Asıl Esmalar

ZİKRULLAHIN FAYDALARI

1. Hiçbir kavim yoktur ki, Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikrettikleri vakitte, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin melekleri de o kavmi tavaf etmesin.

Ne iş yâhu!.. Biz Mekke-i Mükerreme’ye gidiyoruz ve Beytullah’ı tavaf ediyoruz. Biz Allah deyince, melekler de bizim etrafımızı tavaf ediyor. Bu Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ne büyük lütfu.

Rahmet-ilâhiyye kendilerini ihâta eder ve üzerlerine sekîne nâzil olur. Hak Sübhanehû ve Teàlâ o kavmi, kendi indindeki meleklerine anar.

2. Her kim ki, Kur’an okunması veya Zikrullah ile meşgul olması dolayısıyla hâcetlerini istemeğe vakit bulamazsa, Allah Celle Celaluhü hazretleri o kimseye, yalvaranların istediklerinden daha efdalini, istemeden verir.

3. “Yarın kıyamet gününde toplanan halkın arasında kerem ehlinin bilinmesi, murâd-ı ilâhî olarak emr olunur.” diyen Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri’ne, ashab-ı kirâm:

“–Bu kerem ehli kimlerdir Yâ Resûlüllah?” diye sordular.

Cevaben:

“–Onlar camilerde Allah’ın zikri için toplananlardır.” buyurdular.

Şimdi evde Allah deme ile, camide Allah demenin arasındaki farka bakın!

4. Resûl-ü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir cemaat üzerine uğradılar. Toplanmışlar, bir şeyle meşguller. Efendimiz de onların arasına geldi ve ne için toplandıklarını sordular:

“–Nedir bu topluluğunuz?”

Onlar da cevaben:

“–Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikir ve tahmîd için toplandık.” dediler.

Resûl-ü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz o zaman:

“–Şimdi Cebrâîl geldi, bana haber verdi ki, Allah Celle Celaluhü hazretleri sizlerle meleklerine mübâhât etmektedir. Yâni, makàm-ı iftiharda siz kullarını yâd eder; meleklerine över olduğunu bana bildirdi. Ben de onu bildirmek için size geldim. Siz böyle bir insansınız!” buyurdu.

5. Bir kavim ki, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri için toplanırsa, muhakkak semâdan münâdîler nidâ edip;

“–Mağfiret olunduğunuz ve seyyiatınız( Günahlarınız) hasenata (Sevaba) tebdil olduğu halde kalkınız!” derler.

Ne kadar büyük bir lütf-u ilâhî! Biz oturuyoruz, Allah diyoruz. Allah Celle ve A’lâ da meleklerine emrediyor ki:

“–Onlara haber verin, mağfiret olundular. Mağfiret olunmakla beraber, hatalarını da sevaba çevirdim.” diyor.

6. Zikreden insanlar şeytanı kovar, onun belini kırar, işe yaramaz hale getirir. Zikreden kulun yanına şeytan sokulamaz. Allah ism-i şerifindeki ateş, şeytanı yakan bir ateştir. Allah ismini anan insanın yanına şeytan sokulamaz.

Şeytan haddi zâtında insanın damarları arasında dolaşan bir mahlûktur. İnanmamazlık etme! Sen bugün o mikrop dedikleri mahlûku görebiliyor musun?.. Göremiyorsun. Hatta onu on bin defa değil, elli bin defa büyütüyorlar da mikroskoplarla, ancak o zaman toz halinde ufak bir şey görülüyor. Gözünle göremediğin, elinle tutamadığın bu mikrobun varlığına inanıyorsun da, Allah Celle Celaluhü hazretleri sana, “Şeytan vardır, melekler vardır.” dediği vakitte; “Ben gözümle görmediğim şeye inanmam!” diyorsun.

Ama canına okuduğu vakitte, o mikrop seni öldürürken, “Allah!” demek nasîb etsin Cenâb-ı Hak cümlemize… (Âmin)

Onun için, şeytan vardır aziz kardeş! Ondan Allah’a sığınmak lâzımdır. Allah Celle Celaluhü hazretleri onu boşuna yaratmamış, “Kullarım bana sığınsınlar, onun şerrinden bana ilticâ etsinler.” diye o belâyı başımıza vermiştir. Çünkü o başımızda olmazsa, biz Allah diyemeyiz kolay kolay… Ama sıkıya gelince, “Aman yâ Rabbi, kurtar şunun şerrinden bizi!” diye yalvarırız.

Onun için, Allah denildikçe, şeytanın beli kırılır, işe yaramaz hale gelir. Bak şu okuduğumuz Ezân-ı Muhammedî’de “Allàhu ekber, Allàhu ekber…” denildiği vakitte, şeytan aleyhillâne burada duramıyor. O Allah-u Celle ve A’lâ’nın anılması onu öyle kaçırıyor ki, nefes almadan, ne kadar hızlı kaçarsa o kadar hızlı kaçıyor; o sesin gidemediği yerlere kadar… Şimdi hoparlörler de çıktı, ses çok uzaklara kadar gidiyor; o da çok uzaklara kadar kaçıyor. Fakat ezan bitince gene geliyor.

Onun için gönülden ve dilden Allah Celle Celaluhü hazretlerini bırakmamak lâzım!

7. Allah Celle Celaluhü hazretleri, zâkir kulundan râzı olur. Allah razı olduktan sonra, daha ötesi kalmamıştır. Allah diyen insandan Allah Celle Celaluhü hazretleri hoşnut oluyor. Onun için en büyük nimet Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikridir.

8. Zikir kalbden gam, kaygı, gussa ve kederleri giderir. Zikreden insan gam, gussa keder nedir, bilmez.

–Canım gamsız insan olur mu?..

Olmaz ama, “Sahibi olan Allah’tır, bunu bana vermiş.” der. İsmâil Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi, “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” der

İyi şeyler gelirken ne güzel; ama kötü şeyler gelince, “Ooof!” diyoruz. Yok, “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” diyeceğiz. Yâni altın da hoş, bakır da hoş… Senin indinde altın ile demir, altın ile taş bir olunca; “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!” olunca; o zaman ne gam kalır, ne gasâvet, ne keder kalır. “Hepsi Allah’ımdan!” der.

9. Zikir kalbe ferah, sürûr ve genişlik verir. Allah dedikçe kalp de rahatlık hâsıl olur. İnsan sıkıntı bilmez, kalb genişliği olur.

10. Zikir kalbi ve yüzü nurlandırır. Allah diyen insanların yüzlerinde bir nur vardır.

Onun için Hıristiyanlara bakınız, yüzlerinden bellidir Hıristiyanlar! Niçin? Nurları yoktur. Hele biraz ihtiyarladılar mı, meymenetsiz bir hale gelirler. Hep bu Allah’ın nurundan mahrum oluşlarındandır.

Müslümanlar ihtiyarladıkça nurlanırlar, nurları artar. Bu, Allah’ın zikrinin bir ihsanıdır.

11. Zikir kalbi ve bedeni kuvvetlendirir. Zikrullah’la meşgul olan insanların hem kalbi kuvvetli olur, hem de bedeni kuvvetli olur.

12. Zikir rızkı da celb eder. Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin ismini anmak suretiyle rızkın bollanır, genişler. Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri sebebini halk eder, kolaylıkla ve rahatça rızıklanırsın.

13. Zikir, sahibine heybet, halâvet, güzellik ve parlaklık verir.

14. Ruh-u İslâm olan zikri yapan zâkire, Allah Celle ve Ala sevgisini ihsan eder.

Şimdi Allah Celle Celaluhü hazretlerini sevelim ama nasıl sevelim? Karşımızda güzel birisi olursa, ona âşık olmak suretiyle bir sevgi hâsıl olur. Paralara olan sevgimiz, eşyaya olan sevgimiz, kadınlara olan sevgimiz, bir varlığın karşımızda olmasıyla celb ediyor bizi, bir sevgi hâsıl oluyor. Fakat Allah’ı nasıl sevelim?..

İşte Allah Celle Celaluhü hazretleri da, eserinden kendisine intikal etmek suretiyle sevilir. Kâinata bakıyorsunuz, şu kâinat nasıl bir levha?.. Ayından, güneşinden, bütün yıldızlarından tut da, bu yeryüzündeki bütün mahlûkatından, kendinden, kendinde olan varlıkları şöyle bir tefekkür edince; bunu yaratabilmenin büyüklüğünü, yaratabilen kuvvetin nasıl bir kuvvet olduğunu tasavvur edebilirsen; Allah dediğin vakit, o Allah lafzı senin içinde Allah’a karşı bir sevgiyi hâsıl eder.

Çünkü sevdiğin insanları bir cihetten seviyorsun; güzelliğinden dolayı, servetinden dolayı, zenginliğinden dolayı, yahut kuvvet ve kudretinden, şecaatinden dolayı seviyorsun. Fakat bunların hepsi Allah’ta mevcut… O güzelliği veren o Allah… O serveti veren o Allah… O şecaati veren o Allah, hepsini veren o Allah… Ne kadar güzel bir şey görüyorsun, o güzellikler hep Allah Celle Celaluhü hazretlerinden gelmiş durumda.

Bir gülü alıyorsun, kokluyorsun, “Oh, ne güzel!” diyorsun. Kim verdi o kokuyu ona?.. Allah-u Celle ve A’lâ vermiştir.

Bakıyorsun bahçelerde rengârenk, çeşit çeşit çiçekler… Kim yaptı bunları?.. Allah Celle ve A’lâ… İçi başka, dışı başka, üstü başka…

Yediğimiz yemekler, kavunlar, karpuzlar, tatlar hep kimin lütfu? Hep o Allah Celle ve A’lâ’nın esrarı, bize lütfetmiş elhamdülillah.

Bunları insan düşününce, bu kudretin sahibine bayılmamak, onu sevmemek elden gelir mi?.. Onun için “Allah… Allah…” dedikçe, Allah Celle Celaluhü hazretleri da o sevgiyi senin içine atar. Artık gayr-i ihtiyarî onu sevmek mecburiyetinde kalırsın.

O muhabbet ki, saadet ve necattır. Her şeyin bir sebebi vardır; muhabbet-i ilâhiyenin sebebi de, Zikrullah’ın dil ve kalbde devamıdır. Eğer Allah Celle Celaluhü hazretlerini sevmek istiyorsan, onun adını dilinden ve gönlünden çıkarma!

Her kim muhabbet-i ilâhiyeye nâil olmak isterse, Zikrullah’a devam etsin. Zikrullah muhakkak ki, muhabbetullah’ın kapısı ve en büyük alâmetidir. İnsanlar çok çeşitli işlerle meşgul olurlar, “Bu da hayır, bu da hayır…” derler. Hepsi de hayır tabii, ama Allah zikrinden daha iyi hiçbir şey yoktur.

Sen Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrini bırak, taşlarla topraklarla meşgul ol, dur; “Bu da hayır!” de… Kendin yanıyorsun yâhu; Allah’tan ayrılmışın, onun gafleti sana yeter, artar. Şimdi bak bunun arkasından gelecek o bahisler.

15. Zikir murâkabeyi, tefekkürü, düşünmeyi getirir; tâ ki kulu ihsân kapısından içeriye sokar. Ma’lûm ya, ihsân en yüksek makamdır. Sanki Allah Celle ve A’lâ’yı görür gibi ibadet etmek, kolay bir şey değil… Zikrullah’tan gàfil kimselerin ihsân makamına yükselmelerine imkân da yok, yol da yok.

16. Zikrullah tövbeyi inşa eder. Bu da Allah Celle ve A’lâ’ya rücu’ için kalbine tesir eder. Sığınacağı yeri, ilticâgâhı ve kalbinin kıblesi Allah Celle Celaluhü hazretleri olur.

Yüzümüzü bu tarafa çeviriyoruz, kıblemizdir diyerekten. Gönlümüzü çevirebiliyor muyuz arkadaş?.. Gönlümüz her türlü mâsivâ ile dolu… Bir namazı acaba üç mü kıldık, dört mü kıldık; okuduk mu, okumadık mı; haberimiz bile olmadan, “Esselâmü aleyküm!” deyip namazdan çıkıyoruz.

Niçin?.. Kıblemiz yok; yüzümüz dönmüş, gönlümüz dönmemiş. Asıl hüner gönlü Allah’a çevirmektir. Gönlü Allah Celle Celaluhü hazretlerine çevirmek de, Allah demekle olur.

17. Zikir, zâkirde Allah-u Azîmüşşân’a karşı heybet, azamet, iclâl ve ta’zîmi artırır. Zikrullahın kalbi ve bütün vücudu istilâsı sebebiyle, vücudun her tarafı zâkir olur. Zâkir olduktan sonra, artık ondan kötülük beklemek imkânı yoktur, günah beklemek imkânı yoktur. O artık cemiyete en faydalı bir insandır.

18. Zâkir, zikri kadar Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyyet hâsıl eder. Zikrin ne kadarsa, Allah Celle Celaluhü hazretlerine o kadar yakınsın. Zikrin ne kadar azsa, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden o kadar uzaksın.

Bunların hep ayrı ayrı ayetlerle, hadislerle izahları var, onları tabii uzun olur da, ben kısa hülasa yapıverdim.

19. Zikir, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikreden kulu zikrine sebep olur. Sen Allah diyorsun, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin da seni anmasına vesile oluyorsun.

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Bakara suresi 152’nci ayetinde “An ki anayım! Beni hatırla ki, ben seni hatırlayayım!” buyuruyor.

Onun için sen Allah Celle Celaluhü hazretlerini ne kadar çok zikredebilirsen, Allah Celle Celaluhü hazretleri de seni o kadar çok anar; senin bütün ihtiyaçlarına kâfi ve vâfî gelir. Zikrullah’ta başka bir fayda olmasa dahi, Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın kulunu zikretmesi nimeti ve şerefi, o kul için kâfî ve vâfî’dir.

20. Zikir, kalbin hayatını mûcib olur. Kalb var ama, kalbin de bir hayatı var. Bu vücudun hayatı gibi, kalbin de bir hayatı var. Zikir kalb için çok lâzımdır ve kalb zikre de muhtaçtır, balığın suya muhtaç olduğu gibi… Balık suya nasıl muhtaç ise, insanın kalbi de Allah demeye muhtaçtır. Balık sudan ayrıldığı vakit hâli ne olursa, insan da zikrullahtan kesilince hâli öyle olur.

21. Zikrullah kalbe cilâ verir, paslarını giderir. Kalbin pası, gaflet ve hevâsına uymaktır. İnsan, canı ne isterse öyle yapıyor; o kalbe pas getirir. Cilâsı da, tevbe, istiğfar ve zikrullahtır.

22. Zikrullah hatâ ve günahları giderir. Çünkü:

Hud Suresi 114’üncü ayetinde (İnnel-hasenâti yüzhibnes-seyyiât) buyrulmuştur. Yani sevaplar hataları gideriyor ve hasenata çeviriyor. Allah demekten daha sevaplı bir şey yoktur.

23. Zikir, kul ile Hâlik arasındaki vahşeti, korkuyu giderir. Hak Sübhânehû ve Teàlâ Hazretleri’yle ünsiyet peydâ eder.

İnsan şimdi dostuyla muhabbet etmeye başladı mı, endişesi gider. O dosttan önce korkuyor idi; fakat muhabbet ede ede, bakıyorsun ki dostla arada ünsiyet peydâ oluyor; korku kalkıyor, artık birbirleriyle sevgi hasıl oluyor.

Binaen aleyh, Allah dedikçe; Allah Gaffâr, Allah Settâr, Allah Vehhâb, Allah Rahîm, Allah Rahmân demiş oluyor. Evet, azabı var; var ama kendisine sığınanlara değil… Allah Celle Celaluhü hazretlerini tanımayanlara Allah’ın azabı… Allah Celle Celaluhü hazretlerini tanıyanlara Allah Rahîm, Şefîk, Vehhâb, Gaffâr, Settâr…

Onun için Allah dedikçe, bu vahşet ortadan kalkıyor, Allah Celle Celaluhü hazretlerine karşı ünsiyet peydâ oluyor.

24. Kul, Allah Celle ve A’lâ’yı genişlik ve rahatlık zamanlarında zikrederken, sonra ona bir darlık veya sıkıntı geldiğinde, Hakk’a yalvarmağa başladığı zaman, melekler de ona yardımcı olurlar.

Dünyada bir kararda Allah’tır. Herkes için çeşitli devreler geçer. Bazen fakirlik, bazen zaruret, hastalık, iptilâ, çeşitli haller gelir. Fakat sen rahat vaktinde Allah diyorsan, sonra o sıkıntıya düştüğün vakitte dua edince; “Yâ Rabbi, bu seni çok zikreden bir kulundu. Şimdi artık hasta oldu, iptilâlara düştü, fakir oldu; edemiyor. Bunun duasını sen kabul et!” diye melekler senin için yardımcın olur.

25. Zikir, kulu azab-ı ilâhîden kurtaran yegâne ibadettir. Cehennem azabı var ya, o cehennemden insanı kurtaran, Allah zikrine devamdır. Bu hakikat hadislerle sabittir.

26. Zikir, dilin gıybet, nemime, yalan, fuhuş, boş ve faydasız sözlerden korunmasına sebep olur. Çünkü Allah diyorsun, meşgulsün, boş laf söylemeye vakit bulamıyorsun. Allah demezsen tabii, dedikoduya başlayacaksın. Gıybet de girecek, fuhuş da girecek, zem de girecek, her şey olacak… Bir sürü günahla çekilip gideceksin. Onun için, sen dilini Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrinden kat’iyyen ayırma!

