Tevbe – İSTİĞFAR

Tövbenin kelime anlamı;

Tövbe etmek, herhangi bir suretle daha önceleri işlenmiş olan günah ve kötülüklerden pişmanlık duymak ve bir daha günah işlememeye ve kötülük yapmamaya azmetmektir. Gerçekten tevbe yapmış olan bir Müslüman, tövbesinde durur ve eski günah ve kötülüklerine bir daha dönmez, işte Allah Celle Celaluhü Hazretleri indinde bu şekildeki tövbeler makbuldür. Tevbe edenlerden maksat aklına geldiği zaman, haftada ayda yılda tevbe edenler değil, beşeriyet icabı işlenen günahlarına her gün devamlı olarak tevbe etmek ve bir daha günah işlememeye gayret sarf etmektir. Bir Müslüman, sadece geçmiş günahlarına ve kusurlarına tevbe etmekle kalmamalı, aynı zamanda hem bir daha o günahları işlememeye azmetmeli, esasen tevbe, işte bu takdirde hakiki tevbe sayılır.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Tahrim suresi 8’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Allah’a öyle tevbe edin ki, tam bir pişmanlık halis bir tevbe olsun. Ola ki Rabbiniz, kötülüklerinizi örter ve sizi, (ağaçları) altından ırmaklar akan Cennetlere koyar.”

Ayet-i Kerime’de bildirilen halis bir tevbe, kulun geçmişte işlediği günaha pişman olması ve bundan sonra da o günaha dönmemeye kesin olarak karar vermesidir. Kalp pişman olmalı dil de dua etmelidir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Bakara suresi 222’nci ayetinde şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki Allah çok tevbe edenleri de sever, pisliklerinden pak olanları da sever.”

Hud suresi 3’üncü ayetinde “Hem Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O’na tevbe edin ki, sizi takdir edilmiş belirli bir zamana (ölüme) kadar güzel bir şekilde yaşatsın.”

Hud suresi 90’ıncı ayetinde “Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, günahlardan tevbe edip O’na sığının.”

Hud suresi 112’nci ayetinde “Onun için sen (Ey Habibim) emrolunduğun şekilde, beraberinde tevbe edenlerle dosdoğru hareket et.”

Nasr Suresi 2-3’üncü ayetlerinde “Ancak tevbe eden ve iman edip de Salih amel işleyen kimse müstesnadır. Kim de tevbe eder de Salih amel işlerse, muhakkak ki, o makbul bir şekilde Allah’a döner.”

Allah Celle Celaluhü tevbe edenlere bu müjdeyi vermiştir. Tevbe etmek saadet ve huzurun anahtarıdır, tevbe eden tövbenin şartlarını yerine getiren bahtiyar kimselerin geçtiği yerler kendileriyle övünür. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri onu halkın gönlünde tatlı sevimli kılar. Kabir ona Cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Kıyamet gününde yüzü ak olur. Sırattan kolay geçer. Hesabı ihsan ile kolay geçer ölürken müjdelenir. Ayet-i Kerime’de mağfiret sebebine ve nimetin artmasına işaret vardır. Fakat istiğfardan sonra, bir daha günah işlememeye gayret etmeli ve dil ile istiğfar ettiği gibi, kalbi ile de pişmanlık duymalıdır. Beşeriyet icabı günah isterse derhal tevbe istiğfar etmelidir. Ve: “Bu küçük günahtır. Bundan ne olur?” dememelidir. Çünkü küçük görülen günahlarda birer birer işlenecek olursa o da büyük günah olur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Kıyamet gününde tövbelerine sadık ve daim olanların bir günahtan sonra tevbe ederek bir daha o günaha dönmeyenlerin suçlarını yüzlerine vurmaz onları rezil rüsvay etmeyiz.” buyurmuştur. Tevbe edenler ve tövbelerin de sadık ve samimi olanlar Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Resulü Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdirler. Âlemlerin Efendisi Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber olanlar hiç rezil rüsvay olurlar mı? Elbette olmazlar. Allah Celle Celaluhü Hazretleri onların suçlarını açıklayarak kendilerini mahşer ehline karşı asla utandırmaz. Onlara Cehennem azabını ve Sırat karanlığını göstererek onları üzmez. Onların imanları önlerinde ve sağ yanındadır. Bu, bahtiyar kullarını Kur’anı Kerimde Hadid suresi 12-13’üncü ayetlerinde şöyle anlatıyor: “Hatırla o günü ki, mümin erkeklerle mümin kadınların nurları, önlerinden ve sağlarından koşuyor kendilerini göreceksin. O gün, münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecekler. ‘Bize bakın (yahut bizi bekleyin) nurunuzdan bir parça alalım.’ Müminler tarafından onlara şöyle denilecek, arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayın.”

Allah Celle Celaluhü Hazretleri mümin ve mümine kullarını o âlemde münafıkların düştüğü o kederli günü sadık kullarına Kur’anı Keriminde nasıl dua edeceklerini ise Tahrim Suresi 8’inci ayetinde şöyle bildiriyor: “Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla, (bu sırat üzerinde nurları sönen münafıklar gibi bizleri yapma) Bizi bağışla muhakkak ki, sen her şeye kadirsin.”

Hadid suresi 21’inci ayetinde “Siz günahlarınızdan tevbe ederek Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği, yerle göğün genişliği gibi olan bir cennete yarışın.

Kur’an-ı Kerim bir Nur-u ilahi’dir. O’nu daima önlerinde bulunduranlar mutlaka selamet ve saadete ererler. Nitekim Ayet-i Kerime’de buyrulduğu gibi önleri sıra ışıkları bulunanlarda o ışık sayesinde bastıkları yeri görürler, düşmeden yollarına devanı ederler. Sağ yanımızdaki nur da Fahri Âlem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizdir. Kul bu iki nura ne kadar yaklaşır ve onlara uyarsa dünyada ve ahirette o nispette nurlanır. Bu nurlanma insanın gayretine bağlıdır. Bu nurlara uymayanlar ise karanlıklarda kalır ve yollarını kaybederler. Demek oluyor ki, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Nur-u Azim, Kur’an da Nur-u Mübin’dir. Bu iki nuru önüne ve yanına alanlar, onlara dayananlar o nurlar ile nurlananlar, elbette zulmette ve dalalette kalmazlar.

En’am Suresi 12’nci ayetinde şöyle buyuruyor: “Rabbiniz kendi üzerine şu Rahmeti yazdı, içinizden kim bilmeyerek bir fenalık yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzelmiş ise şüphesiz ki, O (Allah) Gafur ve Rahim’dir.”

İnsan cehaleti sebebiyle günah işlemiştir. Sonra fenalıktan tevbe ve muamelatını islâh etmiştir. İşte bu gibiler hakkında Allah Celle Celaluhü Hazretleri Gafur-ur-rahim’dir ve bu gibiler için affını farz kılmıştır. Gerek itaat ve gerekse isyanın zerresi gaib olmaz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri Zilzal Suresi 7-8’inci ayetlerde “Zira kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek. Kim de, zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” Şu halde daima itaatte bulunarak kendini Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerini sevdirmeli. Kurtuluş bundadır.

Bir mümin yüz sene ibadet etmiş olsa on misli bin sene eder bir kafir de yüz sene yaşamış olsa o miktardan başkasıyla cezalandırılmaz. Mümin niyyeti sebebi ile kafir de niyyeti ile ebediyyette niyyetleri sebebiyle ebedi mükafat ve ebedi mücazat yani azaba duçar olurlar. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri kuluna eziyet etmez, kul eziyeti kendi kendine eder. Şu mısralar ne de yerinde söylenmiştir: Kuluna zulmetmez Hüda’sı, herkesin çektiği kendi belası. Dolayısıyla herkes ne ekerse onu biçer.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Maide Suresi 90-91’inci ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Ey Müminler! şarap (içki içmek), kumar oynamak, ibadet için dikilen putlar, (cahillik devresinde kullanılan) fal okları hep şeytanın işinden, pis birer şeydir. Onun için bunlardan sakının ki, kurtulasınız. Muhakkak şeytan, şarabda ve kumarda aramıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah Celle Celaluhü Hazretlerini anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz, bunlardan sakınmaz mısınız?”

Bayezıd-i Bestami Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyururlar ki: “İnsanların tevbesi, işledikleri günahlarından dolayıdır. Benim tevbem ise, (Lailahe illellah) sözündedir. Çünkü ben bunu alet ve harflerle söylüyorum. Cenabı Hakk Celle Celaluhü ise harf ve âletlerin ötesindedir.”1

“Günah ve isyanın Tevbesi, bir tanedir; taatin tevbesi bin tevbedir.”2Çünkü kudsi alemde, Levh-i Mahfuz’da âlet ve harflerin yeri yoktur. O alemden gelme olan ruhun da harf ve âletle ilgisi yoktur. Harf ve âletten kurtulamayan bir taat, kudsiyet alemine erişen bir ruh için, noksanlıktır. Bundan dolayı nice defalar tevbe etme ihtiyacını duyar. İbadette sadece dil ve diğer organlar hareket ediyor ve bu kalbe ruha inmiyorsa, işte bu ibadet harf ve alet kapsamında kalmıştır. Bundan dolayı her kelime ve harf için bir tevbe gerekir.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin mülkünde, O’nun nimetiyle yaşayan insan! Allah Celle Celaluhü Hazretlerine karşı O’nun mülkünde O’nun nimetini yiyerek sakın isyanda bulunma, varlığın hikmetini anlıyarak Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden utan. Çünkü Allah Celle Celaluhü Hazretleri seni Cehennem ateşinde yakmaktan utanıyor. Rahmeti gazabının önüne geçiyor. Şayet kul isyanında ısrar eder, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne asi olursa o zaman Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ebedi alemdeki ceza evi olan Cehenneme bir tutsak rehine olarak girer. Bu hususta Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Müddessir Suresi 37-38’inci ayetlerinde şöyle buyuruyor: “İçinizden (hayırda) ileri gitmek, yahud geri kalmak isteyenleri… Herkes kazandığına karşılık bir rehinedir; (hesabını doğru vermekle ancak kendisini kurtarabilir).”

Tövbeden mahrum, isyan vadilerinde (Keyfe ma yesa keyif içerisinde) yaşayanların akibetlerinin felaket ve hüsranla neticeleneceğinde hiç şüphe yoktur. Binaenaleyh evlada ve aileye dost ve ahbaplara her fırsatta tevbenin lüzumunu ehemmiyetini duyurmaya çalışmalıdır. Tevbeye niyet eden kişi ömrünü gaflet ve günah ile geçirmekten son derece sakınmalıdır. Bunun için en kolay çare, eskiden edindiği ve kendisini günaha sürükleyen ibadetlerinden ayıran bütün kötü arkadaşlarından ayrılıp Hakk yolcusu ibadet ve taatte müdavim (devam eden) olan temiz ve Salih arkadaşlar edinmek lazımdır. Yoksa Kur’an-ı Keriminde belirtilen şu olay ile karşılaşır. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri ebedi âlemde mahrumiyet içerisinde kıvranacak olan kullarını Kur’anı Kerimde Furkan Suresi 28-29’uncu ayetlerinde şöyle ikaz ediyor: “Yazıklar olsun bana keski (beni sapılan) falanı dost edinmeyeydim. Vallahi o sapıttı beni Zikirden, (Allah’ı anmaktan ve Kur’an ahkâmına bağlanmaktan).”

Salih arkadaş edinildiği zaman işte bu tevbe hayırların başı ve anahtarıdır. Böyle olmadıkça hakiki bir tevbe ve tam bir dönüş olamaz. Keşifler kerametler saadetler hep bu tevbeden sonra hâsıl olur, herkesin bilmesi lazımdır ki, bu tevbe herkes için farzı ayındır.

