Kategori: Rabıta

RABITA NEDİR?

Rabıta, lügatte “artırmak”, “kuvvetlendirmek”, “güçlendirmek” ve “bağlamak” manalarına gelir. Aşağıdaki Ayet-i Kerime’lerde, bu anlamda kullanılmıştır:

Enfal Suresi 11’inci ayetinde “Kalplerinizi (birbirine) bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu.”

“Rabıta” ile “ayaklarınızı birbirine sağlamca bağlamak ve bu bağı kuvvetlendirip sağlamlaştırmak” şeklinde ifade, edilmiştir.

Al-i İmran Suresi 200’üncü ayetinde “Ey inananlar sabredin, direnip düşmanlarınıza üstün gelin. Cihada hazırlıklı uyanık bulunun. Ve Allah’tan Celle Celaluhkorkun ki, başarıya eresiniz.” Burada rabıta “emri, mevzilerde bedenlerinizi kuvvetli bulundurun, itaatlara karşı daima nefsinizi gözetin ve denetim altında tutun” manasındadır. Bu manaya işaret etmek üzere bir Hadis-i Şerif’te: “Bu rabıtadır. Bu rabıtadır.” buyurulmuştur. Bu manalara göre Ayet şöyle açıklanabilir: Adetleri terketmek hususunda nefsin üstün gelmek isteklerine karşı çıkın, taat ve ibadetlerin ağırlık veren acılığına karşı dayanmak gücü gösterin, bunların eksiksiz ve semereli bir şekilde yapılabilmesi seyrü sülük ile mümkündür. Kul ancak böyle manevi bir terbiye ile hal ve makamları sonuna kadar aşabilir. Nitekim Cenabı Hakk Celle Celaluhü Kasas Suresi 10’uncu ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Eğer biz vadimize inananlardan olması için onun kalbini sabır, sebat kuvvetli bir irtibat ve güçlü bir bağ ile iyice pekiştirmemiş olsaydık, nerede ise işi açığa vuracaktı.”

TARİKATTA RABITA

Derviş evinde abdestini alıp sadece Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ismini zikir niyeti ile Zikrullah yapacağı odasına girdiğinde, zikrini yapmak için Kıbleye karşı oturur ve şeyhinin huzurunda, diz dize oturur gibi oturur. Şeyhinin simasının gözünün önünde canlandırır. Rabıtai Şerif ile Mürşidinin kalbinden ilahi feyzi kalbine doldurmaya çalışmalıdır. Bundan sonra talib Rabıta-ı Mevt yapar. Daha sonra rabıta-i mevt yapar, yani mevtini (cenazesini) gözünün önüne getirir. Azrail Aleyhisselam gelmiş ruhunu almış, şeyhi gelip elbisesini soymuş, teneşire yatırmış, yıkamış, kefenlemiş, tabut atına konmuş, namazı kılınmış ve oradan alıp kabristana konulmuş. Ruhu cesedine iade edilmiş bakmış ki, şeyhi yanında. Böylece derviş gönlünü şeyhinin gönlüne bağlar. Şeyhin gönlü önündeki şeyhine ve bu zincirleme halinde Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize kadar bağlanır. Manevi zincir aynı elektirik santralına benzer. Nasıl senin evinin önünde bir direk vardır. O direkten ışığını alırsın. Eğer ışığını evinin önündeki direkten değil de ana santraldan alayım dersen, evinin elektrik telleri yanar kül olur. Evine ışık gelmez. Sana da aynen böyle ilk ders aldığın şeyhinden füyizatı ilahi gelir sen gönlünü şeyhinin gönlüne bağlamazsan sana ilahi aşk gelmez, kupkuru olursun. İşte maneviyatta gerçek rabıta budur.

RABITA ÇEŞİTLERİ

Tarikat ıstılahında rabıta, dini bakımdan doğru kabul edilen bir yorum ile üç şekilde mütalaa edilmektedir:

1: Rabıta-i Huzur

2: Rabıta-i Mevt

3: Rabıta-i Mürşid

Rabıta-i Huzur: Bu tür rabıta, müridin kalbini tam bir sevgi ile Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne bağlamasıdır. “Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O, seni görmektedir. Ve her nerede olursanız olun, O, daime sizinle beraberdir.” şeklinde devamlı düşünmek ve ihsan üzere olmaktır. Üç şekilde alınan rabıtaların en kıymetlisi budur.

Rabıta-i Mevt: “Ölmeden evvel ölünüz.”; “Ahirette hesaba çekilmeden önce, bu dünyada kendinizi hesaba çekiniz.”; “Dünyada sanki bir yolcuymuş veya bir garipmiş gibi yaşa.” “Dünyada kendini ölülerden say.” Hadis-i Şerif’lerinde ifade edilen manalara uygun olarak müridin kalbini ölüme, kabire, kıyamet ve ahirete bağlaması, bunların şiddeti ve korkunçluğunu düşünmesi ve böylece nefsinin kötülüğe yönelik eğilimlerini engellemeye çalışmasıdır.

Ayrıca Tefekkür-ü Mevt Konusuna bakınız.

Rabıta-i Mürşid: Ellerinde bir delil bulunmadığı halde, Ehlullahın kemal ve feyzinden nasipsiz bazı âlimlerin, çoğu taklitçi ve bilgisiz bazı kimselerin karşı çıktığı rabıta türü budur. Bu da müridin kalbini Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Peygamberlerinden birine veya O’nun veli kullarından bir veliye veya mürşide veya şeyhine bağlanmasından ibarettir. Böylece bütün sevgi ve samimiyetle kalbini bunlardan birine bağlayan mürid: “Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” Tevbe Suresi 119’uncu Ayet-i Celile’sinde emredilen şekliyle onların meclislerinde, kendisini sanki onlarla bir arada, yüz yüze ve diz dizeymiş gibi hisseder. Çünkü sevgi ve muhabbet, kalbin sevgilinin kalbine yönelmesi ve meyletmesi, devamlı onunla meşgul olmasıdır. Sevgi de sevgilinin dışındaki her şeyi yakıp yok eden bir ateştir.

Kendisini şeyhine Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize veya Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine gerçek manada bağlayan, onlarla kalbi ve manevi bir irtibat kuran salikin rabıtası gerçekleştiği zaman, rabıta eden ve edilen arasında bir sevgi meydana gelir. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine vuslat konusunda, onlardan şefaat, himmet ve yardım dileyerek delalet temenni eder. Böylelikle masiyet ve kötülüklerden uzaklaşmaya gayret eder. İşte gerçek rabıta budur. Allah Celle Celaluhü Hazretlerini, Resulü Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve veli kullarını seven mü’minlerin onlara yönelik bir sevgi rabıtası vardır. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ve Ashabı’nın hayatında bunu görmek mümkündür. Namazda otururken tahiyatta, kalbine Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve O’nun mübarek şahsını görür. “Esselamü Aleyke Eyyühehnebiyyü” de sanki Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize ulaştığını ve O’nun da selamına Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin karşılık verdiğini düşünür. 1

Bu sebeple rabıta yolunu benimseyen tarikatlara “Aşk ve Muhabbet Tarikatı” ve bu alakaya da “mensubiyet” adı verilmiştir. Gerçek manada Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize tabi olanlara dua ve niyaz kastıyla salat ve selam getirmek caiz olduğu gibi rabıta etmek de caizdir. Muhakkak rabıta ve muhabbet, Resulüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize ulaştırıcı bir vasıta ve O’nun manevi mirasçılarına uymayı sağlayan bir yoldur.2 Nitekim Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri Yusuf Suresi 108’inci ayetinde mealen şöyle buyuruyor: “De ki: ‘İşte benim yolum budur. Allah’a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar da böyledir’.” Bu Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretleri, davet ve irşad konusunda, Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemile manevi mirasçılarını müşterek kabul ettiği açıkça anlaşılmaktadır.

Gerek hayatlarında gerek vefatlarından sonra, Peygamberler veya velilerden, Mürşid-i Kamil’lerden birini hatırlamak, düşünmek veya ruhaniyetlerini kalbinde tahayyül ederek, kalbi bir rabıta ile onlara sevgi duymak, onlardan feyz almak, yardım talebinde bulunmak dinen doğrudur ve oldukça da güzel ve semereli bir harekettir. Ve lazım olan bir uygulamadır. Zira Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu hususta şöyle buyurur: “Darda kaldığınız ve sıkıntıya düştüğünüz zaman ehli tasarruf sahibi kabir ehlinden yardım taleb ediniz.”3

Zikrullahın ve zikir meclislerinin fazileti babında şöyle bir nakil yer almaktadır: Zikredenlerin etrafından dönen, meleklere Cenabı Hakk Celle Celaluhü şöyle hitabeder: “Sizi şahid tutarak söylüyorum ki, onları (zikredenler) affettim muhakkak ki onları bağışladım.”4

Düşünceye arız olan fikirleri defetmek için mürşide rabıta etmek güzel olduğu gibi, namaz kılarken de, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve velilerden birini hatırlamak ve onları düşünmek, namazın huzur ve huşuuna mani, dünyevi duygular ve düşüncelerden kurtulmak maksadıyla yapılırsa, caizdir.5

İnsanları Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne, Peygamberlere ve velilerine götüren rabıtadan daha kestirme bir yol yoktur. 6 Manevi terakki ile istifade için kalbi şeyhe bağlamak, onunla manevi bir alaka ve yakınlık içinde bulunmak en önemli unsurlardan biridir. Aksi halde mürid, halvetin semeresini elde edemez.

RABITA ŞİRK MİDİR?