27. Zikir, sekine, itminan, vekar ve rahmet-i ilâhiyenin kendisini gaşyetmesine vesîlesidir. Meleklerin kendilerini ziyaret ve tavaf etmelerine de sebep olur.

28. Zikirden mahrum olan insanlar, elbette bu gibi günahlara düşerler. Günahlardan selâmet ancak zikrullah ile kàbildir. Her kim lisanını ve gönlünü zikrullaha alıştırırsa, kendisini her türlü felâketlerden korumuş olur.

29. Zikir meclisleri, meleklerin de bulunduğu meclislerdir. Gaflet, boş ve faydasız sözlere sahne olan meclisler de, şeytanların bulunduğu meclislerdir. Sen hangisini seçersen, dünyada da, ahirette de sen de onlarla olursun.

30. Zâkir, zikri ile saîd olur ve onlarla oturanlar da saîd olurlar. Bu her yerde mübarek olan bir şeydir.

Gaflet ve lağviyat ile meşgul kimseler de, meclisleri de, o meclislerde oturanlar da şakî olurlar.

31. Zâkirler kıyamet gününde hasret ve nedametten emin olurlar. Zîrâ hangi meclis ki orada Zikrullah yoktur; o mecliste bulunanlar kıyamet gününde noksanlığın, zarar ve hüsranın üzerindedirler.

Onun için, aman kardeşim, Zikrullah olmayan günah yerlerine sakın gitme! Ve oralarda kat’iyyen oturma! Ve bunu çocuklarına da öğret!

32. Zâkir, zikr ederken ağlarsa; bâhusus tenha ve hâlî bir yerde ağlarsa, kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde olur.

33. Zikr ile iştigâl edene istemeden, isteyenlere verilenden daha a’lâsı ve efdalı verilir.

34. Zikir ibadetlerin en kolayıdır ve en büyüğü ve efdalidir. Dilin ve gönlün hareketi kadar, vücudun ve a’zâların da hareketi olsa, elbette insan çok yorulur ve dayanamaz.

Şimdi teravih namazı kılıyoruz 20 rekât. Ya 100 rekât olaydı… Yüz defa Allah demek kolay, ama yüz rekât namaz kılmak kolay değil.

Oruç da meselâ, gündüzün olduğu gibi geceleri de olaydı, yine çok zor olurdu.

35. Zâkir kullara verilen atâ ve ihsanları, başka amellerle elde etmek mümkün değildir. Meselâ, her kim günde yüz kere;

“Lâ ilâhe illallàhü vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.” derse, on köle âzâd etmiş gibi sevap kazanır. Kendisine yüz hasene yazılır ve yüz de seyyiesi mahvolur. O gün akşama kadar da şeytanın şerrinden muhafaza olunur; şeytan o adama musallat olamaz. Ondan daha efdal bir amelle bir kimse gelmez; ancak yüzden fazla bu tesbih ve tevhîdleri yapanlar müstesnâ. (Râmûzül-Ehàdîs, 432/7)

Ve yine her kim her gün yüz kere;

“Sübhànallàhi ve bihamdihî.” derse, günahı denizköpükleri kadar çok da olsa, yine af ve mağfiret olunur. (Râmûzül-Ehàdîs, 432/8)

Bu bir nimettir ki kıymeti biçilmez; bir lütuf ve ihsan-ı ilâhîdir. Aman kardeşim, dilini ve gönlünü Allah Celle Celaluhü hazretlerinden ayırma! Bu dünya kimseye kalmamış. Kanaat, sabır, istikâmet ve Zikrullah ile iştigal eyle! Bunlar paha biçilmez nimetlerdir.

Onun için bu Zikrullah’tan ayrılma, her kim ne derse desin! Sen sakın Allah Celle ve A’lâ’yı unutanlardan olma ki, yarın kıyamet gününde sen de unutulanlardan olmayasın!..

Hatta şu da var ki, Allah Celle Celaluhü hazretlerini unutup, zevk ü sefâlarına, hevâ ve heveslerine düşenler, hiç şüphe olmasın, kendi nefislerini ve sıhhatlerini bile koruyamazlar. Hattâ dünya işlerinde bile muvaffakıyet kazanamadıkları görüle gelmektedir.

36. Muhakkak Zikrullah, insanı her halde Allah Celle Celaluhü hazretlerine doğru seyrettirir. İster sokakta ister yatakta, her zaman her yerde, dilinde Allah, gönlünde Allah; hareketleri hep rızâullah olanların dünyadaki yeri cennet olduğu gibi, ahiretteki yeri de cennetin tâ kendisidir.

Hikâye olunur ki: Bir âbid, bir adama misafir olmuş. Âbid gecesini ibadetle geçirmiş, ev sahibi de uyumuş. Sabahleyin àbid demiş ki:

“–Kafile gitti, sen hâlâ uykuda yatıyorsun!”

Ev sahibi cevaben demiş ki:

“–Kul sabaha kadar sefer ede de, sonra gene kafile ile beraber ola; bu bir şey değildir. Hüner odur ki, sabaha kadar yata ve sabahleyin de kafileyi yolda bırakıp geçe…”

Buna es-seyru fillâh ves-seyru ilallàh derler ki, bu gönüllerin Allah Celle ve A’lâ’ya tam bağlanışının alâmetidir, vesselâm.

Lâkin bu o demek değildir ki, tembel tembel yatıp uyuya, sonra da kafileyi geçe… İşte bu mümkün olmayan bir şeydir. Esasen bu yatışların, ya bir rahatsızlık veya bir mazeret sebebiyle olduğunu unutmamalı ve böyle yapan mübareklerden de şüphe etmemelidir.

Bu mübareklerin her nefesleri zikrullah demektir, ibadetle geçer. Onun için herkesi de her yerde, her işte geçerler ves-selâm.

37. Zikrullah o kadar büyük bir devlettir ki, ne altına benzer, ne gümüşe benzer, ne apartmana benzer; hiç bir servete benzemez. Çünkü her şey fânidir, Zikrullah bâkidir. Bâki olan Zikrullah’tır. Öteki ne mal, ne servet, neyin varsa dünyada senin olsun varsın, hepsi senin olsun… Ne varsa, gözünü yumdun mu hepsi bitti, hiç kıymeti yok! Ama Zikrullah öyle değil, seninle beraber cennette… Cennete kadar seninle beraberdir.

Onun için insana lâyık olan, dilini, gönlünü Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrine alıştırıp, onun üzerinde durabilmek. Yoksa bugün Allah dersin de, yarın başka iş yaparsın; o değil. Daimî surette, ölünceye kadar Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikrini dilinden ve gönlünden çıkarmamak… Ki, bu takva kişinin içine işlesin de, yasak olan bir şeyin yanında bile geçemesin.

Şimdi bugün bize çeşitli sorular sorarlar:

“–Acaba şöyle yapsak olmaz mı, böyle yapsak olmaz mı?..”

Hep kaçamak yolları, hile yolları Canım bunlara ne lüzum var? Bana bir lokma ekmek yetiyor, bir hırka da yetiyor işte… Sana niçin yetmiyor? Bu saltanatta ne mânâ var, çok kazanacaksın da ne olacak yâni?..

Çok kazanmak iyidir ama helâlinden kazanmak şartıyla. Yoksa haramdan kazanacağın şeyin, âhirette azabı çoktur. Allah muhafaza etsin… Hele bir de harama helâl deyiverdi miydi yahut onu hiçe sayıverdi miydi? Bugün meselâ, hiçbir dükkânımız yoktur ki, içki satılmasın. Bütün dükkânlarımız içkiyle dolu. Bu içki satan adam eğer, “Ne yapayım, helâldir.” deyiverirse, –Allah esirgeye– kendisi küfre gittiği gibi, çoluğunu çocuğunu da perişan eder.

“–Canım ben onu satmazsam müşteri gelmez!”

Gelmezse ne olur, aç mı kalırsın yâni?.. Bu kadar memlekette fakir fukara var, aç mı ölüyorlar? Sen de kanaat edersin.

“–Efendi, ev kirası böyle pahalı, işte şu pahalı, bu pahalı.”

Ucuzunda oturursun. Memlekette her sınıf insana göre yer var. Allah Celle Celaluhü hazretleri affetsin kusurumuzu… Bu Allah Celle Celaluhü hazretlerinden uzak olmanın alâmetidir. Niçin? Zikrinden gafil… Zikrinden gâfil olunca, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden de gâfil oluyor, ondan sonra her şey kendisine göre, hoş geliyor.

38. Muhakkak ki Zikrullah, her tarikatta ve ehl-i tasavvuf indinde, bütün usul ve kaidelerin ve edeplerin başıdır, velilik alâmetidir. Her kime ki Zikrullah kapısı açılır, ona hiç şüphe yoktur ki Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzuruna dâhil olunacak kapılar açılmıştır. Bir insan Zikrullah’a alıştı mı, ona Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin rahmetine girecek kapılar açılmış demektir. Öyleyse sen de temizlen, Rabbi’nin huzuruna gir; her istediğini orda bulursun.

Çünkü namazı abdest almadan kılamıyoruz. Abdest almadan namaz kılamadığımız gibi, gusülsüz da kılamıyoruz. Binâen aleyh, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrini yapabilmek için de evvelâ istiğfar edip, tövbe edip günahlardan sıyrılmak lâzım. Günahlardan sıyrılamadıkça, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin huzuruna girmeye insan hak kazanamıyor. Onun için temizlen, Rabbinin huzuruna gir; her istediğini orada bulursun.

Rabbini bulan her şeyi bulur; Rabbini unutan her şeyden mahrum olur. Rabbini bulanın her şey emrine amadedir. Onu unuttun mu, her şeyden de mahrumsun! Ama dünya seninmiş, ne olursa olsun…

Bunlar hep büyüklerimizin bize olan tavsiyeleri.

39. Muhakkak Zikrullah bir ağaca benzer ki, onda irfan ve haller yetişir. Binâen aleyh, irfan sahibi olabilmek ve Hàlik’ta karar kılabilmek için zikre devam ve itina eyle. Zikrullah ağaçlarına ne kadar yanaşırsan onun meyvelerinden o kadar yersin. Yediğin kadar da feyz sahibi olursun. Ağaç ne kadar büyük olursa, meyveleri de, maarif-i İlâhiyyi de o nispette güzel, sağlam ve kuvvetli olur.

40. Zikrullah bütün makamların esasıdır. İnsanı gafletten uyandırır, tevhide sevk eder. Binalar için yer ve temel nasılsa; ibadet, irfan, velilik vs. bütün makamların da başı, temeli hep zikrullahtır. Zikrullah olmayınca bunların hiçbirisi olmaz.

Zikrullah’tan gaflet kalbin ya uykusunun veya ölümünün alâmetidir. İnsanın ayakta gezmesine kulak asma sen, insanın gönlü àşık olmalı! Gönlü olmazsa, gönülsüz insanın hayatı ha olmuş, ha olmamış…

41. Zikreden, zikrettiği Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyet peyda eder. Hak Sübhânehû ve Teàlâ’yı zikrettiği müddetçe de, Allah Celle ve A’lâ onunla beraberdir. Bu ne kadar büyük bir nimettir, bilir misin aziz kardeş!

Şimdi benim yanımda sevdiğim birisi olunca, beni destekleyecek birisi olunca, bir kuvvet sahibi olunca, nasıl ben o kuvvet sahibinden kuvvet alırsam; Allah’ı zikreden kulun da yanında Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin kendisi mevcuttur. “Onunla beraberim!” diyor. “Beni zikrettiği müddetçe ben o kulumla beraberim!” diyor. Allah Celle Celaluhü hazretleri bir insanın yanında olduktan sonra, artık geriye ne kalır ki?

Bu beraberlik hususî bir iltifat-ı sübhânîdir. Kurbiyet, velâyet, muhabbet, yardım ve tevfiki, o zikredene hususî şekilde tecelli eder. Yani “Ben seninleyim!” dediği vakitte, “Nusretim, tevfîkim, hidayetim hepsi seninle beraberdir. Sen bunların hepsine nâil olursun!” demek. Bunlar Nahl Suresi’nin 128. Enfal Suresi’nin 62. Tevbe Suresi’nin de 40. ayetleriyle sabittir.

Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikredenler için, bu hususî nimetlerden çok geniş ve büyük nasibler vardır. Gaflet olunmaya. Buharî ve Müslim’de de beyan olunduğu gibi;

“–Kulum beni zikrettiği müddetçe ve benim zikrim için dudaklarını kımıldattıkça ben kulumla beraberim!” buyruluyor.

Bir eserde de:

“–Ehl-i zikir, benim meclislerimde oturanlardır. Ehl-i şükür ise nimetlerini arttırdığım kimselerdir. Tâat ehli ise kerametime nâil olanlardır. Ma’sıyet ehlinin ise, rahmetimden ümitlerini kesmem, rahmetimden mahrum etmem; tövbe ettikleri takdirde ben onların dostuyum! Ben tövbekârları ve temizlenenleri severim!”

Yalnız burada şunu da hatırlatmak isterim: Biz şimdi camide akşamları, sabahları cemaatin iştirakiyle birer hatim indiriyoruz, hayır olsun diyerek. Bazı arkadaşlar Kur’an’ı gözleriyle okuyorlar, şöyle bir süzüyorlar. Bu gözle süzülen hatim sayılmaz. Hatim olabilmesi için dudakların kımıldaması, hatta hafif bir şekilde seslerin de çıkması lâzımdır ki, hatim olsun. Yoksa gözlerle süzülen o senin olur.

Burada onu için dudaklarını kıpırdattıkça tabiri geçiyor. Yâni, “Allah… Allah… Allah…” diyor.

“Lâ ilâhe illallah…” derken hiç dudak kıpırdamaz. Bu öyle bir sestir ki, kendiliğinden düzülür, gelir.

“–Eğer tövbe etmezlerse, ma’siyetlerine devam ederlerse, çeşitli iptilâ ve musibetlere giriftar ederim ki, ayıp, kusur ve günahları temizlensin.”

Yani o felâketleri, günahların temizlenmesine vesile olmak için Allah Celle Celaluhü hazretleri veriyor. “Kulum temizlensin, tövbekâr olsun da huzuruma iyi gelsin, aklı başına gelsin!” diyerekten.

Bu Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zakir kulu ile beraber oluşu başka hiç bir maiyyete, beraberliğe teşbih olunamaz. Teşbihten aciziz. Nasıl teşbih edelim anlatalım, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin bizimle olduğunu; bundan insan âcizdir. Meselâ, Allah Teàlâ Hazretleri muhsinlerle, müttakîlerle, sàbirlerle de beraber olduğunu Kur’an-ı Azimüşşan’da;

“İnnallàhe meas-sâbirîn… Ennallàhe meal-müttakîn…” diyerekten bildiriyor. Ama o birlikle, bu birliğin arasındaki farkı ayırmağa gücümüz yetmiyor.

Velâkin bu beraberlik bunların hiç birisine benzemez. Bu beraberliği ta’rif ve tavsife ne dil, ne de ibareler kâfi gelmez. Bu ancak zevk ile tadılır ve bilinir. O zevki nasıl anlatırsınız? Köre “Bu beyazdır, bu karadır.” diyerekten anlatmak mümkün olur mu?.. O göz işi; göz olacak ki anlayacak, bu beyaz bu kara… Nasıl ki gözü olmayan bir insana bir rengi anlatamıyorsunuz; zevkten mahrum olan insana da onun tadını anlatamazsınız. Ne söyleseniz boştur.

O paradan zevk almış, dünyanın şusundan busundan zevk almış, onun zevki oradadır. O başka zevkten anlayamaz. Onun için, hemen Cenabı Hak cümlemizi ihlâs ile zikrine devam eden kullarından eylesin…

42. Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin müttakî kullarından en çok ikrama lâyık olanı, dilleri Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile dâimâ meşgul olanlardır. İttikà ile hayânın insana gelebilmesi için, bu dil Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ismi ile meşgul olacak. Bu dil “Allah Allah Allah” derken, buradaki laf gönle iner. Çünkü gönülden çıkmadıkça, dil söyleyemez.

Bu dille söylenir de, gönülle birleşince, gönülden de bütün azâlara dağılır. Nasıl ki kalbden bütün azalara kan dağılıyor. Bu sefer de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikri dağılır, bütün damarların uçlarına kadar. Binâen aleyh, bütün vücudun her zerresi “Allah” der. Her Allah dedikçe gönülden bütün zerrelere ulaşır. İçeride kaç milyon parça varsa, hepsi birden Allah Allah diye zikre başladı mı ya, işte o zaman, o zevki bak başka bir yerde bulabilir misin?

Zira bunlar Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin emrine ve nehyine, herkesten daha ziyade dikkatli ve titiz olmalarıyla beraber, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikrini kendilerine şiar edinmişlerdir.

Binâen aleyh, emrine ittikà, emri nehyi icap ettirir. Allah korkusu, yasaklara karşı “Ne yapıyorsun?” dedirtecek kuvveti içeriye verir. Veyahut yapılmayan bir şeyi, “Niçin yapmıyorsun?” diye zorlar. Bu ittikànın verdiği bir kuvvettir insanda… Bu neden bizde olamıyor şimdi?.. İşte bu takva nimeti bizde olmadığı için.

Uhud Muharebesi oldu. Medine-i Münevvere’ye gidenler Uhud Dağı’nı görmüşlerdir. Medine-i Münevere’ye yakın bir yerde, bir dağ. Burada bir muharebe oldu. Bu muharebede düşman dövüştüğü kadar dövüştü, sonra çekilip gitmek mecburiyetinde kaldı. Çekilip gitti; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin hikmetiyle… Fakat Peygamberimiz Sallallahu aleyhi veselleme karşı, dediler ki:

“–Gelecek sene bu vakitte ikinci harbe hazır ol!”

