinde rivayet edilen hadisi şerifte: Bir kişi sesini yükselterek zikir yapıyordu. Diğer bir Sahabe efendimiz de: “Bu kimse ne ola, sesini çok kısmış olsa idi.” deyince, Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “O ervahtır! Çok ah edici âşık bir kimsedir. Yüksek sesle zikrinde sakınca yok.” buyurdu.7

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyuruyor: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin sokaklarda dolaşıp zikir ehlini arayan bir takım melekleri vardır. Onlar Aziz ve Celil olan Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikreden bir topluluğu bulunca: “İhtiyacınız ve dileğiniz burada geliniz!” diye, çağrışırlar. Kanatları ile çepeçevre sararlar ve kuşatırlar. Rableri daha iyi bildiği halde meleklerden sorar: “Kullarım ne söylüyor?”.

Melekler:

-“Seni teşbih ve tenzih ediyorlar. Seni tekbir ediyorlar. Sana hamd ediyorlar ve Seni tazim ediyorlar.” cevabını verirler.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri:

-“Onlar beni gördüler mi?” diye sorar.

Melekler:

-“Hayır! Vallahi Seni görmediler.” cevabını verirler.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri:

-“Şayet beni görselerdi, halleri nasıl olurdu?” buyurur.

Melekler:

-“Eğer Zatını görselerdi, Sana ibadet cihetinden gayretleri daha şiddetli, Seni tazimde daha yüce, Zatı İlahini tespihte daha çok gayret sahibi olurlardı.” cevabını verirler.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri:

—Onlar Benden ne istiyorlar?” buyurur.

Melekler;

—Senden cenneti istiyorlar.” derler.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri:

—Onlar cenneti gördüler mi?” buyurur.

Melekler:

-“Hayır, vallahi görmediler.” cevabını verirler.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri:

—“Şayet cenneti görselerdi, halleri nasıl olurdu?” buyurur.

Melekler:

—“Onlar cenneti görselerdi, ona karşı daha düşkün, onu istekte daha kuvvetli ve ona rağbetleri daha büyük olurdu.” cevabını verirler.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri:

—“Ya Bana neden sığınıp iltica ediyorlar?” buyurur.

Melekler:

—“Cehennem ateşinden sana sığınıyorlar.” cevabını verirler.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri:

-“Onu gördüler mi?” buyurur.

Melekler:

—“Hayır, vallahi görmediler.” cevabını verirler.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri:

—“Şayet görselerdi, halleri nasıl olurdu?” buyurur.

Melekler:

—Onu görmüş olsalardı, ondan kaçma ve korkmaları, daha şiddetli olur idi.” cevabını verirler.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri:

—“Ben sizi şahid tutuyorum. Ben onları yarlıgadım.” buyurur.

Meleklerden biri der ki:

—“Onların içindeki falan kimse onlardan değildir. Ancak bir haceti olduğu için gelmiştir.” Allah Celle Celaluhü Hazretleri:

—“O (zikre) oturanlar (öyle kâmil kimselerdir ki), onlarla oturanlar bile şaki olmazlar.”8 buyurur.

Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi vesellem Efendimiz: “Kıyamette bir cemaatin yüzlerinin beyazlığı yani nuru diğerlerini hayrete düşürecek. Bunlar Peygamberler ve şehitler olmadıkları halde bu hallerine ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yakınlıklarına herkes şaşıracak.” buyurunca Ashab-ı Kiram Radıyallahu anh efendilerimiz sordular: “Ya Resûlullah! Bunlar kimlerdir?” diye sordu. Buyurdular ki: “Her biri bir taraftan başka memleketlerden gelip ancak Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikir için toplanmışlardır.”9

“Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikretmek için bir cemaat otursa, bunlar zikirden dağılmadan önce onlara Allah Celle Celaluhü Hazretleri muhakkak günahlarınızı mağfiret etti ve seyyiatınızı hasenata çevirdi.” denir de ondan sonra dağılırlar.”10

Günün birinde Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz beraberinde bir takım insanlar bulunduğu halde mescit de oturmakta idi. Derken üç adam bize doğru yöneldi. İkisi Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e doğru dönüp geldi, biride bırakıp gitti. İki kişi Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in karşısında ayakta durdular. Bunlardan biri halkada bir aralık buldu ve hemen oturdu. Diğeri onların arkasına oturdu. Üçüncüsü de geri dönüp gitti. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Vazifeden fariğ olunca haberdar olun. Şu üç adamdan size haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah Celle Celaluhü Hazretleri de ona merhamet etti, diğeri zahmet vermekten utandı. Allah Celle Celaluhü Hazretleri de onu mahrum bırakmaktan utandı. Bir diğeri de zikirden yüz çevirdi. Allah Celle Celaluhü Hazretleri de onu mağfiretten yüz çevirdi.” buyurdu.11

Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz zamanında zikir ehlinden bir zat ahirete intikal buyurdu. Ashab-ı Kiram Hazretlerinin birçoğu, onu yıkamaya talib oldular. Hazreti. Ömer Radıyallahu anh, Hazreti Enes bin Malik Radıyallahu anh, Hazreti Ebu Derda Radıyallahu anh gibi daha birçokları geldiler ve merhumu yıkamaya talib oldular. Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hiç birine müsaade etmediler ve: “Bunun da ehli vardır, onlar yıkasınlar. Bana Selman-ı Farisi’yi çağırın.” Buyurdular. “O şimdi zikirdedir.” buyurdular. Gidip Selman-ı Farisi Radıyallahu anh Hazretleri’ni çağırdılar. Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz : “Ya Selman!” buyurdu. “Bu zakiri sen yıkayacaksın. Zira sen de zikir ehlindensin, o da zikir ve tecrit (her şeyden el ayak çekip Allah’a yönelme) ehlinden idi.” Selman-ı Farisi Radıyallahu anh Hazretleri merhumu ortaya getirdi. Yıkamaya hazırlanırken Resul Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Ya Selman! Onu bir halvet (yalnız) yere götür ve yıkarken de bir perde koy ki, zikir ehline ölümlerinden sonra adede muhalif bazı haller zahir olur. O halleri senden başka kimse öğrenmesin.” buyurdular. Selman-ı Farisi Radıyallahu anh Hazretleri merhumun cesedini tenha bir yere götürdü, soydu, edep yerini bir bezle örterek yıkamaya başladı. Sıra edep yerini yıkamaya gelince Selman-ı Farisi Radıyallahu anh Hazretleri elini uzatır uzatmaz vefat eden zat eliyle onun elini itti ve edep yerine dokundurmadı. Selman-ı Farisi Radıyallahu anh Hazretleri ağlamaya başladı ve başını merhumun göğsüne koyarak hıçkırırken dehşetle fark etti ki, türlü türlü sesler ve feryatlarla, pazarlık eder gibi Hakla söyleşiyor. Hıçkırıkları arasında merhumun kulağına doğru eğildi ve ona: “Bir kimse öldükten sonra nasıl dirilir ve hareket eder? diye sordu. Merhum derhal gözlerini açtı ve Selman-ı Farisi Radıyallahu anh Hazretleri’ne: “Ya Selman!” dedi ve “Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yolunda öldürülenlere ‘onlar ölülerdir’ demeyin. Hakikatte onlar diridirler, fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” Bakara suresi 154’üncü ayetini okuyarak: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri ile olan kimseler ölürler mi sanırsın? Gönülleri Zikrullah ile dirilmiş olanların ölüm ancak bedenlerine erişebilir. Ben ölmedim ve ancak şimdi yeni bir hayat buldum. Sen şu işini bitir ve elini çabuk tut.” buyurdu.12

DERVİŞİN SÜLÛKU

Nefsi alışkanlıklarından kesmek ve nefsin arzularının tersine yürümektir ki bu çok zordur. Dervişe afet üç yerden gelir.

1- Haram yemek,

2- Âdete uymak ve devam etmektir. Harama bakmak ve dinlemek ve gıybet etmektir,

3- Fesadı sohbettir ki, nefisle heyecan eden şehvete tabi olmaktır ve muhalefeti nefis baş ibadettir.