Biri kalkıp da: “Peygamberlerden veya velilerden birini seven ve onlara kalbini bağlayan müridin, iki kaşının ortasında onların suret ve şekillerini veya ruhaniyyetlerini tahayyül etmesi, onların hereket, söz ve davranışlarını düşünüp, kendisine yön vermeye çalışması tabi ve zaruri iken, buna karşı çıkan birinin, adı geçen şekilde yapılan rabıta puttur. Enbiya ve evliyaya muhabbet ve onlara kalbi bağlamak, bu irtibat ile onlardan feyz almaya çalışmak caiz değildir. Böyle rabıta yapanlar kâfirdir.” dese, böyle bir kimseye şeran lazım gelen şudur: İtikatını yenilemesi gerektiği gibi, şeran imanını tazelemesi gerekir. Çünkü “Bir müslümana kafirdir diyen kafirdir” buyurulmuştur. Sevdiğinin şeklini, suretini ve hayalini, iki kaşının ortasında farzetme ve onu orada tahayyül etmek, ibadetin ta kendisidir. Dünyevi olsun, uhrevi olsun birini seven her aşıkın tavrı budur. Sevgi ve rabıta en kestirme bir yoldur.

Rabıtayı isbat eden açık delilerden biri de Ahzab Suresi 56’ncı ayetidir: “Allah Celle Celaluhü hazretleri ve melekleri Peygambere salât etmekte, O’nun şerefini gözetmeye, şanını yüceltmeye özen göstermektedir. Ey inananlar! Siz de O’na salât getirin. (‘Allahümme salli ala Muhammed’ diyerek) şanını yüceltmeye özen gösterin.” Burada Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize salâttan maksat, üzerinize Rahmet-i İlahi’yi celbetmek, O’nun bir vesile ve yol gösterici olmasını taleb etmektir. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize salât getirmek, ledünni ilimleri ve ilahi maarifetleri O’nun yüce ruhaniyetinden elde etmek için bir feyz yoludur. Böylece Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ile kendisinden feyz almak isteyen arasında Selat-ü Selam ile ruhani bir bağ kurulmuş olur. Bu alaka manevi olduğu için ikisi arasındaki böyle bir ilginin uyandırılması gerekir. Bu yüzden Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Salât-ü Selam getirmek emredilmiştir. O’na salât getiren ve selam edenin, O’na yönelmesi, O’nun şemailini hayalinde tasavvur etmesi ve hayalinde canlandırması gerekir. Kalbini Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kalbine bağlamalıdır. Feyz almak için elzem olan usul budur. Ayet-i Kerime’leri bize Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ulaştırmıştır. Kişiye gereken Resulüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi sevmesi, O’na ve Allah’ın veli kullarına tabi olmasıdır. Evliyaullaha uymak, Resulüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize uymadan yapılamaz.7Müridin doğru yolda yürüyen şeyhinin, ahlak ve davranışlarını benimsemesi, böylece Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasına ermeye çalışması gereği vardır. Çünkü müridin mürşidine olan sevgisi, yalnız Allah Celle Celaluhü Hazretleri içindir.

AHİRETE İNTİKÂL ETMİŞ ŞEYHE RABITA YAPILIR MI?

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Âl-i imran süresi Ayet 169–170 de “ Allah katında öldürülenleri sakın ölüler saymayınız. Onlar Rablerinin yanında diridirler. Öyle ki Allah’ın lutf-i inayetinden, kendilerine verdiği ile hepside şad olarak cennet nimetleriyle rızıklanırlar. Onlara hiçbir korku yoktur Onlar mahzun da olacak değillerdir.” buyurulmaktadır. Evet bu şehidler cihâd-ı asğar ( küçük savaşın ), Mürşidi Kamiller ise cihâd-ı ekber ( büyük savaşın ) şehidleridir.

Şunu da unutmamak gerekir ki Allah Celle Celaluhü hazretleri dilediğine verir ve her şeye kâdiridir. Ölüden diriyi ,diriden de ölüyü idare ettirir.kim karışabilir.

Hanifi imamlarından Ubeydullah el-ahrares-Semerkandi Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyuruyorlar ki (tevbe süresi 119’uncu ayetinde) “sadıklarla beraber olunuz” ayetinin tefsirinde“Şüphesiz sadıklarla beraber olmak, surette ve manada beraber olmaktır” diyor.8

Bu konuyla ilgili Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin“Bana selam verildiğinde Allah teala ruhumu geri gönderir de selama cevap veririm.” diğer bir hadisi şerifte de “Müminler ölmezler onlar fani muvakkat olan dünya evinden baki ve ebedi olan ahiret evine göç ederler. “ işlerinizde şaşırdığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz “ hadislerini de iyi idrak etmek gerekir. Mürşidi kâmillere ölü demek Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Ayetlerine ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin hadislerini inkâr etmektir ki bu da insanı küfre düşürür.9

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimize “Meclis arkadaşlarınızın en hayırlısı hangisidir? “diye sorulduğun da, Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz “ kimi görmek size Allah’ı hatırlatıyorsa, kimin konuşması sizin ilminizi artırıyorsa, kimin de ameli size ahireti hatırlatıyorsa işte onlar en hayırlı arkadaşlarınızdır” buyurdu. 10

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin “ Âlimler peygamberlerin varisleridir ” hadisinden de yola çıkarak aşağıya geçmiş bir büyük evliyanın üzerinde ittifak ettikleri bu konu hakkındaki sözlerini de sizlere aktaralım.

Bugün dünya üzerindeki insanlar, ahirete intikâl eden velilerden çok himmet ve yardım istiyor akın akın o insanların kabirlerini ziyaret edip feyz aldıklarını söylüyorlar.

Yine Allame Seyyid Cürcani Kaddesallahu Sırruh hazretleri mevakıf şerhin de buyuruyor ki: “Evliyaullah’ın suretlerinin, müridlerine zahir olabileceği gibi, öldükten sonra da müridlerinin feyz aldıklarını açıklamıştır”

Hanefi imamlarından İbn-i Kemâl el-Vezir Rahmetullahi aleyh hazretleri buyuruyor ki:” Dünyada bulunan ruh, muhafazasındaki kılıç gibidir. Ölümünden sonra ise, cismani alakalardan soyulduğu için kınından çıkmış kılıç gibidir.” diyor.11

“ Şahı Nakşibendî Hazretleri sıkıntıya düşmüş, hayattaki hiçbir veli Şahi Nakşibendî Hazretlerinin sıkıntısını giderememiş ve dağlara düşmüş mecnuni bir hal başlamış, Hızır (A.S.) Hazretleri gelmiş “nedir bu sıkıntı ya Bahaeddin “der. Şahi Nakşibendi Hazretleri “ismi celali kalbime indiremedim onun sıkıntısı “der. Hızır Aleyhisselam “Bağdat’a git orada her bunalanın elinden tutan Şeyh Abdûlkâdir Geylânî’ye müracaat et, senin de muradın hâsıl olur “der. Şahi Nakşibendî Hazretleri Bağdat’a gider. Abdûlkâdir Geylânî hazretlerinin kabrini ziyaret eder. Şeyh Abdûlkâdir kabirden elini çıkarıp göğsüne koyar ve ;

Tut elimi sana el tutucu desinler,

Bu sana nakş olsun müridlerin çok olsun.

der ve böylece Nakşibend ismi de buradan kalır. Aynı zamanda ismi celali de kalbine indirir ve kalbi çalışmaya başlar.”12

“ Mısırda inançlı bir tüccar vardı. Mısırdan kalkıyor Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine intisap için gidiyor. Bağdat’a geldiğinde Şeyh hazretlerinin bekâ mülküne şeref verdiğini duyar ve çok üzülür. Ve Gavsul Azam Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabri şerifini ziyarete gider. Göz yaşları içinde hayatta iken intisap edemeyişinin hicranını dile getirir. O anda kabri şerifi başında, daima Hay (diri) olan Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri belirir. Böylece elini tacire uzatan yüce veli, kendisini mürid olarak kabul eder ve irşâd eder. Bu vesile ile veliyullahın daima diri olduğunu gösterir.

İki alemde tasarruf ehlidir ruhu veli,

Dime kim bu mürdedir ondan nice derman ola,

Ruhu şimşiri hüdadır ten gılaf olmuş ona,

Dahi ala kar eder bir tiğ kim üryan ola,

Manası şudur “ Velilerin ruhları iki alemde tasarruf ehlidir. Bu ölüdür bundan ne derman olacak diyemeyiz, Ruhu cenabı Hak Celle Celaluhü hazretlerinin kılıcıdır. Kından (yani bedeninden ) çıkan kılıç daha keskin olur.” Çünkü hal-i hayatında şöhreti afettir. Kemâlat ve kerametini büyükler izah etmezler.aczini itiraf ederler ve naçizliğini söylerler. Tevazuya bürünmüşlerdir.

Beden toprak altında ama ruh baki. Velinin ruhu iki cihanda tasarruf sahibidir. Hem hâli hayatında, hayat-ı dünyada; hem de vefatından sonra hayat-ı ahirette tasarruf ehlidir.

Demek ki,” Bu mürdedir, ölmüştür; bundan nice derman ola?” Böyle bir münkir tavır, inkarcı, materyalist tavır takınma !… Böyle düşünme.13

Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyuruyor ki: Allah’ı zikredenlerin hayatı birleşir ve daimidir. Ölümle kesilmez o diridir her ne kadar ölmüşse de onun hayatı fi sebilillah şehid olandan daha çok diri ve daha ziyade tamamdır. Ancak o şehid olan kimse Allah’ı çok zikreden kimselerden ise o zaman onda iki hayat vardır. Biri şehidlik hayatı diğeri de zikir hayatıdır.Allah’ı zikreden diridir, isterse ölmüş olsun, fakat zikri terk eden ise ölüdür. İsterse dünyada hayvani hayatla diri olsun. Nitekim Hadis-i Şerifte : ” Rabbini zikredenle zikretmeyen diri ile ölüye benzer “ buyurulmasından anlıyoruz ki, zakirin hayatı şehidin hayatından hayırlıdır. Eğer o şehid zakirlerden değilse. 14

Sabit Eşhedül Benani Rahmetullahi aleyh hazretleri buyuruyor ki: ehli zikir üzerlerinde dağlar kadar günahları ile zikre otururlar, zikirden fari olup kalktıklarında bir tane bile günahları kalmaz. Elli sene teheccüde devam etmiştir. Seher vakitlerinde duasında : “Ya rabbi eğer bir kişiye kabrinde namaz kılmak nasip edersen bana ver” derdi Vefat edince defnettiler kerpiçleri yığdılar bir tanesi düşer ve kabrin içi görülür baktılar ki ayakta namaz kılıyor. Vefatından sonra kabrinden gelip geçenler kabri içinden Kur’an tilavetini duyarlardı.15