Peygamber Efendimiz de:

“–İnşallah” dedi.

Ertesi senenin mevsimi geldi, küffar tarafı toplandılar yine, verdikleri söz üzerine Medine-i Münevvere’ye gelecekler. Gelecekler ama yolda gelirlerken Allah Celle Celaluhü hazretleri içlerine bir korku düşürdü. Pişman oldular, geri dönmek mecburiyetinde kaldılar.

Geri dönmek mecburiyetinde kalınca, Medine-i Münevvere’ye gelen bir yolcuyu yakaladılar. Dediler ki:

“–Sen Medine-i Münevvere’ye gidiyorsun. Sana bir deve üzüm vereceğiz.” Bir rivayette de, “On deve vereceğiz.” demişler. “Bir şartla: Medine-i Münevvere’ye gideceksin; bizim kuvvetimizden bahsederekten onları korkutacaksın! Bunu yapabilirsen, sana on deve var!” dediler.

On deve az da değil, on otomobil gibi yâni. Adam geldi Medine-i Münevvere’ye, baktı ki Müslümanlar hazırlanıyor, onlara karşı.

“–Ne yapıyorsunuz siz? Öyle bir kuvvet geliyor ki karşınıza, sel gibi, durmanıza imkân yok! Vazgeçin bu akıldan…” dedi.

Böylece çeşitli korku haberleri verdi. Buna beşinci kol diyorlar ya şimdi, Alman harbinde de bunlar yapıldı; korku verme usulü… Fakat Ashab-ı kiram bu, Allah’ın Resulü var aralarında… Ashab-ı kiramdaki imana bak! Dediler ki:

(Hasbünallàhu ve ni’mel-vekîl) “Düşmanın kuvveti varmış, kime ne, vız gelir bize! Allah var bizimle, Allah’ın olduğu yerde kimden korkacağız biz?!.” dediler. Atına binen, haydi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin arkasına… Gittiler ama kâfirler sıvışmış gitmiş.

İmanın verdiği kuvvete bak, bu kuvvet ne ile oluyor? Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrine imtisal ve içerdeki iman kuvveti ile oluyor. Onun için iman kuvveti oldu muydu, kokma; iman kuvvetsiz oldu muydu onu kuvvetlendirmek için de Allah demek mecburiyetindeyiz. Diyeceksin ki:

“–Namaz kılıyoruz ya hoca efendi!”

Evet namaz kılıyoruz, namaz merâsim, emri-i ilâhîdir. İşte imama uyarız yahut evimizde kendimiz kılarız namazımızı. Kâfi gelmez. Evet, fuhşiyattan men eder ama o iman kuvvetin sağlayabilmek için bugün muhakkak surette Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin ismini dilimizde çok anmak mecburiyetindeyiz ki, o iman kuvveti bize de yerleşsin. Ve binaen aleyh Allah Celle Celaluhü hazretlerinden gayri kimseden korkmamak ve yalnız olduğumuz yerde de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrine muhalefetten korkmak, gerekir. Çobanın hali gibi…

Demiş ki:

“–Kandıracağız efendiyi ama, Allah’ı ne yapalım?..”

Bu kolay bir laf değil efendi! Bu kolay bir laf değil; sözü kolaydır ama yapabilmesi çok zor bir şeydir. Onun için iman kuvveti lâzım! Bu iman kuvveti için de bu Zikrullah muhakkak lâzım!..

Takva insanın cennete girmesine ve cehennemden kurtulmasına sebeptir. Takva sayesinde cennete girersin, cehennemden de kurtulursun.

Zikrullah ise Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyyete eriştir. Allah Celle Celaluhü hazretlerine kurbiyyete vesile olur. Mertebeler ve dereceler hâsıl olur. Malûm ya cennetin derecesinin sonu yok. Cennetler için sekiz tane derler ama bu bize misal olarak denmiştir, derecelere son yok… Kur’an ayetlerine nasıl son yoksa ona da son yok.

Ve fevka külli zî ilmin alîm. (Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen birisi vardır.) buyrulmuştur.

Onun için aziz kardeşim, mümkünse hiç durmadan hemen Hakk’ın zikrini dilinden bırakma ve hele gönlünden hiç çıkarma ki, hem saadet hem de derecelere nâil olasın!

43. Muhakkak ki, beşeriyet iktizası kalplerde kasâvet, katılık, zulmet, merhametsizlik gibi arızalar olur. Gerek hata ve kusurlarımızdan, gerekse daha başka bilemediğimiz şeylerden dolayı arız olan bu kasveti, Zikrullah’tan başka hiçbir şey gideremez.

“–Hoca efendi, kalbim katı, ne yapalım?”

Acıyamıyoruz. İşte bugünkü hal, acıyor muyuz kimseye?.. Orada adam ölse, kimse bir şey yapmaz; belki bir tekme vurup geçecek duruma düşmüşüz. Bir hayır yapılıyor, o hayra iştirakimiz nasıl oluyor? Zorla, zorlamak suretiyle… Veysel-Karânî gibi bir çoban, topladığı hurma çekirdeklerinden hayra bir para ayırabiliyor da; bugün milyonlara sahip insan hayra koşamıyor.

İşte bir numunesi: Geçen bizim bir arkadaş bir zengine gitmiş:

“–Bizim caminin önü yapılıyor, sizin de biraz katkınız orda bulunsun!” demiş.

Adam elli lira çıkarmış.

“–Efendi, ufacık bir adam verir bu elli lirayı! Sizden ben bunu almağa da utanırım, alamam da. Ne demek elli lira sizin gibi bir adama?”

Fukaranın birisi büyük bir konağın kapısına gitmiş, bir parça bir şey istiyor. Çıkarmışlar bir ekmek parçası vermişler. Almış eline baltayı, kapının eşiğine vuraraktan kırmağa başlamış.

“–Ne yapıyorsun, edepsiz?” demişler.

“–Ne yapayım; ya verginizi kapınıza göre verin, ya da verginize göre kapı koyun! Sizin bu kapınıza bakınca, ‘Ooo, burdan bana şöyle bir şey verilir.’ diye insanın içine gelir. Fakat verdiğiniz şey, hiç kapınıza lâyık değil.” demiş.

Allah Celle Celaluhü hazretleri affetsin kusurlarımızı… Bu kasvet-i kalb denilen gönül katılığının ve karanlığının alâmetidir. Bunu Zikrullah’tan başka hiçbir şey yumuşatamaz ve nurlandıramaz, parlatamaz.

Bu sebepten her gün, hattâ her an üzerimize çöken çeşitli kabusları ve cemiyet işlerindeki felâketleri ve kendi işlerimiz dolayısıyla vâkî olan hatalardan, kararan kalplerimizi temizlemek ve parlatmak, onun nuruna kavuşturmak, işte ancak Zikrullah ile kàbildir.

Aziz kardeşim, sen de sabahta, akşamda yatarken, işine gitmeden evvel muhakkak Zikrullah ile meşgul ol. Ama azıcık değil; Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin istediği çok zikirdir. Az zikir münafıklık alâmetidir.

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri Nisa Suresi 142’nci ayetinde (Ve lâ yezkürûnallàhe illâ kalîlâ) “Allah’ı az zikredenler münafıklardır.” diyor.

İşte, Allah Celle Celaluhü hazretleri deyiveriyor bir parçacık… İstenen bu değil, çok diyecek, hem de severek diyecek. Azıcık zikir gönlüne yerleşmesine, tesir etmesine kâfi gelmez. Görmez misin ki, az ateş kışın hiç odalarımızı ısıtır mı?.. Acızık ekmek karnımızı doyurur mu?.. Azıcık su hararetimizi keser mi? Hele sıcak mevsimlerde…

Zeyd oğlu Hammad denilen bir zât varmış, ona birisi kalbinin kasvetinden şikâyet etmiş. O da Zikrullah’a devamını tavsiye etmiş. Zîrâ gaflet, kasvet-i kalbi mucip olur. En iyi ilâcı da zikrullahtır. Çünkü Zikrullah hem gafleti giderir, hem de gönül cilâlandırır ve yumuşacık yapar. Kalay ateşte nasıl erirse, kalb de Zikrullah’ın yanında öylece erir ve pamuk gibi olur. O zaman ilâhî tecellilere de mazhar olur.

44. Zikrullah’ta kalplere şifa vardır. Kalbin yegâne ilâcı zikrullahtır.

Şimdi her derdin ilâcı var, doktor veriyor. Romatizmanınki ayrı, baş ağrısınınki ayrı, karın ağrısınınki ayrı… Kalpte bir hastalık var, onun ilâcı doktorun reçetesinde de yoktur, eczanede de bulunmaz. Onun ilâcı Allah Celle Celaluhü hazretleri kitabında. Nedir o?.. Zikrullah. Gaflet de kalbin marazıdır, hastalılığıdır. Binâen aleyh hasta kalelerin devası ve şifası hemen ancak zikrullahtır.

Çünkü kalb nur mahallidir, dâimâ nur ister. Zikrullah da en güzel bir nurdur. Nura nur ile gidilir.

Mekhûl ismindeki zât demiş ki:

“–Zikrullah, Allah’ı anmak kalblere şifâ; nâsın zikri de kalblere derttir.” demiş

Şâir de demiş ki:

“–Yâ Rab! Biz hasta olduğumuzda ancak senin zikrinle tedavi oluruz.”

Bunu biz yapabilir miyiz?.. Hemen doktora koşarız. İyi doktora koşacağız ama, biraz da Allah de bakalım!.. Yok. Aspirin varken ne yapacaksın da Allah diyeceksin.

45. Muhakkak Zikrullah, Allah Tebareke ve Teàlâ Hazretleri ile olan dostluğun başı ve esasıdır.

46. Gaflet, Hakk’ın buğzunun esasıdır. Kul Hak Sübhânehû ve Teàlâ’nın zikrine devam ettikçe, Hakk’ın da o kulu sevmesine ve onu velî edinmesine sebep olur. Kulun evliya olmasına, yâni sıradan bir mü’min değil de, evliyâ olmasına sebep olan şey, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile meşgul olmasıdır.

Kul, hiçbir şeyle Allah Celle Celaluhü hazretlerini kendisine düşman etmek için, gerek kendinin zikretmesini ve gerekse zikredenleri kerih görmesi yeter. Bir insan zikretmeyi ve başka zikredenleri de beğenmiyor mu, hoşuna gitmiyor mu; o Allah Celle Celaluhü hazretlerinin gazap ettiği insanların en birincisidir. Buna dikkat edin! Meselâ:

“–Şu aptallara bak! Oturmuşlar camide… Herkes şimdi para kazanma derdinde, bunlar da oturmuşlar orda, Kur’an okurlar, dua yaparlar; ne budala herifler!” diyor.

Kendisi giremediği gibi, orda oturanları da, Allah dedikleri için ayıplıyor. İşte bu Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin sevmediği kulun ta kendisidir. İşte bu düşmanlığın yegâne sebebi gaflettir. Ve bu gaflet üzerine bulundukça Hakk’ın zikrini ve Hakk’ı zikredenleri kerih görmekte devam eder. Bu sebepten Allah Celle Celaluhü hazretleri de, onu düşman ittihaz eder. Felâkete bak şimdi! Zakir kulunu velî ittihaz ettiği gibi… Zikredeni dost ediniyor; zikretmeyenler için de “Düşmanımdır.” diyor. Aman ya Rabbi, sen bizi böyle kötü ve felâketli gaflete düşürme.

47. Muhakkak Allah Celle Celaluhü hazretleri kendisini zikreden kulunu, Cenabı Hak gülerek, sevinç ve sürûra gark olmuş olduğu halde cennetine idhal eder. Cennetine korken de, gülerekten, sevinç içerisinde koyuyor kulunu…

Hazret-i Ebu Derdâ Radıyallahu anh hazretleri şöyle rivayet eder ki:

“–Dilleri Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin zikri ile yaş olan, –yâni kurutmuyor dilini, zikirle meşgul–yorulmadan daima zikriyle meşgul olan kimseleri, Hazret-i Allah, güler oldukları halde cennetine koyacağını beyan buyurmuş.

48. Zikrullah muhakkak, kul ile cehennem arasında bir set, bir mânidir. Zikrullah’a devam eden insan, beşeriyet gereği bazı hatalara düşse de, Zikrullah onun önünde geçecek, cehenneme onu salıvermeyecek, Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin izniyle…

48. Şeriatın emrettiği ne kadar ibadet varsa, hepsi bu güzel Zikrullah’ın ikamesi ve icrası için emr olunmuştur.

Ne kadar ibadet var; çeşitli oruçlar, namazlar, zekâtlar, haclar, hayırlar, hasenatlar neler varsa, hep bu zikrullahın sebebinedir. Namaz kılınması da yine bu Zikrullah’ın ikamesi içindir. Taha Suresi 14’üncü ayetde; Ekımis-salâte lizikrî “Beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl!” buyrulmuştur.

Namaz, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin zikri için en güzel vasıtadır. Onun için Tahrîm Suresinde bahsedilen Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin vekili olan Hazreti Ömer Radıyallahu anh hazretlerini tayinde, Hazret-i Âişe Radıyallahu anh hazretlerine söylediği bir hadis-i şerifini, bir âlim öğrenmiş. Kendisi de Acemistanlı; onu etrafındakilere duyuramamış. Duyuramadığı halde iken bile, o son günlerinde 17 günde 17 bin rekât namaz kılmış.

Ben buna akıl erdiremedim, günde bin rekât namaz nasıl kılınır diyerekten. Bir gayrete geldim kendi kendime, “Bakayım nasıl kılabilirim?” diye. 200 rekât kılabildiğim vakitte hoşaf oldum. Onu bir defa kılabildim, ikinci defada kılamadım. Baktım vücudum tahammül etmiyor, yüze indirdim. Ona da tahammül edemedim. Hâlbuki Cüneyd Rahmetullahi aleyh hazretleri 400 rekâtı kılmadan dükkânını da açmıyormuş. Çünkü zikrullah her şeyden üstün geliyor, namazdan ayrılamıyor. Kur’an’ını okumak suretiyle ve tespih çekmek suretiyle Allah’ın huzurundan ayrılamıyor.

Ebû Saîd Rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: “Şeyhim benim elimden tutup kütüphanesine götürdü ve bir kitap çıkardı okumaya başladı. Ben de o güzel sözleri can kulağıyla dinliyordum. Bana iltifat edip dedi ki:

“–Yâ Ebâ Saîd! Cenâbı Hakk’ın gönderdiği 124 bin peygamberin gönderilmesindeki hikmet ve sebep; şu Allah kelimesini kullara öğretmek içindir.” Allah demesini kullar bilsin diye, Allah’ı bildirmek için… Yâni Cenâbı Hak 124 bin tane peygamber göndermiş ki, “Kullarım beni bilsinler, beni tanısınlar.” diye.

Her kim ki bu Allah lafzını yalnız kulağıyla dinlerse ve diliyle söylerse; bu kelime durmaz, hemen öteki delikten çıkar. Bu kulaktan girer, o kulaktan çıkar, hiç bir faydası yoktur. Bunu ruhen dinlemek lâzımdır. Bunun iki tane sebebi var:

Bir kere söylenen sözün ağzından canlı çıkması lâzımdır. Canlı insan, yâni imanı kuvvetli insan konuştuğu vakitte, karşısındaki insanları eritir. Sözüne bakma, o edebiyat kısmı ayrı… Bir nümune söyleyeyim size:

Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin oğlu güzel yetişmiş, mezun olmuş. Babasına da hünerini göstermek üzere demiş:

“–Baba müsaade et, bugün nâsa ben vaaz edeyim.”

“–Eh, pekâlâ!” demiş.

Hazırlanmış, çıkmış kürsüye; edebiyatına, belağatına, fasahatına, son derece riayetle başlamış konuşmaya. Herkesi almış bir uyku, başlamışlar horul horul uyumaya… Canı sıkılmış tabii;

“–Yâhu ben bu kadar emek çektim, bak ne inciler, ne mercanlar, ne yakutlar saçıyorum ama, zavallılar uyuyorlar!” diye kızmış kendi kendine.

Derken babası gelmiş. Babası gelince tabii, inmiş kendisi, “Buyurun babacığım!” demiş. Abdülkàdir-i Geylânî Hazretleri kürsüye çıkmış:

“–Çocuklar kusura bakmayın, biraz geç kaldım. Sebebi; yemek yokmuş evde, anneniz yumurta kırdı da onu pişirdi. Biraz ondan nafakalandım da…” demiş.

Birden bir galeyan ortada, bir galeyan, Allah diyen, feryat eden, kendini yere atan… Şaşırmış çocuk;

“–Yâhu babam anamın yumurta pişirdiğinden bahsediyor, bak şu hale!” demiş.

Halk birbirine girmiş, kendinden geçmiş herkes. Senin fesahatin, belâğatın kaç para arkadaş, iş içerdeki imanda…

Demiş:

“–Baba ne oldu böyle, ben o kadar belağat, fesahat saçtım, hepsini bir uyku aldı, sen anamın yumurtasından bahsettin, bak şu hale!”

“–Oğlum, ben o hali kazanmak için şu Bağdat’ın çöllerinde yedi sene toprak çiğnedim, memlekete girmedim, riyazetin çeşidiyle Allah Celle Celaluhü hazretlerine ulaşmanın yollarını aradım. Sen mektepteki tahsilin sebebiyle, sandın ki ben bu işi bitirdim artık. Öyle yağma mı var, evvelâ kendini imanla doldur, ondan sonra söyleyeceğini söyle!” demiş.