Bütün şifalar, muhalefeti hevadadır. Nefis, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin düşmanı oluğundan, buna dostluk, evliyaya düşmanlık gibidir. Şecaat ve mücahedede ilmin kapısı ve kapıcısı Hazreti. İmam-ı Ali Kerremullahu Veche Hazretleri gibi olmak gerektir ve O’nun kılıcı Zülfikâr, gerçekten batını kuvvettir. Büyük Cihad (Cihad-ı ekberde) lisan ile olan Cihad, gizli ve aşikâre yapılan Zikirdir. Çünkü salikin nefis ve şeytanın zararlarını defetmekte ve Rahman’ın Rahmetini çekmekte yegâne meşgalesi zikirdir.

Erkek ve kadınlardan mü’min olduğu halde ameli Salih de bulunup Allah’a ve Resulüne gerçek itaat edip günlerini murakabe ve Zikrullah ile geçirenler, şeriatla amel tarikatla sülük ve hakikat hali ile ahlaklananların hali güzel hayattır. Yaptıkları güzel amellerin itikatlarının karşılığı olarak kalpleri hayat ve dirilik bulur. Ötekilerin kalpleri ölü olur.

Şimdi bunlardan anlaşıldı ki, şeytanla boğuşmak lazımdır. Her kim şeytanı yener de Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yoluna hakkıyla giderse, Cenabı Hak Celle ve Ala Hazretleri bu kullarına Ayet-i Kerimesi’nde beyan eylediği gibi çok ikramiyeler verir. O kimse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin halis askeri olur. Şeytanın askeri olanları da Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Mücadele Suresi 19’uncu ayetinde şöyle beyan ediyor: “Bunları şeytan kaplamış da Allah’ı hatırlamayı (zikretmeyi) kendilerine unutturmuştur. Bunlar şeytan taraftarlarıdırlar. Bilin ki, şeytan taraftarı olanlar hep hüsrana (perişanlığa) düşenlerdir.”

Onların üstüne şeytan çökmüştür. Onlar şeytanın askeridirler. Bu şeytanın askerleri büyük ziyan ettiler. Onlar Zikrullah edemezler. Zira onlara şeytan musallat olmuş ve Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zikrini unutturmuştur. İşte şeytan bu bedbaht insanları Zikrullah’tan uzaklaştırmak için çeşitli tuzaklar kurmuş ve gafil avlar. Ama Zikrullah halkasına giren ve tarikat yolunda çalışıp yol alanlar böyle değil. Onların kalplerini Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zikri cilalandırır, parlatır ve mutmain kılar. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu hususta Ra’d Suresi 28’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Evet, bilin ki, ancak Allah’ı anmakla kalpler yatışır ve huzur bulur.”

Yine Hac Suresi 35’inci ayetinde “Bunlar, o kimselerdir ki, Allah anılınca kalpleri titrer, kendilerine isabet eden musibetlere karşı da sabırlıdırlar.” buyuruyor.

Ebedi Âlemde büyük Mahkeme-i Kübra’daki hesaptan sonra makamına gidince, yanında ailesini zürriyetini bulamayan kimse, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretlerine niyaz eder: “Ya Rabbi! Benim ehli ayalim zürriyetlerim yanımda yok, onları da senden istiyorum.” der. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Ey kulum! Onların makamları senin makamına tutmadığından ayrı makamda kaldılar.” buyurur. Kul da: “Ya Rabbi! Ben ibadet ve İtaatlerime ailemi zürriyetimi de dahil etmiştim, zürriyetimi Yüce Zatından istiyorum.” der. Bu hususta Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Tur Suresi 21’inci ayetinde şöyle buyurur: “(Dünyada) iman edenlere ve zürriyetleri de iman edip kendilerine uyanlara, (ahirette) zürriyetlerini kavuştururuz. (Onları da baba ve dedeleri gibi cennete koruz ve derecelerine yükseltiriz) Bununla beraber (baba ve dedelerinin) amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes, kazancına bağlıdır, (iyi amel işlerse kurtulur, değilse helak olur).”

MÜRİD – MÜRŞİD BAĞI

Tasavvuf, tarikat yoluna giren, bu Mürşid-i Kâmilin mübarek elini tutup, hizmetine girdiği ve emirlerini yerine getirmek için canla başla çalışmaya başladığı gün, anasından doğup dünyaya yeni gelmiş gibidir. Artık Mürşidi onun manevi babasıdır ve ilahi feyzin memesini ağzına vererek ona İlahi feyzi emzirmeye başlar ve müridini Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasına varacak yola ulaştırır. Ancak, müridin kabiliyet ve irfanı ve teslimiyeti bakımından, bazısı kısa zamanda, bazısı da aradan uzun zaman geçtikten sonra manen erginlik çağına girer ki, manevi babası olan Mürşid-i Kamil, sanki sonsuz ve hesapsız mücevherlere malik imiş gibi, müridine haline göre biraz mücevher ihsan ederek kendisine İlahi feyzin ticaretini gösterir.

Eğer Mürid bunun değerini bilmeyerek sermayeden ziyan ederse, hepsini elinden alır ve bir zaman böylece gezdirir. Mürid, verilen ilahi feyzin kıymetini kaybetmeyerek bilirse ve manevi ticaretinde başarı gösterirse, o zaman biraz daha ihsan eder ve manevi alışverişe başlatır, yani Sülukun başlangıcını ihsan eder. Böylelikle salik manen erginlik çağına girmiş ve mürşidi bütün manevi mücevherleri kendisine ihsan eder ve alışveriş usullerini gösterir öğretir. Derviş maksuduna erer. Bundan sonra Mürid: “Artık olgunluğa eriştim, başlı başına bir sultan oldum.” gibi hallere düşerse, kısa zamanda kazandıkları manevi kazançları kayıp ve telef eder. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin katında bir müflis durumuna düşer. Eğer kusurunu anlayarak bu mücahede rüzgârının ne yönden olduğunu idrak edebilirse ve sıdk ile aman diyerek mürşidine yüz döndürüp gelir ise, manevi babası olan zatın şefkat ve merhametine kalmıştır. Dilerse eski halini tekrar ihsan buyurur, dilerse kendini o halde bırakır.13

Batıni İlimlerin Âlimi olan kimseler (şeyhler, sofiler, zahidler ve âşıklar) de duvara parlaklık ve cila vermeye çalışan sanatkâr gibidirler. Zira bunlar talib olanların gönüllerini parlatır, cilalar ve pak ederler. Saf bir hale getirirler. Bu vesile ile hakiki dervişler, yaramaz sıfatları atıp türlü türlü güzel sıfat ve edeplere kendilerini nail ettikten ve teslim oldukları Mürşid-i Kamil’e teslim ettikten sonra fakr, zühd ve takva ile muttasıf olmak suretiyle bu menzil ve makamlara erişmişlerdir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu hususta Ankebut Suresi 6’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: “Kim (Allah yolunda veya nefsi ile) mücahede ederse, kendisi için mücahede eder. (sevabı onadır) Çünkü Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kullarının mücahedesine de ihtiyacı yoktur).”

Bir Mürşid-i Kamil’e Mürid olan kimsenin (dervişin) dışını şer’i taharetle temizlemesi, kalbini gafletten kurtarması lazımdır. Bir Mürid, virdini (Mürşid-i Kamil’den aldığı vazifesi) bir gün bırakırsa, Rabbi de o gün ondan yardımını keser. Mürid ertesi günü kalan virdine devam edip Rabbi’nden affını istemelidir. Mürid Mürşid-i Kamil’in elini tutunca, Mürşidi ile bütün haramlardan sakınacağına ve bütün farzlarını yerine getireceğine dair sözleşmiş, üstelik Mürşidi kendisine (evrad) yani zikir ve fikir de vermiştir.

