Asıl Esmalar

İKİNCİ DAİRE: NEFS-İ LEVVAME

(salikin başlangıç halidir)

Nefs-i Levvâme: İki sınıftır. Birincisine ehl-i ukbâ, (ahiret ehli), ikincisi tarikat ehlidir.

Ahiret Ehli

Ehl-i ukba’dan olanlar emr-i bil marufu mümkün olabildiği kadar yaparlar.

Nehy-i ani’l-münkerden de sakınmaya gayret ederler.

Bazı kereler suyu üfleyerek içerler ve sofuluğu kimseye vermezler. Bazen da türlü türlü hezeyanlar yaparlar. Ardından pişmanlık zuhur edip tövbe ederler. Sonra kendilerini tutamayıp türlü türlü yanlışlıklar yaparlar. Gene pişman olur tövbe ederler.

Bunların işledikleri günahların hepsi, emmaredeki gibi haram şeyler değillerdir. Yani emmaredeki gibi yasakların hepsini işlemezler. Bazısından tevbe edip kurtulmuşlardır.

Bu halde olan insanlar üçe ayrılırlar:

İlmi ile amel etmeyen âlimler Sofuluğu kimseye vermeyen, ellerine fırsat geçtiğinde dayanamayıp haram işleyen, sonra pişman olanlar.

Ehl-i dünya, bunlar vaaz ve nasihat meclislerinde ağlar, af dileyip tevbe eder sonra yine türlü türlü kötülük işlerler. Emmaredeki gibi Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin affı ile teselli bulamazlar ve bu yüzden pişmanlıkla nefisleri levm ederler.

İçki içmek, zina etmek, sapık ilişkide bulunmak, kul hakkı yemek, rüşvet almak ve yalan söylemek gibi günahlardan hangisi olursa olsun onu bir sebebe dayanarak fiili günah işlerler. Mesela:

İçki meclisinde bulunsalar, orada bulunanları kırmamak için içerler.

Geçim sıkıntısı çekiyorum diye rüşvet alırlar

Yalan söylemeden alış veriş yapılmıyor diyerek doğruyu söylemezler

İnsanlar gülsün diye yalan söylerler.

Tarikat Ehli

Bunlar da tövbelerinde durmazlar. Ama günahları eylem değil, haldir, tavırdır, davranıştır.

Ehl-i tarik birisi, olgun bir mürşidin elini tutunca mürşidi ile bütün haramlardan sakınmak ve bilumum farzları yerine getirmek konusunda ant içip söz keser ve ilaveten şeyh, dervişe zikir verir. Derviş levvame sıfatında ise mürşidin himmeti ile bu anlatılan ehl-i dünya ve ehl-i ukba gibi zahiri sebebi ile o günahları işleyemez.

Günah işlese bile bunu sebepsiz işler. Yani sözü daha geniş söyleyim derken yalan karıştırır, söz arasında birinin gıybetini yapar veya bunlar gibi duyu organlarıyla yapılan günahları da işler. Kalpe edilen kin, kibir, çekememe ve benzeri kötülüklerin hepsi kendilerinde mevcuttur.

Levvame sıfatından kurtulup mülhime sıfatına geçmek için:

Levvame sıfatında olanlara rabıta şarttır. Gezip tozduğu, oturduğu kalktığı yerde şeyhini gönlünden çıkarmadan onun huzurunda, elinden tutuyormuş, hırkasını giymiş gibi veya kendine en uygun gelecek şekilde rabıtaya çalışmalı ve gayret etmelidir. Sonra:

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” hadis-i şerifine uyarak kendini hesaba çekmeli, kendisinde ne kadar kötü huy bulursa hepsini birer birer yazmalı, terketmek için kesin karar vermeli, tevbe etmeli o ahlakın zıddını yapmak için ısrarla çalışmalı. Mesela

Tevbe ettiği kötü huy kibir ise tevazu ile davranmalı

Gıybet ise methetmelidir.

Bir kimsede kusur gördüğünde o kusuru kendisinde görüp şöyle demelidir:

“Ey nefis! İnsan insanın aynasıdır. Eğer bu kusur bende olmasaydı bu kimsede bunu görmezdim. Kendi halimi bu mübarek zatın aynasında gördüm. Bu hal benim halimdir. Ey nefis! Haksız yere ona isnatta bulunursun.”