Onun için bizim sözlerimiz –hepimiz içine dahil– ölü. Ölünün söyledikleri insanın bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar, vesselâm.

Onun için zikrullahı yaşayacaksın da Allah Celle Celaluhü hazretlerinden alacaksın alacağını… Yoksa şundan bundan alacağım dersen, yandın.

İmam-ı Şa’rânî diye ehl-i tasavvufun büyüklerinden birisi var. Güzel de eseri vardır mübareğin. O diyor ki:

“–Ben tarikata girdiğim vakitte, zikrim her gün ve gecede 24 bin idi.”

Böyle diyor. İlk zikir beş binden başlarmış. Günde beş bin defa Allah diyeceksin!

Eskiden martini ile atarlarmış, dolma tüfekle atarlarmış, şimdi onun yerine mitralyöz geldi, şöyle tarayıp geçiyor. Şimdi bu zikrullahın çokluğu, bunun gibi olmalı yâni.

Zîrâ insanın 24 saatteki nefesi, takrîben 24 bindir. 24 bin defa nefes alıp veriyoruz. Binâen aleyh, 24 bin defa Allah dersen, hiçbir nefesin Allah demeden kaçmamış oluyor. Bu sayede hiçbir nefes, zikrullah’sız geçmemiş oluyor.

Hasan-ı Basrî Rahmetullahi aleyh Hazretleri:

“–Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin en sevgili kulları, zikirleri çok olup, kalbleri ile ittikà edenler, muttakî olanlardır.” buyurmuş.

İttikàya, hayâya sahip olmak için, kaynağın birisi Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Oraya, o kaynağa varabilmek için de, başta istiğfar lâzım! İstiğfarsız kaynağa varırsan, bir şey alamadan dönersin. Yani tövbesiz, temizlenmeden kaynağın başına varırsan, suyu içemeden dönersin. Suyu oradan içebilmek için, önce istiğfar lâzım!

Onun arkasından kaynağa gittiğin vakit, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden alınacak istifadenin nasıl olacağına dair salât ü selâm bahsini açmış müellif. Onun arkasından da zikrullah bahsi gelmiş Zikrullah bahsine girmeden evvel de cihad bahsini açmış, cihadın ne demek olduğunu anlatıyor.

Bunlar imana taallûk ettiği için, okuyorum. Evvelâ iman kuvvetli olacak. O hayâ ki imanın zinetidir. “İlk kalkacak hayâdır.” diyorlar. Bu hayâ kalkacak deyince, ben de zannediyorum ki, zenbillere dolduracaklar da çekecekler hayâyı havaya… Hayânın kalkması, halbuki kendi elimizleymiş. Biz bırakacağız, o da kalkacak. Hayâyı bıraktık mıydı da, kalkar gider. İttikà?.. O da yok. Niçin Allah’ın zikri ile meşgul değiliz ki?..96

1. Camiüssağır Şerhi Feyzül Kadir. Cild5. S.254

2. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.220

3. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.221

4. Sahih-i Buhari

5. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

6. Ramuz Metni S.327

7. Ramuz Metni S.232

8. Keşfül Hafa 1/232

9. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

10. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

11. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

12. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

13. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

14. Buhari ve Müslim

15. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

16. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

17. Buhari ve Müslim; Cevahirül İslam S.139

18. En Yakın Yol s.351

19. İlahi Hadisler, Din İşleri Başkanlığı, Hadis No:61

20. Sahih-i Buhari, Tevhid 50

21. Mişkatül Mesabih Şerhi Cild 1 S.448

22. Ramuz Metni S.266

23. Ramuz Metni S.336

24. Buhari

25. Buhari

26. Buhari ve Müslim

27. Tirmizi:

28. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

29. Ramuz Metni S.80

30. Ramuz Metni S.383

31. Camiüssağir Ş.Feyz K. Cild 5. S.451

32. Ramuz Metni S.554; İbni Kesir Cilt 4

33. Ramuz Metni S.122

34. Riyazül Cennet S.26, 91.Nolu H.Ş

35. Riyazül Cennet S.23, 86.Nolu H.Ş

36. Feyzül Kadir Cilt 5. S.497

37. Feyzül Kadir Cilt 6. S.83

38. Ramuz Metni S.449

39. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

40. Ramuz Metni S.478

41. Ramuz Metni S.444

42. Ramuzel Hadis S.351. 3566 Nolu Had.Şer.

43. Ramuzel Hadis S.351. 3567 Nolu Had.Şer.

44. Camiüssağir Ş.Feyz K. Cild 1. S.23

45. Camiüssağir Ş.Feyz K. Cild 1. S.147

46. Allah’ı Niçin Anıyoruz?

47. Taberani Merfuan Riv. ettiği Had. Şer.

48. Envarül Aşikin Mirac Olayı S.258

49. Envarül Aşıkin S.262

50. Mefatih-ul Cenan (Arafat duası)

51. Mefatih-ul Cenan (Münacat-ı Şabaniyye)

52. Mefatih-ul Cenan (Ariflerin münacatı)

53. Mefatih-ul Gayb, S.54

54. Rifai Yolu’nun Esaslari”Muhammed Ebu’l Hüda es-Sayyadi ks.

55. Buhârî

56. Müslim ve Tirmizî

57. Beyhâkî

58. Beyhâkî

59. Beyhâkî

60. Müzekkin Nüfus S.369,370

61. Sırrül Esrar

62. Etterğibü Vetterhib c.2 s.401

63. Sahib-i Buhari, Müslim

64. Riyazüssalihin

65. Envarul Aşikin. S.505

66. İhyau Ulumuddin. Cild2. S.106

67. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.128

68. Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.58

69. Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.83

70. Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.93

71. Tasavvufi Ahlak. S.97

72. Tasavvufi Ahlak. S.97

73. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.30

74. Neticetül Fiker

75. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.85

76. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.85

77. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.75

78. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.122

79. Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.128

80. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi. C.2. S.896

81. Riyazussalihin; Buhari ve Müslim

82. Riyazus-Salihin (Sahih-i Buhari)

83. Ramuzel Hadis. S.421. 4247 No’lu Had.Şer.

84. Ramuzel Hadis. S.111. 1027 No’lu Had.Şer.

85. Ramuzel Hadis. S.117. 1094 No’lu Had.Şer.

86. Riyazus-Salihi. S.837 (Buhari ve Müslim)

87. Riyazus-Salihi. S.837 (Müslim)

88. Bihar-ul Envar. C.93. S.155

89. Mefatih-ul Cenan Arafat Duası

90. Bihar-ul Envar. C.93. S.158

91. Bihar-ul Envar, C.93. S.158

92. Mefatih-ul Cenan (Arafat duası).

93. Bihar-ul Envar. C.93. S.162

94. Etterğibü Vetterhib C.2 S.411

95. www. gavsulazam.de sitesinden de yaralanılmıştır.

96. Zikrullahın Faydaları İstanbul 1971 seha neşriyat

İhlâs Suresi

Bu Sureye Verilen Adlar:

Sure, “yalnız Allah Celle Celaluhü hazretlerine tahsis edildiği ve sırf onun sıfatlarından bahsettiği için, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin birliğini hâlis kılmak mânasında “ihlâs” adını almıştır. Marifet, tevhîd, esâs, necât, nûr, tefrid, tecrîd, velâyet, cemâl, nisbe, Samed, muavvize, mukaşkış, muhzır, mânia, Berâ, müzekkire ve emân gibi isimlerle de anılır.1

İhlas suresi dört âyettir ve Mekke’de nazil olmuştur.

Übey bin Ka’b Radıyallahu anh hazretleri diyor ki:

“Müşrikler, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize: “Rabbinin nesebini bize bildir.” dediler. Bunun üzerine Allah Celle Celaluhü hazretleri: “Ey Muhammed de ki: “Allah birdir, Allah Samed’dir.” suresini indirdi.

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz İhlâs suresinin ayetlerini izah ederken buyurdu ki: ” Samed demek, doğurmamış ve doğurulmamış olan demektir. Zira doğurulan hiçbir şey yoktur ki ölmüş olmasın. Ölen hiçbir şey yoktur ki ona mirasçı olun*muş olmasın. Aziz ve Celil olan Allah ise ne ölür ne de kendisine mirasçı olunur.

Resûlüllah (s.a.v.) “Onun hiçbir dengi yoktur.” âyetini de izah ederken buyurdu ki: “Onun ne bir benzeri vardır ne de bir dengi vardır. Onun hiçbir emsali yoktur.”2

Said bin Cübeyr Radıyallahu anh hazretleri diyor ki:

“Yahudilerden bir topluluk Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize geldiler ve “Ey Muhammed, Allah mahlûkatı yarattı. Peki onu kim yarattı?” dediler. Bunun üzerine Resûlüllah çok kızdı. Öyle ki rengi değişti. Sonra Allah için onlara sert bir şekilde çıkıştı. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselam geldi, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi teskin etti ve ona: “Ey Muhammed, kanatlarını indir.” dedi. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize, Yahudilerin sorduğu sorunun cevabı geldi. Cebrail Aleyhisselam dedi ki: “Allah Celle Celaluhü hazretleri buyuruyor ki:

“Ey Muhammed, de ki:”Allah birdir, Allah Samed’dir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey ona muhtaçtır. O ne doğurmuş ne de doğurulmuştur. Onun hiçbir dengi yoktur.” Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bu sureyi Yahudilere okuyunca onlar: “Rabbini bize vasıflandır. Onun yapısı, pazıları ve kolları nasıldır?” dediler. Bunun üzerine Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, önceki kızmasından daha şiddetli bir şekilde kızdı ve onlara sert bir şekilde çıkıştı. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselam tekrar geldi ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize, daha önce söylediği gibi sözler söyledi. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize, Yahudilerin bu sorularının da cevabı Zümer Süresi 67’nci ayetinde geldi: “Onlar Allah´ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki bütün yeryüzü, kıyamet günü onun kudret ve hakimiyeti altındadır. Gökler onun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin koştuğu ortaklardan münezzeh ve yücedir.”

Hazreti Aişe Radıyallahu anh hazretleri diyor ki:

“Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem bir müfrezenin başında (emir olarak) bir adam gönderdi. O kişi, arkadaşlarına kıldırdığı namazlarda her kıraatinden sonra rekâtları bitiriyordu. Müfrezede bulunanlar geri döndüklerinde bu durumu Resulûllah Sallallahu aleyhi veselleme anlattılar. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem de onlara: “Ona sorun bunu niçin yapıyor?” buyurdu. Onlar sordular o da: “Bu sure, rahman olan Allah’ın sıfatıdır. Bunun için okumayı seviyorum.” dedi. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem : “Söyleyin ona Allah da onu seviyor.” buyurdu. 3

Enes bin Malik Radıyallahu anh hazretleri diyor ki:

“Ensardan bir kişi, Kuba mescidinde onlara imamlık yapıyordu. Namazda okuduğu her sureden Önce okuyor onu bitirdikten sonra da başka bir sure okuyordu. Her rekatta böyle yapıyordu. Arkadaşları onunla konuştular ve ona: “Sen bu sureyle başlıyorsun. Sonra bunun yetmediğine kanaat getirerek başka bir sure okuyorsun. Ya sadece bu sureyi oku veya bunu bırak başkasını oku.” dediler. O kişi: “Ben bu sureyi bırakmam. Siz bu şekilde imamlık yapmamı isterseniz yaparım, istemezseniz bırakırım.” dedi. Enes Radıyallahu anh hazretleri diyor ki: “Ensarlılar bu zatın, en üstünleri olduğu kanaatindeydiler. Onun dışında birisinin kendilerine imam olmasını istemiyorlardı. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bunlara gelince ona durumu bildirdiler. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ona: “Ey fılan, arkadaşlarının istediği bir şeyi yapmana engel nedir? Bu sureyi bırakmamana sebep nedir?” buyurdu. O zat da: “Ben onu seviyorum.” dedi. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Senin onu sevmen seni cennete koydu.” buyurdu. 4

İHLÂS SURESİNİ OKUMANIN FAZİLETİ HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER

İhlâs suresini (Kul hüvellahü ehad…) okumanın fazileti çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“İhlâs suresini okumak, Kur’an-ı kerimin üçte birini okumaya denktir.” (Buhari)

“On kere İhlâs okuyana Cennette bir köşk verilir.” (İ. Ahmed)

“Yatarken yüz kere İhlâs okuyan Cennete girer.”(Tirmizi)

“Sabah namazından sonra 11 kere İhlâs okuyana, Cennette bir köşk verilir.” (Haraiti)

“Sabah namazından sonra 12 kere İhlâs okuyan, Kur’an-ı kerimi dört defa hatmetmiş gibi sevaba kavuşur.” (Bezzar)

“Sabah akşam üç kere İhlâs ve Muavvazeteyni okumak, bela ve sıkıntılardan korur.” (Tirmizi)

“Evine girerken İhlâs okuyan yoksulluk görmez.”(T.Kurtubi)

“İhlâs okuyan Müslüman’a Cennet vacib olur.”(Nesai)

“Bir kimse, sefere çıkarken 11 kere İhlâs okusa, Allahü teâlâ, seferden dönünceye kadar onun evini muhafaza eder.” (İbni Neccar)

“Arefe günü, (Besmele ile) bin kere İhlâs okuyanın bütün günahları affolur ve her duası kabul olur.” (Ebu-ş-şeyh)

“Bin kere ihlâs okuyan kendini Allahü teâlâdan satın almış olur.” (Râfi’î)

“Cuma namazından sonra, yedi kere İhlâs ve Muavvizeteyn okuyan, bir hafta kazadan, beladan ve kötü işlerden korunur.” (İbni Sünni)

“Yatarken Fatiha ve İhlâs okuyan kimse, ölümden başka her şeyin zararından emin olur.” (İbni Abdilber)

“Üç şey kendisinde bulunan, Cennete dilediği kapıdan girer: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra 11 defa ihlâs suresini okuyan, katilini affederek ölür.” (Berika)

“Cana, mala, ırza dokunmayıp, içkiden de sakınarak, İhlâs suresini yüz kere okuyan Müslüman’ın elli yıllık günahı aff olur.” (Beyhaki)

“50 defa İhlâs suresini okuyan Müslüman’ın 50 yıllık günahı aff olur.” (Darimi)

“Yatarken Fatiha ve İhlâs okuyan, ölüm hariç her şeyden emin olur.” (Bezzar)

Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, bir yeri ağrıdığında Felak ve Nas suresini okur, üzerine üfler ve ağrıyan yeri mesh ederdi.(Buhari)

Yukarıdaki hadis-i şerifler, şartsız bildirilmiştir. Şartsız bildirilen bir ibadetin kabul olması için bazı şartlar vardır: 1-Müslüman olmak, 2- İtikadı düzgün olmak, bid’at ehli olmamak, 3- Haramlardan, günahlardan kaçmak gerekir. Mesela namaz kılmamak büyük günahtır.5

İHLÂS SURESİ TEFSİRİ

İhlâs Sûresinin İniş Sebebi ve Fazileti:

İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Ebu Sa’d Muhammed İbn Müyesser es-Sâğânî… Übeyy İbn Kâ’b Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; müşrikler Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize: Ey Muhammed, bize Rabbının soyundan sopundan bahset, demişler. Bunun üzerine Allah Celle Celaluhü hazretleri: «De ki: O Allah, bir tektir. Allah’tır, Samed’dir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O’na denk değildir.» âyetini inzal buyurmuş. Tirmizî ve İbn Cerîr de Ahmed İbn Menî kanalıyla bu rivayeti naklederler. İbn Cerîr fazla olarak râvîler arasında Muhammed İbn Hedaş’ı zikreder. Ayrıca îbn Cerîr ve Tirmizî buna şu ilâveyi yapar: Samed; doğurmamış ve doğurulmamış olandır. Çünkü doğurulmuş olan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeyin de mutlaka mirasçısı bulunacaktır. Celîl olan Allah Celle Celaluhü hazretleri ise ölmez ve O’nun vârisi yoktur. «Hiç bir şey O’na denk değildir.» O’nun benzeri ve dengi hiç bir şey yoktur. Hiç bir şey O’nun gibi değildir. İbn Ebu Hatim bu rivayeti Ebu Sa’d Muhammed İbn Müyesser kanalıyla… Übeyy İbn Kâ’b’tan nakleder. Tirmizî de bu rivayeti Abd İbn Humeyd kanalıyla… Ebu’l-Âliye’den nakleder ve mürsel olarak zikreder. Ayrıca bize haber verdi, demez. Sonra Tirmizî; bu, Ebu Saîd’in sahih hadîslerinden biridir, der. Bu anlamda bir başka hadîsi de Ebu Ya’lâ el-Mavsılî… Câbir Radıyallahu anh’dan nakleder: Buna göre bir bedevî Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize gelip; bize Rabbının soyundan bahset, deyince Allah Azze ve Celle: «De ki: O Allah, bir tektir…» âyetini inzal buyurmuştur. Bunun isnadı da yukarıdakine yakındır. îbn Cerîr bu rivayeti Muhammed îbn Avf kanalıyla Süreyc’ten nakleder. Bu rivayeti seleften birden fazla kişi mürsel olarak zikretmişlerdir.

Ubeyd İbn İshâf el-Attâr… Abdullah İbn Mes’ûd Radıyallahu anh’dan nakleder ki; Kureyş’liler ResûlüllahSallallahu aleyhi vesellem efendimize; Bize Rabbının soyundan bahset, demişler de bunun üzerine: «De ki: O Allah, bir tektir.» âyeti nazil olmuş.