Mürşid-i Kamil olan Zatı Şerifler de akıllı davranarak ve bu illetlerin defini Mürşidine bırakırsan manevi hastalıktan ancak bu şekilde kurtulabilirsin. Bu vesile ile Mürid tövbe edip şeyhin elini tutup bütün yaptıklarına ve günahlarına tövbe etmelidir. Çünkü hakiki şeyhin eli Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mübarek eli gibidir. Zira vekili ve varisidir. Şeyhin (Mürşid-i Kâmilin) eli Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in, O’nun eli de Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kudret eli mesabesindedir. Şeyh Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in halifesidir, Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin halifesidir. Nitekim Allah Celle Celaluhü Hazretleri Fetih Suresi 10’uncu ayetinde buyurmuştur ki: “Resûlullah’a biat edenler, Hak Teala Hazretleri’ne biat etmiş gibidirler. Allah-ü Teala Hazretleri’nin kudret eli, onların ellerinin üzerindedir.”

Sadi Şirazi der ki: “Yaramaz kimselerle sohbet edip arkadaşlıkta bulunanlara onların kötü tarafları sirayet eder. İyi kimselerle sohbet eden kimselere de, kâmil kimselerin güzel ahlakları ve kemâlâtı sirayet eder.”

MÜRİDİN EDEBİ

Dervişe (müride) lazım olan şunlardır:

1- Allah Celle Celaluhü Hazretleri ’ne bağlılık ve sevgi.

2- Resûlullah Sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bağlılık ve sevgi,

3- Şeyhine bağlılık ve sevgi.

4- Şeriatına bağlılık ve sevgi.

5- Tarikatına ve dergâhına bağlılık ve sevgi.

6- İhvana, dervişe bağlılık ve sevgi.

7- Ümmet-i Muhammed’e bağlılık ve sevgi.

Bu yedi hal Mürid de tamam olursa o Mürid asla yıkılmaz, mahrum olmaz ve yolundan da kalmaz.

Mürid Şeyh edebini bilmeli, onun huzurunda edepsizlikte bulunmamalı. Şeyhinden korkmalı zahirde de batında da, şeyhi için aynı şeyleri düşünmelidir. Bunlar onun nasip almasına sebep olurlar. Şeyhler için zahir ve batın aynıdır.

Müride gerekli olan edep kaidelerinden birisi de, şeyhin huzurunda bulunan kıdemli dervişlere de şeyhine gösterdiği hürmeti göstermelidir. Bu husus itikadı tam ve şeyhine teslim tevekkülü tam maneviyatta takvaya önem verip takvadan ayrılmayan aldığı virdine ara vermeden devam eden ve Zikrullah’a doymayan derviş için geçerlidir.

Dervişin tarikat da manen yol alabilmesi için ilk şart, şeyh edindiği Mürşid-i Kamil’e tam olarak bağlanması gerekmektedir. Mürid kendi kendine şöyle demelidir: “Beni Allah Celle Celaluhü Hazretleri ’ne bu şeyhten başka kimse ulaştıramaz. Bundan başka bütün kâinat halkı şeyh olsalar, yine de beni Allah Celle Celaluhü Hazretleri ’ne ulaştıracak olan odur.” İşte iradet böyle olursa şeytan o müride yaklaşamaz. Çünkü şeytan, şeyhin kılığına bürünemez. Böylesine sağlam ve temiz bir itikatla şeyhe (Mürşid-i Kamil) bağlananlar, şeytanın tasarrufuna düşmekten kurtulurlar.

Gerçek itikatlı, dinine, maneviyatına ve şeyhine tam manasıyla bağlı olan Mürid batıda, şeyh de doğuda olsa, şeyh yetişir onu şeytanın tasallutuna düşmekten kurtarır.

Onun ruhu her yerde müridi ile birlikte olur. Mürid ne zaman gönlünü şeyhine yöneltse, onunla birlikte olur ve şeyhinin feyzinden faydalanır. Şeyhine bu şekilde inanıp bağlanmayan kişinin bütün işleri şeytanidir. Çünkü tam bir bağlantısı yoktur.

Mürid şeyhine cenazenin kendini yıkayana teslim ettiği gibi Mürid de kendini manevi hastalıklardan koruyup kurtaracak olan şeyhine bu şekilde teslim olması lazımdır. Bundan sonra müride lazım olan bu ahde ve sözleşmeye kuvvetle sarılmak ve sabid-i kadem olmaktır.

Bu ahdi bozmamaya son derece dikkat ve ihtimam göstermelidir. Zira en küçük gevşeklik ve vurdumduymazlık ahdin bozulmasına sebep olur. Buna bütün Ehlullah: “İtikattan düştü, takvadan düştü ve parçası bulunmadı” buyurmuşlardır.

Sen de ey kardeşim! Kamil şeyhe kendini teslim ettikten sonra, Şeyh seni nasıl terbiye ederse etsin, sen şeyhine kendini Hazreti İsmail’in babası Hazreti İbrahim Halilullah’a teslim olduğu gibi teslim et. Şayet teslimiyet ve sabrın az olur da şeyhine karşı gelirsen, şeyhinden nasibini alamazsın.

İrade, edeb, müritlik merdivendir. Ne zaman ki edepsizlik edilir, irade ile birlikte Mürid merdivenden aşağı düşer.

Şeyhinin karşısında edeble oturup ona bakmalı, az söylemelidir. Şeyhine pek çok hürmet edip ellerini öpmeli. “Ben şeyhten daha yaşlıyım, ellerini nasıl öperim?” dememeli. Şeyhin huzurunda edepsizlik ve küstahlık yapıp onun gönlünü katiyyen kırmamalıdır.

Şeyhlerden biri Mekke-i Mükerreme’ye gidecek oldu. Arkadaşlarından birine haber göndererek dedi ki: “Müridlerinden birini bize versin de o müride bizimle beraber hizmet ederek Mekke-i Mükerreme’ye gelsin.” Şeyh olan arkadaşı bir dervişini beraber Mekke’ye gitmesini tembih ederek şeyhe gönderdi. Yolda giderlerken dervişe şeyh adını sordu. Derviş de: “Bana filan oğlu filan derler.” dedi. Mekke-i Mükerreme’ye varıp gelinceye kadar bundan maada bir söz söylemedi. Mekke’den geri dönünce, derviş şeyhine iade edildi. Birkaç gün sonra şeyh efendi, dervişini verdiği arkadaşı olan öteki şeyhe: “Acaba bizim dervişten memnunlar mı?” diye sordurdu. Hacdan gelen zat, dervişin şeyhine haber göndererek dedi ki: “Gönderdiğin derviş iyi bir derviş, lakin çok konuşur.” O zaman: “Ne konuştu? diye soruldu. “Ben ona adını sordum, o bana hem adını ve hem de babasının adını söyledi. O dervişin gevezeliğini gidersinler.” buyurdu. İşte bu kadar söz dahi edebe muhalif düşüyor. Bu edepten bu vesile ile müridler şeyhlerinin huzurunda ayrılmayıp çok konuşmamalıdırlar. Sorulduğunda ancak sorulana cevap vermelidirler.

MÜRİDİN EDEPLERİNİ MADDELER HALİNDE ANLATIRSAK ŞÖYLE SIRALAYABİLİRİZ:

1- Mürid nefsini bütün yaratılanlardan hor görmelidir. Nefsi için bir kimse üzerinde iddia görmemelidir. Üzerine geçmiş hakları helal etmeli. Ödemelidir.

2- Maksuttan başka her şeyden ilgisini kesmelidir.

3- Her hangi bir işte şeyhine hıyanet etmemeli, hürmetini son derece göstermelidir.

4- Şeyhinin verdiği zikir ile kalbini tamir ve gafletini gidermeye çalışmalıdır.

5- Her hangi bir makam, mevki, hal mertebeleri gibi gaye ve hedefleri olamamalıdır. Bu sevgilerden vazgeçmezse nefsine uymuş olur.

6- Ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi teslim olmalıdır. Bir mesele de haklı dahi olsa Şeyhinin kelamını ve maksadını anlamaya çalışmalıdır.

7- Şeyhi sormadan bir şeye cevap vermemelidir.