Günahlarından kaçmaya muvaffak olduktan sonra mühim bir nokta daha vardır ki o da vurduğu, dövdüğü, sövüp sayarak şerefini kırdığı kimse ile de helallaşmaktır. Böyle olmazsa yarın kıyamet gününde o hakaret eden ve hürmetsizlik gösteren kişi dövüp sövdüğü veya arkasından gıybetini yaptığı kimseye verilmek üzere sevaplarının alınıp hakaret gören müslümana verildiğini görecektir. Daha yetmezse o hakir görüp dövülen sövülen kimsenin günahları alınıp döven söven kimsenin üzerine, yüklenecektir

Allah Celle Celaluhü hazretleri Muhammed suresi 19’uncu ayetinde şöyle buyuruyor: “Günahının Yarlığanmasını iste.” Kötü mezmum huylardan ahlaklardan biri de tevbeyi terk etmek ve onu ihtiyarlığa bırakmaktır. Bu ise çok yanlış, bir harekettir. Çünkü insanın ömrünün ne zaman son bulacağı belli değildir. Müslüman’a yakışan, daima ölüme hazırlıklı olmaktır. Böyle olabilen (fikrinde, şükründe, zikrinde) daim olan bahtiyarlar için ölüm ne zaman gelirse gelsin kayıpları yoktur. Çünkü Hakk Celle Celaluhü Hazretlerinin huzuruna çıkmaya hazırdırlar. Binaenaleyh tevbenin, terki veya onu yarına bırakmak müslümanın işi değildir. Müslüman her zaman, tevbekâr olmalıdır. Tevbede daim olabilmek için Takvanın öğretildiği bir okula ihtiyaç vardır. Zira tarikata giren bir insan, manevi yolculuğa çıkar, her an Hakk ile olur, O’nu daima anar ve geçmişte işlediği suç ve isyanlarından dolayı pişmanlık içinde olur. O zaman her gün muntazaman en az günahına yüz defa tevbei istiğfar eder. Zira Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz günahı olmadığı halde günde yetmiş ile yüz defa tevbei istiğfar ederlerdi. Elbetteki bunu bizlere talim için yaparlardı. Nitekim Allah Celle Celaluhü Hazretleri Nisa Suresi 106’ncı. Ayetinde buyurur ki: “Ve Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir.”

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Rahmeti, Ğufranı insana yakındır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin insandan günahlarına, gerçek manada tevbe etmesini, pişmanlık duymasını ve bir daha o kötü hallere dönmemesini ve günah işlememeye ve tevbei istiğfara devam etmesi şartı ile razı olması ümid edilir ve yine umulur ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri senin tövbeni kabul eder. Allah Celle Celaluhü Hazretleri merhamet edenlerin en çok merhamet edicisidir. Suçun büyüklüğünü ve rezilliğini idrak etmek Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin gazabından korkmak bir mümini, masivadan nefret etmeye, ondan şiddetle uzaklaşmaya, tevbe ve istiğfar etmeğe, büyük bir pişmanlık duymaya sevkeder. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Kur’anı Kerim Ayet-i Kerime’ler ışığı altında tevbei istiğfar mutlak olarak zikrolundu ve adedi tayin olunmadı. Ey bütün mahlukatın ahseni (güzel) olarak yaratılan insan! İhtiyarlık gelmeden, ölüm gelip çatmadan, ebedi alemdeki makamını göreceğin zaman nutkun (dilin) tutulmadan günahına, unutmadan devamlı nedamet ve pişmanlık içerisinde tevbei istiğfar etmeye bak. Eğer günahına tevbe edebiliyorsan, ve günah işlememeye de azami gayret edebiliyorsan ne mutlu sana, günahına tevbe edemezsen, kendine yazık edersin.

Mansuru Ammar Rahmetullahi aleyh der ki: “Beni İsrail zamanında güzel bir kadın vardı. Güzelliği ile halkı aldatır, evinin kapısını daima açık tutardı. O şehirde gayet abid (ibadet eden) bir zat vardı. Bir gün nasılsa yolu bu kadının evi önüne düştü gözü ansızın o kadına ilişti. Fakat gönlünü kaptırdı ne çareki nefsini yenemez. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yalvadı. Nihayet gönlünü kadından ayıramadığından nesi varsa sattı, altınları alarak kadına gitti. ‘Ey dilber, şu altınların hepsini al ve beni bir gece vasim bağında kamuran eyle.’ Fettan kadın kabul edip abide zaman tayin etti buluştular. Abid kadına el atar atmaz titremeye başladı, içine Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin korkusu düştü ve gönlüne ‘Sen abid ve zahid bir kişi olasın. Meşayih önünde tevbe etmiş olasın bunca yıldır ibadet ve taatten ayrılnayasın. Şu kötü kadının kapısına düşersin. Allah’tan korkmaz mısın ve Peygamberinden utanmaz mısın?’ ilhamı geldi. Korkudan titremeye başladı. ‘Ey hatun! Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin korkusu içime düştü, izin ver gideyim, altınlar sana helal olsun.’ dedi ağlayarak evine geldi haliyle uğraşmaya başladı. Bu zatın bu hali kadına tesir etti. O zahidi aradı buldu kapıyı çaldı o zat kapıya geldi. Kendini yoldan çıkaran kadını görünce büsbütün perişan oldu. Kendini kınadı. ‘O bir kere tevbesini bozduğu, için korkusundan can verdi. Sen ise bunca defadır tevbeni bozdun hiç aldırış etmedin.’ diyerek evine gitti. Kadın o zatın kardeşi ile evlendi, malını mülkünü Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin rızası için kocasına bağışladı. Çocuklarının hepsi âlim salih birer insan oldular.”3

Allah Celle Celaluhü hazretleri Al-i İmran suresi 135-136’ncı ayetlerinde şöyle buyururlar ki: “Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulûm ettikleri zaman Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasının isteyenler (ki günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?) hem de yaptıkları günaha bile bile ısrar etmemiş olanlar var ya, işte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Şu işleri yapanların mükafatı ne de güzeldir.”

Tövbeyi bir daha işlememek azmiyle, nadim olarak ve içli dışlı etmek gerekir. Sadece dışıyla ve diliyle tevbe edenin hali şuna benzer: Bir necis yığını üzerine ipekten, göz kamaştırıcı bir örtü örtülür. Altındakinin farkında olmayan herkes bu ipeğe hayranlıkla bakar, fakat biraz sonra örtü kaldırılıp necis ortaya çıkınca seyirciler kaçışıverir. İşte ibadeti içten yapmayan ve tevbeyi şartlarına göre yapmayanların hali de böyledir. Görünüşleri namaz niyazdadır, fakat içleri temiz değildir. Kıyamet günü perdeler ortadan kaldırılınca Melekler onlardan kaçışırlar.

Hemen büyük ve küçük günahlardan tevbe etmek ve kötü huyları terk edip iyi ahlaklı olmak farzı ayındır. Küçük günahları mühimsememek ve devamlı işlemek büyük günahların meydana gelmesine sebep olur. Damlaya damlaya göl olur. İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri buyurdu ki: “Bu Ayet-i Kerime, hazreti Adem Aleyhisselam’ın yaratılmasından dört bin yıl önce arşın kenarlarında yazılmıştı.”

Tevbe Suresi 112’nci ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Şirk ve nifaktan tevbe edenler, Allah’a ihlâsla ibadet edenler, hamd edenler.”

Yine Tevbe Suresi 126’ncı ayetinde şöyle buyrulmaktadır “Münafıklar, her yıl bir veya iki kere çeşitli belalara çarpıldıklarını, görmezler mi? Böyle iken, yine tevbe etmezler ve ibret almazlar.” Ayet-i Kerime’lerdeki bütün bu vasıfları toplayan bahtiyar insanlar dünyadan ahirete pişmanlıkla gitmezler. Çünkü elinden geldiği kadar günah işlememeye ve evvelden işlediği günahlarına tevbei istiğfar ettiğinden Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri ve O’nun Resulûllah’ı sevenlerle beraber olduğundan, “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” Hadis-i Şerif’i mucibince ebedi aleme sevinerek gider, yoksa seven kişi sevdiğinin hoşuna gitmeyen hareketlerde bulunmaz. Nitekim Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Şura Suresi 25’inci ayetinde buyurur ki: “O’dur ki, kullarından tevbeyi kabul buyuruyor, günahlardan afv ediyor ve O bütün yaptıklarınızı bilir.”

Şura Suresi 30’uncu ayetinde ise şöle buyrulmaktadır: “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir. Allah ise, günahların bir çoğunu bağışlıyor (da bunlardan dolayı musibet vermiyor.)”

Hal böyle olunca O’nun emirlerine nasıl asi olabiliriz? O’nu nasıl gücendirebüiriz? Evet Allah Celle Celaluhü Hazretleri kuluna kırılır ve gücenir. Bize azab da etmese O’nu kırmaya ve gücendirmeye nasıl cesaret eder ve sonra huzuruna ne yüzle çıkarız. Evet Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni hiç unutmamalı ve O’ndan Celle Celaluhü gafil olmamalıyız. Ve O’ndan korkmalı ve haya etmeliyiz. Emirlerini seve seve yerine getirip nehiylerinden de O’ndan korkarak O’ndan hayâ ederek ve O’nu gücendirmekten son derece sakınmalıyız. Hiç şüphe yoktur ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin vaadi hak, vermiş olduğu haberi de, gerçektir. Bu Ayet-i Kerime’lerden anlaşılıyor ki, tevbe günahları silip hiç bir eser bırakmıyor fakat yapılan tevbenin gerekli şart ve usûllerine riayet edilerek yapılmalı. İşte o zaman tevbe tesirini gösterir. Tevbe neticesinde günahların afvedilmesi hiç şüphe yok ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kullarına bir lütuf ve ihsanıdır.4

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’nin kelamını ve Resul-ü Mücteba Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Hadis-i Şerif’lerini işitip onunla amel etmek sadece dirilere nasiptir. Ayakta gezen ölüler bir şey duymaz ve işitmezler.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Kur’an-ı kerimde Neml Suresi 80’inci ayetinde şöyle buyurur: “Ey (Habibim) sen bizim Kelamımızı ve Emirlerimizi dünya muhabbet ile gönülleri ölmüşlere işittiremezsin.” Burada işitmekten murad tutmak ve uymak manasınadır.

Kıyamet Suresi 6’ncı ayetinde ise “İnsan günahını öne alır ve tevbesini geri bırakır. Bir gün gelir ki o tembelliği ve gevşekliği üzünden yaramaz bir fiil işlerken tevbesiz olarak ölür. Alay ederek sorar; Kıyamet günü ne zaman?” buyurmaktadır.

Şunu iyi bilmeliyiz ki, Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerinin inayetiyle bir kimse kendisini bir toplar ve o ana kadar ettiklerine tevbei Nasuh ile tevbe eder, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin hakkını ve kul haklarını da edaya başlar. Kötü ahlaklarının güzel ve temiz ahlâka, tebdili için kendisini bütün mahlûkattan aşağı görür, bütün günahlarını önüne koyarak gözünü Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin merhamet ve Rahmetine diker, aczini bilerek her zaman aczini itiraf eder, “aman kapısı”ndan ayrılmayarak her nefes zikri aman olursa ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını kazanmaya çalışır ve gayret ederse, Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri bu kulun sıdkına, istikametine, sebatına ve ihlâsına nazar eder.

Naziyat Suresi 40-41’inci ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır: “Fakat her kim de Rabb’ının makamından korkmuş ve nefsi şehevattan alıkoymuşsa; Muhakkak cennet onun gideceği yerdir.”

Nefse muhalefet etmek, yapılan bütün ibadetlerin başıdır. Kul nefse muhalefet etmekle, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne giden yola kavuşur. Çünkü kul nefsinin esiri olmuşsa, helak olmuş demektir. Bu Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri nefse muhalefet etmeyi emretmiştir.

Beyine Suresi 8’inci ayetinde ise “İşte bu mutluluk, Rabb’ından korkanlara mahsustur.” buyurmuştur. Nefsinin arzularından kaçınıp ilahi emirlere nefsinin boynunu büktüren her müslüman, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin inayeti ve izniyle İnşaallah Cennetliktir.