Seyyid Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh 470 senesinde doğdu, 561 hicri senesinde vefat etti. Buyurdu ki :” Hüseyin Hallac bunaldı da zamanın da elinden tutacak kimse bulamadı. Ben ise arkadaşlarımdan ve müridlerimden ve beni sevenlerden kıyamete kadar her bunalanın elinden tutarım. İşte atım eğerlenmiş hazır, mızrağım dikilmiş, kılıcım çekilmiş, yayım ve okum gerilmiştir. Seni muhafaza ediyorum, hâlbuki sen gafilsin farkında değilsin.16

Şeyh Musa bib Mahih Ez-zoli Rahmetullahi aleyh hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi çok görürdü. Bir çok işleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin emriyle idi. Demiri tutunca yumuşardı, 14 aylık veya daha küçük bir sabi çocuğu kucağına alıpta şu sureyi oku derse o çocuk fâsih lisanla okurdu ve o vakitten itibaren de konuşmaya devam ederdi. Kabrinde lahdine koydukları vakit kabri genişledi, ayağa kalkıp namaz kılmaya başladı. Lahdine koyan kimse bayıldı.17

Seyyid Yusuf ul Acemi El-Kürani Rahmetullahi aleyh hazretleri buyurmuştur ki: Şeyhimiz Ebu Osman-il Mağribi Rahmetullahi aleyh hazretlerinden işittim demişti ki: Bir insan bir velinin kabrini ziyaret ederse o veli ziyaret edeni bilir, selam verirse selamını iade eder veya kabri üzerinde Allah’ı zikrederse veli de onunla birlikte zikreder. Bilhassa La İlahe İllallah zikrini yaparsa , o veli kalkar, bağdaş kurup oturur ve o ziyaretçisiyle birlikte zikreder. Çünkü veliler bir evden yani dünya evinden ahiret evine göçerler. Bunların ölülerine hürmet ve saygısağlıklarındaki saygı gibidir. Kabirleri ayakla çiğnenmemelidir. Binaenaleyh, Evliya cemaatına gerek hayatlarında ve gerekse vefatlarında ancak edeple muaşeret etmek lazımdır. Bir veli ölünce, bütün peygamberler ve velilerin ruhları onun üzerine namaz kılarlar.18

Yine buyurmuştur ki: Nice veliler vardır ki, sadık müridlerine vefatlarından sonra sağlığındakinden daha fazla faydalı olurlar, bazı kullar vardır ki, terbiyelerini bizzat Cenab-ı Hak vasıtasız yapar, yine bir kısım kulların velayetini bazı velileri vasıtasıyla üzerine alır. İsterse o veli ölmüş bulunsun. O veli kabrinden müridine sesini duyurur ve yine Allah’ın bir kısım kulları vardır ki: terbiyelerini bizzat Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz vasıtasız üstlenir; çok salavat-ı şerif okuması sebebiyle.19

Şeyh Ebul Mevahibi Şazeli Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyurmuştur ki: Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi gördüm, kendi hakkında buyurdu ki: Ben ölmüş değilim benim ölümüm Allah’tan anlayışlı olmayan kimseden tesettürden ibarettir. Fakat Allah’tan anlayışa sahip olan kimse ise, ben onu görürüm, o da beni görür.20

Seyyid Abdülaziz Debbağ Kaddesallahu Sırruh hazretleri anlatıyor: Bazı kereler Fas’ın mezarlığında dolaşırken bazı nurların yerden çıkıp berzaha gittiği ve yerden bitmiş bir kamış gibi berzaha uzandığını görürüm ve bilirim ki bu nurlar orada yatan büyük velilerin nurlarıdır. Nitekim bu hal Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kabri şerifinde de görülür. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin imâni nurunun sutunu kabri şerifinden berzah kubbesine uzanır ki ruh-u tahiresi berzah kubbesindedir. Ve melekler kafile kafile gelip bu uzanan nur-u şerifi ziyaret ederler; mesih ederler. Hangi melaike ki bir sırdan aciz oldu veya bir işe tahammül edemedi veya yoruldu veya bir makamda durmaktan usandı, o zaman bu nuru şerife gelirler ve tavaf ederler ve tavaf etmekle yeni bir kuvvet ve azim kazanırlar ve yerlerine dönerler. Ve yine taife tavafı bitirirken diğer bir melâike taifesi gelir.21

Aliyy-ül-Havas Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyuruyor ki Ölmüş velileri görürüm ve onlarla latife yaparım. Buna sebep onlarla olan hüsnü edebimdir ve onlara adeta dirilermiş gibi muamele yaparım ve bazısını bazı makamlarda eksik görürüm. Hemen Allah’u Taalaya teveccüh ederek o veliye o noksan makamının kemâlini ihsan etmesini isterim daha yanından ayrılmadan Allah’ü Teala dilediğimi verir. O velide noksan olduğu makamdan terakki edip kemâle erer ve bana teşekkür eder. O gece evime gelip beni ziyaret eder. Bunlardan birisi de Seyyid Ömr İbn’il-Farız Rahmetullahi aleyh hazretleridir.22

Şeyh Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri diyor ki : “Öğleden evvel Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi gördüm” Bana : “ Evladım niçin konuşmuyorsun, vâaz etmiyorsun?” buyurdu Bende: Dedeciğim ben Arap olmayan bir kişiyim Bağdat’ın fâsih uleması karşısında nasıl konuşabilirim” dedim. O zaman ağzını aç buyurdu, açtım,yedi kere üfledi ve sonra “ halka karşı konuş onları Allah yoluna hikmet ve güzel nasihatle davet et “ buyurdu,bunu müteakip öğle vakti kürsüye oturdum. Fakat çok fazla kalabalık vardı, yine irkildim; O zaman karşımda Hazreti Ali Radıyallahu anh hazretlerini gördüm o da sordu, cevap verdim ağzımı açtırdı, altı defa üfledi,” niçin yedi kere üflemediniz “dedim. “Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize edeben “ dedi. Kayboldu. Bunu üzerine dilim açıldı konuştum” buyuruyor.23

Şeyh Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri anlatıyor: Yine bir gün yanımda kalabalık bir cemaatle Şeyh Hammadu’d Debbas’ın kabrini ziyaret etmiş mezarı başında fazlaca kaldıktan sonra sevinçli olarak dönmüş. Yanındaki cemaatin nazarı dikkatini celbeder niye fazla kaldığı ve ayrılınca da sevinçle ayrılışının sebebi sorulmuş? Demiş ki:Bir gün şeyh Hammad’ın sağlığında ve yanındaki müridleri ile Cuma namazına gidiyorduk, köprüden geçerken beni Dicle’ye itti, suya düştüm ve çıktım. Maksadı soğuğun şiddetinden müteessir olacak mı diye beni imtihan etmekmiş, mütessir olmadığımı görünce yanındaki müridlerine :”Abdûlkâdir hareket etmeyen bir dağ gibidir” demişti. Şimdi kabrinde ziyaretimde Şeyh Hammad’ı güzel şekilde gördüm. Fakat sağ eli kendisine itaat etmiyordu, felçli gibiydi. Sebebin sordum:” Bu elimle seni vaktiyle köprüden Dicle’ye atmıştım, onun için çalışmıyor, beni affetmez misiniz?” dedi.”evet” dedim, “Allah’tan affı için yalvarmaya başladım, benimle beraber beş bin veli de kabirlerinden duama katıldılar. Duamın kabulu için Cenabı Haktan istediler ve şefaat ettiler. Duamın kabulune kadar kabir başında kalmam uzadı. Tâ ki Allah’u teala kabul etti, eli eski normal haline geldi. O evvelce çalışmayan eliyle musafaha ettim ayrıldım “dedi. Bunu işiten meşâyih bu sözünün doğruluğuna burhan istediler, Abdûlkâdir Geylânî hazretleri de : “ Beğendiğinizden iki kişi seçiniz, Şeyh Hammad’dan cevap getirsinler “dedi. “ Orada hazır olmayan ve bulunmayan iki kişiyi seçtik; bunları bulup getir, söylesinler, sana mühlet veriyoruz” dediler. Fakat Abdûlkâdir Geylânî hazretleri “ Mühlet istemem derhal ispat edeceğim, biraz sabrediniz” dedi. Daha yerlerinden kalkmadan o iki kişiden biri geldi, kapıdan girdi : “Ben Şahadet ederim ki Allah beni Şeyh Hammad’la bu saatte görüştürdü ve Şeyh Hammad bana “ ya Yusuf çabuk Şeyh Abdulkadir’in medresesine git oradaki meşâyiha Şeyh Abdulkadir’in anlattıklarının doğru olduğunu söyle “ dedi. Sözü bitirince kapıdan ikinci seçilmiş kişi de geldi, o da aynı veçhile şahadet etti. Bunları dinleyen meşâyih Abdûlkâdir Geylânî hazretlerinden aflarını dilediler.24

Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Buyuruyor ki:

“ Müridim, ortada korkulacak ne var,

Çünkü ben, pek azizliyim,

Cengaverlikte bir cengaverim,

Müridim hiç korkma, çünkü Haktır benim Rabbim.

Rıfatlar verdi bana yüceliklere erdim ben..

Müridim, silkin, hoş ol, sonra terennüm eyle sen,

İsmim yücedir, hiç çekinme yap neler istersen..

…………………….

Vardır her velinin bir kuvvet kaynağı kademi..

Ama benimki kemâl bedri nebinin kademi

Ben oyum ki, Ceyli namım, hem Muhyiddin adımdır,

Şüphesiz, dağların başında duran bayrağımdır.