8- Kendisinden önce intisap etmiş mürid kardeşlerine her ne kadar amelleri az da olsa onlara hürmetli ve itaatli olmalıdır.

9- Her hangi bir ihtiyacını Şeyhinden başkasına arz etmemelidir. Eğer Şeyhi bulunmazsa ve kendisine zaruret halinde bulunursa geride bulunana vazifeli müride ihtiyacını arz etmelidir.

10- Bir kimseye öfkelenmemeli. Çünkü öfke elde edilen kalp nurunu söndürür. Unutkanlık ve ruha bulanıklık verir

11- Mürid, Şeyhin eli ile ancak istek ve maksatlarına ulaşacağını bilmelidir. Eğer muhabbeti, sevgisi başka Şeyhe yönelirse Şeyhinin himmet ve tasarrufundan mahrum kalır, feyzi kesilir.

12- Razı ve teslim olarak Şeyhinin tasarruflarına itaatli ve her hususta Şeyhine hizmet etmelidir. Çünkü Hizmetle feyz alınır.

13- Adette, İbadette ve bütün işlerinde Şeyhinin isteğine kendi isteğini feda etmelidir.

14- Şeyhinin sevmediği işlerden kaçınmalı. Çünkü Şeyhinin iyi ahlak ve kemaline güvenerek böyle hareket etmelidir.

15- Makamlara ve keşiflere ait gördüklerinin kendi kendine bir hükme bağlamamalı. Bu gördükleri makam ve keşifler Kendisinde zahirde de olsa itimat etmemelidir.

16- Halini Şeyhine anlattıktan sonra talepsiz olarak cevabını beklemelidir.

17- Şeyhinin huzurunda yüksek sesle konuşmamalıdır. Bu kötü bir edeptir.

18- Kalbinde Şeyhinin hallerine bir itirazda bulunmamalı ve kötü düşüncelere kapılınca da onu hayra yorumlamalıdır. Musa Aleyhisselam ve Hızır Aleyhisselam kıssası hatırlanmalıdır. İtiraz etmek feyz kapısını kapatır.

19- Hayır ve şer gibi bütün hadiseleri Şeyhine arz etmeli ki Şeyhi tedavi etsin. Unutmamalı ki manevi doktor odur.

20- Müriddeki sadakat mihnet ve meşakkat ile bozulmamalıdır. Maneviyatını bozan her türlü kötü huylardan uzak durmalı, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden talep ettiği feyzin ancak Şeyhin eliyle olacağını itikat ederek, Şeyhine bağlılığı ve muhabbeti nefsinden, evladından, malından daha önde olmalıdır.

21- Şeyhinin adet ettiği fiillerin hepsini taklit etmeye ve yapmaya kalkışmamalıdır. Şeyh makam ve hal dolayısıyla bu fiilleri yapıyordur, mürid için uygun olmaya bilir.

22- Şeyhinin emrettiği şeyleri yorumsuz ve geciktirmeden yerine getirmelidir. Aksi halde feyzi kesilir.

23- Zikir, teveccüh ve murakabeden Şeyhinin verdiği şeylerle amel etmektir. Çünkü Şeyhinin verdiği evrad ve ezkara bağlı kalmak gerekir.

24 Şeyhi ile beraber olduğu zaman tedbiri elden bırakmamalı fiilde, sözde sual ve cevapta ileri gitmemelidir. Çünkü böyle haller Şeyhin büyüklüğünü kalpten giderir.

25 Konuşma vakitlerini bilmek Şeyhinden gelecek cevaba tamamen yönelerek dinleyici olduğu halde derecesi ve hali miktarınca yeteri kadar edep içerisinde konuşmalıdır.

26- Şeyhinin sırlarını gizlemek gerekir.

27- Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Şeyhi eliyle Müride verdiği keşifler, kerametler, haller ve hatıralar gibi şeyleri şeyhinden gizlememelidir.

28- Ehli olamayan kimselerin yanında Şeyhinden bahsetmemelidir. Onların akılları ve anlayışları derecesinde konuşmak mümkün olabilir.

29- Şeyhi ile karşılaştığında veya hatırlatacak bir konu olduğunda ona yönelmelidir.

30- Şeyhinin huzurunda Abdest bozmamak, tükürmemek, sümkürmemek gerekir.

31- Diğer ihvanlarında kusur aramamalıdır. Geçmişteki hata ve kusurlarına bakmamalı, onları bu hata ve kusurlarından dolayı küçük görmemelidir.

32- Her hangi bir mürid insanların kusur ve günahlarına gözünü dikerse onun sırrı harap olur. Feyzi kesilir.

33- Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ihsan ettiği her şeyden kardeşlerine infak etmeli ki kendiside yol alabilsin.

34- Kendisini ibadet yönünden kardeşlerinden üstün görürse, nefsini onların üstünde görmemeli, onların uykularını dahi kendi ibadetinden halis görmelidir. Çünkü uykuda günah yazılmaz.

35- Şeyhinin eli altından ve terbiyesinden çıkmış dünya hırsına dalmış olan ihvanla beraber düşüp kalkmamak lazımdır. Çünkü zayıf müritler onlarla beraber helak olurlar.

36- nefsini tembelliğe ve aşağılık duygusuna kaptırmamalıdır.

37- İhvan kardeşinin fakirlerinin ihtiyacını görmekte diğer kardeşlerinden önde olmalı. Bunu nafile ibadetlere tercih etmelidir.

38- Kimsesiz kardeşlerinin hasta olanlarının hizmetinden gafil olmamalıdır.

39- İhvan kardeşlerin hakkında her zaman hüsnü zanda bulunmak ve bu cihetten kalbine gelen kötü düşünceleri kontrol etmek, hüsnü zanda bulunmalıdır.

40- Ölüm halinde olan bir kardeşinin yanında uyanık kalarak onun hukukuna riayet etmek.

41- Kardeşlerini her zaman duadan unutmamak ve eğer gece namaza kalkıyorsa ve her secde anında mağfiretleri için dua etmelidir. Böyle yapınca Meleklerde aynı şekilde sana duada bulunduğunu bilmek gerekir.

42- Özrü olmadığı müddetçe asla ayrı bir tarafa çekilip yemek yememelidir.

43- Nefsini tezkiye ve terbiye etmekle, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasını kazanmaya talip olan mürit, günlük zikrini hiç aksatmadan yapmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde Hadis-i Şerifte işaret edildiği üzere cennet ehli cennette oldukları halde, dünyada iken Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikretmeden geçirdikleri günlerine nedamet edecekler, pişman olacaklardır. Ayrıca günlük zikrini yapmayan mürit zikrin manevi lezzet ve bereketlerinden istifade edemez.

44- Bir mürşitten el alan bir mürit ona söz vermiş, ahdetmiştir. Dinimizde ahde vefa etmek emredilmiştir. Onun için mürit ahdini bozmayan kişidir. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emirlerine sımsıkı sarılır, yasaklarından şiddetle kaçınır. Beş vakit namazını vaktinde eda ederek orucunu tutar, hali vakti yerinde ise haccını yaparak zekâtını da verir. Ayrıca kaza namazı ve ibadetlerini bir an önce ikmal etmeye uğraşır. Kalbe perde olan boş şeylerle dilini meşgul etmez. Ayağını kötü yerlere atmaz. Azalarının hiç birisi Allah Celle Celaluhü hazretlerinin yasakladığı semt ve mahallere gitmez. Beşer hali elde olmadan işlenilen günahlar olursa hemen tövbe ve istiğfar ederek, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinden affedilmesini diler. Eğer vakit ve fırsat buluyorsa farz namazlardan sonra bazı nafileleri de yerine getirir. Bunlar kuşluk namazı, akşam namazından sonra kılınan evvâbin namazı, bir de teheccüd namazlarıdır.

45- Güzel ahlâk sahibi olmaya, herkesin gıpta edip imrendiği bir Müslüman olmaya gayret etmelidir. Bu hususta mensubu olduğu silsileye, mürşide söz getirmemeye gayret gösterir. Kısacası Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sahip olduğu Kuran ahlakıyla ahlaklanmalıdır.