Yine Naziyat Suresi 37–39 ayetlerinde ise şöyle beyan ediyor: “Artık kim azgınlık edip kafir olmuş; (Ahiret üzerine) dünya hayatını tercih etmişse; Muhakkak cehennem, onun varacağı yerdir.”

İşte, tevbe, marifet ve iman ile başlayan bir nurdur. Bu nur zuhur edince günahın öldürücü zehir olduğu görülür. Bu öldürücü zehirden (günahtan) çok yediğini öğrenen, mutlaka içine korku ve nedamet düşer. Tıpkı zehir yediğinin farkına varınca korku ve nedamet çekip bu şehvetlerin evveli tatlı fakat sonunda zarar ve acılar olduğunu gören kimse derhal geçmiş günlerine pişman olup canına korku ateşi düşer, bundan önce gafillere arkadaşlık ederdi. O halde gerçek tevbe nedamettir. Onun aslı iman ve marifet nurudur.5

Tevbe Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretlerine rücû etmeye (dönmeye) denir. Müridlerin ve (sülûk ehlinin) yolunun başlangıcı tevbedir. Hiç bir insanın tevbeden müstağni olması mümkün değildir. Zira yaratılışın başlangıcından sonuna kadar günahlardan temiz ve arınık olmak meleklere mahsustur. Bütün ömür boyu muhalefet ve günaha gömülmek şeytana münhasırdır. Tevbe hükmü ile günah yolundan taat yoluna dönmek de Âdem Aleyhisselam ile O’nun çocuklarının halidir. Geçmiş taksiratından tevbe ile kendini hazırlayan kimse Hazreti Âdem Aleyhisselam’a olan nisbetini doğrulamış olur. Ömrünün sonuna kadar zamanı günahlarla geçiren kimse de şeytana nisbetini doğrulamış olur. Ancak insanların bütün ömürlerinde taat üzere olmaları mümkün değildir. Zira ilk yaratılışında eksik ve akılsız yaratılmıştır. Ve başkaca kendisine şehvet ve arzular musallat edilmiştir.6

Tevbe etmek insanlık zaruretlerindendir. Sülük ehlinin (Tarikata girenin) ilk adımıdır. Yani tevbe etmeye devam edenlerin ve şeriat akliyle gaflet uykusundan uyanıp din yolunun istikamet ve istikametsizliğini ayırdettikten sonra tevbeden başka mühim farz yoktur. Zira tevbenin manası dalalet yolundan dönüp hidayet yoluna başlamaktır ve ömrünün sonuna kadar işledikleri günahları hatırlayıp tevbe de daim olmaya devam etmektir. Bilmiş ol ki, tevbe her zaman herkese farzdır. Zira buluğa eren kimse eğer kafir ise küfürden tevbe etmesi farzdır. Eğer müslüman ise ve müslümanlığı ana ve babasını taklid ise dili ile İslamı ikrar edip kalbi de ondan gafil ise gafletten tevbesi ve kalben tevbenin hakikatından haberdar olması farzdır.7

Bu günahların hepsi kalb pislikleri ve günahların kaynaklarıdır. Bunların her biri itidal derecesine getirip bu şehvetleri akla ve şeriata itaatli yapıncaya kadar günahlardan tevbe etmek farzdır. Bu mertebe ciddi bir çalışma ve uzun bir mücahede ile elde edilir. Eğer bunların tamamından da arınmış ise, vesvese, nefis konuşması ve imkânsız fikirlerden boş olmaz, bunların tamamından tevbe etmek farz olur. Eğer bunlardan da boş ise bazı hallerde Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin zikrinden gafil kalmaktan boş olmaz. Bütün bu noksanların aslı bir an dahi olsa Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni unutmaktır. O halde bundan da tevbe etmek farzdır. Eğer daima zikir ve fikirden boş kalmıyorsa da zikirde de değişik dereceler vardır. O derecelerin her biri, bir üstüne göre noksandır. O halde daha yükseği mümkün iken eksik derece ile kanaat etmek aldanış ve hüsrandır. Ondan tevbe etmek farzdır. Eğer bir kimse küfür, günah, gaflet ve taksirattan tevbe ettikten sonra, tevbe ile yüksek dereceleri elde etmek farz değildir. “O halde niçin bu tevbcye farz dedin?” diye sorulacak olursa cevabı şöyle olur: Farz iki kısımdır: Bir kısmına zahiri fetvalar mucibince farz denir. Bu avam insanların derecesidir. Bu şöyledir ki, bununla meşgul olanın dünyası viran olmaz ve dünya maişetini sağlamak mümkün olur. Bu farz onları cehennem azabından kurtarır. İkincisine ise avam insanlar güç getiremezler. Bu farzı yapmayan cehennem azabından ve ayrılık acısından kurtulamaz. Zira ahirette gökteki yıldızlar gibi kendinden yüksek kimseler görecektir ve bu aldanış ve hasret onun için azab olacaktır. İkincisine farz denilmesi bu azabdan kurtulmak içindir. Nitekim bu dünyada da bazı kimselerin derecesi akran ve emsalinden yüksek olunca dünya öbürlerinin gözüne dar ve zindan olur. Bu aldanış hasretinden sanki onların bedenine ateş düşer, bu itibarla onun azabı dayak ve işkence değil ise de yine azaptadır. Bu sebeple kıyamet gününe aldanma günü denilmiştir. Taat etmeyen “niçin taat etmedim?”, taat eden de “niçin daha çok taat etmedim?” diye hayıflanır. Bunun içindir ki, Peygamberler ve velilerin yolu şu idi ki, yarınki gün hasret ve nedamet çekmeyelim diye ibadet yapabildikleri zamanın bir dakikasını bile kaçırmazlardı.

Ebu Süleyman-ı Darini Rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: “Eğer kul yalnız bugüne kadar boşa geçirdiği zamanına baksa, ölünceye kadar üzülmeye yetişir. O halde gelecek zamanını da boşuna geçirene ne dersin? Şunu da bil ki kıymetli bir mücevheri kaybeden kimse mutlaka ağlar sızlar. Ömrünün her nefesi de öyle kıymetli bir mücevherdir ki, onunla ebedi saadetini avlamış olur. Bunu günah ile geçiren kimse bu günahtan haberdar olduğu zaman hali nasıl olur? Bilhassa bu böyle bir hatadır ki, haberdar olduğu zaman hasret ve pişmanlıktan da fayda vermez.” Bunun için Allah Celle Celaluhü Hazretleri Münafikûn Suresi 10’uncu ayetinde buyurur ki: “Sizden birinize ölüm (alametleri) gelip de: ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam’.” Çünkü kul ölüm anında Azrail Aleyhisselam’ı görünce dünyadan göçmek zamanı olduğunu anlar, bunun için sonsuz hasret ve nedamet kalbini kaplar. “Ey ölüm meleği! Bana bir gün mühlet ver ki, tevbe edip özür dileyeyim.” diye yalvarır. Azrail Aleyhisselam : “Senin çok vaktin vardı, boşa geçti, şimdi ömrünün müddeti kalmadı. Nasıl mühlet istersin?” der. O kimse: “Bari bir saat mühlet ver.” der. Azrail Aleyhisselam: “Saatler tamam oldu.” diye cevap verir. O kimse tevbeden, ümitsizlik şerbetini tadınca imanı tereddüde düşer. Eğer Allah korusun, ezelde onun şekavetine hüküm edilmiş ise kuşku ve tereddütle gider ve bedbaht olur. Eğer saadetine hüküm edilmişse imanını selametle kurtarır.

TÖVBE-İSTİĞFARA AİT HADİS-İ KUDSİLER

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri buyurur ki: “Varlığın günahtır. Ona başta bir günah mukayese edilmez. Benim ehli zikrim, meclisimde bulunanlardır. Benim ehli taatım, keramet ehlimdir. Benim ehli masiyyetimi de, umutsuz ve üzgün bırakmam. Tevbe ederlerse, onların da scvgisilisiyim. Eğer tevbe etmezlerse, onların tabibi olurum. Onlara belalar ile mübtela ederim ve ayıplardan pak eylerim.”

“La İlahe İllellahü Rahimül Mesakiyn.” Mabudu bil Hak yoktur. İlla Allah Celle Celaluhü Hazretleri vardır ki, miskinlere rahmet edicidir. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nin rahmeti inam ve ikramından ibarettir. Haberde varid olmuştur ki, hayatlarını fakirlikle geçirenler, Kıyamet günü Hak Sübhanehü ve Teala Hazretleri’ne kavuşurlar. Bir kimsenin herhangi bir dostunun haklarına riayette kusur ettiği zaman özür dilemesi gibi, Hak Celle ve Ala Hazretleri de bu kullarına rıfk ve lütufla şöyle buyurur: “Sizler dünyaya layık değildiniz. Dünya sizler için hakir bir şey ve az bir mal gibi bugün size derecenizin, yüksekliğini açıklayacağım size ikram ve in’amım şu olacaktır. Arasat meydanına bir bakınız, dünyada iken sizlere bir lokma ekmek verenleri size bağışladım. Onu elinden tutup Cennete götürünüz.”

Diğer bir Kudsi Hadis’inde Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurur: “Nedir bu Ademoğlunun hali? Günah işler, benden bağış talebinde bulunur. Tekrar bağışlarım. Onun bu hali nedir? Ne ümitsizliğe düşer, ne de ben bağışlamakları bıkarım. Meleklerim sizi şahid tutuyorum. Ben o kulumu bağışladım. Benim için tevbe edip bağışlanması için bana yalvaranın sesinden daha sevimli bir ses yoktur. Bir kulum tevbe edip ‘Ey Rabbim! Beni esirge ve koru.’ dese, ‘Ey kulum! Benden ne dilersen dile, katımdan sen bazı neleklerim gibisin. Ben sana senin gönlünden daha yakınım. Ey Melekler! Benim bu kulumu affettiğime şahid olun buyurur. Dilediğini hemen var eden, dilediğini de hemen yok etme kudretine sahip olan Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri çok merhametlidir.

Diğer Kudsi Hadisinde Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurur: “ Rahmetim Gazabımı geçti.” tebşiri ile günahkârları dil şad etmiştir. Rahimdir, kendisine karşı yapılan isyanı, küfrü, fıskı, terbiyesizliği yapan kimse tevbe ve nedamet ederse ve O dilerse affeyler, cömerttir. Kendisini tanımayan dinsizlere, yolsuzlara, asilere ikramını esirgemez, rızıklarını verir, kendisine dönerlerse affetmeyeceği günah yoktur.

Yine Buyurdu ki: “Ey insanoğlu! Benim rahmetimi istiyorsan, bana itaat etmeye devam et. Eğer azabımdan korkuyorsan bana isyan etmekten sakın, dünya zevkleri sana karşı çıkınca ölümü hatırla günah işlemeyi kastettiğin zaman tevbeyi hatırla. Günah işlerken gülen kimseyi, ağlar olduğu halde ateşe atarım. Gençliğine güvenip aldanma. Nice genç vardır ki, ölümde ileri geçmiştir, (yani ihtiyarlamadan önce vefat, etmiştir.) Kederli olan kimsenin kederini ben gideririm. Mağfiret dileyeni, ben bağışlarım, tevbe edeni günahtan ben alıkoyarım.”8

Günahkâr ve fasık insanlarla bulunmak vahşettir. Onlara rağbet ve muhabbet ahmaklıktır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri bir kulunun hayrını dilerse, onun dostluğunu ve yakınlığını kendisi ile ve zikriyle yapar. O kimse Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne dost olur ve O’nun zikriyle meşgul olur. O kimsenin günahlara olan düşüncesini zayıflatır.

Yine Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin buyurduğu bir Kudsi Hadis’te Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Her şeye gücünün yettiğini ve günahları bağışlamaya muktedir olduğumu bilen kulumun günahlarını ne kadar çok olursa olsun yine de bağışlarım.”9 buyurmuştur.