Taberânî der ki: Firyâbî ve başkaları… Ebu Vâil Radıyallahu anh’dan mürsel olarak ve Abdurrahmân İbn Osman… Ebu Hüreyre Radıyallahu anh’dan naklederler ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuş: Her şeyin nisbet edildiği bir şey vardır. Allah’ın nisbet edildiği de: «De ki: O Allah, bir tektir.» kavlidir.

Buhârî der ki: Bize Muhammed ed-Dehlebî… Hazreti Âişe Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir kişiyi Seriye ile birlikte göndermiş. O arkadaşlarıyla namaz kılarken hep İhlâs suresi ile namaza son veriyormuş. Seriye döndüğünde bu durumu Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimize anlatmışlar. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz demiş ki: Ona sorun, neden dolayı böyle yapıyor? Sorduklarında; çünkü bu, Rahmân’ın sıfatıdır ve ben onu okumayı çok seviyorum, demiş. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz de: Ona bildirin ki, Allah Teâlâ da onu seviyor, demiş. Buhârî’nin tevhîd kitabında bu şekilde rivayet edilir. Bazıları ise bu hadîsin rivayetinde Muhammed ed-Dehlebî’yi zikretmezler ve bunu Ahmed İbn Salih kanalıyla naklederler. Müslim ve Neseî de bu hadîsi Abdullah İbn Vehb kanalıyla… Ebu Hilâl’den nakleder.

Buhârî, namaz kitabında der ki: Ubeydullah, Sabit kanalıyla Enes’ten nakletti ki:

Ensâr’dan bir adam Kubâ mescidinde onlara imamlık yapıyormuş. Namaza ilk başladığı zamanda başlangıç olarak hep İhlâs sûresini okuyor, bunu bitirdikten sonra bir başka sûre okuyormuş. Her rek’atta da böyle yapıyormuş. Arkadaşları onunla konuşup demişler ki: Sen, bu sûre ile ilk rek’ata başlıyorsun. Sonra bunu kâfî görmeyerek bir başka sûre okuyorsun. Ya bunu oku veya bırak başka bir sûre oku. O demiş ki: Ben, bunu bırakmam eğer size imâm olmamı istiyorsanız böyle yaparım. İstemiyorsanız imamlığı bırakırım. Onun kendilerinin en afdalı olduğunu kabul ettikleri için başkalarının kendilerine imamlık etmesini istemiyorlardı. Resûlüllah ‘ın huzuruna geldiklerinde durumu peygambere haber verdiler. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Ey falanca, arkadaşlarının söylediği şeyi yapmanı engelleyen nedir? Her rek’atta bu sûreyi okumanın gerekliliğini sana ne bildirdi? Adam dedi ki: Ben, o sûreyi seviyorum. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Senin o sûreyi sevmen, seni cennete girdirir. Buhârî böylece bu rivayeti kesin olarak nakleder. Ebu îsâ et-Tirmizî de Câmi’inde Buhârî kanalıyla İsmâîl İbn Ebu Üveys’ten… o da Ubeydullah îbn Ömer’den aym isnâdla zikreder. Sonra Tirmizî; bu hadîsin Ubeydullah kanalıyla Sâbit’ten nakli garîbtir, der. Ve yine Tirmizî der ki: Mübarek İbn Fadâle, Sabit kanalıyla Enes İbn Malik Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; adamın birisi: Ey Allah’ın Rasûlü, ben bu ihlâs sûresini çok seviyorum, demiş de Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Senin onu sevmen seni cennete girdirir, buyurmuş. Tirmizî’nin ek olarak verdiği bu kısmı Ahmed İbn Hanbel, Müsned’inde muttasıl olarak Ebu Nadr kanalıyla… Enes’ten nakleder. Buna göre, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize bir adam gelip; ben bu ihlâs suresini çok seviyorum, demiş de Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuş ki: Senin onu sevmen seni cennete girdirir.

İhlâs Suresinin Kur’an’ın Üçte Birine Denk Olduğuna Dair Hâdisler:

1 — Buhârî der ki: Bize ismail… Ebu Saîd Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki: Adamın birisi, bir başkasının devamlı İhlâs sûresini okuduğunu duydu. Ertesi gün Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize gelip durumu anlattı. Adamın halini küçümsüyordu. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz dedi ki: Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; îhlâs sûresi Kur’ân’ın üçte birine denktir. Ayrıca İsmâîl İbn Ca’fer… Ebu Saîd’den; kardeşim Nu’mân oğlu Katâde peygamberden böyle haber verdi, diyen bir başka rivayeti ilâve eder. Bu hadîsi Buhârî de Abdullah İbn Yûsuf kanalıyla Ka’nebî’den rivayet eder. Ebu Dâvûd da onu Ka’nebî’den, Neseî Kuteybe’den hepsi de Mâlik’ten bu hadîsi naklederler. Katâde, İbn Nu’mân’ın hadîsini ise Neseî iki yolla İsmâîl İbn Ca’fer’e isnâd eder.

2 — Buhârî der ki: Ömer İbn Hafs… Ebu Saîd Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ashabına şöyle demiş: Sizden biriniz bir gecede Kur’ân’ın üçte birini okumaktan bitkin düşer mi? Bu durum onlara ağır geldi de; ey Allah’ın Rasûlü, buna hangimizin gücü yeter? dediler. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: «Allah bir tektir, Samed’dir.» kavli, Kur’ân’ın üçte biridir. Buhârî, bu hadîsin İbrahim İbn Yezîd en-Nehaî ve Dahhâk Ibn Şurahbil el-Hemedânî kanalıyla Ebu Said’den naklinde münferid kalmıştır. Ferebrî der ki: Ebu Ca’fer Muhammed İbn Ebu Hâtim’in… Bu hadîsi İbrahim’den naklettiğini işittim. Bu rivayet, mürseldir.

3 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: Bize Yahya İbn İshâk… Ebu Saîd el-Hudri Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Nu’mân her gece İhlâs suresini okuyarak yatıyordu. Bu durum Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize anlatılınca buyurdu ki: Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemîn ederim ki; o, Kur’ân’ın yarısına veya üçte birine denktir.

4 — İmam Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri der ki: Bize Hasan… Abdullah İbn Amr’dan nakletti ki; Ebu Eyyûb el-Ensârî Radıyallahu anh hazretleri bir mecliste bulunduğunda şöyle demişti: Sizden biriniz, her gece Kur’ân’ın üçte birini okumaya güç yetirebilir mi? Buna kimin gücü yeter? denilince, dedi ki: İhlâs sûresi, Kur’ân’ın üçte biridir. Abdullah İbn Amr Radıyallahu anh der ki: Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Ebu Eyyûb’un böyle dediğini duydu ve; Ebu Eyyûb doğru söyler, dedi.

5 — Ebu îsâ et-Tirmizî Rahmetullahi aleyh der ki: Bize.. Muhammed İbn Beşşâr, Ebu Hüreyre Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Toplanın, çünkü ben size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım. Bunun üzerine gelenler toplanıp yığılmışlar. Sonra Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz çıkıp: «De ki: O Allah, bir tektir. Allah’tır, Samed’dir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O’na denk değildir.» âyetini okumuş, sonra içeri girmiş. Biz birbirimize dedik ki: Resûlüllah (s.a.); ben, size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım, demişti. Gökten bir haber gelmiş olmalı. Sonra Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz çıkıp geldi ve dedi ki: Ben, size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım, demiştim. Dikkat edin, işte İhlâs sûresi Kur’ân’ın üçte birine denktir. Müslim de bu hadîsi, Sahihinde Muhammed İbn Beşşâr’dan nakleder. Tirmizî; bu hadîs hasendir, sahihtir, garîbtir, der. Râvîler arasında yer alan Ebu Hâzim’in adı ise Selmân’dır.

6 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Abdurrahmân İbn Mehdî… Ebu Eyyûb el-Ensârî Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Sizden biriniz bir gecede Kur’ân’ın üçte birini okumaya güç yetirebilir mi? Kim, bir gece İhlâs sûresini okursa; o gece Kur’ân’ın üçte birini okumuş olur. Bu hadîsin isnadı İmâm Ahmed’e dokuz râvî kanalıyladır. Tirmizî ve Neseî de bu hadîsi Muhammed İbn Beşşâr kanalıyla rivayet ederler. Tirmizî, Kuteybe’yi de bunlara ekler ve böylece bu râvîler Abdurrahmân İbn Mehdî kanalıyla… Ebu Eyyûb el-Ensârî’den nakleder ki râvîlerin sayısı ona ulaşır, Tirmizî’nin rivayetinde; Ebu Eyyûb el-Ensârî’nin hanımı Ebu Eyyûb’tan nakleder ki, diye bir ilave daha vardır. Sonra Tirmizî der ki: Bu konuda Ebu Derdâ, Ebu Saîd, Katâde İbn Nu’mân, Ebu Hüreyre, Enes İbn Mâlik, İbn Ömer ve Ebu Mes’ûd’dan da rivayetler mevcûddur. Bu hadîs hasendir. Ve bu hadîsin rivayetini Zâide’nin naklettiği rivayetten daha güzel bir şekilde bilmiyoruz. Onun rivayetini Isrâîl ve Fudayl İbn İyâz benimserler. Şu’be ve daha başka güvenilir râvîler bu hadîsi Mansûr’dan rivayet ederler, ancak bu rivayette ıztırâb bulunduğunu bildirirler.

7 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Huşeym… Übeyy İbn Kâ’b’dan veya Ensâr’dan bir adamdan nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuştur: Kim, İhlâs suresini okursa; Kur’ân’ın üçte birini okumuş gibi olur. Neseî; «Gece ve Gündüz» bahsinde Huşeym kanalıyla… İbn Ebu Leylâ’dan bu hadîsi nakleder. Ancak onun rivayetinde Hilâl İbn Yes’âf yoktur.

8 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Vekî’… Ebu Mes’ûd’dan nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: İhlâs sûresi, Kur’ân’ın üçte birine denk gelir. Bu rivayeti İbn Mâce de Ali İbn Muhammed kanalıyla Vekî’den nakleder. Neseî ise «Gece ve Gündüz» bahsinde başka tarîklerle Amr İbn Meymûn’dan merfû ve mevkuf olarak nakleder.

9 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh dedi ki: Bize Behz… Ebu Derdâ Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Sizden biriniz her gün Kur’ân’ın üçte birini okumaktan âciz olur mu? Doğrusu Allah Teâlâ Kur’ân’ı üçe böldü. İhlâs sûresi Kur’ân’ın üçte biridir. Bu rivayeti Müslim ve Neseî Katâde’nin hadîsinden naklederler.

10 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh dedi ki: Bize Ümeyye İbn Hâlid… Ümmii Külsûm Bint-i Ukbe İbn Ebu Muayt’tan nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: İhlâs sûresi Kur’ân’ın üçte birine denk gelir. Neseî de bu rivayeti «Gece ve Gündüz» bahsinde Amr İbn Ali kanalıyla Ümeyye İbn Hâlid’den; nakleder. Sonra Mâlik tarikiyle Humeyd İbn Abdurrahmân’dan nakleder. Keza «Gece ve Gündüz» bahsinde Muhammed İbn îshâk kanalıyla Humeyd İbn Abdurrahmân’dan nakleder ki, Resûlüllah san efendimizin ashabından bir grup ona anlatmışlar. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuş ki: Kim îhâs Süresiyle namaz kılarsa; bu, Kur’ân’m üçte birine denk olur.

11 — İmâm Mâlik İbn Enes der ki: Ubeydullah İbn Abdurrahmân, Ubeyd İbn Huneyn’den nakletti ki; o, Ebu Hüreyre’nin şöyle dediğini işittim, demiştir: Bir gün Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraber geldik. O, bir kişinin İhlâs sûresini okuduğunu işitti de buyurdu ki: Ona vâcib oldu. Ben; ne vâcib oldu? dedim de; cennet, dedi. Tirmizî ve Neseî de bu hadîsi Mâlik’ten naklederler. Tirmizî bunun hasen, sahîh, garîb olduğunu söyler ve; bu hadîsi Mâlik’in hadîsinden başka şekliyle tanımıyoruz, der.

12 — Hafız Ebu Ya’lâ el-Mavsılî der ki: Bize Katan îbn Nüseyr… Enes’ten nakletti ki, o; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Sizden biriniz bir gecede üç kere İhlâs sûresini okumaya güç yetiremez mi? Doğrusu bu, Kur’ân’ın üçte birine denk gelir. Bu hadîsin isnadı zayıftır. Bundan daha sağlam bir hadîsi Abdullah İbn İmâm Ahmed İbn Hanbel… Hubeyb’ten nakleder ki; bir gece bize hafîf yağmurla beraber karanlık bastırdı. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz namaz kıldırması için bekledik. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz çıktı, benim elimden tuttu ve: De ki, dedi ve sustu. Sonra yine: De ki, dedi ve sustu. Ben; ne diyeyim? dediğimde, buyurdu ki: Yatarken ve kalkarken: «De ki: O Allah, bir tektir…» âyeti ile Nâs ve Felak sûrelerini oku. Bir günde iki kere okuma yeter. Ebu Dâvûd, Tirmizî ve Neseî, bu hadîsi İbn Ebu Zeyd kanalıyla rivayet eder. Tirmizî; bu hadîs bu şekliyle hasen, sahîh ve garîbtir, der. Bu hadîsi Neseî bir başka yolla Muâz İbn Abdullah’tan nakleder.

13 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize îshâk İbn îsâ… Te-mîm ed-Dârı’den nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Kim, on kere; Allah’tan başka ilâh yoktur, O bir tektir, Samed’dir, eş ve,çocuk edinmemiştir ve hiç bir şey O’na denk değildir, derse; ona kırk bin kere bin iyilik yazılır. Bu hadisin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır. Buhârî, Halîl İbn Mürre’yi zayıf bir râvî sayar.

14 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Hasan İbn Mûsâ… Sehl İbn Muâzra hazretlerinden nakletti ki; babası Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin şöyle buyurduğunu bildirmiş: Kim, ihlâs suresini tamamıyla on kere okursa, Allah Teâlâ ona cennette bir köşk yapar. Hazreti Ömer Radıyallahu anh hazretleri dedi ki: Öyleyse bunu çokça yapalım ey Allah’ın Rasûlü. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: O zaman, Allah daha çok ve daha güzelini verir. Bu hadîsin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır. Bu hadîsi Ebu Muhammed ed-Dâremî Müshed’inde şöyle nakleder: Bize Abdullah İbn Yezîd… Ebu Akîl Zühre îbn Ma’bed’den nakletti ki -Dâremî bunun Ebdâl’dan olduğunu söyler- o, Saîd îbn Müseyyeb’in şöyle dediğini işitmiş: Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Kim İhlâs sûresini on kere okursa, Allah Celle Celaluhü hazretleri ona cennette bir köşk yapar. Kim de yirmi kere okursa, Allah Celle Celaluhü hazretleri ona cennette iki köşk yapar. Kim de otuz kere okursa, Allah Celle Celaluhü hazretleri ona cennette üç köşk yapar. Bunun üzerine Ömer İbn Hattâb Radıyallahu anh hazretleri demiş ki: Öyleyse köşklerimizi çoğaltalım. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizde buyurmuş ki: Allah Celle Celaluhü hazretleri bundan daha geniş imkânlar verir. Bu hadîs sağlam ve mürsel bir hadîstir.

15 — Hafız Ebu Ya’lâ Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Nasr İbn Ali… Enes İbn Mâlik Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Kim İhlâs sûresini elli kere okursa, onun elli yıllık günâhı bağışlanır. Bu hadîsin isnadı zayıftır.

16 — Ebu Ya’lâ der ki: Bize Ebu Rebî’… Enes İbn Mâlik’ten nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Kim, îhlâs sûresini bir günde iki yüz kere okursa; Allah Celle Celaluhü hazretleri ona bin beş yüz sevâb yazar. Ancak o kişinin üzerinde borç varsa yazmaz. Bu hadîsin isnadı zayıftır. Çünkü râvîler arasında yer alan Hatim İbn Meymûn’u Buhârî ve başkaları zayıf sayarlar. Tirmizî de bu hadîsi Muhammed İbn Merzûk kanalıyla… Enes’ten nakleder. Onun ifadesi şöyledir: Kim, günde iki yüz kere ihlâs suresini okursa; Allah Celle Celaluhü hazretleri onun elli yıllık günâhını siler. Ancak üzerinde borç varsa müstesnadır. Tirmizî de aynı isnâdla Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin şöyle buyurduğunu kaydeder: Kim, yatağına yatmak ister de sağ tarafı üzerine yatar ve yüz kere İhlâs suresini okursa, kıyamet günü Azîz ve Celîl olan Rab ona der ki Ey kulum, sağından doğru cennete gir. Sonra Tirmizî bu hadîsin Sâbit’ten nakli garîbtir, der. Bu hadîs başka vecihlerle de Enes’ten nakledilmiştir. Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Sehl İbn Bahr… Enes’ten nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Kim iki yüz kere İhlâs suresini okursa, Allah Celle Celaluhü hazretleri onun iki yüz yıllık günahını siler. Sonra Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Biz bu hadîsin Hasan İbn Ebu Ca’fer ve Ağleb İbn Temîm’den başka bir rivayetten sabit olduğunu bilmiyoruz. Ancak her iki râvî de kötü ezberlemede birbirine yakındırlar.