Böyle söyleyip kendi nefsini ayıplayarak Allahü tealadan af dilemelidir.

“Ya Rabbi! Kalbimde bu küstahlığın olduğunu sen bilirsin. Sen bütün sırları ve gizli olan her şeyi bilirsin. Hepimizi affedip güzel ahlaklı kıl”

Allah’tan korkup o kötü ahlak kendisinden gidip yerine güzel olanı gelinceye kadar böyle yapmalıdır. Buda şöyle anlaşılırki: O’nun olduğu yerde bir kimseyi bir topluluğu kötüleseler bu kimse elinde olmadan onları metheder, methetmeye gücü yetmezse kötüleyenlere buğz ederek sessiz kalır.

Bir daha tespit ettiği kötü huyları kendinde zuhur etmezse anlaşılır ki, mülhime sıfatı kendisine hal olmuştur.

NEFS-İ LEVVAME’NİN RÜYALARI:

Bunun mana âlemindeki ahvalini şekillendirecek olacak Şey’in. sığır, deve, bal, güvercin, tavuk, bal arısı va benzer; hayvanları örnek olarak verebiliriz. Cansız varlıklardan ise. pişmiş yemekler, meyveler ve benzeri gıda maddelerini gösterebiliriz.

O halde (mana âleminde) dikişli bir elbise veya çıplak bir at veya ışığı olmayan bir mum veya fırın, dükkân veya buna benzer bir takım binalar veya saraylar, evler ya da bunlara benzer, şeker, bal ve bir takım meşrubat gören kimse DAÎRE-Î LEVVAME’de bulunuyor demektir.

İnsan bu sıfat ve hayallerle vasıflanmış bulunur; Şimdi NEFS-Î LEVVAME’nin dairesinin halini şerh ve beyan edelim: Koyun, helal nesnenin sıfatıdır. Sığır, insanın menfaatinin sıfatıdır. Deve, eziyet ve cefaları yüklenmenin sıfatıdır. Nitekim Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hadislerinde buna işaretle buyurdu ki:

“Mü’minin şartı, eziyet ve cefalara katlanmak ve başkasına eziyet etmeyi terk etmektir.”

Balık, helal kazanmanın sıfatıdır. Tavuk, güvercin ve benzeri hayvanlar helal mal ve kazanca delalet eder. Bal arısı övgü değer ahlaka delalet eder. Pişmiş yemekler, kişinin karakter ve nefis yapışma delalet eder. Meyve, nefsi söz konusunda ıslah edip onu ihlasa ve bulanık şeylerden kurtarmaya delalet eder. Evler ve dükkanlar, nefsin sükunet bulduğuna dalalet eder.

ÜÇÜNCÜ DAÎRE: NEFS-İ MULHİME

(salikin orta derecesidir)

Nefs-i Mülhimme : İki bölümdür. Birincisi ulemâ-yı amilin, âbidler ve zâhidler. İkincisi ehl-i tarik ehlidir.

Ulemâ-yı Amilin, âbidler ve Zâhidler

Herkes bu sınıfta olanlara iyi gözle bakarlar, haklarında olumlu düşünürler. Zira zahirdeki kötü hareketlerini iyi fiillere dönüştürmüşlerdir.

Emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l-münkerden başka Hazreti Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sünnetini de yaymaya gayret ederler.

Farzların, vaciplerin, sünnetlerin ve müstehapların tamamını yerine getirerek bunları dışa çıkartıp eyleme dökerler.

İnsanlar, zahirdeki hareketleriyle onlara zamanın kutbu gözüyle bakar. Ama iç dünyalarının bütün bütün kötü ahlakla dolu olduğunu bilmezler ve görmezler. Bunların kötü ahlaktan kurtulmaları için zikir kılıcı lazımdır. Bu da kendi kendine olmaz. Kâmil bir mürşid bulup kendini tam bir bağlılıkla ona teslim ederek onun telkin ettiği zikir kılıcı ile her gün hayvani ruhun helaki için çalışır, ta ki, kötü huyları güzel ahlaka dönüşsün.