46- Mevcut diğer hak tarikatları ve onların mensuplarını da sevmeli. Ama mensubu bulunduğu tarikatı daha çok severek, onun ilerlemesi, yükselmesi için canla başla çalışmalı. Bunu yaparken kırıcı, ezici, usandırıcı, yıkıcı olmamalıdır. Bu hususta örneğimiz peygamberimiz, onun yüce sahabeleri ve tasavvufta büyüklüğünü ispat etmiş kişilerdir.

47- İhvanlar arasında sevgi ve saygı çok önemlidir. Aynı mürşidden el almış müridler Allah rızası için birbirlerini severler, bu hususta katıksız, hilesiz bir şekilde birbirlerini seven kimseler için enbiyanın ve şühedanın bile imreneceği, göz alıcı parlaklıkta köşklerin hazırlandığını haber veren Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin mübarek sözleri bize daima yol göstermeli ve en büyük önderimiz olmalıdır.

48- Tarikat ve tasavvufun dışında olup, bunun tadını tatmayan kimseler çoktur. Bunlar ister ilim sahiplerinden olsun, isterse olmasın, bu yolun yolcuları olan sizlere sataşıp söz attıkları zaman asla incinmemeli ve kırılmamalıdır. Onlara hayır dua etmeli. Her ne olursa olsun onların dedikleri bizleri yolumuzdan alıkoymamalıdır. Çünkü kişi bilmediğinin düşmanıdır denilmiştir.

49- İnsanlığın ağır fesada düştüğü, gittikçe bozulduğu bir devirde yaşıyoruz. Bunun için en yakınlarımızdan başlamak suretiyle İslam’ı tatlı dil güler yüzle yolunu şaşırmışlara anlatmak mecburiyetindeyiz. Bunu yapabilmemiz için en çok bilgimizi artırmalı, boş bulunduğumuz zamanlarda kitap okumalıyız. Öncelikle farzı ayın olan ilimleri öğrenmek için fıkıh ve ilmihal kitaplarını zaman zaman okumalıyız. Ayrıca tasavvuf ve tarikata ait bilgilerimizi artırmamızda zaruridir. Bunun için bu sahada yazılmış ve tavsiye edilen eserleri de okumalıdır.

50- Çok uyanık olmalıyız. İslâm düşmanlarının bizi hangi silahla vuracaklarını, vurmak istediklerini anlamalıyız, kavramalıyız. Bunun için onların silahlarına gerek maddeten, gerekse manen aynısıyla karşı koyup hiçbir saniyenin İslam’ın yükselmesi için kan akıtılmadan geçmediğini ve bu dinin böyle meşakkatlerle ve şehitlerin kanları ile bir gül gibi bize teslim edildiğini düşünerek hizmet edip çalışmalı. Böyle samimi çalışanlara her hususta yardımcı olmalıyız.

51- “Allah katında en üstününüz ondan en çok korkanınızdır” buyuran Cenab-ı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ayetine kulak vermeli. Bunun için rengi, ırkı, cinsi, ne şekilde olursa olsun “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir” hadisi şerifini hatırımızdan çıkarmamalıyız. Bunun için Allah Celle Celaluhü hazretlerinin düşmanlarını, Kur’an ve İslâm düşmanlarını, peygamber ve Müslüman düşmanlarını çok iyi tanıyıp onlara asla yardımcı olmamalı ve onlar bizim en yakınlarımız bile olsa asla sevmemeliyiz. Bunun için “Kişi sevdiği ile beraber olur” Hadisi şerifini asla unutmamalıyız. “ Allah Celle Celaluhü hazretlerine ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki Allah Celle Celaluhü hazretleri kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah Celle Celaluhü hazretlerinin dininin yardımcılarıdır. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin hizbidir. “ Mücadele suresinin 22. ayet-i kerimesini düşüne düşüne okumalı ve anlamalıyız.

52- Zaman zaman yapılan toplu zikir meclislerini de kaçırmamaya gayret etmeli. Çünkü böyle zikir meclislerinde feyiz ve bereket vardır. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Celle Celaluhü hazretlerinin rahmeti bu meclislerin üzerinde olduğunu unutmamalıyız. Ayrıca Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin seyyah meleklerinin bu meclisleri ziyaret ettiğini, buraların cennet bahçelerine teşbih edildiğini düşünerek böyle yerlere koşmalıyız. Bu hususta “Onlarla düşüp kalkanlar bile cehennemlik olmaz” hadis-i şerifini unutmamalıdır.

53- Duayı da çokça yapmalıyız. Çünkü dua müminin silahıdır. Mümin mümine dua eder. Allah’ı tanımayanların hidayet bulmasını Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinden diler. Gerek açıktan gerekse gıyabında mümin kardeşine hiçbir zaman duayı elden bırakmamalı. Özellikle dualara icabet saatlerinde duayı bir ganimet bilinmeli. İcabet saati ne demektir? Hazreti Allah Celle Celaluhü hazretlerinin yapılan duaları kabul ettiği zamanlardır. Mesela Cuma günü öyle bir saat vardır ki; bu saatte içten yapılan duaları Allah Celle Celaluhü hazretleri kabul eder.

54- Sabrı da elden bırakmamalıyız. Her türlü gelen musibet ve belaya karşı sabır en güzel zırhımız olmalıdır. Onun için bir darb-ı mesel olarak söylenilen “Sabreden derviş muradına ermiş” sözü ne kadar yerinde söylenmiştir. Hiç unutmamalıyız ki mülkün yegâne sahibi Allah-u Zülcelâl dir. Veren de O’dur, vermeyende O’ dur. İstediğinde çekip alan da O’dur. Bütün bunlara sabretmek verilen nimetlere de şükretmek mecburiyetindeyiz.

55- Ailemizi ve çoluk çocuğumuzu da ıslah ve terbiye etmeye, İslâmi yaşayışlarına son derece itina göstermeye de mecburuz. Kendimizin ve nefsimizin ıslahından sonra bu da zaruridir. Bu manevi yolda, ailemiz ve çocuklarımız hakkında tenkit edilip kötü gözle bakılmamamız için buna son derece itina göstermeliyiz. Kuran-ı Kerimde “ Ey insanlar, kendinizi ve ailenizi, çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyunuz.” diye buyrulmaktadır. Bunun için onlara zaman zaman nasihat etmeli. Onlara İslâmi terbiyeyi ve İslâmi bilgileri vermeliyiz. Bu aile reisliği vazifemizi yaptıktan sonra tamamen Allah’a tevekkül etmeli. Şayet onların kötü halleri varsa onlar için ihlâsla Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerine dua edip yalvarmalıdır. Unutmamalıyız ki ana-babanın evladı hakkında ki duası er geç kabul olunur.

56- Tarikat yolu sadece erkeklere mahsus bir yol değil. Bilakis kadınlar da usulü dairesinde kendi aralarında eğer imkân ve fırsat bulurlarsa zikir meclisleri teşkil etmelidirler. Bunun için kendisine ders verdiğimiz bir kimse arzu ederse hanımına da bu dersi tarif edebilir. Çünkü Kuran-ı Kerim “Allah’ı zikreden erkeklerle Allah’ı çokça zikreden kadınlar” buyurmaktadır. Bu zikir meclisleri sadece bir grubun değil bilakis her isteyenin iştirak edeceği meclisler olmaktadır. Yalnız kadınlar böyle zikir meclisleri düzenlerken İslâmi ölçülere son derece dikkat etmeli, en küçük fitne kıvılcımının parlamasına müsaade etmemelidirler. Bunun için:

a. Bir kadın müride günlük dersini yapmalı.

b. Sadece kadınlar kadınlarla haftalık toplu zikir meclislerine iştirak etmeli.

c. Bu toplu zikir meclislerinde hiçbir fitneye sebep olmamalı. Bunun için vecd, cezbe halleri gibi hallerin vuku bulduğunda seslerini yabancı erkeklerin duyabilecekleri şekilde yükseltmemeli.

d. Böyle bir toplumda zikir halkasını idare eden mutlaka izin ve müsaade verilmiş kendi hem cinslerinden bir kadın bulunmalı.

e. İslâmi ölçülerin dışına çıkılmamalı. Özellikle bu meclislere gidenler, ilk önce kocalarından izin isterler. Gidiş gelişlerinde vakar içinde bulunurlar. Tabiatıyla tesettüre son derece riayet ederler. Kadınların umumi hastalıklarından olan dedi kodu ve boş söz konuşmak hiçbir zaman olmadığı gibi, özellikle o toplumda hiçbir surette yer almaz. Geliş ve gidiş, orada bulunuş sırf Allah rızası için olur.