17 — Neseî, îhlâs sûresinin tefsirinde der ki: Bize Abdurrahmân îbn Hâlid… Abdullah îbn Büreyde Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; babası ona şöyle haber vermiş: Büreyde Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem hazretleri ile beraber mescide girdiğinde bir kişi namaz kılıyor ve şöyle duâ ediyormuş: Allah’ım, benim Senden başka ilâh bulunmadığına Senin tek ve Samed olduğuna, doğurmamış ve doğurulmamış olduğuna, Sana hiç bir şeyin denk bulunmadığına dâir şehâdet ettiğimi bilmeni isterim. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuş ki: Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemîn ederim ki; o, Allah’tan en yüce ismiyle istekte bulundu. O isimle istenirse Allah verir, duâ edilirse icabet eder. Bu hadîsi diğer Sünen sâhibleri muhtelif tarîklerle Büreyde’den naklederler. Tirmizî; hasen, garîb bir hadîstir, der.

18 — Hafız Ebu Ya’lâ Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Abd’ül-A’lâ… Câbir İbn Abdullah’tan nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Üç şey vardır ki; îmânla beraber bir kimse bunlara sâhib olarak gelirse, cennetin dilediği kapısından girer ve dilediği kadar hûrî ile evlendirilir: Katilini affeden, gizlice borcunu ödeyen ve her farz namazdan sonra on kez İhlâs sûresini okuyan. Câbir İbn Abdullah Radıyallahu anh der ki: Hazreti Ebubekir Radıyallahu anh; ya bunlardan birisi ile gelirse? deyince, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: Veya bunlardan birisi ile gelirse, demiş.

19 — Hafız Ebu’l-Kâsım et-Taberânî Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Muhammed İbn Abdullah… Cerîr İbn Abdullah Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuş: Kim, evine girerken İhlâs suresini okursa; hem o ev halkından, hem de komşularından fakirlik kaldırılır. Bu hadîsin isnadı zayıftır.

20 — Hafız Ebu Ya’lâ Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Muhammed îtan İshâk… Ala es-Sakafî Rahmetullahi aleyh hazretlerinden nakletti ki; o, şöyle demiş: Ben, Mâlik İbn Enes’in şöyle dediğini işittim: Biz Tebûk’te Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ile beraber idik. Daha önce benzer şekliyle doğduğunu hiç görmediğimiz bir şekilde güneş parlak ışık ve aydınlıklarla doğdu. Cibril Aleyhisselam Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize geldi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Ey Cebrâîl; ne oluyor ki bugün güneşin daha önce benzerini hiç görmediğim bir aydınlık, ışık ve nûr ile doğduğunu görüyorum? Cebrail Aleyhisselam dedi ki: Bugün Medine’de Muâviye İbn Muâviye öldü. Allah Teâlâ onun namazını kılmak üzere yetmiş bin melek gönderdi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: Neden bu? deyince Cebrâîl dedi ki: O, otururken, kalkarken, gezerken, dolaşırken hep gece gündüz İhlâs sûresini okurdu. Ey Allah’ın Resulü, dünyayı senin için tutayım da sen de onun namazını kılar mısın? ResûlüllahSallallahu aleyhi vesellem efendimiz; evet, dedi ve onun namazını kıldı. Hafız Ebu Bekr el-Beyhâkî «Delâil en-Nübüvve» isimli eserinde, Yezîd İbn Hârûn kanalıyla Ebu Muhammed Alâ es-Sakafî’den bu rivayeti nakleder. Ancak bu zât hadîs uydurmakla itham edilmiştir. Allah en iyisini bilendir.

Hafız Ebu Ya’lâ der ki: Bize Şâm’lı Muhammed İbn İbrahim… Enes’ten nakletti ki; Cebrâîl Aleyhisselam inip; Leys kabilesinden Muâviye oğlu Muâviye öldü, onun üzerine namaz kılmak ister misin? dedi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz; evet, dedi. Cebrâîl kanadını yeryüzüne vurdu ve orada bulunan ağaç ve çiçeklerin hepsi döküldü. Cebrâîl Peygamberin tahtını kaldırdı ve ona baktı. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, arkasında meleklerden iki saf bulunduğu halde tekbîr aldı. Her safta yetmiş bin melek vardı. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Ey Cebrâîl o, bu makama nasıl ulaştı? Cebrâîl dedi ki: O, İhlâs sûresini ve bu sûreyi okumayı çok severdi. Otururken, kalkarken, giderken, gelirken her halükârda bu sûreyi okurdu. Beyhâkî bu hadîsi Osman İbn Heysem Radıyallahu anh hazretleri kanalıyla… Enes Radıyallahu anh’den nakleder ki bu, daha doğrudur. Râvîler arasında yer alan Mahmûd îbn Hilâl hakkında Ebu Hatim er-Râzî; meşhur değildir, der. Bu hadîs daha başka yollardan rivayet edilmişse de biz kısa kesmek için onları terkettik. Ancak hepsi de zayıf rivayetlerdir.

21 — İmâm Ahmed İbn Hanbel Rahmetullahi aleyh der ki: Bize Ebu Muğîre, Ukbe îbn Amir Radıyallahu anh’dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Ben, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ile karşılaştım, önce uzanıp elini tuttum ve dedim ki: Ey Allah’ın Resûlü, mü’minin kurtuluşu ne iledir? Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Ey Ukbe; dilsiz ol. Evinin içinden dışarı taşma ve işlediğin günâhlara ağla. Ukbe İbn Âmir der ki: Sonra Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz benimle karşılaştı ve önce gelip elimi tuttu ve dedi ki: Ey Amir oğlu Ukbe; sana Tevrat, İncil, Zebur ve yüce Kur’ân’da indirilmiş olan üç sureyi öğreteyim mi? Ukbe İbn Amir der ki: Ben; evet Allah beni sana kurban etsin, dedim. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: İhlâs, Felak ve Nâs surelerini oku. Sonra şöyle dedi: Ey Ukbe; onları unutma ve hiç bir gece bunları okumadan yatma. Ukbe İbn Amir der ki: Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin onları unutma dediği günden beri hiç unutmadım ve bunları okumadan da hiç bir gece yatmadım. Ukbe İbrî Âmir der ki: Sonra ben Resûlüllah ‘la karşılaştım ve ilkin ben uzanıp onun elini tuttum; ey Allah’ın Rasûlü, bana amellerin en üstünlerini haber ver, dedim. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki: Ey Ukbe, seninle münasebeti kesen akrabalarınla münasebet kur. Sana vermeyene ver ve sana zulmedenden kaçın. Bu hâdisin bazı kısımlarını Tirmizî, Zühd babında Ubeydullah kanalıyla Ali îbn Yezîd’den nakleder ve hasen bir hâdistir, der. Ahmed İbn Hanbel de bir başka yoldan Hasan İbn Muhammed kanalıyla… Ukbe İbn Âmir’den bu hadîsi rivayet eder. Ancak bu rivayette Ahmed îbn Hanbel münferid kalmıştır.

22 — Buhârî der ki: Bize Kuteybe… Hazreti Aişe Radıyallahu anh hazretlerinden nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz yatağına uzandığında her gece avuçlarını toplar, sonra onlara üfürür ve İhlâs, Felak ve Nâs sûresini okur sonra onunla önce başından ve yüzünden başlamak üzere vücûdunun diğer taraflarına gücü yettiğince sürermiş. Bunu üç kez yaparmış. Bu rivayeti Sünen sâhibleri Ukayl kanalıyla… İbn Şihâb’tan naklederler.

TEFSİRİ

OKUNUŞU

Bismillâhirrahmânir’Rahıym
Kul hüvallâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad.
MANASI

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1 — De ki: O Allah, bir tektir.

2 — Allah’tır, Samed’dir.

3 — Doğurmamış ve doğurulmamıştır.

4 — Hiç bir şey O’na denk değildir.

Bu sûrenin nüzul sebebi daha önce geçmişti. İkrime der ki: Yahudîler; biz Allah’ın oğlu Uzeyr’e tapıyoruz, dediler. Hıristiyanlar da; biz Allah’ın oğlu Mesih’e tapıyoruz, dediler. Mecûsîler; biz aya ve güneşe tapıyoruz, dediler. Müşrikler; biz putlara tapıyoruz, dediler. Bunun üzerine Allah Celle Celaluhü hazretleri de Resulü Sallallahu aleyhi vesellem efendimize: «De ki; O Allah, bir tektir.» ayetini indirdi. O, birdir ve tektir. Benzeri olmadığı gibi veziri, şeriki, dengi de yoktur. Bu ifâde isbât sadedinde yalnızca Allah Celle Celaluhü hazretleri için kullanılır. Başka birisi için kullanılmaz. Çünkü O, sıfatlarının ve fiillerinin tümünde en mükemmelidir.

«Allahtır, Samed’dir.» İkrime, îbn Abbâs Radıyallahu anh hazretlerinden nakleder ki: Bütün mahlûkâtın ihtiyâç ve isteklerinde kendisine dayandıkları zâttır. Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs Radıyallahu anh hazretlerinden nakleder ki; o, bu âyete şöyle mânâ vermiştir: O, lutfunda mükemmel olan efendidir. Şerefi en üstün olan Şeriftir. Azameti en yüce olan Azîm’dir. Hilmi en mükemmel olan Halîm’dir. İlmi en mükemmel olan Alîm’dir. Hikmeti kemâle ermiş bulunan Hakîm’dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O, Allah Celle Celaluhü hazretleridir tenzih ederiz O’nu. O’nun sıfatları bunlardır. O’ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz. O’nun dengi yoktur. O’nun gibi hiç bir şey yoktur. Vâhid, Kahhâr olan Allah Celle Celaluhü hazretlerini tesbih ederiz.

A’meş, Şekîk kanalıyla Ebu Vâil’den nakleder ki Samed kelimesi; efendilikte son dereceye varmış olan efendi demektir. Âsim da bu rivayeti Ebu Vâil kanalıyla İbn Mes’ûd’dan nakleder.

Mâlik, Zeyd İbn Eslem’den naklen der ki: Samed; efendi, demektir. Hasan ve Katâde de; yaratıklarından sonra bakî kalan, demektir derler. Yine Hasan der ki: Samed; hiç zeval bulmayan Hayy ve Kayyûm, demektir. îkrime ise; kendisinden hiç bir şey çıkmayan ve bir şey yemeyen anlamına gelir, der.

Rebî’ İbn Enes; Samed, doğmamış ve doğurulmamış olan demektir. Sanki o ikinci âyetteki: «Doğurmamış ve doğurulmamıştır.» kavlini Samed’in tefsiri olarak kabul etmektedir ki bu, sağlam bir tefsirdir. Bu konuda İbn Cerîr’in Übeyy îbn Kâ’b’tan naklettiği hadîs yukarıda geçmişti. O hadîs te açıkça bu mânâyı destekler.

Abdullah İbn Mes’ûd, Abdullah İbn Abbâs, Saîd İbn Müseyyeb, Mücâhid, Abdullah İbn Büreyde, İkrime, Saîd îbn Cübeyr, Atâ İbn Ebu Rebâh, Atıyye el-Avfî, Dahhâk ve Süddî; Samed kelimesinin, karnı olmayan, anlamına geldiğini belirtirler.- Süfyân es-Sevrî de Mansûr kanalıyla Mücâhid’den; Samed kelimesinin, içinde boşluğu bulunmayan anlamına geldiğini bildirir. Şa’bî ise bu kelimenin, yemek yemeyen ve içecek içmeyen demek olduğunu söyler. Abdullah İbn Büreyde de bunun; parlayan nûr anlamına geldiğini, bildirir. Bütün bu rivayetleri İbn Ebu Hatim, Beyhâkî, Taberânî rivayet edip anlatırlar. Ebu Ca’fer îbn Cerîr Taberî de bunların çoğunu kendi isnâdıyla beraber nakleder ve der ki; Bana Abbâs İbn Ebu Tâlib… Büreyde’den nakletti ki —ben onun bu ifâdeyi peygambere kadar ulaştırdığını biliyorum— Samed; karnı olmayan, demektir. Bu, gerçekten garîbtir. Doğru olan, bunun Abdullah Ibn Büreyde’den mevkuf olarak nakledilmesidir.

Hafız Ebu’l-Kâsım et-Taberânî Sünnet bahsinde, Samed kelimesinin tefsîriyle ilgili yukarıda söylenenlerin pek çoğunu irâd ettikten sonra şöyle der: Bütün bunlar, sahihtir. Bu, Azîz ve Celîl olan Rabbımızm sıfatlandır. İhtiyâçlar konusunda kendisine başvurulan O’dur. Cömertliği ve lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan O’dur. O, karnı olmayan, yeyip içmeyen Samed’dir. Ve O, yaratıklarından sonra bakî kalandır. Beyhâkî de buna benzer bir rivayeti nakleder.

«Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O’na denk değildir.» Ne onun çocuğu vardır, ne babası, ne de eşi. Mücâhid, «Hiç bir şey O’na denk değildir.» kavline; O’nun eşi yoktur, diye mânâ vermiştir. Bu, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin şu ayeti gibidir: «Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Onun nasıl çocuğu olabilir? O’nun bir eşi de yoktur. Ve her şeyi O yaratmıştır. O, her şeyi en iyi bilendir.» (En’âm, 101) Yani O, her şeyin sahibi ve yaratanıdır. Öyleyse yaratıklarından O’nun benzeri ve eşi, yahut O’na yaklaşan nasıl bulunabilir? O, yücedir, mukaddestir, münezzehtir. Tıpkı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin diğer âyet-i kerîme’lerde buyurduğu gibi: «Bir kısım kimseler: Rahman çocuk edindi, dediler. Andolsun ki; ortaya çok kötü bir şey attınız. Neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar göçecekti; Rahmân’a çocuk isnâd etmelerinden ötürü. Oysa Rahmân’a çocuk edinmek yaraşmaz. Çünkü göklerde ve yerde olan her şey, Rahmân’a kul olarak gelecektir. Andolsun ki, ilmi onları kuşatmış ve teker teker saymıştır. Hepsi kıyamet günü O’na tek olarak gelecektir.» (Meryem, 88-95) Ve yine Enbiyâ sûresinde şöyle buyurmaktadır: «Dediler ki: Rahman çocuk edindi. O’nun sânı yücedir. Hayır, onlar ikram edilmiş kullardır. Onlar sözle asla O’nun önüne geçemezler. Ancak O’nun emriyle hareket ederler.» (Enbiyâ, 26-27) Sâffât sûresinde ise şöyle buyurur: «O’nunla cinler arasında bir neseb bağı uydurdular. Andolsun ki; cinler de, onların götürüleceklerini bilmektedirler. Allah, onların nitelendirdiklerinden münezzehtir.» (Sâffât, 158-159) Buhârî’nin Sahîh’inde buyurulur ki: İşittiği eziyyetlere Allah’tan daha çok sabreden hiç bir kimse yoktur. Kullar O’nun çocukları olduğunu iddia ederler de O, yine kendilerini rızıklandırıp sağlıklı olarak yaşatır. Buhârî der ki: Bize Ebû Yemân… Ebu Hüreyre’den nakletti ki; Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizşöyle buyurmuş: Azîz ve Celîl olan Allah buyurdu ki: Âdemoğlu hiç hakkı yokken Beni yalanladı. Hiç yeri yokken Bana küfretti. Onun Beni yalanlaması; beni ilk yarattığı gibi geri döndüremez, demesidir. Halbuki ilk yaratma, Benim için geri döndürmeden daha zor değildir. Onun Bana küfrü ise; Allah çocuk edindi, demesidir. Halbuki Ben, bir ve tekim. Doğurmamış ve doğurulmamış olan Samed’im. Eşi ve benzeri bulunmayanım. Bu rivayeti aynı şekilde Abdürrezzâk… Ebu Hüreyre’den nakleder. Ancak bu şekliyle her iki rivayette de Buhârî münferid kalmıştır. 6

1-www.yeşilkoridor.net adresinden yararlanılmıştır.

2-Tirmizi, K. Tefsir el-Kur’an, Sure: 112, bab: I, Hadis no: 3364

3- Buharı, K.el-Tevhid. bab: 1 / Neseî, K. el-İflilah.bab: 69

4-Buharı, K. el-Ezan,bab: 106 www. haznevi.net adresinden de yararlanılmıştır.

5-www.dinimizislam.com adresinden de yararlanılmıştır.

6-İbn Kesir Tefsiri www.haksever.net adresinden de yararlanılmıştır.

Letaif Dersleri

Letaif; Arapça ‘Latife’ kelimesinin çoğulu olup “Latifeler” anlamındadır. Latife insan vücuduna yerleştirilmiş manevi, nuranî cevherlere verilen isimdir.

Gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherler olan Letâif, baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin-kafir her insanda mevcuttur. Kâmil mürşidler bu cevherleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve görevlerini tespit etmişlerdir.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri insanı on asıl şeyden yaratmıştır. Beşi mahlukat alemi denilen hâlk alemindendir. Bunlar toprak, su, hava ateş ve nefistir. Bunların başkanı ve hakimi nefistir.

Âlem-i emrden olan Letâif, ruhanî ve nûrani, âlem-i halktan olan Letâif ise cismâni ve zulmânidir.

Bir mü’minin nefsi, yedi sıfatında terakki edebilmesi için vücudunun içinde bulunduğu letâif-i seb’a denilen letâifin de; zikir, fikir ve tefekkürle tasfiye ve terbiye görmesi lazımdır.

O yedi sıfat da: Kalp, Sır, Ruh, Hafi, Ahfa ve Nefs-i natıka ile tüm bedendir. İnsanı diğer canlılardan ayıran fark âlem-i emrden olan rûhâni ve nûrani letâif-i hamse (letaifden beş tanesi) kalb, ruh, sır, hafi, ahfa âlem-i emrdendir. His, hayal, yön ve mekanla sınırlanmayan, mesafe ve maddesi olmayan, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ‘ol’ emri ve iradesinin tecelli etmesiyle yaratılan şeylerden oluşan Âlem-i emr(=emir âlemi)’den olan letâif, rûhani ve nûranidir.