Ne şüphe dillerde meşhurdur adım Abdulkadir

Kemâl kaynağına sahip olan zat, öz ceddimdir..”25

diyen evliyalar serveri işte bu zat benim korkulacak ne var. Yüce Allah evliyalar reisi Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine şöyle hitap ediyor. “ Ey Gavs-ul Azam Aczini, yeteneksizliğini bilmek, nurların ve feyizlerin kaynağıdır. Kendini beğenmişlik ise, karanlıkların kaynağıdır.”26

“ O kabirlerinde de diriler gibi tasarruf eden şu dörtlerden biridir. Şeyh Abdûlkâdir Geylani, Şeyh Marif El-Kerhi, Şeyh Ukeyl El Mencebi ve Şeyh Hayat Bin Kays El Harrani Rahmetullahi aleyh hazretleridir.” Der. Demek ki ölen velilerin içinde diriler gibi tasarruf eden veliler varmış. Ve Şeyh Ukeyli’nin şu sözlerini ilave etmiş.“Kişi kendi nefsi için bir hal veya makam beklerse bu, hayra alamet değildir. çünkü bu davranışta olan kişi, marifet yolundan çıkmış sayılır. Herhangi bir keramet göstermeden kendisini ermiş ilan eden kişi, yalancıların ta kendisidir. “

“ Bir Mürşidi Kâmilin müritlerinin içerisinden aşağıda izah edilen makamlardan birine gelen müride halifelik verilir. Ve üç çeşit halifelik makamı vardır.

1. Tecellisi gereğince, kendisinden başkalarını irşat kabiliyeti bulunduğundan, ona o veçhile hilafet verilir.

2. Kendisinde irşat kabiliyeti bulunmadığından, yalnız hilafet ihsan olunur.

3. Kabiliyeti dolayısı ile sulük-ü ikmal ettiğinden, ona o veçhile ihsan olunur.

Ancak; bunlardan birisi tekmil-i süluk ederek, hilafet makamına gelince:

Halife oldum, bende bir şeyhim, derse Allah korusun bu büyük bir tehlikedir ki, yedi derya paklayamaz.

Sâlikin bu makamda selameti, kendisini herkesten aşağı görmesi ve şeyhine karşı teveccüh ve muhabbetini artırmasıdır ki bu takdirde kendi derecesi yücelir ve yükselir. Eğer, başkalarına karşı böbürlenir ve şeyhini eskisi kadar sayıp sevmezse, kendi derecesinden o kadar kaybeder ki, hesabını ve sayısını bulamaz.

Salih bir anda arşı ve ferşi müşahede edebilecek kuvveti olsa bile, yularının yine mürşidi elinde olduğunu bilmeli ve her hususta teslim olmalıdır.” 27

“ Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasına talip olmak için bir Mürşid-i Kamile kavuşmak nasip olmayan din kardeşlerimiz, hiç tereddüt etmesinler. Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden aldığım emir üzerine yazıyorum. Rabıta ve teveccühünüzü doğrudan doğruya direk olarak Pir Muhammed Bahaddin Şahi Nakşibendi’ye yapın.” dedikten sonra, Nakşibendi Hazretlerinin yazı ile şeklini ve rengini açık açık izahtan sonra da çok açık olarak şöyle ifade ediyor. “ Bu şekli karşınızda canlandırıp rabıtaya devam edin. Herhangi bir müşkiliniz olursa yine Şahi Nakşibendî hazretlerine kalben niyazda bulunarak teveccüh ile alacağınız işaretle asla tereddüt etmeden hak olarak kabul edin.” 28

“ Şeyhlik edecek kimsenin mutlaka Resulûllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin izin ve icazetleriyle memur olmak lazımdır. Zira, bu şekilde memur olmayan kimse, Sâlikin (müridin) delalete düşmesine sebep olur. Rabbim Teala ve Tekaddes Hazretleri, İsmi Azam hürmetine şerrinden korusun. Bu gibi sapıklara uymaktansa, sırf şeriati mutahhara ile amel etmek son derece makbuldür. Böyle mürşidlik iddiasında bulunanlardan sakınmak, hem de çok sakınmak lazımdır.” 29

Şeyh Mehmet Nuri Şemsüddin Efendi hazretleri diyor ki, Peygamberimizin emrettiği ahirete intikâl eden Mürşidi Kamile rabıta yapılacaktır. Hem de aradan 1216-718 = 498 yılı geçen zamana rağmen hiç tereddütsüz rabıtayı emir ve müsaade ediyor ve Mürşidi Kamil olmayıp da nefsâni arzu ile şeyhliğe kalkanların zararını da açıklamaktadır.

Fahrettin Râzi Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “bir sürü adamlar kendi şeyhlerinden izinsiz olarak şeyhlik davasına kalkmışlardır. Şeyhlerinin küçük bir işaretini te’vil edip, onu kullanmağa tevessül etmişlerdir. Bütün bu işlerden nefsimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Adamın biri Malik Bin Dinar’a gelip dün gece seni cenneti gezerken gördüm dedi, Mâlık ona, şeytan benden ve senden başka eğlenecek adam bulamadı mı?30

“ Malumdur ki mürşidi kâmilde murad, feyz almak isteyenlerin kendisine rabıta edebilecekleri zat olup, Fena-Fillah makamından sonra Bekâ-Billah makamında bulunması ve bunun hakikatine ermesi lazımdır.

Çok dikkat edilmelidir ki burada her an ayak kayma tehlikesi vardır. Çünkü bu tarikatın bidayeti (başlangıcı) nihayetinde, nihayeti (sonu) bidayetinde birlikte bulunmakla, müride bekadan artık olarak fena halinden evvel bazı haller gelip mürid onu kendi kemâlatına atfedebilir ve kendine rabıta edilmesine izin verir. Bu durumda mâazallah rabıta edende ettirende hüsranda kalır. Bunun için bu gibi vartalara düşmemesi için çok dikkat edilmelidir. Bu şartları zamanımızda birçokları ihlal etmiştir.”31

“ Bu tarikat da irşâd da bulunmakta dirilerle vefat edenler müsavidirler. Aynı feyiz almada çocuklara ihtiyarların müsavi olduğu gibidir . Muhabbet rabıtasıyla ve şeyhin teveccühüyle müridler muradlarına vasıl olurlar. Tek şart ise hayatta iken Mürşidi Kamil olması lazımdır.’32

“ Olgun bir velinin kalbine bağlanan bir Müslüman, onun mübarek kalbinden Allah’u Tealanın feyzine kavuşur. Kalbin feyizlere, marifetlere kavuşmasında, Mürşidi Kamilin Diri ve Ölü Olması Arasında Hiçbir Fark Yoktur. Onun kemâlatı, ruhâniyetinden hiç ayrılmaz. Ruhâniyetide zamana ve mekana ve ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir. Mürşidi Kamil olan bir şeyhe tam bağlanan mürit her nerede olursa olsun, diri olsun, ölü olsun rabıta yapan onu seven ve hatırlayan Müslümanlar, hemen feyze ve marifete kavuşurlar. Bunların ruhlarının tasarrufları, Allah’u Tealanın tasarrufudur. Bedenin tasarrufu değildir. Bir şeyh de Allah’u Tealadan vasıtasız feyz almağa kadir olmadıkça, Allah’u Tealadan vasıtasız feyz alan bir Mürşidi Kamile muhtaçtır.” 33

Eşrefoğlu Abdullah Rumi Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyuruyor ki: “ Ben on yedi Şeyhe ulaştım dört tanesi hariç on üç adedi sahte şeyhti müridi alıp götüremezdi yolda bırakırdı daha birçoklarına gittim onlarda aynı idi ancak Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin torunu Şeyh Hüseyin’e ulaştım da sulükümü tamamlayabildim “ diyor.

Bir kimse iki cihanı ayağının altına alsa, kendisinin gelecek ve geçmiş sırlarına vakıf olsa, Hak Tealanın acayiplerine ve birçok gayri mahsusatı da bilse, bütün mahlukatın zahirine, batınına, sırrına ve aleniyetine vakıf olsa, yine Mürşidi Kamil olamaz şeyhlik edemez. Mürşidi Kamil odur ki Allah’ü Tealanın zatına ve sıfatına ait ilme vakıf bulunmalıdır ki o ilim, ilmi meknunattır. Ve hiç nihayeti yoktur. Diğer ilimler onun yanında denizden bir damla gibidir.” diyor. 34

Mısır’da, Şam’da, Arap’ta, Acem’de ve Türkiye’de taliplerimiz vardır. Bunların hiçbirisi bizim zahiri suretimizi görmemişlerdir. Fakat bize teveccüh etmekle bir çok işler başarmışlardır. Vakıalarını yazarlar ve Şeyh Abdûlkâdir Geylânî’nin sırrı manası her nerede olursa olsunlar gelir müritlerine yetişir kıyamete kadarda bu böyle devam edecektir.

Bâhusus, Müzekkin Nüfus adlı bu kitapla amel edenlere irşâd şüphesiz erişecektir Zira Mürşidi Kamil ona derler ki müritlerini asla hiç kimseye muhtaç etmezler. Hem mürşidi kamiller ölmezler. Onlara ölü demek bilmezliktendir. Gerçi bu alemden o aleme göç ederler amma, sizleri bu alemde yıkar, paklar, arındırır ve her halinize tasarruf ederler. Bu sözlerim, sana sakın acayip gelmesin. Bunlar ehl-i zikir ve ehl-i sefadır. Ehl-i zikire ölüm ancak bedenlerine yetişir ve bunlar gerçi ölürler fakat ölümleri ile hakiki dirilik bulurlar.”. 35

Şeyh Safi Rahmetullahi Aleyh hazretleri de buyurmuşlardır ki, Bütün mahlûkatı yaratan Allah-ü Teala hakkı için ki dünyalarından ötürü kendilerini şeyh gibi gösterip halkı aldatmalarının cezası kıyamet gününde ateşten makaslarla kendi etlerini keseceklerdir.”36

Eş şeyh Es Seyyid Abduhakim Arvasi Rahmetullahi aleyh hazretleri buyuruyor ki : “ Malum olsun ki, bu yolla Allah’a ermek, Kamil Şeyhin muhabbet ve rabıtasına bağlıdır. Uzun zamanda bir vücuda gelirler. Vefatlariyle de feyz güneşi batmaz. Kabirlerin de çok zaman, müminlerin kalblerine Rabbani ilim ve İlahi maarifi neşr yoluyla tasarruflarını yürütürler.”