57- İlk bağlandığımız kapıya hizmetçi olacağız. Bir öteye bir beriye yalpa yapan mürid, bu manevi yolda istenilen maksada ulaşamaz.

58- İhvanlar kendi aralarında, külfet ve meşakkate varmadan birbirlerinden, manevi hayatlarından istifade etmek için ziyaretleşmelidirler. Bu ziyaretler İslâmi ölçüler içerisinde ailece de olabilir. Ailelerinde böylece birbirinden faydalanmaları temin edilmiş olur. Böylece bu ziyaretler manevi İslâmi ticaretlere dönüştürülmüş olur. Yani İslâmi noksanlıklar birbirlerimizden istifade edilmek suretiyle giderilmiş olur. Kötü aileler kötü örnek olurlar. Deri dükkânında çalışanın üzerine, elbiselerine nasıl kötü koku sinerse, kötü ailelerle münasebet kurmakta iyi ailelere kötü kokuların sirayet etmesine sebep ve vesile olacaktır. Gül ile bulunan nasıl güzel kokular taşırsa, iyilerle düşüp kalkmakta iyilikler kazanmamıza sebep olacaktır. Ziyaretlerimiz sık sık ve usandırıcı olmamalı. Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin “Zaman zaman ziyaret et ki muhabbetin artsın.” sözü bize bu hususta delil olmalıdır. Kelime-i Tevhid bayrağı altında toplanan her Müslüman’a, İslâm’a hizmet etmek için bu kapı açıktır. Bu hususta kim olursa olsun ayrım yapılmaz. Çünkü dinimiz ayırıcı değil birleştiricidir, nefret ettirici değil sevdiricidir.

59- İhvanlar arasında ayrım ve seçme yapılmamalıdır. Özellikle zikir halkalarına devam etmek isteyene bu kapı açıktır. Herkes gelebilir. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rahmetinden kimsenin kimseyi mahrum etmeye, kovmaya yetkisi ve salahiyeti yoktur. Belli olmaz kimin kimden üstün olduğu. Bunun için hiçbir kimse hor ve hakir görülemez. İçki ve kumar masaları başından kalkıp da zikir halkalarına bir defa gelmekle, eski kötü hallerine tamamen pişman olup dönenler vardır. Hem de öyle ki; böylelerinin mesafe alışları da daha süratli olmaktadır.

60- İnsanların ve özellikle ihvanların yaptıkları hataları İslamiyet ve tarikat-ı aliyeye atmamalıdır. Bilakis İslamiyet bir ayna, İslamiyet’i yaşayışımıza göre de aynadaki görüntü kendi görüntümüz olacaktır. Bu aynanın önüne kendimizle oraya siyah bir bez asacak olsak aynadaki görüntü simsiyah olur ve onu görürüz. Beyaz bez asacak olursak olu görürüz. Şimdi ayna siyah bezden başkasını göstermiyor diye, nur gibi parlayan aynaya (İslamiyet’e) suç bulmak yanlıştır.

61- İhvanlar birbirlerinin menfaatlerini korumalıdırlar. Kendi menfaatini mümin kardeşinin menfaatinden üstün tutmamalıdır. Sahabeler gibi olmalıdır. Sünen-i Ebu Davud da zikredilen bir hadiste anlatıyorlar: “Bir harpte ganimetten payımıza bir ok bile düşecek olursa o okun demirli tarafını bir Müslüman kardeşimiz tüylü tarafını da diğer Müslüman kardeşimiz almak üzere paylaşırdık.” Yani buna biz tefâni diyoruz, birbirine kenetlenme birbirinde yok olma hali.

62- Kusursuz kimse olmayacağı için kusurlu gördüğümüz Müslüman kardeşlerimizi affetmeli gerekirse ona nasihat etmeliyiz. Onların kusurları bizi İslâmiyet’e ben onun yaptığı hatayı yapmayacağım diye daha çok bağlamalıdır. Böylece azmederek iradesini zorlamalı ve affedici olmalıdır. Yoksa dünya üzerinde kusursuz insan ararsan ancak peygamberleri ve kemal sahibi kimseleri bulabilirsin, başkalarını bulamazsın. Unutmayalım ki kötüler olmasaydı iyilerin kıymeti, iyiler olmasaydı kötülerin kötü olduğu bilinmezdi. Cennet ucuz değil cehennemde lüzumsuz olamaz. Her ikisi de yarın boş kalmayacak dolacaktır. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri her şeyi çifter çifter yaratmıştır. Nasıl ki gece gündüzü kovalıyorsa O, acıya karşılık tatlıyı, erkeğe mukabil dişiyi, güzelliğe eş çirkinliği, hayatın zıttı ölümü yaratmışsa; hayra karşılık şerri yaratmıştır. Bunlar ilahi kanunlardır, kimse bu kanunları bozamaz. İyilerden olmaya gayret edelim. İyilerin Kur’an diliyle adı “Muhsinler” dir. Cenab-ı Allah Celle Celaluhü hazretleri : “Muhakkak ki Cenab-ı Allah muhsin olanların ecrini zayi etmez” buyuruyor. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizde insanlar develer gibidirler, yüz devede ancak bir deveyi haline elverişli bulursun buyurmaktadır.

63- Sevdiğimizi Allah için sevmeli, buğz edip sevmediğimizi de Allah için buğz edip sevmemeliyiz. Yolda giderken bana yan baktı diye bir mümin kardeşe küs durmak haramdır. Hele hele ihvanlar arasında bu hiç hoş değildir.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “ Bir Müslüman’ın bir Müslüman’a üç günden fazla küs durması helal değildir.” buyurmaktadır. Kendimiz bu peygamberin koyduğu şaşmaz ölçüye vurursak. İşte O zaman İslâmiyet’teki ölçünün ne olduğunu görürüz.

64- Haset, kin, çekememezlik bu yolun taliplerinin semtine bile uğramamalıdır. Bunlar insanın hasenatını yiyip tüketen korkunç hastalıklardır. Sende bu hastalıklardan varsa onu tedavi etmeye bak. Bunun tedavisinin yolu tevhidin ağır tokmağıdır. Onunla o nefsin başını ez ki hastalıklardan kurtulasın.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz; “Haset etmek hasenatın hepsini ateşin odunu yediği gibi yer” buyururlar.

65- Bu yolun yolcusu, haramların semtinden bile geçmesine müsaade etmez. Haramlar belli ve açıktır. Zina, kumar, içki, faiz, rüşvet, yalan-dolan, hile, dedikodu vb. Bunlar imanı zayıflatan tehlikelerdir. Bunlardan şiddetle kaçınmalıyız.

66- En büyük felaketlerden olan, insanları felaketlerden felaketlere sürükleyen dilin tehlikelerinden son derece sakınmalı ve dilimizi Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikri ile ıslak tutmalıyız. Bu hususta peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in “Dilin Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrinden yaş olmaya devam etsin.” hadisi bizlere örnek olmalıdır, yolumuzu aydınlatmalıdır. Dilin afetlerinin ne derece büyük olduğunu sizlere şu hadisi şerifi de misal vererek hatırlatmak isterim. “İki dudağı ile iki ayağı arasını bana garanti verene ben de cenneti garanti veririm.”