Nefs ile cesedin ihtiva ettiği Dört Unsur ki ateş, hava, su ve toprak- da Ölçü ve hesap ile bilinebilen, gözle görülen ve incelenebilen cisimlerden oluşan âlem-i halktandır. Halk âleminden olan letâif cismâni ve zulmânidir.

Diğer beş unsur ise, asılları âlem-i emirden olan insani kalb, ruh, sır, hafi ve ahfadır. Bunların başkanı ve hâkimi kalptir.

Allah Celle Celaluhü hazretleri, kudreti ve hikmetiyle aşk yoluyla her iki âlemin latifelerinin aralarını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. Öyle ki bunlar birbirinden ayrılmak istemezler. Bu aşktan dolayı halk âleminin latifeleri emir âleminin latifelerini hükmü altına almıştır.

LETAİFİN VÜCUDDA YERLEŞİM YERLERİ:

Letâifin makamları, nurları, adetleri ve yapılış sebepleri:

1. Kalp makamı: Sol memenin iki parmak altında, Hazreti Âdem Aleyhisselamın kademi ve mebde-i terakkileri tahtında olup; nûru sarıdır. Sâlik, râbıta, zikir veya rüya esnasında sarı bir nûr ile karşılaşır.

2. Ruh makamı: Sağ memenin iki parmak altında, Nuh ve İbrahim aleyhisselâmların kademleri ve mebde-i terakkileri tahtında olup; nûru kırmızıdır.

3. Sır makamı: Sol memenin iki parmak üstünde, Musa aleyhisselâmın kademi ve mebde-i terakkileri tahtında olup; nûru beyazdır.

4. Hafî makamı: Sağ memenin iki parmak üstünde, İsa aleyhisselâmın ka-demi ve mebde-i terakkileri tahtında olup; nûru siyahtır.

5. Ahfa makamı: İki meme arasında, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin mebde-i terakkileri tahtında olup; nûru zümrüt yeşilidir.

6. Letâif-i Nefs makamı: İki kaş ortasında olup nûru turuncudur.

7. Letâif-i Kül makamı: Perçem, alın ortası olup; nûru akik rengindedir.

Bu letâif nûrları ancak; sâlik, zikrini huzurla çeker ve kalbini her türlü kayıttan tecrid ederek farz ve sünnetleri hakkıyla yerine getirirse zuhûr eder. Letâif nûrlarının her sâlikte zuhûr etmesi gerekmez. Sâlik, daha başlangıçta, beşerî vücûdunu mahvedip doğrudan siyah nûru müşahede edebilir; ondan başkası da zuhûr etmez. O siyah nûrdan geçerse, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin nûrunu müşahede eder.

Sâlik, bütün uzuvlarını bir ayna karşısında görüyormuş gibi bütün makamların belirtilen yerlerine müteveccihen, Allah zikrini yaparsa, kısa bir sürede Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ilhamına nâil olur. Hangi uzvu ile zikretmek isterse, onunla zikreder ve ten kulağı ile seslerini dahi işitir. Bundan sonra, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine hamd-ü senâlar ederek her gün dersine devam eder. Bu hizmetin sükûtu hiç bir zaman düşünülemez. Bırakmak istese de bırakamaz. Zira vücut, hakikî gıdasını bulmuştur.1

Kalb bütün latifelerin merkezi olup “Ruh”un sarayıdır. Ruh kalbde egemen olunca, bedeni “Ruh”un emirlerine göre yönetir; ruh vasıtasıyla aldığı ilâhi feyiz ve terbiyeyi bedenin bütün işlerine yansıtır. Kalpte yakîn nûru parlamaya başlayınca dünya hayatı fâni ve kıymetsiz görünür. Çünkü kalp, marifetullah nûrunun parlayacağı yegâne mahaldir ki, iman güneşi o burçtan doğar. Bütün ilâhi sırlar orada gizlidir. Kalpte o hakiki, lâhutî güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanın bütün azalarında zâhir olur. O zaman kulluk vazifelerini; derin ve derûni bir zevk ve neş’e içinde seve seve îfa eder. Kalbin salahının cesede sirayetini Buhari’deki şu Hadis-i Şerif izah etmektedir: “Dikkat ediniz ki, insanın cesedinde bir et parçası vardır ki, o et parçası sâlih oldukça bütün vücuddaki âzalar sağlam olur. Eğer o fasid olursa bütün cesedi bozulur. O et parçası kalptir.”

Terbiye olmamış nefs, devamlı kötülüğü emreden sıfatıyla kalbi tamamen hükmü altına aldığı zaman, kalbden Allah Celle Celaluhü hazretleri için hiç bir hayırlı amel çıkmaz. Bu durumda ruh da, nefsin arzularına bağımlı hâle gelir. Artık kalb ve ruh asli vazifelerinden uzaklaşmış ve ölmüşçesine gaflete düşmüş olurlar. Bu hâl kalbin perdelenmesi ve günahlarla kararmasıdır.

İnsanın bu durumdan kurtulması için çok ciddi bir tedaviye ihtiyacı vardır. Bu tedavinin en güzel ve en kolay yolu bir mürşid-i kâmilin elinden tövbe alıp, kendisine intisap edip manevi terbiyeden geçmektir.

www.tasavvuf.info

www.hudaverdi.org adreslerinden faydalanılmıştır.

“Azim” Esması

AZİM

Bir toplumun büyüğü, kendisine karşı çıkılamayan ve emirleri üzerine hareket edilendir. Ancak böyle olmakla beraber bu kimse zaman gelip çeşitli nedenlerle zayıf düşer, aciz kalır, mağlup edilir, sahip olduğu saltanatından ortada eser kalmaz. Oysa Allah Celle Celaluhü hazretleri, mutlak güç sahibidir ve hiçbir şey O’nu güçsüz kılıp aciz düşüremez. Karşı çıkılıp mağlup edilemez. O gerçek büyüktür. Bu ismin başkaları için kullanılması mecazi anlamdadır. Hakiki büyüklük Allah Celle Celaluhü hazretlerine mahsustur.

O, her büyükten daha büyüktür. Bu yüzden hiçbir akıl, O’nun büyüklüğün kavrayamaz. Yaratılan bütün varlıklar O’ndan birçok ilimler öğrenmiş olsa bile, bu bilgiler sınırlı ve sonludur. Akılların, sonsuz nurunu kavramaktan aciz kaldığı, anlayışların izzetinin aydınlığında kaybolduğu Allah ne yücedir. Bütün her şey Allah’ın yüceliğine, büyüklüğüne ve kemaline göre bir hiç gibidir. O’nun azametinin başlangıcı, yüceliğinin sonu yoktur. 1

Allah Celle Celaluhü hazretleri hiç bir şeye muhtaç değildir ve yarattığı her şeyde O’nun büyüklüğünü görmek mümkündür.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin azametini tefekkür eden insan; O’nun büyüklüğü karşısında gafletten kurtulur, imanı kuvvetlenir; aczi ve kusurlarını anlar. Âlemin düzenliliğini, yaratılış gayesini, verilen nimet ve güzellikleri, dünyanın geçiciliğini, süt veren hayvanlardaki icazı, gece ve gündüzün dönüşümünü düşünen insan, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sonsuz ihsanlarıyla kullarını nasıl donattığı karşısında O’nun büyüklüğünü idrak eder.

Büyüklük ve ululuk yalnız ve yalnız Allah’a aittir. Bunların gerçekleri kavranılamadığı gibi mahiyetlerine de ulaşılamaz. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri şöyle dedi: “Büyüklük benim örtümdür, ululuk da elbisemdir. Kim bu iki şeyde benimle çekişirse ona azabı veririm.” 2

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin büyüklüğü ve azameti kuşkusuz bir insanın kavrama sınırının çok üstündedir. Fakat insan yine de kendi aklının sınırları dâhilinde Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ne kadar güçlü ve kudretli olduğunu görebilir, anlayabilir. Zira tüm kâinat Allah Celle Celaluhü hazretlerinin büyüklüğünü gösteren sayısız örnekle doludur. İnsanın yalnızca içinde yaşadığı dünyayı biraz incelemesi dahi, her şeyi yaratan Allah Celle Celaluhü hazretlerinin azametini hissettirecektir.

Tonlarca ağırlıkta bulutları taşıyan gökyüzü, binlerce metre yükseğe uzanan dağlar, içlerinde milyonlarca çeşit canlının bulunduğu denizler, çakan şimşek ve onun ardından gelen gök gürültüsü ve Allah Celle Celaluhü hazretlerine boyun eğmiş milyarlarca canlı… Bunlar ve burada sayılamayan sayısız detay Allah Celle Celaluhü hazretlerinin büyüklüğünün açık delillerindendir.

Bir de dünyanın biraz dışına çıkıp düşünelim. Evren adını verdiğimiz sınırsız bir mekân içinde yaşıyoruz. Bugün bilim adamlarının ulaşabildikleri bilgi seviyesine göre bu evren, içinde milyarlarca galaksiyi barındırıyor. Peki, bu galaksilerin içinde neler var? Yine bilimin bize bildirdiği, her galaksi içinde milyarlarca yıldız bulunduğu. Biz de içinde milyarlarca yıldız içeren milyarlarca galaksiden birinin içinde, Dünya ismi verilen ve saatte 1670 km. hızla hiç durmadan dönen bir gezegen üzerinde yaşıyoruz. Ve kuşkusuz bu rakamlarla düşünüldüğünde, kainat içindeki varlığımızın, bir toz zerreciğinin dünya içindeki varlığı ile dahi kıyaslanamayacak derecede olduğu anlaşılacaktır.

İşte insan, samimi olarak düşündüğünde dahi milyarlarca galaksiyi yaratan ve tümünü kontrolü altında tutan Rabbimizin azametini fark edebilir. Rabbimiz tüm kâinatı yaratan, milyarlarca yıldızı barındıran, milyarlarca galaksinin tümünü kontrolü altında tutan büyük bir gücün sahibidir. 3

Bir Müslüman ihlâsla, inanarak ve yaşayarak “Yâ Azim” diye bu mübarek ismin zikrine devam ederse onun tecellisine nail olur. İzzet ve şerefe kavuşur. Şifa bulur. Korkulardan emin olur. 4

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Safiyye (Kamile) dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “KAHHAR” Esmasıdır.5

1-Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

2-Muslim, 136

3-Allah’ın İsimleri, 2005 Harun Yahya

4-Yüce Allah’ın Güzel İsimleri Esmâ’ül Hüsna, Rauf Pehlivan, İstanbul Dağıtım A.Ş., 2002

5- Miftah’ül İrşad 1993

www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Aliyy” Esması

ALİYY

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin yüceliğinin üstünde hiçbir yücelik yoktur. Bütün dereceler ve mertebeler O’ndan aşağıdır. Allah Celle Celaluhü hazretleri, her üstün ve yüksek makamın daha üstündedir. Zira varlıklar ya etkileyen veya etkilenendir. Etkileyen etkilenenden üstündür. Allah Celle Celaluhü hazretleri, her varlığı etkileyendir. Bütün varlıklara O’nun bir eseri ve etkilenenidir. Bu yüzden O, bütün varlıklardan daha üstün ve yücedir. 1

Allah Celle Celaluhü hazretleri kendi zatında yücedir. Bu yüzden her şeyden daha yücedir. O’nun bu yüceliği cihet ve mekân bakımından değildir. Zira O, cihet ve mekândan münezzehtir.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin varlıklar üzerindeki üstünlüğüne, yüceliğine, büyüklüğüne inanıp bunu müşahede eden kimse, bu sıfatın gereği olarak O’na ibadet eder. Kalbinde sonsuzluk nuru ışıldar.

Allah Celle Celaluhü hazretleri Kuran’da kendisini bizlere tanıtmıştır: Tüm âlemleri yaratan, kainatın tek hakimi olan Allah Celle Celaluhü hazretleri uludur. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların yegâne sahibi O’dur. O’ndan başka ilah yoktur, Allah Celle Celaluhü hazretleri insanların şirk koştuklarından çok yücedir. Tüm mülk O’na aittir; O, her şeye güç yetirendir. O, yüce makamların da sahibidir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk; Allah Celle Celaluhü hazretleri âlemlerden müstağnidir. Kuşkusuz ‘en güzel isimler’ Allah Celle Celaluhü hazretlerine ait olduğu için O’nu eksiksiz olarak tarif etmek bir insan için mümkün değildir. O’nu ancak kendisinin bize bildirdiği ile tanıyabilir, yüceliğini ancak Kuran ayetleriyle takdir edebiliriz. 2

Allah Celle Celaluhü hazretleri sonsuz güzellik ve sonsuz yücelik sahibidir. İnsan Allah Celle Celaluhü hazretlerini ancak Kendisi’nin bildirdiği kadarıyla tanıyabilir, Yüceliğini ancak Kuran ayetleriyle takdir edebilir. Allah Celle Celaluhü hazretleri, bir ayetinde Kendi yüceliğini Bakara Suresi 255’inci ayetinde şöyle tarif etmiştir: “Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, Kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi o’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür”

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Merdiyye dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “KAYYUM” Esmasıdır.3

1.Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

2.Allah’ın İsimleri, Harun Yahya, Vural Yayınları, 2000

3- Miftah’ül İrşad 1993

www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Samed” Esması

SAMED

Her şey ona muhtaç , o hiçbir şeye muhtaç değil” anlamına gelir. Kur’anı kerimde bir defa geçer1

Tüm evrende gerçek güç sahibi olan yalnızca Allah Celle Celaluhü hazretleridir. İnsanın karşılaştığı her türlü sıkıntıyı, zorluğu, ihtiyacı giderebilecek olan da ancak O’dur. İnsanlar kimi zaman kendilerini yaratanı unutup O’ndan başka veliler edinir; gücü, onuru ve yardımı onların yanında bulmaya çalışırlar. Oysa bu insanlar bir aldanış içindedirler; çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah Celle Celaluhü hazretlerinden başka güç sahibi yoktur. O dilemedikçe hiçkimsenin bir başkasına faydası veya zararı dokunamaz. İnsan için her türlü sıkıntıdan kurtulmanın tek yolu ‘bütün kuvvet ve onur’un sahibi olan Yaratıcısı’na sığınmaktır. Çünkü O, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olup kendisine yönelen samimi kullarına icabet eder ve onların üzerindeki zorlukları, sıkıntıları kaldırır. 2

Hak Teâlâ katında her şeyin mutlaka hazineleri vardır ve bundan dolayı da O Samed’dir. Lakin o hazineler değişmez bilgilerden ibarettir. Çünkü onlar O’nun katında sabittir. O, onları bilir ve görür ve bütün içindekileri de görür, bildiği ve gördüğü içindir ki onlardan dilediğini vücuda getirir, açığa çıkarır, dilediğini de bırakır. Onlar O’nun hazinelerinde olmakla sonlu ve sınırlı değildir, sonsuzdurlar. Varlıkların hepsi Allah Celle Celaluhü hazretlerinin elindedir. Ondan hiçbir şey ait olduğu hazinenin dışına indirilmez, hepsi Allah Celle Celaluhü hazretlerinin indinde koruma altındadır. Bütün hazineler ve hazine bekçileri Allah Celle Celaluhühazretlerinin olduğu için gerçekte âlem onun içinden hiçbir şeyin dışarıya çıkmadığı bir tek hazine durumundadır. Çünkü hepsi de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin elinde ve O’nun katındadır. Bundan dolayıdır ki, her konuda iltica olunacak ve başvurulacak Samed ancak O’dur. Kimi Allah Celle Celaluhü hazretlerine tevekkül eder, kimi de sebebe tevekkül eder. Şu kadar var ki, sebepler kendilerine sarılan ve sığınanlara çok kere hainlik eder. Hak Celle ve âlâ ise kendisine sığınıp işlerini ısmarlayanı muhakkak selâmete çıkarır. Bütün hazineler O’nun katında olduğu, senin de o hazinelerden biri olarak yine O’nun mülkü bulunduğunu bilirsen kalbin O’na güvenmiş olacağı için O senin yanında, sen O’nun yanındasın demektir.3

Her müslüman, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden başka Samed olmadığını bilmelidir. O’nun tek ve bir olduğunu bilerek yalnız O’na yönelmelidir. Bütün ihtiyaçlarını O’ndan istemeli, her sıkıntıdan O’na sığınmalıdır.İnsanlardan veya başka varlıklardan herhangi bir aracı olmadan direkt Allah Celle Celaluhühazretlerinden talepte bulunmalıdır. Her türlü anlaşmazlık durumunda Allah Celle Celaluhü hazretlerinin dinine başvurmalı ve yalnız O’nun yasalarını hakem kabul etmelidir. Başına gelen bütün olaylarda tek başvuru kaynağı allah’ın dini olmalı, sıfat ve nitelikleri üstün olanın indirdiği Kitab’a ve peygamberin sünnetine daima müracaat etmelidir. 4

Samed ismi, İhlas Sûresi’nin ayetleriyle örülen ihlas kubbesinin tepe taşıdır. Diğer bütün taşlar onun duruşunu tamamlar. Onun duruşu bütün taşlara anlam verir. İhlas Sûresi’nin nihaî anlamı Samed isminin anlamında kristalleşir ve somutlaşır. Samed isminin anlamını hisseden doğrudan Allah’a, sırf Allah’a yönelir, böylece ihlasa muvaffak olur. Çünkü bilir ki, her an her işinde O’na muhtaçtır; O’ndan başkasından meded ummaz. Bilir ki, her an muhtaç oldukları da yalnız O’na muhtaçtır; başkalarına dayanmaz. Yalnız Samed’i “dayanak” bilir.5

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Radiyye dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “HAYY” Esmasıdır.6

1- www. davetci.com adresinden Mahmut toptaş hoca efendinin açılamalarından faydalanılmıştır

2- Allah’ın İsimleri, Harun Yahya, Vural Yayınları, 2000

3- Fütuhat-ı Mekkiyye, Muhyiddin Arabî

4- Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

5- Esma Günlüğü, Dr.Senai Demirci, Altınoluk, 2003, Mart, 2005

6- Miftah’ül İrşad 1993

www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Ehad” Esması

EHAD

Ehad ismi, Rabbimizi eşyanın varoluşunda işgören bütün sıfatların mevsufu ve bütün isimlerin müsemması olarak bildirir bize. Böylece, yaratma fiilinde şirke hiçbir mahal bırakmaz.