Ehl-i Tarik

Kötü fiil ve kötü huylardan mümkün olduğu kadar kurtulmuşlardır. Fakat varlık berzahından, tünelinden, uçurumundan, renk değiştirmekten, döneklikten, tereddüt ve döneklikten bütün işlerini Allah Celle Celaluhü hazretlerine havale edip O’na tam bir bağlılıkla teslim olamadıklarından kurtulamamışlardır. Yani:

İster zengin ister fakir olsun sürekli olarak geçmişe üzülür ve geleceği düşünüp kederlenirler.

Bugün rızıklarını yerler, sabah için acaba halimiz ne olur, diye kara kara düşünürler.

Halleriyle Cenabı Hakk’ın Rezzâk ismini inkar ederler. “Şimdiye kadar Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri ne aç ne açıkta bıraktı. Şimdi de bırakması şanına yakışması şanına yakışmaz” diye hiç bir yerden teselli bulamaz.

İçleri devamlı surette kuruntu ve daralmadan kurtulamaz. Hep renkten renge girer, tereddütlü olurlar.

Dünya sevgisi ve tabii şeylere bağlılıktan kendilerini alamamışlardır

Bazen iç rahatlığı gelir ve ruhani safadan bir nebze olsun tad alırlar, bazan da iç darlığı, döneklik ve tereddüt ile dolarlar.

Bu sıfat le sıfatlanan kimse sürekli olarak Allah Celle Celaluhü hazretlerinin huzurunda olmalıdır. Yani, gezip tozduğu, oturup kalktığı yerlerde şöyle düşünmelidir: Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri bana benden yakındır. “İhsan, senin Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen bile o seni görür.” hadis-i şerifince hareket etmelidir.

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri rızkını ezelden takdir etmiştir. Yiyecek, içecek ve giyecek gibi üç husus ecel gibidir. Hiç bir şekilde değişmez. Her gün insanın nasibi her ne ise onu bulsa gerektir. Bunun için beyin yormak yorgunluktur. Çok düşünmekle, çok çalışmakla bir şeyin fazlası noksanlaşmaz. Bu yorgunluktan ve kalp sıkıntısından başka bir şey değildir.

Takdir-i Huda kuvvet-i bazu ile dönmez

Bir lem’a ki Mevlâ yaka üflemekle sönmez

Bundan dolayı ezelde her ne ki takdir olundu ise hepsi zamanları gelince gerçekleşir. Dünya için tasalanmak ahmaklığın ta kendisidir. Her iş olacağına varır. Senin düşünmen sadece yorgunluktan ibarettir. bu şekilde tefekkür edip zikrine ve fikrine devam etmelidir.

Mülhime sıfatının durumu acayiptir. Sürekli uyanık bulunmalı, her ne suretle olursa olsun düşüncesinden zuhur edenleri şeriat terazisiyle ölçüp ona göre karşılık vermelidir. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin inayetiyle nefsin mutmainne mertebesi kendisine ihsan ve hal olunur. Bunun işareti de şudur:

Bütün kötü ahlakları güzel huylara dönüşür. Tam tevekkül hali gelir ki, dünyalık bütün işlerini Allah Celle Celaluhü hazretlerinin kudret eline bırakarak tam bir bağlılıkla teslim olur. Kendisine bir zenginlik elbisesi de ihsan olunur ki, kesinlikle bundan sonra artık geleceğe bel bağlamak ve gelecek endişesiyle yaşamak ile geçmişten keder ve elem çekmek, maziye üzülmek gibi hallerden kurtulur.

Bugünden yarın sabahın işini düşünmez. Gün, bu gündür. Saat bu saattir, der ve Hakk’ın verdiği ilahi ihsanlara teşekkürle onlara kanaat eder. Bundan sonra bütün dünya halkı bir taraf olsa ve “Gel yhu, bu senin ettiğin nasıl iştir? Sonra pişman olursun!” gibilerinden türlü türlü nasihatler verseler bile itikadına, inancına zerre kadar tesir etmez.

İşte bu anlatıldığı şekil üzere böyle haller zuhur ederse o kimsenin nefsinin mutmainne sıfatı ile sıfatlandığına ve mutmainne mertebesine yükseldiğine delalet eder.