Ebül Hasan Şazeli Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyuruyor ki : “ Evliyadan bazıları ( hepsi değil ) vardır ki uzun zamanda bir vücuda gelir. Vefatları ile de feyiz güneşi batmaz, zamanın kutuplarına bile bunlar feyiz verir. Kabirlerinden çok zaman,müminlerin kalplerine Rabbani ilim ve ilahi maarifi neşr yoluyla tasarruflarını yürütürler.

Sadık müritlerine, vefatından sonra hayatta olduğundan daha fazla menfaat eriştirir. Ve ruhâniyetleri vasıtası ile ilahi emirleri takip ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. Kabrindeyken müridini yetiştirir hiç kimseye muhtaç etmez. Böylelerinin irşâdı güneşin nuruna benzer. Bütün aleme feyiz dağıtır. Eğer birde böyle bir zatın kendi müridi olursan sana ne büyük bir talihdir. Güneşin harareti ile kavun nasıl gelişirse, böyle bir zatın müridi de sadık olursa farkına varmadan terakki eder, sulükünü tamamlar. Şeyh Mürşidi Kamil olursa Allah’ın Halifesi olmak bakımından Hakkın aynasıdır. Kamil insanın ruhâniyetine basiret gözü ile bakan sâlik o ruhâniyetinde Hakkı görür. Ve şeyh mürşidi kamil ise, irşat ve feyiz vermede sağ ve ölü müsavidir..”

MEZARLARA RABITANIN KEYFİYETİ HAKKINDADIR

Eş Şeyh Es Seyyid Abduhakim Arvasi Rahmetullahi aleyh hazretleri yine“ Ziyaret edilen veli geriye döndürülmüş ve irşâda mezun kılınmış evliyadan ise zuhura gelen feyiz ve muhabbet eseri yavaş, durgun ve devamlı olur. Eğer dış dünya ile alakası kesilmiş ve irşâda mezun olmayan sınıftansa gelen tesir ani,kesin,hızlı, geçişi de çabuk olur. Muhakkak ki veliler bir evden bir eve geçmiş gibidirler. Kendilerine hayatta gösterilen edebin aynen gösterilmesi lazımdır. Bulundukları yerden sâlikler (müritler ) mezardaki evliyaya rabıta yapmakla istediği feyzi alır ve istediği menfaati elde eder. Velilerin ahirete intikâl ettikten sonra dünyaya iltifatı ve irtibatı kalmaz fikrinde bulunanlar ve mutlaka hayattaki bir veliye rabıta etmek lazımdır itikadında olanların hatası, nefsinin kemâla ermediği halde bende kemâla ermişim diyenlerin hatasından daha büyüktür. zira böyle bir kanaat, açık açık inkardır. Bu inkarcılık esasta yüce peygamberimizin tasarrufunun inkarına da sirayeti ulaşacağından bu sözlerden Allah’a sığınırım.” demektedirler. devamın da “ Malum olsun ki sâlike fenadan evvel öyle haller görünür ki, o bunları kemâle erdiği şeklinde yorumlar. Ve kendisine rabıta edilmesini emreder. Hüsrana düşür, bağlılarını da perişan edip hüsrana düşürür. Rabıta ancak Mürşide yapılır. Makamı fenabillah ve bekabillah makamına eren ve zanna tahmile yer kalmayan ve her an şeyhi, mürşitleri ve Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ile görüşen ve rabıta yapmasına izin verilenler ancak rabıta yaptırmaya yetkilidir. Fakat bu işteki tehlike büyük olduğundan bu kadarı ile de yetinmez, şeyhinden ve mürşidinden kendisine rabıta ettirmek için yazılı emir alırda ancak bu takdirde rabıta yaptırabilir.

Rabıtada gaye, ona rabıta yapan müridin kalbinden gaflet ve karanlığın kovulması iken, kendi kalbinden gaflet ve karanlığı kovamayanlar, nefislerine rabıta ettirmekle onların ( tabi olan müritlerin ) gaflet ve zulmetlerini nasıl giderebilirler. Kendilerine yersiz olarak rabıta ettirenlerden bir kısmı da bazı hallere aldanıp, büyüklerin nihayetinde tecellileri kendi başlangıç demindeki haller sanır, nefsine mal eder. Galata düşer. Bir kısmı da , tarikat edeplerine ve ahvallerine sathından bakabildiği için yokluğu varlık kıyas eder. Yahut ( mekr ve istidraç sahte keramet ) sebebi ile delalete düşerler.

Bu tarikat yolunda en yüksek derecelere varmış mürşidi kâmillerin hallerini andıran bazı tecelliler henüz bu yolun başlangıcında veya ortasında olan müritlerde de zuhur edebilir. Tarikatın büyüklerinin keskin görüşlü kimselerin dışında hiç bir mürit aradaki farkı göremez. Ben de erdim şeyhi kamil oldum vartasına düşer. Şeytanın maskarası olup, hüsrana uğrar.” 37

Pir Ahmed Kuddisi hazretleri Divanında şöyle buyruyor.

“ Bu yola şeyhsiz süluk etmekte var havfı hatar

Bir icazet sahibi şeyhten izin al kıl icaz.

Bulamazsan Şeyhi Kamil sana benden olsun izin

Bu icazet-i ammedir verdim izin isteyene

Ta kıyamet gününe dek zakirine var icazet.

Yazana okuyana dinleyene verdim izin

Bu hakikat emridir

Zan etmeniz emri mecaz

Dedi ki peygamber ki taş’a hüsnü zanneden dahi

Nef-ini bulur o taşın menzili olur nişan

Her kim eyler bi icazetnameye hoş hüsn-izan

Anı Allah ehli irfandan eder mahrum koymaz38

şeyh izni gerektir deyu ben vesvese etme

var izni bize cün Meliki kevnü mekanın

Ol zikrini ikrar ile emr eyledi bize

Yeter bize emr eylemesi zikr ile Anın

Anlar ile zikre çalışub olma perişan

Ta’n eylemesin zakire cühhali zamanın

Hal galip olur işe sana eyle feragat

Et hizmetini hakk ile evladı nisalnın

Kuddüsi-yi na-ciz sana pend etti birader

Tutarsan olur iki cihanda yüce şanın.39

Hakka giden yolların bil pek yakındır bu yol

Çünkü tevhidi Ali’ye eyledi telkin Resul

Söz tutan salih olur söz tut birader salih ol

Rü-ü şeb zikr eyle ışk-u sıdk ile Mevla’i bul

Verdi Kuddusi icazet sana zikr et her zaman

Pirimiz Geylani’dir eyler seni irşâd inan

Zikri Yezdan’a devam et gece gündüz ey dedem

Fırsatı fevt etme zira gün bu gündür dem bu dem.40

“Zira zikrullah, hiç insan yüzü görmeyen ıssız yerlerde kalan müminlere de vaciptir. Belli izin ile etmek evladır. İzinsiz olan zikir, aşılanmayan zikire benzer , Mürşid-i Kamil yolu asan geçirir. Ve Hak Tealaya tez bildirir, şeytan müdahale edemez. Çünkü meşâyih, Peygamber Aleyhi’s Salatü ve’s-selam halifeleridir. Onlara iktida edenler mahfuz olurlar. Amma nakıs şeyh sâliki harap eder, berzaha düşürür, ( şeytanın tuzağına düşürür ) kaldı ki, ahir zamanda Mürşidi Kamil bulamayan mümin aşık zikrullahı terke ruhsat yoktur. Allah Zül-Azamet-i ve’l-Celal anı irşâd eder. Kuran-ı Kerimde her nefeste ve her yerde zikir bize emir buyruldu.

“ Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinden izin vardır. Siz müridlere dersimi verin irşâda karışmayın diye vaad aldım. Andan dolayı kıyamete kadar benim dersimi okuyan benim müridim olur ve irşâd olur. Endişe etmeyin.” 41

Eş şeyh Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretleri buyuruyor ki; Her velinin makamının ve derecesinin yücelikleri biri diğerine uymadığı ve Yüce Allah’ın her velide başka başka kuvvet ve kudret hikmetlerinin tecelli ettiğini izah ederek şöyle devam etmektedir.

“Ey ebediyet yolunun yolcusu iyi bil ki her velinin hayatın da ve ölümünden sonrada kendine mahsus özelliği tasarrufu ve himmet edişi vardır.”Mesela: Kuvvetli bir tasarruf ve isteyene her türlü imdat etme himmeti, Gavsül Azam Abdûlkâdir Geylanî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine mahsustur. Kerametler ve fütüvvetlerle Ahmed Rufai Kaddesallahu Sırruh Hazretleri. Merhamet ve atifetle Ahmed Bedevi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri. Sahavet ve kerem olarak İbrahim Dusuki Kaddesallahu Sırruh Hazretleri. Aşk ve muhabbet ile Mevlana Celaleddin Rumi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri. Hakikati kalbe nakşetme, tevhid denizinde yüzmesi, fena kendinden geçme sırrına ermesi, ölümünden sonrada bu yüceliklerin kendisine uyanlarda aynen devam etmesi Bahaddin Şahı Nakşibendi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri., irfan ve kemâlatı ile Muhiddin-i Arabi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri. Letafet ve mahviyyeti ile İmamı Sühreverdi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri.. Riyazet Ah’ü fırakı ile Şeyh Hızır Yahya Kaddesallahu Sırruh Hazretleri ve vecd ve cezbeleri ile Necmeddin Kübra Kaddesallahu Sırruh Hazretleri gibi her veliye hayatta iken yüce Allah tarafından ayrı bir özellikte ihsan olunan bir değişik ve biri diğerinde bulunmayan bu hal ve makam tasarruf yetkisi ahirete intikâl ettikten sonra da aynen devam etmiştir. Ve kıyamete kadar da devam edecektir. Bu makamlar Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sonsuz kudretinin ve yücelik ihsanın bir nişanasının ikramıdır her velide böylece gösteriyor. Sonsuz makamlar vardır. velilerdeki bu makam ve tasarrufları inkar Allah’ın kuvvet , kudret ve tasarruf sonsuzluğunu inkardır. Her veli kendisine Allah tarafından ikram edilen ilahi hallerle saadete erer. Lütuflar ise velilerin değeri kabiliyeti nispetinde olur.