Ehad ise Allah Celle Celaluhü hazretlerinin her bir şeyde kendine âit birlik tecellisidir. Said Nursî Rahmetullahi aleyh hazretleri Vâhidiyyet ve Ehadiyyeti şöyle tarif etmektedir: Vâhidiyyet, “bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır” demektir. Ehadiyyet ise, herbir şeyde her şeyin yaratıcısı olan Allah Celle Celaluhü hazretlerinin isimlerinin ekserisi tecelli ediyor demektir. 1

Yine Ehad ismi, Allah Celle Celaluhü hazretlerini ‘herşeyi yaratan’ olarak tarif eden Vahid ismine kıyasla, ‘her bir şeyi yaratan’ olarak tanıtır bize. Her bir şeyin onu başka herşeyden ayıran bir kimliği, tarif edile bilirliği, ferdiyeti, biricikliği vardır ve bu keyfiyet Ehad isminin bir cilvesidir. Her insanın bir ferdiyetinin olması, onu diğer insanlardan ayıran bir sûretinin, simasının, sîretinin ve şahsiyetinin olması da işte bu sırdandır. Ehad de Onun zat ismidir

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri İhlas suresi 1’inci ayetinde Şöyle buyuryor:“De ki, Allah ehaddir, birdir”

Burada zatı bakımdan bir demektir.

Buradaki (Bir) kelimesini sayı bakımından bir gibi anlamamalı. Öyle anlaşılırsa Allah Celle Celaluhü hazretleri madde, cisim gibi anlaşılır. Halbuki Allah Celle Celaluhü hazretleri hiç bir şeye benzemez, hayal edilen şey mahluktur, O her hayalden farklıdır. Mücessime ve Müşebbihe denilen fırkalar, Allah Celle Celaluhü hazretlerini yürüyen, oturan madde, cisim gibi görür.

Vâhid ve Ehad isimleri arasındaki fark:

Ehad ismi de Vâhid ismi gibi aynı kökten türemiş­tir. Her ikisi de Allah Celle Celaluhü hazretlerinin bir ve tek olduğunu ifade eder. Ancak Said Nursi Rahmetullahi aleyh hazretleri, aralarındaki farka kısaca şöyle dikkat çeker. Meselâ, güneşin ışığı ve ısısı, bütün yeryü­zünü kaplayıp kuşatması “vâhid”in tecellî­sine örnektir. Her bir şeffaf parçada ve su damlalarında, güneşin ışığı, ısısı, yedi rengi ve aksinin bulunması da “ehad”in tecellîsine örnektir.

İşte Cenâb-ı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin Muhyî ve Rezzak gibi isimlerinin bir bütün olarak kâinatın tama­mında tecellî etmesine Vâhid isminin tecel­lîsi denir. Çünkü bu isimler kâinatın her ye­rini kaplamış, dünyadan yedi kat göğe kadar varlıkların diriltilmesi ve onlara rızık veril­mesi gibi isimlerin tecellîleri bütün ihtişa­mıyla her tarafta görünüyor. Buna Vâhid is­minin tecellîsi denir.

Ehad isminin tecellîsi ise, Cenâb-ı Hakkın isimlerinin her bir varlıkta bir bir tecellî et­mesi ve üzerlerinde izlerinin görülmesidir. Meselâ bir kuşta Muhyî, Rezzâk, Sânî gibi isimler tecellî edip izleri görünürse, buna Ehad isminin tecellîsi denir. Muhyî ismini ele alalım. Muhyî ismi kuşun üzerinde tecellî edip, hayat izi (cilvesi) onun üzerinde görü­nürse, buna Ehad isminin tecellîsi denir. Di­ğer isimler de böyledir. Özetlersek, isimlerin kâinatı kuşatmasına Vâhid isminin tecellisi (vâhidiyet); isimlerin varlıklarda bir bir tecellî edip üzerlerinde izlerinin (cilvelerinin) gö­rünmesi­ne de Ehad isminin tecellîsi (Ehadiyet) denir.

Ayrıca esas organların (el, ayak, göz, kulak ve saire) bütün insanlarda bulunması vahidi­yete; bunların her bir insanda özel bir görü­nüş içinde bulunması da ehadiyete ör­nek olarak verilebilir. 2

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Mutmainne dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “HAKK” Esmasıdır.3

1- Said Nursî, Mektubat, s. 229.

2- Sözler (http://groups.yahoo.com/group/TasavvuF/message/2392)

3- Miftah’ül İrşad 1993

“Vahid” Esması

VAHİD

Vahid : Tek ve eşsiz. Zatında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde, asla ortağı veya benzeri dengi bulunmayan.

Benzeri olmayan tek”anlamına gelen “Vahid” ismi şerifi Kur’anı Kerim’de 21 defa tekrarlanmıştır.1

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bölünmesi ve sayısının artması söz konusu olmayan ve bir ve tek olduğunu ifade eden ismidir.

Ey insanlar! hepinizin ibadet ve kulluğuna layık ve buna hakkı olan gerçek ilâhınız, bir tek ilâhtır. “Vâhid” sıfatı ile nitelendirilmiş bir ilâhtır ki, ilâhlıkta tektir. Hem sizden başkalarının da diğer bir ilâhı var sanmayınız. O’ndan başka hak olan hiçbir ilâh yoktur. O’ndan başka ilâh tutulanların hiç biri ilâhlığa layık değildir. Hepsi boş, hepsi batıldır. O’ndan daha üstün veya O’na denk bir ilâh düşünülmesi imkansız olduğu gibi, O’ndan daha aşağı seviyede olmak şartıyle de O’nun ilâhlığına ortak olabilecek mabudlar, tanrılar yoktur. İlâhlığa ortak olmak mümkün değildir. Gerçek ilâh ancak o tek olan Allah Celle Celaluhü hazretleridir. O’nun bütün yaratıklara başlangıç olan birçok isimleri ve sıfatları varsa da, yine zatından hakkıyle bahsetmek mümkün değildir. Hakk’ın gerçek mahiyeti, her türlü bileşimden uzaktır. O tek olan Ferd’i vasıflandırmak imkansızdır. Çünkü vasıf, vasıflanan ile sıfat arasında az çok bir başkalık gerektirir. Başkalık olunca da ferdîlik kalmaz. Bir de herhangi b r şeyden haber vermek, kendisinden haber verilen bir şey ile, haber verme şekli ister. Bu ise ferdî-liğe aykırıdır. Bunun için türetilen isimlerin hepsi de Hakk’ın gerçek mahiyetinin, birliğinin aslına ermekten uzaktır. O’nun zatına en son “O” denebilir. 2

Ezelde yalnız Allah Celle Celaluhü hazretleri vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir hadislerinde bu anlama şöyle işaret etmiştir. Sadece Allah vardı O’nunla birlikte hiçbir şey yoktu”. Büütn celâl ve kemal sıfatları sadece Allah’ta bulunmaktadır. Bu yönüyle O, bir ve tektir. Bütün varlıkları idare eden ve işleri yürüten yalnız O’dur. Bir şeyi yaratmak ve yapmak için herhangi bir maddeye, süreye, alete ve hazırlığa ihtiyacı yoktur.

Kulun ilâhı, her halde ve her vakitte ona gerek olandır. O, gerçek olup O’nun dışında kalan bütün ilâhlar batıldır. Kul nerede olursa olsun, allah, sıkıntı anında ve ihtiyaç duyduğunda hep onunla birliktedir. Yok olup giden ilâhlar hiçbir zaman işe yaramaz.3

Helali, haramı yasalaştırmak; sevabı ve günahı belirlemek gibi, kullarını ödüllendirmek veya sadece cezalandırmakta O’na mahsustur.Bütün bu hususlarda Allah Celle Celaluhü hazretleri yerine başkalarını koymak veya Allah Celle Celaluhü hazretlerine benzeterek yetkili saymak şirktir; affı olmayan en ağır suçtur.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin büyüklüğünü kavrayamayan insanlar yüzyıllardır O’na denk güçler bulmaya çalışmışlar, O’nu göremedikleri için gözlerinde yücelttikleri şeylere tapmışlardır. Kimisi çok parlak ve güçlü gördüğü için güneşi daha üstün tutmuş ve ona tapmış, kimisi de yıldızların önünde eğilmiştir. Hatta bazıları akılsızlığın boyutlarını o kadar genişletmiştir ki tüm acizliklerine rağmen, kendilerinin de çok güçlü olduğunu söyleme cesaretini göstermişlerdir. Allah Celle Celaluhü hazretlerine denk ilahlar bulmaya çalışmak yalnızca geçmişte yaşayan insanlara mahsus bir akılsızlık değildir. Günümüzde de pek çok insan Allah Celle Celaluhü hazretlerine ortak koşarak, O’nun eşinin ve benzerinin olamayacağını inkar eder. Bu inkarcılar belki görünürde güneş, yıldızlar vs. gibi birer put edinmemişlerdir; ama onlar da kendileri gibi aciz olan diğer insanlara veya değer verdikleri metalara (zenginlik, güzellik, güç vs.) taparlar. Örneğin, tüm yaşamlarını zenginlik, mal-mülk edinmek uğruna harcar ve bu arada Rablerini razı edip etmediklerini hiç düşünmezler. Allah Celle Celaluhü hazretlerini insanlarla, diğer varlıklarla veya metalarla eş tutarlar ki bu da apaçık bir şirktir. Allah Celle Celaluhü hazretleri yaratandır. Kimse güneşi batıdan getiremez, kimse uzayda inanılmaz hızla genişleyen kainatı durduramaz, kimse göğü ve yeri tutamaz ve kimse yoktan bir insan yaratamaz. Bunları ancak kainatta tek olan ve eşi olmayan Allah Celle Celaluhü hazretleri yapabilir. Yaratanla yaratılan ise asla eşit değildir. 4

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Mülhime dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “HÛ” Esmasıdır.5

1-www.davetci.com adresinden Mahmut toptaş Hocanın Açılamalarından yaralanılmıştır

2- Elmalı Tefsiri, Bakara Suresi, 163

3- Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

4- Allah’ın İsimleri, Harun Yahya, Vural Yayınları, 2000

5- Miftah’ül İrşad 1993

6- www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Fettah” Esması

FETTAH

Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri Sebe Suresi 26’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: ” De ki: “Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (her şeyi hakkıyla) bilendir.”

Taraflar arasında hüküm veren; birine yardım edip zafere ulaştıran; hayır ve rahmet kapılarını açan O’dur.

Silah gücü, kelime cambazlığı ve basit mantık oyunlarıyla hakkı batıla karıştırıp, içine zehir, dışına şeker konmuş öldürücü imansızlık tuzaklarına yakalananlar gerçeği anlayamadan giderlerse, ahirette hak ile batılın arasını ‘el-Fettâh’ olan Rabbimiz açacak ve herkes gerçeği görecek, ama iş işten geçmiş olacak.

Çocuk ana rahminde iken çocuğa rızık kapısını açan, çocuk dünyaya gelince bir kapıyı kapayınca annenin göğüslerinden iki kapıyı açan. Göğüslerdeki iki kapı kapanınca acı-tatlı, yaş-kuru yiyeceklerden dört kapıyı açan O’dur.

Her Müslüman, Allah Celle Celaluhü hazretlerinden başka Hâkim olmadığına inanmalı ve O’nun hükmünden başka hüküm kabul etmemelidir.

Müslüman, kapalı olan her şeyi ancak Allah Celle Celaluhü hazretlerinin açabileceğini bilmelidir. Kullarına rızık ve merhamet kapılarını açan, zor ve kilitlenen işleri çözüp açan, hakkı görmeleri için kalplerini ve gözlerini açan, sıkıntı ve darlıktan sonra gönüllerini açıp ferahlık veren, anlaşılmayan kapalı her sorunu kolaylıkla açan O’dur.

Ey Allah’ın kalp kilitlerini açtığı ve kendi katından üzerine nurlar yağdırdığı kişi! Allah’ın kapılarını sana açtığı gibi sen de, ilim anahtarlarıyla cahil ve bilgisiz kimselerin kapalı kapılarını açve onalrın gönüllerini fethet.1

İhlasla “Yâ Fettâh” diye bir Müslüman bu isme devam etse, bütün zor kapılar açılır, gönlünde büyük fetihler meydana gelir. 2

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Levvame dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “Allah” Lafza-i Celali’dir.3

1- Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

2- Yüce Allah’ın Güzel İsimleri Esmâ-ül Hüsna, Rauf Pehlivan, İstanbul Dağıtım A.Ş. 2002

3- Miftah’ül İrşad Hafız M.Yaşar Göletderevi 1993

4- www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.

“Vehhab” Esması

VEHHÂB

Vehhab : Karşılıksız veren, sonu gelmeyen bağışların sahibi

Cenab-ı Hak Celle Celaluhü hazretleri Sad Suresi 9’uncu ayetinde şöyle buyuruyor: “Yoksa, güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?”

Kullarına hiçbir karşılık gözetmeksizin tekrar tekrar ve çok çok bağışlarda bulunan.

Bu isim Allah Celle Celaluhü hazretleri hakkında, kapsamlı ve geniş bağışa; hiçbir karşılık beklemeksizin ve hiçbir amaç gütmeksiizin zorlanmadan daima vermek anlamına gelir. Oysa O’nun dışında bağışta bulunan herkesin dünyevi veya ührevi, er veya geç bir amacı ve çıkarı vardır. Bu yüzden mutlak hibe, yalnız Allah Celle Celaluhü hazretleri için geçerli olup, bu sıfatın O’ndan başkası için kullanılması doğru değildir. Zira hibeler dünyada ve ahirette hiçbir kesintiye uğramadan ve tükenmeden daima Allah Celle Celaluhühazretlerinin kullarına doğru akar. Allah Celle Celaluhühazretlerinden gelen hibeler, bu şekilde sonsuza dek artarak devam eder. Vehhâb ismi Allah Celle Celaluhü hazretlerinin bütün fazlını, ihsanını, keremini, geniş mülkünü ve adaletini kapsar. 1

Her müslüman Yüce Allah Celle Celaluhü hazretlerinin gerçek hibe ve bağış sahibi olduğunu bilmeli, O’nun mutlak Vehhâb olduğuna inanmalıdır. Bu üstün niteliği kazanmaya çalışmalı, insanlara ve diğer varlılara dünyevi veya uhrevi bir karşılık beklemeksizin hibe ve bağışlarda bulunmalıdır.

Müslümanın kendisine vacib olmayan, yalnız Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasını kazanmak için yaptığı hayırlar ve iyilikler hibe sayılır.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sana hibe ettiklerinden sen de başkalarına hibe et..Allah Celle Celaluhü hazretlerinin geçici olarak sana emanet ettiği şeylerde sakın cimrilik etme. Zira O, sen verdikçe sana daha fazla vereceğini vaat etmiştir. Cimrilik edip vermeyenin malını da yıkıma uğratacağını bildirmiştir.

Eğer Allah Celle Celaluhü hazretleri sana, kişileri yüksek derecelere çıkaran önemli bilgiler ve ilimler vermişse sen de hiçbir karşılık beklemeksizin bu bilgi ve ilimleri, ihtiyaç duyanlara öğretmelisin. Ancak gizli sırlar ve bilgileri ehli olmayanlara vermemeye dikkat etmelisin.

Büyük zatlar, bir kimse dua ettiği zaman 7 kere “Yâ Vehhâb” dese o kimsenin duasını Allah Celle Celaluhü hazretleri kabul eder, demişlerdir. Bir şey isteyen, düşman elinde bağlı kalan, rızkında darlık olan, ticaretinde ve kazancında çokluk ve kârlıllık olmayan veya seyrü sülûkünde her hangi bir fethi olmayan kimse üç gece veya yedi gece boyunca gece yarısı abdest alıp ve iki rekat namaz kılıp başını açarak ellerini havaya kaldırarak Yâ Vehhâb” dedikten sonra ihtiyacını Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine arzetse Allah Celle Celaluhü hazretleri onun ihtiyacını karşılar, sıkıntısını giderir. 2

Bu Esmâ-ül Hüsna Nefs-i Emmare dairesinde olan salikin okuduğu Füruu Esmasıdır. Kadiri tarikatının Halisiyye ve Hayriyye Kollarında bu ism-i şerif 100 adet okutulur. Fazla veya Aşağı okunmaz. Bu ism-i şerifin Asıl Virdi ise “Lâ İlâhe İllallah” Kelime-i Tevhidi’dir.3

Kaynaklar:

1- Esma-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004

2-Miftahü’l Kulûb, (Fethiye Evradı Bölümü) M. N.i Ş. Nakşıbendî, Bedir Yayınevi, 2001

3- Miftah’ül İrşad 1993

4- www.biriz.biz ve www.allahınisimleri.net adreslerinden de yararlanılmıştır.