Yine buyruldu ki: “Ey insanoğlu! Ne zamana kadar vakitleri erteleyip de tevbeyi isteyeceksin? Ahiretin ni’metlerini istersin, fakat ahiret için çalışmazsın. Abidlerin (Allah Celle Celaluhü hazretlerine ibadet eden iyi kulların) sözünü söylersin, fakat münafıkların (ikiyüzlü inkârcıların) işini yaparsın.”10

Yine Allah Celle Celaluhü Hazretleri şöyle buyurdu: “Ey insanoğlu! Eğer kendi nefsinden daha üstün bir kimse bulursan, iyiliğini ona yap. Yoksa tevbe etmekle ve salih amel işlemekle kendi nefsine ikramda bulun. Nefsin kendine göre aziz olunca günahlarla onu kötüleme ve cehennem azabına onu hazırlama. Az bir günaha sabrederek ileri gitmemen, cehennem azabının çoğuna sabretmenden daha kolaydır. Ey insanoğlu günah işlemekle de bana karış çıkarsın ve benim buğzumdan korkmazsın insanlardan saklı olan günahkâr halin mi yoksa insanların sana olan güzel övgüsü mü iyi buyurmuştur.”11

TÖVBE-İSTİĞFARA AİT HADİS-İ ŞERİFLER

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Ey insanlar! Allah Celle Celaluhü Hazretlerine tevbe ediniz ve O’ndan Mağfiret dileyiniz. Allah Celle Celaluhü Hazretlerine and olsun ki, hakikat ben de günde yüz defa tevbe etmekleyim.”12

Bir başka Hadis-i Şerif’te şöyle buyurulur: “Allah’a and olsun ki ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan mağfiret diliyorum.”13

“Kim güneş batıdan doğmadan tevbe ederse, Allah Hazretleri tevbesini kabul eder.”14

“Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri can boğaza gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder.”15

Unutmamalıyız ki, şeytan insanoğlunu daima nefsinin hevasına ve şehvet düşkünlüğüne çekmek ve kendi avanesi vasıtasıyla onları kandırarak dünya gururuna düşürmek ve hak yolundan saptırmak için çalışmakta ve gayret etmektedir. Eğer bir kimse Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin de ve yaşantısıyla belirttiği vasiyet ve nasihatlerine kulak vermez, şeytan ve taraftarlarının hilelerinden hâsıl olan kötü düşüncelere ve vesveselerine meyletmeye başlar.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor ki: “Âdemoğlunun bir dere dolusu altını olsa, onun iki dere dolusu olmasını sever. Onun ağzını gözünü ancak toprak doldurur. Allah Celle Celaluhü Hazretleri tevbe edenin tevbesini kabul eder.”16

Cebrail Aleyhisselam ölüm vaktinde, Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize geldi: “Ya Muhammed! Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri sana selam ediyor ve ‘Her kim ölümünden bir yıl önce tevbe ederse, onun tevbesini kabul ederim’ diye buyuruyor.” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Ya Cibril! Bir yıl benim ümmetime çoktur.” Cebrail Aleyhisselam gitti yine dönüp geldi. “Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri selam ediyor. Buyuruyor ki: “Her kim ölümünden bir ay evvel tevbe ederse, kabul ederim.” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Ya Cebrail! Benim ümmetime bir ay da çoktur.” Cebrail Aleyhisselam gitti yine geldi. “Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri ‘Her kim ölümünden bir hafta evvel tevbe ederse, tevbesini kabul ederim’ diye buyuruyor.” dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Bir hafta, hatta bir gün ve bir saat bile benim ümmetime çoktur.” dedi. Cebrail Aleyhisselam gitti yine geldi. “Ya Muhammed! Allah Celle Celaluhü Hazretleri ‘Eğer bir yıl, bir ay, bir hafta, bir gün çoksa, can boğaza gelince tevbe eylesin, kabul ederim. Eğer dili ile söyleyemezse, kalb ile olsun, kabul ederim, yarlığarım.’ diye buyurdu” dedi.17

Yine Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri için tevbe eden günahkârın sesinden daha güzel bir ses yoktur. Kul: ‘Ey Rabbim! dediği zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Buyur ey kulum’ diye cevap verir ve devam eder: ‘Dile dileyeceğini. sen benim yanımda, bazı meleklerim yerindesin. Ben senin sağında, solunda ve üstündeyim. Sana senden daha, yakınım. Ey meleklerim! Şahid olun, bu kulumu affettim.’ buyurur.”18

İbni Ömer Radıyallahu anh Hazretleri demiştir ki: “Biz Resulüllah Efendimizin bir mecliste yüz defa şu duayı okuduğunu saydığımız olurdu: ‘Rabbim! Beni yarlığa, tevbemi kabul et. Hakikat sen, tevbeleri çok kabul edensin ve esirgeyensin’.”19

Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz zamanında bir kadın ağlayarak Huzur-u Nebeviyye’ye geldi. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem neden ağladığını sordular. Kadın: “Kalabalıkta söylememe hicabim manidir.” deyince orasını halvet ettirdiler ve kadın anlatmaya başladı: “Ya Resulallah! Zina ettim, bir çocuğum oldu. Cehalet ettim. O gayri meşru çocuğumu öldürdüm ve sirke fıçısına atarak erittim. Sonra da o murdar sirkeyi sattım ve halka içirdim. Şimdi bütün yaptıklarıma nadim oldum. Acaba benim cezam nedir?” Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem tevbe ve nedamete devam etmesini tavsiye buyurduktan sonra dünya ve ahirette çekeceği azabı bildirdiler. Kadın tekrar sordu: “Ya Resulûllah! Ben bu musibete neden mübtela oldum?” diye sordu. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem saadetle buyurdular: “Sen ikindi namazlarını kazaya bırakıyordun da, ondandır buyurdular.”20

Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz yine buyururlar ki: “Ey Büsre! Her günah işlediğin zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni zikret ki, Allah Celle Celaluhü Hazretleri de seni mağfiretiyle zikretsin.”21

İmam-ı Mücahid Radıyallahu anh Hazretleri buyuruyorlar ki: “Her sabah ve akşam tevbe etmeyen kimse kendine zulmeder.” Ey Müslüman kardeşim! Malumdur ki, günahlarına tevbe etmek, herkese farzı ayındır. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kati emridir. Hiç kimse tövbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, bütün Peygamberan-ı İzam Hazretlerinin hepsi tevbe ederlerdi. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyururlar ki: “Günahın tevbesi onu bırakıp bir daha ona, dönmemektir.”22

Gece ve gündüz yirmidört saattir. İnsan her saatte ortalama bin nefes alıp verir. Yirmidört saatte insandan yirmi dört bin nefes çıkar. Bu nefesleri dünyaya rağbet ve dünya sevgisi için verince hepsi ma’siyet (günah) olur. Her gün onun hesabına yirmi dört bin günah yazılır. O bunu bilmez, farketmez. Ha böyle olunca bak ki, istiğfar (tevbe) yapmak lazım mı değil mi? İnsan tevbe edince ve tevbenin şartını yerine getirince, onun bütün nefesleri ibadet ve sevap olur. Bu vesile ile tevbe, her şeyin anahtarı olmuştur. İbni Abbas Radıyallahu anh Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri’nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim istiğfara devam ederse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri o kimse için her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir sevinç yaratır ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.”

Hazreti Aişe Radıyallahu anh validemiz dedi ki: “Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem vefatından önce şu duayı okumaya çok devam etti. ‘Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ve hamdiyle tesbit ederim. Allah’tan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim’.”

Enes Radıyallahu anh Hazretleri: “Ben, Resulullah’ı şöyle söylerken işittim: ‘Allah-ü Teala şöyle buyuruyor: ‘Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve mağfiret umduğun müddetçe senden sudur eden günahının üzerine mağfiretimle örterim, hiç aldırış etmem. Ey Ademoğlu! Şayet senin günahın bulutlara ulaşacak olsa, sanra bana istiğfar etsen, seni yarlığarım. İsyanının çokluğuna aldırış etmem. Ey Ademoğlu! Sen bana yer dolusu hatalar getirip sonra bana bir şeyi eş tutmadan kavuşacak olursan, ben de sana yer dolusu mağfiret ederim.’ buyurdu.”

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize kötülük yapanlar hakkında Şuara Suresi 126’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: “(Buna rağmen) sana isyan ve muhalefet ederlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim.”

Yüce Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir gün şöyle buyurur: “Beni İsrail zamanında adamın biri doksandokuz adam öldürür. Af umarak, bir alime gider o alim ‘Af olamazsın.’ Der. Bu kişi o alimi de öldürür. Son bir alimi tavsiye ederler, ona varıp sorar, o da ‘Af olursun fakat falan, şehire git, oranın insanları iyi kişilerdir, bulunduğun yerdeki insanlar kötü insanlardır. Bu vesile ile kurtulursun.’ der. Adam onun sözüne uyarak o şehire yollanır ve iki şehir ortasında ölür. Cenab-ı Hak Celle Celaluhü Hazretleri o insana iki melek gönderir. O meleklerin biri cennete, diğeri de cehenneme götürmek ister. Bunlar münakaşa ederlerken Allah Celle Celaluhü Hazretleri insan şeklinde hakem melek gönderir. Hakem melek ‘Gittiği yeri ölçün’ dedi. Ölçtüler. ‘Adamın gideceği yer iyi insanların tarafına yakınsa, o tarafta ve tövbesinin kabulüne alamettir’ der. Ölçünce adamın tam orta çizgide öldüğü fakat başının gideceği yer tarafına dönük oluşu, cennettliklere teslim edilmesine sebep olur.”23

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri: “Bir kimse yetmiş yıl ibadet etti. Birden ondan bir günah sadır oldu ki, onun amelini zayi etti. Sonra bir fakirin yanından geçip ona bir ekmek sadaka verdi. Allah Celle Celaluhü Hazretleri o sadakanın hürmetine ona inayetle nazar eyledi, bütün günahlarını affetti ve o yetmiş yıllık ibadetini geri verdi.” buyurdu.”24

Cabir bin Abdullah Radıyallahu anh hazretlerinden hadisi şerifte: Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bir kimse gelip: “Ya Resulullah! Bir günah işledim.” dediğinde, Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ona Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne istiğfar eyle.” buyurmasıyla o kimse: “Tevbe ederim, yine yaparım.” dediğinde Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Her günah işledikçe tevbe eyle. Şeytan ümitsiz ve üzüntüde oluncaya kadar.” buyurması üzerine o kimse: “Ya Resulûllah! Günahım çoğaldığı zaman ne yapayım?” dedi. Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Allah -ü Teala Hazretleri’nin affı senin günahlarından çoktur.” buyurdu.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyurdu: “Bir kimse bir günah işlediğinde, kalbinde bir nokta meydana gelir. O kimsenin tevbesi, inlemesi, feryad ve istiğfar etmesi olmazsa, günah üzerine günah, siyah üzerine siyah, hatta o siyah noktalar kalbini kaplayıp kalb gözü kör olur. Bu hal üzere ölür. Günahı terk,, tevbe etmek istemekten kolaydır. O halde ölmeden önce hayatta bulunduğun zamanı ganimet bil. Günahları terketmede acele davran.”25

Şunu iyi bilelim ki, insan tevbe kapısından geçmedikçe ne kadar ibadet ederse etsin, onun kurtulması muhaldir. Tevbe ibadetlerin abdest mesabesindedir. Nasıl abdestsiz namaz mümkün olmazsa, tevbesiz de ibadet makbul olmayıp sonu hüsran, perişanlık ve nedamettir, nadimi pişman olmaktır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri ceza ve gadabını, günahlar için gizlemiş. İnsanın en küçük günahtan bile ateşten kaçar gibi kaçması lazımdır ve bunun yanında ibadet ve taatına güvenip günahını hiç saymamalıdır. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Pişmanlık tevbedir. Bir kimse bir günah işlese, sonra pişman olsa, pişmanlığı günahına kefarettir.”26 Tevbe edilmeyen bir günahtan, Allah Celle Celaluhü Hazretleri intikam alabilir. Allah-ü Zülcelâl Hazretleri lütfü kadar da intikam alıcıdır. Kişinin tövbesinin kabul oluşuna delil, onun beraber olduğu arkadaşlarından bellidir. O kişi günahkâr olanlardan ayrılıp iyilerle beraber olmaya gayret ederse, onun af olunduğuna işaret eder. İnsan her kötü hali, günahı için bir iyilik yapışı, onun günahlarına keffaret olur.

İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri’nin naklettiğine göre Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Sizden biriniz yerle gök arası dolusu günah işlese, sonra tevbe etse, Allah-ü Teala Hazretleri kabul eder.” buyurmuştur.27

Yine Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “İstiğfarın birçok faideleri vardır. Bir kimse daima istiğfara devam etse, Allah-ü Teala Hazretleri ona her bir elem ve gamdan ferahlık ve rızık verir. Günahtan tevbe eden kimse günahı olmayan gibidir.28İstiğfar kalb hastalığına şifa olduğu gibi günahların mahvına sebep olur ve rızkın genişlemesine, kalbin açılmasına ve Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’ne yönelmeye bir vesiledir.

İbni Abbas Radıyallahu anh Hazretleri’nden rivayet edilen Hadis-i Şerif’te Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyururlar ki: “Küçük günahı israrla işlemekle küçük kalmaz, büyük olur ve büyük günaha istiğfar etmekle büyük kalmaz, mahvolur.”29

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin buyurduğu Hadis-i Şerif’lerde her gün yüz kere tevbe-i istiğfar etmek için sarahat (Hüccet) vardır. İşte “Mü’minim, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi seviyorum, iman ettim.” diyen kişi Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in: “Ben günde yüz defa tevbe ediyorum.” Hadis-i Şerif’ine bakıp daima günahına her gün tevbe-i istiğfar ettikçe, kötü amellerinin suretinden istiğfarı kadar çirkin suret mahfolur ve salih ameller işledikçe affa mazhar olur. Eğer, kötü ameller devam ederse, işlediği irtikap ettiği kötülüklere nadimi pişman olup daima tevbe istiğfara yönelmezse, öyle çirkin ve korkunç suretler vücuda gelir ki, insan gördü mü tüyler ürperir.

“Bir kimse Allah-ü Teala Hazretleri’nin haram kıldığı bir şeyi görse de karşı çıkmayıp ondan hoşlansa, o günahı işlemiş sayılır. Şerre delalet (rehberlik) eden kimse, onu işlemiş gibi olur.” buyurulmuştur. Evet bir kimse tevbe edince şeytan ona düşmanlığını artırır. Tevbe eden kişiyi tekrar günahlarına döndürmeye çalışır, tevbesini bozdurmak ister. Şeytan yaman düşmandır. Tevbe edeni görür, tevbe eden şeytanı göremez. Mevlâna Celâleddin-i Rumi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri: “Salihlerle sohbet et, salihlerden olursun. Zalimlerle sohbet etm,e zalimlerden olursun.” buyurmuştur. Vaktini kaçırmadan önce namazınızı kılmakta acele ediniz. Ölüm gelmeden önce tevbe etmekte acele etmelidir ki, sonra ölüm anında dil mi tutulur, insan konuşamaz mı hiç bilinmez. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz her gün her gece yüzlerce defa tevbe-i istiğfar ederdi. O, günde yüzlerce tevbe ederse, sana ve bize binlerce kerre tevbe-i istiğfar etmek düşer. Belki bizler için bu kadarı bile azdır.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyuruyor: “Hak Teala Hazretleri katında tevbe edenlerin seslerinden sevgili ses yoktur. Tevbe eden kul bir kerre ‘Ya Rabb” dese, Arş üzerinde ‘Lebbeyk ya kulum! Dile benden ne dilersen. Şimdi sen benim katımda meleklerim gibisin’ diye nida gelir.”30

Tevbe edenler için ne büyük saadet ne büyük dalalet. Fakat tevbe edenlere tevbelerinden sonra bir daha kötülüklere dönmemeye gayret edip tevbeyi dil ve kalple daima yapmak gerekir. Bu da ancak takva yoluna sülûk etmekle, mümkün olur.

Tövbeden maksat şudur ki, nefsin kötü ve çirkin sıfatlarını iyiye döndürmektir. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyururlar ki: “Ümmetim üzerine korktuğum günahların en korkulusu, son derece çirkin ve kötü olan Lût kavmi amelidir. Yani demek olur ki, günahlarını bir bir saysalardıi bundan korkunç ve büyük günah olmazdı.”31

Ve bir başka Hadis-i Şerif’inde buyurdular ki: “Lût kavmi amelini (livata) işleyen, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Rahmetinden mahrum ve uzak olmuştur.”32 Ve yine buyurdular: “Lût kavmi fiilini işleyen iki kişi görürseniz, mef’ulün rızası dahi olsa her ikisini de tepeleyiniz.”33 Bir başka Hadis-i Şerif de şöyle: “Her kim güzel yüzlü, bir oğlana şehvet nazarıyla bakarsa, o haram şeye tevbe edinceye kadar kalbinin kararması devam eder.”34

İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri şöyle buyurur: “Hangi erkek şehvetini defetmek için bir başka erkeğe livata ederse, kıyamette onu büyük bir ateşe koyarlar ve öyle bir yere asarlar ki, işlediğini ve tevbe etmeden öldüğünü ve bu yüzden azaba duçar olduğunu anlar ve ona lanet ederler.”35

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Muhakkak Allah Celle Celaluhü Hazretleri Âdemoğlunun üzerine zinadan nasibini takdir etmiştir. Elbet bu zinaya yetişicidir. Binaenaleyh gözlerin zinası, harama bakmaktır. Kulakların zinası, kendi arzusu ile yabancı kadın sesini ve konuşmasını işitmektir. Dilin zinası, şehvet kelimelerini konuşmaktır. Elin zinası, (şehvetle ve mazeretsiz) yabancı kadına yapışmak (tokalaşmak)tır. Ayağın zinası, zina yoluna yürümektir. Kalb (o fenalığı) arzu ve temenni eder. Fert de onu (zinayı) ya tasdik eder veya tekzib eder, (reddeder).” Bu gün bu Hadis-i Şerif’in hükmü, sokaklarda, otobüslerde, tren ve diğer vasıtalarda, sinema, tiyatro, park ve bahçelerde alenen el zinası, dil zinası, göz zinası, kulak zinası işlenmektedir. Bunu işleyenler veya işleyenleri seyredenler, haz duyanlar, tevbe etmedikçe imanın lezzetine eremezler. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Kendi karısı ve cariyesi olmayan yabancı güzel kadınlara bakmak şeytanın zehirli oklarından ağulu bir oktur. Genç çocuğa bakmak, ondan da beterdir ki, kişinin dinine ve ameline ziyanı çoktur. Eğer, harama bakmaktan tevbe ederse, Hak Teala Hazretleri ona kâmil bir iman verir ve onun lezzetini gönlünde bulur.”36

“Ben fena gözle bakmam” lakırdısıyla Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Ayetlerini Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin Hadis-i Şerif’lerini hafife alan, alay eden, inkar eden, “Benim nefsim temizdir” diyerek genç çocuklara ve yabancı kadınlara şehvetle bakanlar fasıklardır. Eğer (bize bakmak helaldir) derlerse, Allah muhafaza etsin kafir olurlar.

Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Dünyada şarap içen ve sonra tevbe etmeyenlere, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ahirette Kevser şarabını haram eder.”37 buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerif umumidir, bunda hususiyet yoktur. Nasıl ki, içkinin bütün mü’minlere haram olduğunu beyan buyuran Ayet-i Kerime de umumidir.

Şunu da asla unutmalı ki, her kim Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden korkmaz, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden utanmaz, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin azabından korkmaz ve günahlarına devamlı tevbe etmez, cennet ile Cemalullaha, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin şefaati heves etmezse, o kimse Kur’an-ı Kerimin “hayvandan daha aşağı” diye hitap ettiği bir kimsedir. Onun yeryüzünde yürüdüğünün, gezip tozduğunun hiç bir faydası yoktur. Zira her yerde bir isyan işler, günahına tevbe etmez. Bir yanlış söz söyler ve bulunduğu yer dahi ona lanet eder. Yaşadığı ömür, geçirdiği vakit onun üstünden hayırla geçmez. Ahiret alemine hayırla göçmez.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdu ki: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri buyurur: ‘İzzetim hakkı için rahmet etmek dilediğim kulumu hatasız olarak huzuruma almak için, onu dünyada üç şey musallat ederim. Bunlar geçim sıkıntısı, hastalık ve fazla can çekişmektir. Bu sıkıntılar sayesinde kusurlarından arınır ve anasından yeni doğduğu gibi günahı kalmadan huzuruna gelir. Azab etmeyi murad ettiğim kuluma da üç şey vermekle bütün iyiliklerini mahvederim. Bunlar sıhhat, bol nafaka ve kolay ölümdür.”38

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yanına bir Habeşistanlı geldi. “Ya Resulûllah! Benden çok büyük günahlar sadır olmuştur, benim tevbem kabul olur mu?” diye sordu. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Kabul olur.” buyurdu. Habeşli bunu duyunca döndü gitti, sonra geri geldi ve: “Ben o günahları işlerken Rabbim beni görür müydü?” dedi. Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Evet görürdü.” buyurdu. Habeşli feryat etti ve düşüp canını Cenabı Hakk’a teslim etti.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Kulunun tevbe etmesi ile Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin hoşnutluğu, ıssız bir çölde devesini kaybedip onu bulan sizden birinizin sevincinden daha fazladır.”39

Kul da Sağlık, sıhhat, selamet sermayesi tükenip ihtiyarlık gelmeden, bir nefsini hesaba çekmelidir. Ömrünün son günlerine kadar ziyanla geçirip, boşuna harcama. Sonra dokuz tahtanın altına girince pişmanlığın sana hiç bir faydası olmaz. Yüz aklığı ve karalığı bu imtihan odası olan âlemden geçmektedir. Düşün, orada verdiğin sözünün gereğince Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne nedamet içerisinde niyaz edip ebediyyet âlemine daime hazırlıklı ol. Allah Celle Celaluhü Hazretleri büyük ve küçük günah sahiplerinden dilediğini affettiği gibi, dilediğini de ateş ile temizlemedikten sonra bağışlamaz. Cehennemin azabından Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne sığınırız.