Aliy-ül Karsi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri buyuruyor ki: Bütün velilerden dört kimseyi kabirlerinde bile, hayatlarındaki gibi tasarruf yaparken gördüm.

Abdûlkâdir Geylanî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Şeyh Maruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Şeyh Ukayl-ul Menci Kaddesallahu Sırruh Hazretleri ve Şeyh Hayyad bin Kays’ül Harrani Kaddesallahu Sırruh Hazretleridir.

Velilerin üçüncü asırdan sonra gelen büyükleri, yukarıda zikri geçen dördünün dışında Cüneydi Bağdadi, Ebu Yezid Bestami, İmamı Şibli, Şemsüddin Berzi, Davud-u Tai, İbrahim Edhem Ebu Haris, Sırri Sakati, İmam’ül Harameyn, Ebu Medyen, Abdüsselam, Ebulabbas, Şemnüni, Sehl, Haris, İbrahim Havvas, İbni Ata, Hüseyin Hallaç, Şeybani, EbuBekir Dekkak, Razi, Şarani, Kuseyri, Muhammed Haffal, Ebul Fazıl, Yusuf Hemadani, Rükneddin, Raziyüddin, Akşemseddin, Remli, Kadı Zekeriyya, Berzenci, Evzai, Ebuleyis Semerkandi, Şeyhulislam Kirmani, Kastalani, Süyuti, Hatib, Deylemi, Beyhaki, Sekkaki, Sübki, Münavi, Cürcani, Kaddesallahu esrarahümül Aliye (Allah-ü Teala sırlarını yüceltsin)- gibi zatlar olup, diğerleri ise binleri aşmaktadır. Hatta bilinmeyenler bilinenlerinden kat kat fazladır. Bunlarda aynen mezarlarında diriler gibi tasarruf eden büyük zatlardır. Hadisi Kudside Cenabı Hak Celle ve Ala hazretleri buyuruyor ki – Kubbemin altında öyle veli kullarım var ki, onları benden başkası bilmez.” 42

Mehmed Zahid Kotku Rahmetullahi aleyh hazretleri buyuruyor ki : “ Bu devirde şeyhlik davası yapan kimselerin çoklarının sohbetleri fenadır. İzinsiz şeyhliğe başlayan kimsenin müritlere zararı, faydasından çok çok fazladır. Bu gibi şeyhlere Kutta-i tariki ilahi günahı yazılır. Böylelerinden şiddetle kaçınmak lazımdır. Çünkü bunlarda insan kılığında şeytanlık vardır. Ki onu bilmek çok zordur.”43

“ Velilerin reislerinden İmam-ı Rabbani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri buyurdu ki Mürşidi Kamil olan şeyhlerin feyiz vermede ve müridini irşâd etmede hayattaki şeyh ile ahirete intikâl eden şeyh müsavidir. Ancak şu kadar ki şeyh hayatta iken Mürşidi Kamil makamına ermiş olması lazımdır. Ve istifade de Şeyhler ile Sıbyan beraber olurlar.

İnsani kâmil mirat-ı (hakkın ayinesi ) haktır. Her kim Kamil İnsanın ruhâniyetine basiret gözü ile bakarsa, onda Cenabı Hakkın tecellisini görür. Sıfatının zuhurunu idrak eder. Rabıta sebebi ile şeyhler Sıbyanı Kamilden feyiz alırlar. Velinin velayetinde, ilmi şart değildir. Rabıta-i Muhabbetle ve şeyhin teveccühü ile maksudlarına vasıl olurlar. – O Allah’ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir.Allah çok büyük ihsan sahibidir.(Hadid suresi ayet 21)44

Mürit nefsini dünya alakalarından sıyırıp, Kuyudat-ı tabi’iyyeden içini boşaltır. Ve kalbini ulüm ve nukuşdan ve havatır-ı Kevniyyeden temizler, sonra o meyyitin ruhâniyetindenfeyiz alıncaya kadar o nuru kalbinde saklar ve muhafaza eder. Nitekim Resulûllah Sallallahu Aleyhi vesellem Efendimiz ( İşlerinizde güçlükle karşılaştığınız, kararsız olduğunuz zaman, kabir ehlinden yardım isteyiniz .) buyuruyorlar.

Mürit bütün ahvalde rabıtaya devam edip bu hali muhafazaya dikkat etmelidir. Asla rabıtadan ayrılmamalıdır. Bu durumda rabıta edilecek şeyhin fanafillah bekabillah ile mütehakkık olması şarttır.İşte burası ayakların kaydığı bir menzildir. Kendisine rabıta ettirmeye mezun olamadığı halde ,( kemâle erdim diye ) kendisine rabıta ettirir ise eden de ettiren de ne’üzu billahi teala hüsranda kalır. “ Şeyh Halidi Bağdadi Hazretleri halifelerine yazdığı bir mektupta ; Bu tarikat asrımızda bulunan şeyh sevdasında olanların oyuncağı değildir.. Hakiki şeyh, mürid ile rabbi arasında bir vasıtadır. Hakiki şeyhten yüz çevirmek cenabı haktan yüz çevirmektir. Müritleri kendinize rabıta ettirip suretinizi ta’lim ettirmeyiniz. İsterse suretiniz zahir olsun (müritlerin rabıtasında görünsün ) Aslında sizin bu taliminiz şeytanın terbiyesindendir.(şeytanın oyuncağı olduğunuzdandır.) Bizim emrimiz olmadan hiç kimseyi istihlaf etmeyin ( bir şeyler anlatmaya kalkmayın ) nerede kaldı ki etrafa halife olmak için müzahane etmeniz? Eğer bu düştüğünüz gafletten geri dönmez devam ederseniz, sizden tamamen yüz çeviririz. Bir kerede sizden yüz çevirirsek bir daha muvafakatımız güçtür. Dikenli ağacı vücuttan çekip çıkarmak sizinle barışmaktan kolaydır. Bizim kalbimiz bir kere kırılırsa bir daha da doğrulmasının ihtimali yoktur. Bizden vebal kalktı demektir.”

Şeyh Abdullah Dehlevi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri buyuruyor ki “ bazı müridleri rabıtadan men ve müsaade edilmediği halde kendisini rabıta yaptırması fazlaca taaccübü mücibdir. – vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim – bazı mürid ve şeyh vefat ettikten sonra kendisine rabıta yaptırmıştır.. Bazısı da , meyyit ahirete intikâl ettikten sonra dünyaya iltifatı kalmaz demiştir.. Bu kanatta olan kimsenin hatası, nefsinde kemâl iddia edenlerin hatasından da büyüktür.. Bu söz evliya-ullah indinde, tasarrufatı inkardır.. Bunda ittifâk vardır.. Evliya-ullahın tasarrufatı, ahirete intikâl ettiklerinde de bakidir.

Onun için Bahaddin Şahı Nakşibendî Hazretleri Şeyh Abdulhalik Gücdüvani Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin ruhaniyetinden feyz almıştır. Halbuki, bu iki zatı muhteremin arasında beş adet vasıta vardı.

Ebul Hasan Harakani Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Beyazid-i Bestami Rahmetullahi aleyh Hazretlerinin ruhaniyetinden feyz almıştır. Halbuki, Beyazidin vefatından sonra dünyaya gelmiştir.

Mevlana Halid Bağdadi Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vefatından sonra Şeyh İsmail ile Şeyh Abdullah Herevi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri kemal mertebelerine erdikleri halde edeben asla kendilerine rabıta yaptırmadılar.” Diyor 45

İmam-ı Rabbani Rahmetullahi aleyh hazretleri buyuruyor ki : “ Bir kısım sâlikler ( müritler ) rüyada, bazen Peygamberin makamında, bazen da daha yukarıda kendilerini gördükleri olur. Bilmezler ki her makamın bir gölgesi, bir de misali vardır. Ki iptida da ve ortada bu haller olur.

Bir müptedi (yeni başlayan ) veya mutavassıt ( orta hallı ) bir mürit, o makamın gölgesine vardığı zaman, hayal eder ki kendisi makamların hakikatine varmıştır. Gölge ile hakikat arasını ayırt etmeye gücü yetmez. Zanneder ki kendisinin dahi o büyüklerle bu makamlarda bir ortaklığı hasıl olmuştur. Halbuki işin aslı böyle değildir. Bir şeyin aslı ile gölgesi karıştırılmıştır. İş bu anlatılan sâliklerin ( müridlerin ) ayaklarının kaydığı bir makamdır. Allah’ım bize hakikatleri olduğu gibi göster, oyuncak sayılan işlerle uğraşmaktan bizi uzaklaştır. Seyyid’ül-evvelin vel-ahirin hürmetine ” diyor 46

“Azizim bu hiç bilinmeyen yolda, yolcuların (müridlerin) ayağı kayacak yerler çoktur. Aman gafil olmayınız. Bu yolda yolcularını şaşırtan birkaç yanlışlığı yazıyorum.

Tasavvuf yolunda yanılmaların birisi şu: sâlik, yani yolcu makamlara yükselirken kendi makamını peygamberlerden ve büyük velilerden üstün görür. Bunun sebebi şudur: Peygamberler ve veliler yükselirken hepsinin bu seyirde ilk basamakta konak yerleri vardır. Buradan merdiven merdiven yükselir. Sâlik ilk uğrak yerleri olan bu konağı (ilk merdivene ) ayak bastığında orada onlardan kendisini üstün zanneder. Bilmez ki o büyükler bu makamdan sonsuza doğru yükseldiğinin ilk basamağıdır. İşte sâliklerin ayağının kaydığı bir yerdir.