67- İbadetlerimizi kalp huzuru ve huşuu içerisinde yapmalıyız. Yaptığımız amellerde riyadan yani gösterişten sakınmalıyız. Riya amellerin en büyük afetidir. Bir amele riya karışırsa o hiç yapılmamış gibidir. Böyle bir mürai kıyamet gününde eli boş olacaktır.

68- Farzların yanında nafile ibadetlerini de ihmal etmemeli. Şunu unutmamalı ki kul nafilelerle Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerine daha çok yaklaşır. Nafile deyince sadece orucun değil namazında nafile olanı, haccın ve zekâtında nafile yapılanları vardır. Bunun için farz namazları kıldıktan sonra özellikle üç vakitte kılınan nafile namazları yapmaya özen göster. Bunlar sabah namazını kıldıktan ve güneş doğduktan sonra kılınan duha namazı (Kuşluk Namazı), akşamın peşinden kılınan evvabin ve geceleyin kılınan teheccüd namazlarıdır. Bir hadisi kutside: “Muhakkak ki kul nafilelerle bana yaklaşır” buyrulmaktadır. Nafile cinsinden oruç tutmak ve benzeri ibadetlerle de bu yolun yolcuları Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sevgisini kazanırlar.

69- Hiç olmazsa ibadetlerimizi yapacak kadar dini ilmihal bilgimiz olmalıdır. Buna farz-ı ayın olan ilimler demekteyiz. Bu bilgileri öğrenmek hepimiz için zaruridir. Çünkü ilimsiz ibadet noksan olabilir. Böyle ibadetler Allah Celle Celaluhü hazretleri huzurunda makbul olmazlar. Böylece o tip insanlar akıntıya kürek çekenler olup ahirette de elleri boş olacak olan kimseler durumundan kurtulamayacaklardır.

70- Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerini her şeyimizden çok sevmeliyiz. Ona muhabbet ve sevgimiz günden güne artar olmalıdır. Onun büyüklüğünü düşünmeliyiz. Nasıl ve nice olduğunu düşünmekten men edilmişizdir. Bunun için dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Bize her türlü nimeti o vermiştir. Verilen bu nimetlerin şükrünü yerine getirmeliyiz. Ondan sonra peygamberini de sevmeliyiz. Yalnız sevmek laf ile olmaz. Bu sevgi için Aşağıdaki altı esası iyi bilmeli ve tatbik etmeliyiz.

a. Kur’an’a yapışmak ve onunla amel etmek.

b. Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sünnetini iyi bilmek ve nefsinde yaşamak ve yaşatmak.

c. Yediğine, içtiğine dikkat etmek, haram lokmayı araştırıp yememek haramlardan el çekmek.

d. Hiç kimseye eziyet vermemek zulüm etmemek.

e. Büyük ve küçük günahların hepsinden sakınmak, şüpheli olanları terk etmek.

f. Allah hakkını, kul ve hayvan haklarını gözetmek.14

MÜRİDİN NEFSİNE KARŞI ADÂBI

1. Mürid, Allah-u Zülcelâl’ın her an kendisini gözetlediğini bilmeli ve inanmalıdır. Bunun için kalbi, nerede olursa olsun Allah Zülcelal’in zikri ile meşgul olmalıdır.

2. Müridin üzerine farz-ı ayn olan ilimleri öğrenmesi vaciptir. Ve bu öğrendiği ilimler ile elinden geldiği kadar, takva üzere amel etmelidir. İmam-ı Rabbani Hazretleri bu konuda şu tavsiyelerde bulunmuştur:

a. Mürid, Kur’an ve Sünnet’le akidesini sağlamlaştırması lazımdır.

b. Mürid, şeriat ilmini, farz-ı ayn olan ilimleri öğrenmesi lazımdır.

c. Mürid, öğrendiği ilimlerin gereğini yerine getirip, tatbik etmesi lazımdır.

d. Mürid, tarikat-i aliyye ile tasfiye ve tezkiye etmelidir.

3. Mürid, Evliyanın ahlakı ile ahlaklanmadan, sadece dilde tarikatı anlatmamalıdır. Diğer insanlara hal ve ahlak olarak da örnek olmalıdır.

4. Mürid, bütün kalbi ve bedeni ile amel yapmalı ve bunu kendisine vasıf haline getirmelidir.

5. Kötü alışkanlıklarını ve kötü arkadaşlarını terk edip, iyi arkadaşları ile beraber olmalıdır.

6. Şayet mürid evli ise, çocukları da varsa, zikrini ayrı bir odada çekmelidir. Çünkü zikir daha huzurlu olur. Hanımı veya çocukları alay ederlerse zarar görürler.

7. Mürid, yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarında fuzuli olanlarını terk edip, ihtiyacı kadarını almalıdır.

8. Müridin gözü başka insanların elindekinde olmamalıdır. Rızkı daraldığı zaman, işleri kötü gittiği zaman aciz olmayıp sabretmelidir. Bazı insanlar tarikata girdikleri zaman başlarına bir takım hadiseler gelebilir. Bu bir imtihandır, sabretmelidir. İşlerinin kötü gitmesi, fakirliğe düşmesi belki mürid için daha hayırlıdır. Allah-u Zülcelâl ona ahiret kapısını rahmet kapısını aralamış, açmış olabilir.

9. Mürid, kendi nefsinin hesabını görmeli, nefsini Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için teşvik etmelidir. Nefis taatten çekindiği zaman teselli etmelidir. Seni ahiret için rahatsız ediyorum diye nefsine telkinde bulunmalıdır.

10. Mürid, seher vakti uyumayarak, o vakti ihya etmelidir. Allah-u Zülcelal’in yanında bu çok makbuldür.

11. Mürid daima helal yemelidir. Kendi nefsine, yemekten doymadan kalkmayı öğretmelidir. Bu hal ibadet etmeyi kolaylaştırır, tembelliği kaldırır.

12. Müridin, dilini yaramaz ve kötü hareketlerden uzak tutup, kalbini boş düşüncelerden sakındırması, sır sahibi olmasını sağlar.

13. Mürid, gözünü haramlardan sakındırmalıdır. Yabancı bir kadına nazarındaki şehvet, şeytanın zehirli okları gibidir. Bundan dolayı müridin helakine sebep olabilir. Cüneyd-i Bağdadi Kaddesallahu sırruh hazretleri buyuruyor ki: “Müridin üzerinden feyzin kesilmesinin sebebi, kötü kişi ve kadınlarla beraber bulunması ve oturmasıdır.”

14. Fazla şaka ve oyun kalbi öldürür, zulmet getirir. Eğer mürid bunun zararlarını bilse bir daha asla yapmaz. Fakat zulmet sahibi kendi helakini bilmez, bilse yapmaz.

15. Müridin başka kişilerle münazara ve mücadele etmesi unutkanlığı getirir. Kalbi katılaştırır. Mürid şayet bir kişi ile böyle bir durum yaşarsa, onunla helalleşip, tövbe etsin.

16. Kahkaha ile gülmek kalbi öldürür. Bunun için mürid, kahkaha ile gülmemelidir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin daimi yaptığı gibi tebessüm etmelidir.

17. Mürid başkalarının hallerinden bahsetmemelidir. Büyüklük ve şeref konularındaki muhabbeti terk etmelidir. Bunları istemek, muhabbetini yapmak, ondan Allah Celle Celaluhü hazretlerinin muhabbetini alır.

18. Mürid mütevazı olmalıdır. Şayet bu özellikte olur ise Allah-u Zülcelal’in yanında derecesi yükselir. Allah-u Zülcelâl’dan korkmalı devamlı af ve mağfiretini istemeli, yaptığı ibadetine değer vermemelidir. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin fazlı benim üzerimde olmasına rağmen ben bu amelimle yine de azaptayım demelidir. Nefsine ne söylerse, ne yaparsa, inşallah ile başlamalıdır.

19. Mürid, kendine ait olan bir zaman ayırmalıdır. Mürşidinin emrettiği zikri yapabilmek için bu zamanı kullanmalı, ne eksik ne de fazla yapmalıdır. Yaptığı zikir, ibadet ve hizmetten sonra Allah-u Zülcelal’den mükâfatını hemen beklememelidir. İşte, kalbim açılsın, muhabbet gelsin şeklinde değil Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için yapmalıdır. Allah-u Zülcelâl, kalbi açılıp da keşif ve keramet sahibi olduğu zaman ucub ve kibire düşebilir diye vermiyor olabilir.