İbni Abbas Radıyallahu anh Hazretleri’nin anlattığına göre Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ümmetinden bir taife, sırat üzerinde tutuklanırlar. Bunlar cehennemde yanıp temizlenmesi gereken kimselerdir. Herkesten sonra cennete girerler. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetinden geride kimse kaldı mı?” diye Hazreti Cebrail’e Aleyhisselam sorar. Mahşer yerine bakınır. Kimseyi görmeyince hepsinin cennete girdiğini sanarak oda cennete gider. Fakat geride günah sahipleri kalmştır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri Zebanilere: “Bunları cehenneme atın!” diye emreder. Bunlar cehennemin kapısına gidip Malik’e selam verirler. Malik: “Ey mücrimler, günahkârlar! Siz kimsiniz? Kimin ümmetisiniz? Kafirler ayakları bağlı boyunları zincirli ve yanlarında birer şeytanları ile gelirler. Onların yüzleri karadır. Sizde bunların hiç biri yok. Neliksiniz? ” diye sorar. Onlar: “Ey Malik! Bize sorma. Zira biz cevap vermeye bile utanırız. Biz Kur’an okuyan, oruç tutan, hacca giden, gaza edip zekat veren, yetimleri koruyan, gusledip namaz kılanlar idik.” derler. Malik: “Ey günahkârlar! Kur’an sizi kötülüklerden sakındırmadı mı?” diye sorar. Onlar: “Ey Malik! Bizi perişan etme. Bu kepazeliklerden meleklerin ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin bunları, yüzümüze vurmasından yeni kurtulduk.” derler. Bu sırada bir ses: “Ey Malik! Bunları cehennemin en üst katına at!” diye emreder. Malik: “Gelen emri duydunuz mu?” diye sorar. Onlar da: “Evet duyduk. Fakat ne olur, kendi halimize ağlamamız için bize mühlet tanı.” derler. Malik: “Benim buna yetkim yok.” der. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Bırak hallerine ağlasınlar.” buyurur. Bunun üzerine Kur’an okuyucular bir araya, hacılar, kadınlar böylece her sınıf bir araya toplanıp ağlarlar. Bunların ağlamasını Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize duyururlar. Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hemen secdeye kapanıp: “Allah’ım! Ümmetim cehennemde azab olurken ben bu zevki sefayı istemem. Ümmetimi bana bağışla!” Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Ümmetini sana bağışladım. Cebrail ile git ve onları kurtar.” buyurur.40

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur ki: “Cehennemliklerin çoğu tevbeyi geciktirenlerdir.”41

Bu gün tevbeyi niçin geciktiriyor? Eğer şehvetleri bırakmak zor olduğu için geciktiriyorsa, yarın da zor olacaktır. Zira Allah Celle Celaluhü Hazretleri şehvetleri bırakmanın kolay olduğu bir gün yaratmamıştır. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize, ahirete gerçek inanan kula tevbe etmek müyesser olur. Tevbe eden, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin sevgilisidir ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri tevbe edenleri sever. Tevbe de ne kadar başarılı olursa (ne kadar unutmadan nedametle devamlı olarak tevbe ederse), o kadar sevaba nail olur.42

Âdem Aleyhisselam bir hata için üç yüz sene ve daha fazla ağladı. Biz ise her gün yüzlerce günah işliyoruz da bir kere olsun suçumuzu hatırlayarak bir katre (damla) göz yaşı dökmüyoruz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden hiç affımızı istemiyoruz. Bu isyan sebebi ile ya imansız olarak göçersek halimiz ne olur? Ya Ahiretimiz harap olursa, ya cehenneme atılırsak, o korkunç azaba nasıl tahammül ederiz? Bir düşünelim Allah Celle Celaluhü Hazretleri bizi hesaba çekmeden biz kendimizi hesaba çekelim. İşlediğimiz günahlara tevbe edelim. Ağlayalım! Ağlayamıyorsak, işte o zaman ağlayamadığımıza ağlayalım.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz tevbe edince, tevbe edenin sevinmesinden daha çok Allah Celle Celaluhü Hazretleri memnun olur ve kulunun tevbesine Allah Celle Celaluhü Hazretleri sevinir.” buyurdu.43

Ömür sermayemiz her gün biraz daha azalıyor, günah üzerine günah işliyoruz. Tevbe etmek için Ramazan ve Kurban Bayramlarını mı bekleyeceğiz? Kadir gecelerini mi bekleyeceğiz? Veya son nefesini mi bekleyeceğiz? Ya son nefesinde dilin tutulursa o zaman ne yaparsın? Aklını başına al, her gün günahına tevbe et, umulur ki günah işlememeye azmetmek şartı ile Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin affına mazhar oluruz. Düşünelim Üzerimize giydiğimiz çamaşırlar haftada bir değil de ayda bir değiştirsek, vücudunun temizliğini de ayda, veya altı ayda veya senede bir yapsak, yanımıza kokudan varılmaz. Bir de kalbin kirlenmesi var. İnsanda dört algılama duyusu vardır. İki göz, iki kulak… Göz görür, kulak duyar ve kalbe aksettirir. Her günah işleyişte kalbe bir kara nokta konar. Günahına tevbe etmeyen bir insanın kalbi bu vesile ile kararır ve tamamen katılaşır. Dünya bir ekim yeridir. Her ne ekersen, ne yaparsan, kendi lehine veya aleyhinedir bilmiş ol. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu hususta Hicr Suresi 3’üncü ayetinde şöyle buyurur: “(Ey Resulüm) o kâfirleri bırak yesinler, dünyalıkları ile zevk etsinler; emel kendilerini oyalayadursun, sonra (başlarına gelecek musibeti) bilecekler.”

Şunu iyi bilelim ki, Bu dünya imtihan âlemidir. Cenabı Allah Celle Celaluhü Hazretleri kullarına dünyada bütün emirlerini ve yasaklarını kesin delillerle haber vermiş, rızasını bildirmiştir. Bu dünyanın bir imtihan alemi olduğunu da bildirerek: “Ey kullarım! Sizler rızamı tahsilde olun. Rızıklarınızı ben Azimüşşan veririm. Bu hususla bana mütevekkil olun. Miktarınıza ben kefilim.” diye bir çok Ayet-i Kerime’lerde vaadlerde bulunmuştur. Öyle olunca kul kullukta gerektir. Şu âleme gönderiliş gayesini araştırıp gereğince amel etmeye çalışıp, kula layık olan, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emirlerini yerine getirmektir. Daima rızasını gözetmek ve neyi gerektiriyorsa çalışıp gayret etmektir.

Kul “Bu dünya ne hoş bir yermiş” deyip aldanmayalım. Zira bütün Ehlullahın “ELAMAN” diye çağrıştıkları yerdir. Allah Celle Celaluhü Hazretleri, cümlemizi korusun. Nefs-i emmaresinc kul olanların Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yolundan kovularak imansız gitmesinden korkulur.

Aciz ve naçiz, hiç bir şeye yaramayan, isyan deryasına batmış, iki elinde bir şeyler yok, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yüce katında bir iflas eden durumundayız. Öyle ise, her an ve her nefes, rıza kapısını açabilmek için insana ihsan edilen sayılı nefesini boşuna harcayıp tüketmeyelim. Aman kapısında “EL-AMAN” diye çağırmalıyız.

Muhakkak ki, bütün müminler Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni sevmen niyyetinde ve gayretindedirler. Fakat nasıl ki, her insan marifette ve dünyayı sevmekte aynı derecede değilse, ona olan sevgi de aynı derecede değildir. İnsanların çoğunun maneviyattan, marifetten, tevbeden nasibi yoktur. O’nu gerçek sevgi ile sevebilen kimselerin hayatı marifettir. Lüzumsuz şeyleri bırakıp Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin nurlu yolunda salih amel işleyerek “Tarikat-ı Aliyye” yoluna devam eden bahtiyar kimselere, “Ehl-i İslam”, “Ehl-i Mü’min”, “muttaki”, “takva sahibi” denir. Dünyanın haylinin peşinde durmadan koşan ve emeline de nail olamayan ve şu köhne dünyadan doymadan gidenlere “Ehl-i Dalalet” denir. Hakikatleri duyarak itiraz etmeden, gerçek inanıp görerek yol alanlara da “Mukarrebler” adı verilir. Bir kimsenin Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin eşsiz sanat eserleri olan yüce saltanatına hayranlığı arttıkça, onun büyüklüğünü de daha iyi anlar. Böylece O’nu daha iyi sevip O’nun yolunda gitmeye gayret eder. Marifet sahibi olup, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni ve O’nun Resulü’nü en üstün seviyede sevip, yolunda daim olanların ahiretteki dereceleri, elbetteki en üstün dereceler olacaktır.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Ya Allah! Günahlarımın hepsini, küçüğünü ve büyüğünü, öncekini ve sonrakini, açıktakini ve gizli olanı yarlığa.”44

Zeyd bin Erkam Radıyallahu anh hazretlerinden rivayet edilen hadisi şerifte: Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurdular: “Ya Allah (CC)! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, bunamaktan ve kabrin azabından sana sığınırım. Ya Allah! Nefsime takvasını ver. Onu (günah, kirinden) temizle. Onu temizleyecek olanın hayırlısı sensin. Ruhumun velisi ve Mevlası sensin. Ya Allah! Faydasız ilimden, korkusuz kalbden, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.”45

İbn-i Abbas Radıyallahu anh hazretlerinden rivayet edilen hadisi şerifte: Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Bir genç günahtan uzaklaşıp ibadete gittiği vakit, Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Ey meleklerim! Bakın, bu genç kulum benim rızam uğrunda şehvetini yenmiş ve bana kulluğa yönelmiştir. O Benim katımda aynı melekler gibidir.’ İhtiyar ve yaşlılara gelince Allah Celle Celaluhü Hazretleri akşam ve sabah bunlara bakarak: ‘Ey saçı sakalı ağarmış, kemikleri zayıflamış, belik bükülmüş pir! Artık bana gelmen yaklaştı. Ben sana azab etmek için senin ak sakalından utanırım. Sen de benden utan da kendine gel.’ buyurur.”46

İnsanların isyan etmeleri, nefislerinin zevklerine düşkünlüklerindendir. Dünya ile meşgul olup riya ile amel etmekten son derece sakınılmalıdır. Ayet-i Kerime’lerde de beyan edildiği gibi Nasuh tevbesi ile tevbe etmek farzdır. Nasuh tevbesi demek yapmış olduğu bir günaha bir daha dönmemek üzere tevbe etmek demektir. Büyük ve küçük günahlara azab etmek haktır, bu günahların hepsinden tevbe etmek Vacibdir.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur: “Allah-ü Teala Hazretleri’nin katında en büyük günah, biri diğerine: ‘Allah’tan kork!’ Deyince karşıdakinin: ‘Sen kendine bak’ demesidir. Akıllı kimseye yakışan, tevbeyi kendisine adet edinmesi, işlediği hata ve günahlardan sonra pişman olması ve istiğfar etmesidir. Umulur ki, böyle yapan kimse, nefsinin şerrinden ve amelinin kötülüğünden kurtulur. Çünkü tevbe ve istiğfar kalbi düzeltir. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını kazandırır.”

Hazreti Ömer Radıyallahu anh Hazretleri buyurdu ki: “Tevbe edenlerle beraber oturup kalkınız. Çünkü onlar, en ince kalbli kimselerdir.”47 Çünkü tevbe eden kimse günahı işledikten sonra pişman olmaktadır. Bu ise günah üzerinde iken, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ni hatırlayarak o günahtan vazgeçmektir. Kim istiğfarı çoğaltırsa, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ona her keder ve gamdan bir rahatlık, her darlıktan bir çıkış yolu ve ummadığı yerden rızık nasib eder.48

Hasan-ı Basrî Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Eğer insan günahını küçük görürse, ona ehemmiyet vermez, o zaman o günah büyük günah halini alır. Eğer insan günahını büyük görür, onun için istiğfar yapar, onu gizler ve tevbe ederse, o günah küçücük kalır.” buyurdu.49

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz yine buyurur ki: “Günahından tevbe eden kimse, günahı olmayan gibidir.”50

Bir kimse yaptığı hatalı işlere pişman olur ve ahiret işlerine rağbet ederse, dünya işlerinden soğur. Tevbenin esası, pişmanlık neticesi meydana gelen bir iradedir. Pişmanlığın alemeti daima üzülmek, hasret çekmek, ağlamak ve yalvarmak üzere olmaktır. Çünkü günah sebebiyle kalbe yerleşen karartı ve paslar üzüntü ve pişmanlık ateşinden başkasıyle temizlenmez. Nefsi daima kontrol etmek, ondan gafil olmamaktır. Ondan gafil olursan kendi şehvetlerine ve tembelliğine döner.