İkinci sebep ise: Yine sâlikin seyri esnasında ( Kendi terbiyesine gelen isimde ) kendi mebde-i te-ayyünü olan isimde seyrederken zaman zaman, bu salih sanır ki kendisinden daha faziletli olan büyükler, kendisinin tavassutu ile vasıl olmuştur. Bazı yüksek derecelere kendi vesilesi ile çıkmışlardır. O kimse kendisini bu kemâlle pek faziletli görür. Hüsrana düşer. Böyle bir hallerde ayakların kaydırıldığı bir yerdir Çünkü, bu hiç bilinmeyen yolda, böyle çok güller çok açmıştır. Bir çoklarını doğru yola çekmiş, kimisini de yoldan kaydırmıştır. Babamdan işitmiştim. Delalet çukuruna düşen, doğru yoldan ayrılan, yetmişi ki fırkanın çoğu tasavvuf yoluna girmiş, yolun sonuna varmadan yanlış görüşlere aldanarak hem kendilerini ve hem de arkalarına taktıklarını saptırmışlardır. Diye buyurmuşlardır. ” 47

İmam-ı Rabbani Rahmetullahi aleyh Hazretleri şeyhlik makamının izahını yaptıktan sonra mektubun son kısmına aynen şöyle devam ediyor ve diyor ki :“Şeyhlik makamı, insanları Hak Tealaya çağırıp götürme makamıdır. Çok yüksek makamdır. (İnsanların arasında şeyh ümmeti arasında olan peygamberler gibidir. ) Hadisi şeriftir.

Her erkek gelen, olur mu merdi-meydan,

Her mülkü olanda olur mu Süleyman ?

Şeyhlik makamında, müridlerin hallerini, makamlarını ayrı ayrı inceden inceye bilmek lazımdır.Bu tarikatın büyükleri , bazı müridlerine şeyhlik makamına varmadan bir nevi şeyhlik icazeti verirler umumu manada yalnızca tarikat tÂlimini yapması için ona müsaade verirler.

Bu gibi icazeti veren şeyhe düşer ki; icazet verdiği müride izah ede ki daha bu makama yaklaşmadığını ve kendisinin henüz noksan olduğunu çok sıkı olarak anlatması lazımdır. Şeyh bu hakikatleri bildirmese hain olur. Hak katında büyük suç altına girmiş olur. Şayet şeyh açıkladığı mürid söz dinlemez şeyhliğe kalkarsa , böyle bir şeyin olması ne büyük bir musibettir. İçine düşülen ne büyük beladır.

Bunlar anlamazlar mı Allahü tealanın beğenmemesi, şeyhinin beğenmemesine bağlıdır. Şeyhten kopana ancak şeytan arkadaşlık eder.”48

Eş Şeyh Abdülaziz Debbağ Kaddesallahu Sırruh hazretlerine soruyorlar “ Şeyh huzurunda olduğu zaman müridin fazlı, füyuzatı ( aşkı feyzi ) artıyor da şeyhi yanında bulunmadığı zaman eksiliyor. Şeyhler himmeti ile müridini terbiye ettiğini iddia ederse, böyle bir müridin şeyhi gaib oldu, mesela öldü veya sefere gittiği zaman mürid nefsinde amelinde zaaf hisseder. O halde bunun hali ve himmetle terbiyesinin mânâsı ne oluyor ? Niçin böyle şeyh olmayınca müridin hali zayıflıyor ?

Eş Şeyh Abdülaziz Debbağ Kaddesallahu Hazretleri buyuruyor ki: Şeyhi Kâmilin üzerindeki kuvvet ruhundaki Allah nurudur. O, imân nuru ile müridini terbiye eder. Müridini bir halden diğer hale terakki ettirir. Eğer mürid şeyhini imân nurundan dolayı seviyorsa o zaman ister şeyh hazır olsun, ister olmasın, hatta ölmüş olsun ve isterse ölümü üzerinden bin yıl geçse de yine müridine himmet eder.- feyiz verir yetiştirir. Onun için her asırda bütün veliler Resulullah Efendimizin imân nurundan medet alır. Fayda görür ve bütün velileri Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz terakki ettirip yetiştirir.

Şayet müridin bağlılığı şeyhine iman nurundan dolayı olmayıp ta, zatından gelirse, o zaman şeyh huzurunda olduğu zaman istifade eder, olmayınca imdat kesilir. O zaman kusur mürittedir.49

“ Kendi ölülerini yıkayan veliler. İnsanlar ölümün ilacı yoktur diyorlar. Halbuki ölüm, onun ilacı devasıdır. Bunun devası da bir Mürşidi Kamile bağlanıp Allah’ı çok zikir etmekle fenâfillah ve bekâbillah makamına eren büyük veliler, ehli divan olan velilerin çoğu öldüğü vakit kendi ölüsünü kendi yıkar. Bazen ölüyü iki kişi yıkar görürsünüz. Birisi ölünün kendisidir.” 50

Şeyh İbrahim bin Mübarek Rahmetullahi aleyh hazretleri buyuruyor ki: Şeyhim rüyama geldi ve şöyle dedi.: Şüphesiz ki benim zatım kabrimde perdelenmiş değildir. O alemin her yerindedir. Beni nerede ararsan bulursun. O kadar ki mescitte bir direğin yanında bulunsan ve benimle Allah’a tevessülde bulunsan, şüphen olmasın ki ben seninle beraberim Sonra şeyhim aleme işaret edip: İşte ben bütün bu alemlerin içindeyim, beni nerede ararsan bulursun. Sakın ha bu durumda beni Rabbin zannetme. Çünkü senin Rabbin şu alemlerin çerçevesi içinde mahsur değildir. Ben isem mahsur durumdayım. Bu yazdıklarımı ondan işittim. Evet bana rüyamda söylemiştir. Diğer şeyhlerin makamlarına göre şüphesiz ki şeyhim başlı başına bir âlemdir.”51

“ Allah’a yemin ederim ki şimdi ki zaman müridlerinin çoğu şeyhlerinin nasihatlerini tutmamakla hüsrana uğruyorlar. Ey kardeş geçmiş Meşâyih ve Ülemanın (Âlimlerin) yolunda yürü, zamanın ehline tâbi olma, yoksa helak olursun.”52

Şeyh Muhammet Sait Seyfeddin Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyuruyor ki: Bütün velilerin makamları başlıca 2 kısma ayrılır. Birinci Kısımda Olanlar, tasarrufları baki olmayıp yok olacaktır. İkinci Kısımda Olan velilerin tasarrufu ise sonsuzdur. Çünkü Allah’u tealanın hediyeleri, lütuflarıdır. Ahirete gittikleri halde dünyada ki sağlara himmetleri ulaşır,irşâd eder. Müridine istediği gibi tasarruf eder ve hakka ulaştırır hiç kimseye muhtaç ettirmez.”53

Eş-Şeyh Hasan Hilmi Efendi Kaddesallahu Sırruh hazretleri buyuruyor ki:“ İrşâd ehlinden felekte uğrayanlara halifelerin şerlileri sebep olmuştur. Hakka gidenlerden ancak ; Mürşid-i Kâmile tam teslim olmuş ve onun yolundan ve sözünden son nefesine kadar sadık ve samimi kalanlar Hakka ulaşabilmişlerdir.

Ey ahir zaman mü’minleri çok dikkat edin. Asrımız binüçyüz (1300) senesidir. Ahir zamanda halifeler tasavvuf davalarını nefislerine alet etmelerinden dolayı, feryat ve figanından asumanda melekler bile rahatsız olacaktır. Yalandan şeyhliğe kalkan halifelerin irşâdından şeytan şeytanlığını şaşıracak ve bazen dergahlarda halifeler şeytanı irşâd eyleyecek ve tarikatın dillerde bir kuru lafı kalacaktır.”

“ Tarikatta müridi merdut ol kimsedir ki (Kovulan mürit şuna denir.) zahiri şeyh suretinde, batını şeytan suretinde olur. Feyzi Hüdâdan mahrum kalır. Ruzi mahşerde rezil olur. Feyzi şeytanidir.”

“Mürşid-i Kâmile rabıta, cemaatin imama iktidası gibidir. İktida imama ibadet Allah’a dır. Mürşid-i Nâkısa (Sahte Mürşid) rabıta beytullaha tapmak gibidir. İtikadı fesat eder. Teveccühleri şeytanidir.”

“ Hak Teâla’ya İnsan-ı Kâmilin kalbi yol olmuştur. Murad, Sâhibül Kur’an ve Muhammed Mustafadır. Mürşid-i Kâmil makamına varmadan irşâda kalkanlar, zahirde ona tâbi olan müridi (sâliki) katletmekten çok daha fenalık yapmıştır.”

“ Resulullahın tam verasatı evliya fâik-i Reis-i evliyadan olup, cismen meyyit kalben hay (diri) dir. Bedeni dünyada, kalbi ahirette, cesedi mezarda, ruhu dünyada ve bütün âlemde dolaşır, istediği tasarrufatı Allah’ın yardımı ile yaparlar. Ey aziz bu muhabbet manevi bir hârik-i âdedir ki masivallahı külliyen ihrak (yok) eylemiştir.” 54

Mürşidimiz Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri de vefatından 40–45 yıl kadar sonra meydana gelen olay da konumuzu yakın zaman da olmasından dolayı çok güzel açıklamaktadır.

Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh Halifesi Palu’lu Muhammed babanın müridi Tayyar Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerin yaptığı bir konuşmasından dolayı idamla yargılanmaktadır. Tayyar Baba Kaddesallahu Sırruh ile manevi kardeşi olan kızı, kardeşi Tayyar Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin durumuna üzülür. Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabrine gider Tayyar Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin düştüğü bu kötü durumudan kurtarmasını ister. Bunun üzerine bir sabah erken vakitte Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh kızının yanına gelir. Babasını karşısında gören kızı bağırarak “ Baba hortladın mı?” diye sorar. Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri” hayır kızım Tayyar’ı kurtardık da onu haber vermek için geldim “ der. Bu sırada ev halkı bağrışmalar üzerine aşağıya inerler fakat Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri gözden kaybolmuştur. 55

Buraya kadar ki velilerden aktardığımız hususlarda daha bir çok kaynak vardır. Fakat bu kadarı yeterlidir. Bu yazdıklarımıza inanmayarak hâla aynı söylemleri devem ettiren arkadaşlarımıza son olarak Hayri baba hazretlerinin vasiyetnamesinde bulunan şu cümlelerin yetmesini dilerim.” Vefatımızdan sonra gerek bizi görenler gerekse görmeyenler bize rabıta edeceklerdir. Ve bizden istimdat isteyeceklerdir. Başka şeyhlere ve meşayıhlara gitmeyeceklerdir. Allah Celle Celaluhü hazretleri her veli kuluna bir meziyet ihsan buyurmuştur bu fakir Hayri’sine de kıyamete kadar tasarruf yetkisi vermiştir bu hususta gücü yetenler Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize sorsunlar gücü yetmeyenlerde istihare yapsınlar” buyurmuşlardır.