20. Mürid devamlı (havf) korku ve (reca) ümit arasında olmalı, ümitsizlik haline düştüğünde Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rahmetinden umut kesmemeli, iyi değilim dememelidir. Daima muhabbeti elde etmeye çalışmalıdır.

21. Mürid, kendi mürşidinin dışında, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve diğer evliyaları; ister hayatta, ister ebediyete intikal etmiş olanlar olsun, ziyaret ederek, ruhaniyetlerinden istimdat dilemelidir.

22. Mürid, nefsinin ve şeytanın kendisi için çok büyük tehlike olduğunu iyi bilmelidir. Nefis ve şeytan, insanı etkisi altına alarak ya terakkisini durdurur veya sahip olduğu makam ve kemâlattan düşürür. Nefis ve şeytan, bazen müridin Rabbine yakınlığını engellemek için kalbine ve ruhuna sed çeker. Bir kişinin hem müridim demesi, hem de ameli terk etmesi hiç de doğru bir hareket değildir. Bu ikisi birbiri ile hiç bir zaman bağdaşmaz. Cenab-ı Hak, her gün Salihlere nazar eder. Fakat tabiatı icabı celalli olanlar, bu devletten istifade edemeyenler, onların başına asla devlet kuşu konmaz.

Evliyalardan bahsetmek, insanın muhabbetinin artmasına sebep olur. Ashab-ı Kiram’dan bahsetmek ise imanın kuvvetlenmesine ve günahların affolunmasına sebep olur.

Bu tarikat-i aliyyenin ameli, şeriatın ahkâmlarını yerine getirmek ve nefs-i emmâre ile mücadele etmektir. Nefse en ağır gelen şey Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emir ve nehiylerini yerine getirmektir. Mürid, dini hükümlere ne kadar önemle yönelirse ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emir ve nehiylerini yerine getirmeye gayret gösterirse, (heva-i neftsen) nefsin arzularından o nispette uzak olur.

Behlül-i Dana Kaddesallahu sırruh hazretleri şöyle demiştir: “Allah ile ye, Allah ile uyu ve Allah ile konuş.” Bunun manası şudur: İnsan yemek yerken Allah Celle Celaluhü hazretlerinden gafil olmamalı, huzurlu bir şekilde yemeğini yemelidir. Böyle davrandığı zaman bu yedikleri ona ibadet için büyük bir kuvvet olur.

Herhangi bir kimseye hal ve keşif vaki olduğu zaman, bu hal ve keşif şeriata uygun ise Rahmanî, şeriata uygun değilse nefsanî ve şeytanidir.

Nefsanî ve şeytanî düşünce arasındaki fark şudur: Nefsanî düşünce sabittir. Yalnız bir olayın üzerinde sabit olur. İstediğini o kişiye ya yaptırır veya yaptıramayıp mağlup olur. Şeytani düşünce ise sabit değildir. Bir şeyin üzerinde bir müddet durur, yaptıramazsa bu durumdan başka şeye geçer. 15

KİŞİNİN TERAKKİSİNİN SEBEPLERİ

Kişinin Allah’a doğru terakki etmesinin en büyük sebepleri vesileleri şunlardır:

1.Yediği yemeğin helal mi, haram mı olduğuna dikkat etmeli, mutlaka helalinden yemelidir.

2.Yediği yemeğin âdâblarına riayet etmeli, başlarken besmele ile başlamalı ve huzurlu bir şekilde yemelidir.

3. Abdestin sünnet ve erkânını yerine getirmelidir.

4.Yemek yerken ve abdest alırken, gafletle yapmamalı, huzurlu olmalıdır.

Mürid şu dört âdâbtan gafil ve ayrı kalırsa topraktan bir farkı olmaz.

1-Küçüklere şefkatli olmalıdır.

2-Büyüklerine hürmet göstermelidir.

3-Nefsinin, başkalarına karşı yaptığı eza ve cefa verme gibi durumlarında insaflı olmalıdır.

4-Başkalarından kendi nefsine karşı yapılan eza ve cefa verme hallerinde de bu insafa terk etmemelidir. (Sabrı elden bırakmamalıdır.)16

MÜRŞİDE BAĞLILIK VE TAKLİT

Gavs-ı Hizani Kaddesallahu sırruh zamanında geçen şu olayı nakledelim:

Ali Can ve Said isminde Gavs-ı Hizani’nin iki dervişi vardı. Said, Gavs-ı Hizaninin müridi olduğu halde, Gavs-ı Hizaninin mürşidi olan Seyyid Taha Nehri’ye daha çok muhabbet besliyordu. Bu durum, zamanla onun terakkisinde engel olmaya başladı.

Ali Can ise Gavs-i Hizani’ye çok büyük muhabbet duyuyordu. Hatta mürşidi Gavs-i Hizani ile beraber Seyyid Taha’nın ziyaretine gittiği zaman, onun Teveccüh halkasına girmiyordu. Gavs-i Hizani neden girmediğini sorduğu zaman: “Sen buraya menfaat elde etmeye geliyorsun. Benimse muhabbetim sanadır. Burada bir menfaatim yok!” dedi. Bu olay Ali Can’a terakki kazandırdı ve kamillerden oldu.

Ehlullah şöyle buyurmuşlardır:

“Şeyhini kendi evine götür; ancak sen şeyhinin evine gitme.”

Bundan anlaşıldığı üzere; mürid, mürşidini bütün ahvalleri üzerine haberdar etmelidir. Ancak mürşidinin ahvali üzerine haberdar olmaya çalışmamalıdır.

Nisbet ve feyzden en üst seviyede istifade edebilmenin yolu, mürşidi taklid ederek tam bir mutabaat yapmaktır. Ancak mürşidinde şeriate muhalif bir hareket gördüğü zaman, itiraz etmemeli, fakat mürşidini taklit etmeden, şeriate göre amel yapmalıdır. Mürşidin yapmış olduğu hareketi kendisine bırakmalıdır.

azreti. Ebu Bekir Radıyallahu anh kendi yapmış olduklarıyla değil, Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellemi taklit ve mutabaat yapmak sureti ile bu ümmetin en efdali olmuştur. Bundan dolayı mürid, mürşidini tam manası ile taklit etmeli ve mutabaat yapmalıdır. Bu mutabaattan maksat Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini yerine getirmektir. Mürid, amelinde gevşek olmadığı sürece, bu yolda terakkisi çok fazla olur. Akan bir suyun önüne herhangi bir engel geldiği zaman, nasıl bu engeli aşıp akmasını sürdürürse, mürid de kendisine tembellik, gevşeklik geldiği zaman, bunları önemsemeyip ameline devam etmelidir.

Mürşidinin hazineleri doludur. Onlar doğru ve sadık vekillerdir. Yalnız, bunları sadece çalışana ve hak edene verirler. Mürid, amelini ne kadar fazla yaparsa, Şeyhin de o müride nazarı ve iltifatı o ölçüde fazla olur. Mürid, virdini özürsüz olarak herhangi bir gün terk ederse, Mürşidinin feyzi de o gün müridin üzerinden kesilir17

1. Derviş tr.wikipedia.org

2. Ramuzel Ehadis. S.64;

3. Ramuzel Ehadis. S.266

4. Buhari ve Müslim

5. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.51

6. Riyazül Cennet.

7. Ramuzel Hadis. S.350;

8. Buharî ve Müslim

9. Allah’ı Niçin Anıyoruz. S.56

10. Allah’ı Niçin Anıyoruz. S.56

11. Riyazussalihin. S.847

12. Müzekkin Nüfus. S.541 (Buhari ve Müslim)

13. Miftahul Kulub S.41

14. Adabı Fetullah

15. Adabı Fetullah

16. http://www.tevbekapisi.com

17. http://www.konyevi.net