Biri Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne: “Sokakta kadınlara kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan, kurtulmak için ne yapayım?” deyince, Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh hazretleri : “Allah-ü Teala Hazretleri’nin seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün.” buyurdu.51

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Üç kişinin hiç bir değeri yoktur. Günahını çekinmeden ilan eden, nefsanî arzularının esiri olan, zalim hükümdar.”52

Bir diğer Hadis-i Şerif de şöyle: “Akıllı olan adam, nefsini hesaba çeken, ölümden sonrası için güzel hareketlerde bulanan kimsedir. Aciz nefsini kötü arzularına tabi edip Allah’a, (hiç bir şey yapmadan kuru kuruya) güvenen kişidir.”53

İnsan! Nefsinin hilelerinden emin olmaktan kaçınmalıdır. Zira nefs, yetmiş şeytandan daha kötüdür. Dünyada nefsani ve şehevani arzularına tabi olmayıp istikamette olan, ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden korkan mümin, müttakî ve evliya kimselerin ahirette arzuları verilecektir.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Dikkat ediniz. Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa, bütün vücut iyi olur, o buzulursa, bütün vücut bozulur. İşte o kalbdir.”54

İnsanın vücudunda bulunan o et parçasının hali nasıl, kalbin tercümanı olan diline sahip olabiliyor muyuz? Gözümüze kulağımıza sahip olabiliyor muyuz? Olabiliyorsak ne mutlu O zaman kalben ağlar ve harama bakmadığımız göz ağlar. Ebedi âlemde mağdur olmaz. Günahı terk edip gözden rıza bari için gözyaşı akıtanlara ne mutlu. Bu tevbe edenler için ne büyük bir saadet, ne büyük bir devlettir. Ama iş bu kadar basit değildir. Tevbe edeceklerden bundan önce istenen bazı şeyler vardır ve bunları mutlaka yerine getirmelidir. Kötü arkadaşları terketmelidir. Ve daima tövbekarlarla düşüp kalkmalıdır. Bu tevbekarlar, takva tasavvuf yolunda olup daima nedamet içerisindedirler ve günahlarına devamlı nedametle tevbe ederler. Zira Yüce Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde yine, Allah’ın en çok zikreden, istiğfar eden, dua eden ve yalvaran kulu idi.

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Allah, kulun, Allah’tan başka kimsenin günahlarını bağışlamadığını bildiği halde, ‘Allah’ım! Günahlarımı bağışla!’ demesinden hoşlanır.”55

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur ki: “Ruhum kudret elinde olan Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne and olsun ki, siz günah işlemiş olmasaydınız, Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri sizi götürerek günah işleyen, peşinden Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden mağfiret dileyip Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin de kendilerini yarlığayacağı bir kavmi getirirdi.”56

İbni Mesud Radıyallahu anh Hazretleri’nden Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim bu istiğfarı yaparsa, düşman karşısından kaçmış olsa bile, günahı yarlığanır. ‘Kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan ve Hayyü Kayyûm olan Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden mağfiret diler ve O’na tevbe ederim’.”57 Bu Hadis-i Şerif’te tevbei istiğfara teşvik bulunmaktadır. Günaha teşvik manası çıkarmak, ancak inkârcı zihniyet erbabının işidir. Teşvik, mevcud olmayan bir işi elde etmeye heveslendirmek için yapılır. Günah yükü altında kıvranıp yanan kimseye, afvına bir hudut gösterip şirk ve küfürden gayri diğer suçların bağışlanacağını söylemek, günah yolcusunu tevbe kapısından içeri alıp yoluna engel olmaktır. Yoksa günaha teşvik değildir.

Sevban Radıyallahu anh Hazretleri dedi ki: “Resulüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Namazı bitirdikten sonra Allah Celle Celaluhü Hazretlerine üç defa istiğfar eder ve: ‘Allahümme entesselamü ve minkesselamü tebarekteya zelcalali vel ikram! derdi.” Hadis-i Şerif’i ravilerinden bulunan Evzaiye: “İstiğfar nasıl olacak?” denildi. O da: “Estağfirullah, Estağfirullah der.” cevabını vermiştir.58

İbni Ömer Radıyallahu anh Hazretleri şöyle rivayet etti: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey kadınlar cemaati! Sadaka veriniz ve istiğfarı çok yapınız. Zira ben, ateş ehlinin en çoğunu, siz kadınların teşkil ettiğini gördüm.” Kadın cemaatından biri: “Bize ne oluyor ki, ateş ehlinin en çoğu oluyoruz?” dedi. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Laneti çok yaparsınız. Kocanıza, küfranı nimet edersiniz. Aklı ve dini noksanlardan, aklı tam olana sizden daha galip olanını görmedim.” buyurdu. Bir kadın: “Akıl ve din eksikliğimizin sebep ve mahiyeti nedir?” dedi. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “İki kadının şahidliği bir erkeğin şahidliğine denk olmasıdır. Bir de bazı günleri namaz kılmayarak duruyorsunuz.” buyurdu.59

Şeddat bin Evs Radıyallahu anh Hazretleri’nden Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İstiğfarın seyyidi her zaman kendine müracaat edilecek olanı, kulun şöyle söylemesidir: ‘Ya Allah, sen benim Rabbimsin. Senden başka hiç bir ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Gücümün yettiği kadar ezelde benimle yaptığın misakın ve vaadin üzerindeyim. Yaptığım fenalıkların zararından sana sığınıyorum. Üzerimdeki ni’metlerini sana itiraf ve günahlarımı sana ikrar ediyorum. Beni Yarlığa. Zira günahları ancak sen yarlığarsın.’ Kim bunu hulus-i kalb ile gündüzün okursa ve o gün akşam olmadan evvel ölürse, o kimse cennet ehindendir. Kim bu istiğfarı hulus-i kalb ile geceleyin okuyacak ölürse ve o gece sabah olmadan evvel ölürse, cennet ehlindendir.”60

Yine buyurdu ki: “Çok konuşan çok hata yapar. Çok hata yapanın yalanı çok olur. Yalanı çok olanın günahı çok olur. Günahı çok olan kişi ise cehennemi hak eder.”61

Bir diğer Hadis-i Şerif de şöyle: “Kim istiğfara devam ederse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri ona her sıkıntısından bir çıkış yolu kılar. Her üzüntüsünü giderir. Ummadığı yerden de ona bol rızık ihsan eder.”62

Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Cebrail Bana gelerek dedi ki: ‘Allah-ü Teala; ‘Bir kulum kılıcını çekip bütün insanları öldürse, sonra tevbe edip benden bağışlanmasını istese, onun suçunu bağışlar ve tevbesini kabul ederim’ buyurdu.” demiştir.63

Nakledildiğine göre kıyamet günü adamın birini Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzuruna getirirler. Allah Celle Celaluhü hazretleri: “Ey kulum! Bana isyan ederken benden utanmadın mı? Ey zebaniler, alın bunu cehenneme götürün.” diye emreder. Adam ağzını açıp bir şey söyleyeceği zaman melekler ağzını kapatırlar. Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretleri: “Ey kulum! Bana ne diyecektin?” diye sorar. Adam: “Ya Rabb! Söyleyeceklerimi biliyorsun. Beni rüsvay etme!” der, Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Söyle! Melekler de duysunlar.” Buyurur. Adam: “Ey Rabbim! Hayatta aile efradım bana türlü eziyetler ettiler. Ölürken Azrail Aleyhisselam, mezarda Münker ve Nekir melekleri ve burada da Zebaniler çeşitli eziyetler ettiler. Bütün bu eziyetlere katlandım. Buna karşılık tek ümidim sende idi. Şimdi sen de beni cehenneme gönderince ümidim kesildi. Bunu diyecektim.” der. Allah Celle Celaluhü Hazretleri: “Ey kulum! Ben kulumun benim hakkımdaki zan ve itikadı üzereyim. Hakkımda hüsn-i zan beslersin. Hadi seni de bağışladım. Cennete gir.” buyurur.64

Yine nakledildiğine göre Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Buyurdu ki: “Kıyamet günü Allah-ü Teala Hazretleri hesaba çekilmek için mü’minleri bir araya topladığı vakit, günahlarının çok olduğunu gören bazı mü’minler: ‘Ey Rabbimiz! Bu kadar çok günahlarla cennete girmek bizim hakkımız değil. Cehenneme girmemizi emret.’ derler. Allah Celle Celaluhü hazretleri: ‘Ey kullarım! Yoksa benden ümidinizi mi kestiniz? Eğer siz devamlı günah işlediniz ise, zerre kadar rızam yok idiyse de onu benim irademle yaptınız. Dünyada mukadderatımın dışına çıkamadınız. Şimdi nereye kaçabilirsiniz? Haydi benim fazlımla cennete girin.’ buyurur.”65

TEVBENİN KABUL ŞARTI

Tevbeden maksat, nefsin kötü ve çirkin sıfatlarını yok etmektedir. Yani kulun “İrciî” (Dön) hitabını hak etmesidir. Bu hakediş ise ancak tevbe ve ihlas ile mümkündür. Tevbe ettikten sonra iyi amellerde bulunmalı, nedametle devamlı günahına tevbe etmelidir. Nefs-i emmarenin bütün kötü yönlerini iyiye çevirebilmek için günahına pişmanlık gösterenin Tarikat okuluna başlaması lazımdır. Bu bahtiyar okulunun temelini Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Asr-ı Saadette Ashab-ı Suffa’sıyla beraber attı. Bu bahtiyar okula o zamandan beri devam edenler nice yolda kalmışlara yardım ettiler. Bu şekilde tevbe edenler için ne büyük bir saadet, ne büyük bir devlettir. Allah Celle Celaluhü hazretleri kullarını ikaz için Fatır Suresi 6’ncı ayetinde şöyle buyurur: “Şurası muhakkak ki, şeytan sizin düşmanınızdır. O halde sizde onu bir düşman bilin. Vesveselerine kapılarak aldanmayın.”

Yine Lokman Suresi 33’üncü ayetinde “Şeytan sizi aldatıp, Allah yolundan alıkoymasın.” Buyruğu ile sabit olduğu gibi şeytan insanoğlunu aldatmakta, insanın Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yolundan çıkmasına veya o yoldan uzak kalmasına sebep olmaktadır. İnsanoğluna kuruntular verir. Der ki: “Ne işlersen işle Allah Celle Celaluhü Hazretleri Gafur ve Rahim’dir. Ümid edilir ki, azab eylemez sonra nasıl olsa tevbe edersin.” der. Halbuki akıllı müslüman böyle kuruntularla meşgul olmaz. Kuruntulara aldanmaz ve aldırmaz bu şeytanın vesveselerine asla kapılmaz.

Öyle ki Nefsinin elinden Peygamberler, Veliler, Mürşid-i Kamiller emin olmamışlar. Yusuf Aleyhisselam’da Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne niyazda bulunmuştur. Bu vakayı Yüce Mevlamız Yusuf Suresi 53’üncü ayetinde söyle beyan ediyor: “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbimin esirgediği nefis müstesnadır. Çünkü Rabbim Gafurdur, Rahimdir.”

Peygamberler bile nefislerinden emin değillerken, nefislerinden Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne sığınırlarken kul ise, “sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım” diyorsa, ölüm daha önce gelebilir. Pişman olup kalır. Yarın tevbe etmeyi, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tevbe geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca faydası olmaz. Allah Celle Celaluhü Hazretleri bu halimizi görmüyor sanıyorsak imanımız zayıftır.

Tevbenin aslı pişmanlıktır. Neticesi ise, O pişmanlığın alameti olarak da devamlı kaygı çekip devamlı işi yalvarma ve ağlayıp sızlanma derecesinde gören bir kimse hasret ve üzüntüden nasıl boş olur? Hasret ve pişmanlık ateşi ne kadar kuvvetli olursa, günaha keffaret olmasında, o kadar tesiri büyük olur. Zira kalbinde günahtan meydana gelen pası hasret ve pişmanlık ateşinden başka birşey eritip silemez. Çünkü ancak bu ateşin tesiriyle kalb saf ve ince olmaya yönelir. Zira tevbe eden, tasavvufa intisab edince şüpheli yemeklerden el çekmedikçe, tevbesi tamam olmaz. Şehvet duygularını kısmadıkça, şüpheli şeylerden el çekemez. Eğer zina, livata, hırsızlık, içki içmek vs. büyük günahlardan işlemiş ise onların, tamamından tevbe etmelidir. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Nisa Suresi 16’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: “Sizden zina edenlerin her ikisini de eziyetlendirin; (dövün ve azarlayın) Eğer onlar tevbe edip ıslah olurlarsa, eziyet etmeyin. Allah tevbeleri, ziyadesiyle kabul edicidir. Çok esirgeyicidir.”