Bazen nefsin levvame bazen mülhime mertebelerinde olup bu sıfatlarla sıfatlanmış kimseye ilahi tecelliler zuhur ettiğinde kendini “iyice adam oldum” sanıp aldanmasın. Çünkü bu yer, bu derece bütün Allah dostlarının “el aman” diye çağrıştıkları bir yerdir. Allahü teala sizleri ve bizleri korusun. Bu yerden düşen nefsin emmare mertebesine kadar düşer, hatta tarikattan uzaklaştırılıp imansız olarak ölmesinden ziyadesiyle korkulur.

NEFS-İ MÜLHİME’NİN RÜYALARI:

İnsan mana aleminde kadın, dinsiz, çıplak, hak ve hakikati muannidine inkar eden Rafızîler, Kızılbaşlar, sakalı tıraşlı. Topal, dazlak ve köse, bıyık ve saçtan metruş, dilsiz, köle. Sarhoş, alçak ve namert, yol kesici mütecaviz, şaklaban, güreşçi, gece sokaklarda gezip tozan, ihtikar yapan, tellal, kasap, şaşı, a’ma, def çalan, maymun oynatan gibi noksan bir kimseyi görecek olursa, bu onun MÜLHİME mertebesinde bulunduğuna işarettir.

Şimdi de bu dairede olanları açıklamaya geçiyoruz: Mana, âleminde bir kadın görmek kişinin aklının noksanlığına delalet eder. Allah Celle Celaluhü hazretlerini inkâr eden birini görmek, kişinin dininin noksanlığına; sapık, Rafızî ve Kızılbaş gibi güruhları görmek, kişinin mezhebinin noksanlığına delalet eder. Sakalı kesik ya da tamamen metruş kimseyi görmek, kişinin dinî bilgisinin noksanlığına delalet eder. Topal görmek, hakka davet edildiği halde ona uymamaya; köse görmek, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrini yerine getirmemeye; a’ma görmek, şahitliği inkara; sağır görmek, şeriatı dinlememeye; dilsiz görmek, hak ile konuşmamaya; siyah köle görmek başkasının ayıbını yüzüne karşı söylemeye; dazlak kafalı görmek, sünneti terk etmeye; sarhoş ve esrarkeş görmek, mecazî aşka; kumarbaz, şaklaban, güldürücü, hikayeci görmek ibadeti terkedip, harama yüz çevirmeye; hırsız görmek. ibadeti gösteriş olsun diye yapmaya; dellal görmek, gözü başkasının namusundan men’etmemeye delalet eder. Kasap, görmek kalb katılığının sıfatıdır. Şaşı görmek, sapıklığa delalet eder.3

DÖRDÜNCÜ DAİRE: NEFS-İ MUTMAİNNE

(salikin son halidir)

Fecr Suresi 27’nci ayetinde: Ey emin ve mutmain olan nefs!

Fecr Suresi 30’uncu ayetinde: Gir Cennetime.

Mutmaînne Nefs; içi rahat, şüpheleri kalmamış, hakikatı anlayarak tatmine ulaşmış nefs demektir. Yüce Yaratıcı’sından aldığı ilhamlar neticesi ilâhî ışıkla aydınlanmış; Emmâre Nefs’in sıfatları olan şirk, zulüm, küfür, yalancılık, şehvetperestlik, nefs arzusunu tanrı edinme, alaycılık, kibir, cimrilik, hasedkıskançlık, ihanet, öfke gibi kötü sıfatları tamamiyle terk etmiş, imanı yücelmiş ve takva ahlâkı olan ilâhî özelliklere bürünmüştür. Fetih Suresi 4’üncü ayetinde: ” Allah, imanlarına iman katsınlar diye, mü’minlerin gönüllerine huzur ve mutluluk indirdi. ” Mertebesi yükselerek imanı yücelen kul da, telaş ve endişenin yerini huzur ve güven duygusu alır. Rad Suresi 28’inci ayetinde: ” Gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. ” Mutmaînne Nefs sahipleri, cennetle ödüllendirilmiş mutlu kullardır. Hakikate ulaşmış olan bu mertebe de ayaklar kaymaz, ancak daha üst basamaklara çıkabilir.