Şeyhimiz Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hayatta iken de ahirete intikâl eden mürşidi kamillerin tasarrufları devamı hakkında bazı olaylar cereyan etmiştir. Bunlardan ilki

Ankara’dan 1976 yılında Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri ile bir otobüsle Polatlı’nın Macun Köyüne gider. Bir müridesine misafir olur. Bu köyde eskiden ders almış 20-30 kişi daha vardır. Bunlara da ders vermek ister. Onlar,

— Bizim dersimiz var dediler.

— Şeyhiniz kimdir? diye sordu. Onlarda

— Albay Sait Efendidir. Yirmi-yirmi beş yıl oldu vefat etti dediler.

Hayri Baba Hazretleri tekrar sorar.

— Siz kime rabıta yapıyorsunuz?

– Albay Sait Efendiye rabıta yapıyoruz.

– Feyiz alıyor musunuz?

– Evet. Feyiz alıyoruz dediler.

ve Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bize dönerek aynen şöyle söylediler. “ İşte evlatlar sadık mürit buna denir. Barekallah devam edin.” der.

1976 yılında Hacı Mustafa Hayri Öğüt Hazretlerinin umre haccı dönüşünde,bir ihvanın evine misafir olur.. Bu arkadaşın annesi Pilavoğlu’nun müridi imiş ısrar eder. “Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine söyleyelim de annemde ders tarif etsin. Zaten Pilavoğlu öldü.” Der. Durum Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine anlatılır. Asla kabul etmez ve şöyle söyler: “ Tutan fidanı yerinden sökmek olmaz.Ölen şeyh Mürşid-i Kâmil olursa tasarrufu azalmaz belki artar.” Der. 56

RABITA İLE İLGİLİ SORULAR

SORU: Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize veya Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri’nin veli kullarından birine rabıta yapılırken, bu rabıta ve tahayyül onların şahıslarına, şemail-i şerife ve bedeni suretlerine mi yapılacak? Yoksa yüce ruhaniyetlerine mi yönelik olacak?

CEVAP: Her ikisi de caizdir. Eğer rabıta eden kimse, onların şemail ve suretlerini hayalinde tutabiliyor, onların tavır ve kıyafetlerini zihninde muhafaza edebiliyorsa bedeni yapılarına, aksi halde yalnızca ruhaniyetlerine yönelerek rabıta yapması yeterlidir. Her ikisinde de asıl olan, müridin davranışlarında kendinden çok iyi olan birini benimsemesi ve ona benzemeye çalışmasıdır. Kalbi Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize büyük bir sevgi ile bağlandıktan sonra, bedeni yapısını ve suretini imkânlar ölçüsünde karşımızdaymış gibi tahayyül etmek kâfidir. Böyle bir irtibat ve manevi alaka, Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ile mürid arasında ruhani bir yakınlık meydana getirir. Böylece manen kabiliyeti olan salikin hali ve makamı yükselir. Öyle ki, Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ’in ruhani yapısı, onun tavır ve davranışlarında tezahür etmeye başlar. Böylece rabıtadan arzulanan neticede elde edilmiş olur. Bunu yapabilme gücüne sahip olmayan bir mürid için, Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ’in manen ve ahlaken mirasçısı durumunda bulanan Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nde ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ’de fani olan bir mürşide intisabı gerekir ki şeyhi sohbetleri, söz ve davranışları vasıtasıyla Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ’de ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nde fani olmaya, kendi istek ve arzuları ile değil, Allah Celle Celaluhü hazretleri ve Resulü Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin emir ve yasakları istikametinde hareket etmeye yönelebilsin.

Eğer yaşayan bir mürşid bulma imkanı yoksa o taktirde, söz ve davranışlarını daha rahat anlayabileceği Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Şah-ı Nakş-bendi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Mevlana Celaleddin-i Rumi Kaddesallahu Sırruh Hazretleri gibi meşhur meşayihden birinin ruhaniyetine teveccüh etmelidir. Bunu öncelikle yapmak daha iyidir. Müridin vasıtasız olarak Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize yönelmesi, tavır ve davranışlarına Sünneti-i Seniyesiyle yön vermesi de mümkündür.57

SORU: “Peygamberlerin ve Evliya-i Kiram’ın isimlerini, özelliklerini ve ahlaki davranışlarını hatırlayıp, anınız. Onların hayat hikâyelerini birbirinize sıkça anlatınız. Söz ve davranışlarınızda onlara uyunuz. Onların güzel hasletlerini kıyamete kadar aranızda yaşatınız şeklinde ayet ve hadislerde teşvik edici açık hükümler var mıdır?”

CEVAP: Vardır. Ve bunların hepside güzel ve en faziletli kulluk görevlerinden biridir. Nitekim Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri: “Peygamberlerin haberlerinden onunla kalbini (tatmin ve) tespit edeceğimiz her çeşidini sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda (bu sure ile) de sana ve müminlere bir öğüt ve muhtıra gelmiştir.” Hud. Suresi 120’nci Ayet-i Kerime’sinde buna işaret etmektedir. Aynı şekilde Sad Suresi45’inci ayetinde: “İbadette kuvvet, dinde basiret sahibi olan kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub’u da.”

Bu ayetlerde, Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem ümmetinin dilinde sonsuza dek anılacak olan Peygamberlerin güzel hasletlerini ve onların şerefli hallerini hatırlamaya ve anmaya teşvik vardır. “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.” atasözü de bu manayı doğrulamaktadır.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Her hangi bir şahsın şekil ve suretinin iki kaş ortasında, iki göz arasında, kalb gözlerinde veya hayal hazinesinde tasavvur edilerek canlandırılması mı, düşünce merkezinde saklanması mı gerektiği ihtilaflıdır. Böyle bir tahayyül aşırı sevgi, şiddetli kin ve düşmanlığın fazlalığından kaynaklanabilir. Bu sebeplerden birine bağlı olarak meydana gelen tasavvur, her insanda değişik şekilde tezahür edebilir.

Yine kalbine düşmanını getirdiğin ve onun suretini göz önünde canlandırdığın zaman boydan boya terler, ona karşı büyük bir kin ve hırs duymaya başlarsın. Kötü ve karanlık yöne olan rabıta nasıl olur, düşünün. İlahi feyiz ve bereketlerin kaynağı olan Enbiya ve Evliyaya rabıta etmenin şirk ve haram olduğuna hükmetmek konusunda nasıl Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden korkmazsın? Allah Celle Celaluhü Hazretleri bize yeter ve O ne güzel, yardımcıdır.

1. İhya-u Ulumiddin

2. İbrahim Fasih Efendi’nin “Rabıta Risalesi”nden

3. Sahih-i Buhari (Müslim)

4. Sahih-i Buhari’nin dua bölümü

5. Avarifül-Maafir li’s-Sühreverdi

6. Molla Cami Hadimi Risalesi

7. Ruhul Beyan

8. Milli Gazete 18.07.1995 tarihli sayısındaki yazı dizisi

9. Müzekkin Nufus sayfa 542

10. Askalani el-metalibül aliyye 3/193

11. Milli Gazete 18.07.1995 tarihli sayısındaki yazı dizisi

12. Büyük Mutasavvıf Abdûlkâdir Geylânî Hayatı” Sayfa 43–44

13. Gaybın Dili sayfa 43–44

14. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 223

15. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 256

16. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 279

17. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 399

18. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 400

19. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 402

20. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 403

21. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 403

22. Allah’ı Niçin Anıyoruz sayfa 403

23. Cevherden Gerdanlıklar sayfa 330

24. Cevherden Gerdanlıklar sayfa 331

25. Müzekkin Nüfus sayfa 435

26. Fuyuzat-ı rabbani sayfa 15

27. Miftahul Kulub sayfa 29–30

28. Miftahul Kulub sayfa 64–65

29. Miftahul Kulub sayfa 69–70

30. Adab sayfa 190

31. Adab sayfa 224

32. Adab sayfa 217

33. Kıyamet ve Ahiret sayfa 289

34. Müzekkin Nüfus sayfa 424–426

35. Müzekkin Nüfus sayfa 540–542

36. Müzekkin Nüfus sayfa 412

37. Rabıta-ı Şerif sayfa 17–19

38. Kuddusi Divanı sayfa 493

39. Kuddusi Divanı sayfa 897

40. Kuddusi Divanı sayfa 925

41. Kuddusi Divanı sayfa 690

42. Veliler ve Tarikatlarda Usul sayfa 49–51

43. Tasavvufi Ahlâk sayfa 259

44. Tasavvufi Ahlâk sayfa 272

45. Tasavvufi Ahlâk sayfa273

46. Mektubat -208’inci Mektup

47. Mektubat -220’nci Mektup

48. Mektubat -224’üncü Mektup

49. El-İbriz Sayfa 110–111

50. El-İbriz Sayfa 230–231

51. El-İbriz Sayfa 219

52. Allahı Niçin Anıyoruz? Sayfa 168–169

53. İhsan Yolları sayfa 51

54. Miftah’ül Arifin sayfa 34–39–45–57–47

55. Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu sırruh hazretlerinin torunu ile yapılan mülakattan alınmıştır.(2000 yılı)

56. Müritleri ile yapılan Mülakatlardan hazırlanmıştır.(2004–2007 yılları arasında)

57. İbrahim Fasih Efendi’nin “Rabıta Risalesi”nden