Tevbesinden kararlı iken bir günah sadır olan kimse hemen tevbe etmelidir. Tevbe etmeyenlerin insafa gelip tevbe etmelerinin ilacı şudur ki, niçin tevbe etmediklerini ne sebeple günaha ısrar ettiklerini bilmelidirler.

Bil ki, tevbenin şartları mevcut olursa mutlaka kabul olur. Tevbenin kabul olmasında şüphe yoktur. Şartlarının yerine getirilip getirilmediğinde şüphe olabilir. İnsan kalbinin hakikatini bilen Allah Celle Celaluhü Hazretleri ile olan münasebetini insanı Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden ayıran perde olduğuna tevbenin ise kabul sebebi olduğuna şüphesi kalmaz. Zira, insanın kalbi, aslında meleklerin cevherinin cinsinden yaratılan temiz, bir cevherdir. Eğer kalb pas tutmadan temiz olarak dünyadan götürülebilirse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin cemalinin göründüğü bir aynadır. İşlediği her günahtan o aynanın yüzünde bir karartı meydana gelir. Yaptığı her hayırlı taatten ise o aynaya bir nur peyda olur. Günah karartısını ondan uzaklaştırır. Daima taatlerin nurlar ve günahların karartıları birbirlerine ardınca kalb aynası üzerinde tesirlerini gösterirler. Kalb ancak dilin ucu ile tevbe eder, çeşitli pisliklerle kirlenen elbise sabunla yıkanıp temizlendiği gibi insan kalbide günah karartısından taat nuruyla öylece temizlenir.66

Ebedi Âlemde mahlûkat hakkını alıp tekrar Allah’ın Emri ile toprak olacaklardır. Cenabı Hak Celle ve Ala Hazretleri bu hadiseyi bin dört yüz küsur sene önce bildirmiştir. Çünkü kıyamette artık itiraz etmenin ve “bizi yeryüzüne çıkar” demenin hiç bir faydası olmayacaktır. Bu hususta Allah Celle Celaluhü Hazretleri En’am Suresi 27’nci ayetinde bakın ne buyuruyor: “Ateş karşısında durdurulup da şöyle söyledikleri zaman bir görsen: ‘Ah ne olurdu, biz dünyaya geri çevrilsek de Rabbimizin Ayetlerini inkar etmesek, müminlerden olsak’.”

Daima kötülüğe meyleden nefis, insan için şeytandan daha düşmandır. Şeytan, ancak nefsin heva ve hevesi ile sana galebe ederek Allah (CC) Hazretleri’nin yolundan çıkarabilir. Nefsin, seni boş emeller ve kuru hayallerle aldatmasın. Çünkü nefs, yaratılışı icabı rahat, vurdumduymazlık, gaflet ve tembellik içinde ömür geçirmek ister. Eğer nefsinin arzusundan hoşlanır, isteklerine uyarsan, ebedi alemde sen de “keşke toprak olaydım” dersin.

İnsan Allah Celle Celaluhü Hazretleri yolunda neler yaptığına dair ömrünün geçen kısmı üzerinde bir düşünse, bu düşünüş bir çeşit kalbini yıkama olur. Hz Süleyman Aleyhisselam nefs hakkında şöyle buyurur: “Bence nefsini sindirip terbiye edebilen kimse, tek başına bir şehri fetheden savaşçıdan daha kuvvetlidir.”67

İmam-ı Ali Kerremullahi veche Hazretleri de şöyle buyurur: “Ben ve nefsim bir sürünün çobanına benzeriz. Çoban sürüyü bir tarafa toplar, sürü diğer taraftan dağılır. Kim nefsini öldürerek onun isteklerini durdurursa, rahmet kefenine sarılır ve keramet toprağına defnedilir. Kim de kalbini öldürerek oradan ilâhî ve insânî duyguları yok ederse, lanet kefenine durulur ve azap toprağına defnedilir.”68

TEVBE-İSTİĞFARA MANİ OLAN ŞEYLER

Tevbeye mani olan sebepler beştir:

1- Ahirete inanmaz yahud şüphe eder.

2- Ona arzu ve istek o kadar galeb olmuştur ki, onlara muhalefet etmeye dayanamaz. Arzuların lezzeti ona ahiret hallerini unutturmuştur. İnsanların çoğunun hicabı, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden ayıran şehvetlerin sevgisidir. Nefse şehvetle uymak cehennem yoludur. Eza ve cefalara sıkıntılara dayanmak da cennet yoludur.

3- Ahiret vadedir (veresiyedir) dünya ise peşin ve, nakittir. İnsanın tabiatı peşine meyyaldir.

4- Mümin olan herkes her zaman tevbe etmek azminde olur. Fakat geciktirir. Önüne gelen her arzuya bunu da yapayım ondan sonra tevbe edeyim bir daha yapmayayım der.

5- Günahların insanı mutlaka cehenneme götüreceği lazım değildir. Belki Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin affı mümkündür. İnsan kendisi hakkında hüsni zanda bulunur. Ona bir şehvet galib olursa Allah Celle Celaluhü Hazretleri affeder diye rahmet umar, yarın öbür gün tevbe ederim diye tevbeyi geciktirene yarınki günün gelmesi senin elinde değil, belki yarın gelmeden ölürsün demelidir.69

Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize itaat edip emirlerine sımsıkı sarılan günahlarına daima tevbe ederek nedamet içerisinde bulunan bahtiyar kulları hakkında Allah Celle Celaluhü Hazretleri İnsan Suresi 21’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır ve gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara tertemiz bir şarab içirmiştir.” Bu şarap dünya şarapları ile karıştırılmamalıdır. Şarap cennet şerbetlerinden olup insana sarhoşluk vermeyen şurup çeşidinden Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kullarına cennette cemaliyle ihsan ettiği içeceklerdir..

Devamlı tevbe istiğfar etmek insanın üzüntüsünü alır. Günahlardan el çekmek, Ayet-i Kerime’ler ile emredilmiştir. Daima nefs ile mücadele etmeli, nefsin arzularını yerine getirmemeli, nefsi Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin emirlerine zorlamalı ve itaate alıştırmalı, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin menettiği şeylerden de onu zorla uzaklaştırmalıdır ve Tarikata yönelmenin, ilk anda eski günahlara tevbe etmekle başlanılacağı bilinmelidir. Ve şu ayetleri de unutmamak gerektir:

Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’ne devamlı dua etmek lazım ve O’ndan affımızı talep etmemiz lazımdır. “

Her zaman Allah (CC) Hazretleri’nden özür dilemek, her O’na yalvarmak, kulun Allah (CC) Hazretleri’ne yaklaşmasına vesile olur ümidini hiç kesmemelidir.

NASUH TEVBESİ

Allah Celle Celaluhü hazretleri Tahrim Suresi 8’inci ayetinde şöyle buyurur: “Ey mü’münler, Allah’a nasuh tevbesi ile (samimi bir tevbe ile) tevbe ediniz…”

Nasuh: Yapılan hatalardan vazgeçmektir. Bir daha günah işlememeye azm etmek, murad etmek ve gayret etmektir. Nasihat sözcüğü ile ilgili olan nasuh, halislik ve safilik anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anlamına da gelir. “Çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik, yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı” demektir. Nasuh tevbe de günahtan kalpte bir karartı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme, hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır.

Tevbe-i Nasuh dört şeyi kendinde toplar:

1: Dil ile istiğfar,

2: Günahı işleyen aza ile günahı terketmek, pişman olmak,

3: Bu günahı bir daha hiç işlemeyeceğine kati olarak karar vermek,

4: İnsanı günah işlemeye sevkeden kötü arkadaşlardan uzaklaşmaktır.

“O takva sahipleri, taat ve musibetlere sabreden (söz iş ve niyetlerinde) İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri: “Tevbesiz ibadet sahih olmaz.” buyurmuştur. Dolayısıyla insanın hakikatte ibadetlerinden lezzet alabilmesi için, gerçek manada tevbe etmesi gerekmektedir. Cüneyd-i Bağdadi Rahmetullahi aleyh Hazretleri de: “ Tevbenin üç mânâ ve merhalesi vardır: İlk olarak pişmanlık duymak, ikinci olarak yapılan kötü işi tekrar etmemeye azmetmek, üçüncüsü ise yapılan haksızlıkları helal ettirip düşmanlıktan arınmaktır.” diyerek, hakiki tevbenin aslını, nasıl tevbe edilebileceğini ifade buyurmuşlardır.

İnsanlar için felaket şu üç şeydedir: Tevbe ederiz ümidiyle günah işlerler. Daha yaşarız ümidiyle tevbe etmezler. Rahmet ümidiyle tevbe etmeden kalırlar. Bunlar tevbe etmezler.

1. İslam. Tasavvufun Özü. S.113

2. İslam. Tasavvufun Özü. S.113

3. Müzekkin Nüfus S.475

4. İslami Araştırmalar Şeri Fetvalar Cild1 S.77

5. Kimyayı Saadet S.523

6. Kimyayı Saadet S.521

7. Kimyayı Saadet S.524

8. Kırk Kudsi Hadis. S.128

9. Envarul Aşıkin. S.283

10. Kırk Kudsi Hadis. S.27

11. Kırk Kudsi Hadis. S.114

12. Buhari ve Müslim

13. Buhari; Riyazussalihin. S.1103

14. Müslim

15. Riyazussalihin. S.34

16. Buhari ve Müslim

17. Envarul Aşikin. S.286

18. İlahi Nizam. S.117

19. Ebu Davud ve Tirmizi

20. İrşad. Cild3. S.276

21. Sahih-i Buhari, Müslim

22. Ramuzel Ehadis. S.247. 2335 Nolu Had.Şer.

23. Riyazussalihin. S.37; Buhari ve Müslim

24. Buhari ve Müslim

25. Sahih-i Buhari; Müslim

26. Sahih-i Buhari; Müslim

27. Müslim

28. İbni Mace, Zühd bahsi 30

29. Keşfül Hafa. S.64

30. Sahih-i Buhari; Müslim

31. Sahih-i Buhari; Müslim

32. Sahih-i Buhari; Müslim

33. Riyazussalihin; Buhari

34. Riyazussalihin; Buhari

35. Buhari ve Müslim

36. Sahih-i Buhari

37. Riyazussalihin; Müslim

38. Envarül Aşikin. S.298

39. Buhari ve Müslim

40. Envarul Aşikin. S.574

41. Sahih-i Buhari

42. Kimyayı Saadet. S.537

43. Sahih-i Buhari; Müslim

44. Buhari ve Müslim

45. Müslim

46. Buhari

47. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.182

48. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.183

49. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.183

50. İslam Ansiklopedisi. Cild5. S.183

51. İslam Ansiklopedisi. Cild6. S.306

52. Ramuzel Hadis. 3341 Nolu Had.Şer.

53. Ramuzel Hadis. 2823 Nolu Had.Şer.

54. Sahih-i Buhari; Tecrid-i Sarih Tercemesi. Cild1. S.60

55. Remuzel Hadis. S.174. 1623 Nolu Had.Şer.

56. Sahih-i Buhari

57. Ebu Davud, Tirmizi,

58. Riyazussalihin. S.1106; Müslim

59. Riyazussalihin. S.1107; Müslim

60. Riyazussalihin. S.1105; Müslim

61. Ramuzel Hadis. S.529. 5496 Nolu Had.Şer.

62. Ramuzel Hadis. S.530. 5506 Nolu Had.Şer.

63. Müslim

64. Buhari

65. Envarul Aşikin. S.510

66. Kimyayı Saadet S.527

67. İlahi Nizam Cild1. S.26

68. İlahi Nizam Cild1. S.26

69. Kimyayı Saadet S.355