İslâm Dünyasına mükemmel bir tefsir kazandıran merhum Elmalı’lı Hamdi YAZIR’ın Mutmaînne Nefs ile ilgili görüşleri de şöyledir: ” Nefsi Mutmaînne, esasen istikrarsız ve muhtaç olan sebepler, müsebbipler silsilesinden geçip bizzat müessir olan Allah Celle Celaluhü hazretlerine yükselerek onu tanımak gayesinde karar kılan, vücudunda ve işlerinde O’ndan başkasına eğilmeyen. Allah Celle Celaluhü hazretlerine sadece O’nun için ibadet eden nefis demektir. Bunun manası da Nefsi Emmârenin aldatıcı arzularından Nefsi Levvâmenin kınayışlarından, masiva’ya (Allah’tan gayri) esaret bağlarından kurtulup hakiki hürriyeti kazanmak kararıdır. “

Mutmainne Nefs’ine erişenlerin sıfatları nedir? Hangi özellikler bu zatları yüceltmiştir? Tasavvuf ehlinin kabul ettiği sıfatlar genellikle şunlardır: Amel ve ihlâs (amellerde ihlâs üzere bulunma), tevekkül, cömertlik, riyazat (nefsi zora koşma), ibadet, şükür, rıza (razı olma)dır. Ancak Kur’ânı Kerim; cennete en layık ve Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin en sevgili kulunu, takva sahipleri olarak belirlemiştir. Âli İmran Suresi 133’üncü ayetinde: ” Rabbinizden bir bağışlamaya ve genişliği göklerle yer kadar olan cennete doğru yarışır gibi koşuşun. O takva sahipleri için hazırlanmıştır. ” Yunus Suresi 62-63’üncü ayetlerinde: ” Biliniz ki, Allah’ın velilerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de. Onlar iman edipte takvaya ermiş olanlardır. ” Şu halde takva özelliklerine, takva sıfatlarına sahip olanlar; nefislerini arındırmış, iyi ahlâk sahibi olmuş ve Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin de sevgisine erişmişlerdir. Yücelmenin birinci şartı olan iman ve iman da kemale erişmek ancak sevgi ile ve sevgiden de ileri aşkla olmaktadır. Bakara Suresi 165’inci ayetinde: ” İman edenlerin Allah’a sevgileri çok şiddetlidir. ” Yücelmenin ikinci şartı olan takva için ise Kur’ân, takvanın özellikleri ile ilgili olarak yaklaşık on temel ibadet emri vermiştir: Muhsin olma, sabır-tevekkül, ilim, af edici ve af dileyici olma, ahde vefa, adalet-dürüstlük ile infak, namaz, zekât ve oruç ibadetlerinde devemlı olmak, bu görevleri içtenlik ve samimiyetle yerine getirmektir. O halde Mutmainne Nefsin sıfatları da anayasamız olan Kur’ânın açıkladığı özelliklerdir. Mutmaînne Nefs sakinleri takva yaşamına geçmiş mutlu benliklerdir.

İşte bu ilâhî sıfatları üzerinde toplayan kutlu ve mutlu zatlar, Mutmaînne Nefs sahibidir ve cennet de onlar için hazırlanmıştır.

Mutmaînne’nin üst kemal mertebeleri olan Râziyye ve Merdiyye’de aynı özelliklere sahip ancak daha derine inmiş ve daha yücelmiş evliyaullah (veliler) olmuş nefslerdir. 4

NEFS-İ MUTMAİNNENİN RÜYALARI

Dördüncü makam olan nefs-i mutmainnedeki salikin nefs-i natıkası kalb nuru ile yani ruhun nuriyle nurlanıp kötü sıfatları terk ve ahlak-ı hamide ile sıfatlanmış olur. Bunun özetle manevi sıfatları: amel, tevekkül, açlık, riyazat, ibadete ve fikirden ibarettir.

Eğer salik bu altı sıfatı ve emsalini tasfiye ederse Nefs-i Radiyye olan beşinci makama terakki eyler ve Hak ism-i şerifine devamla yükselmeğe kabil olur. Salikin rüyadaki manevi sıfatları şunlardır: Kur’an-ı Kerimi rüyada görse veya okusa tasfiye-i kalbe ve matluba muvaffakiyetle kavuşmağa delalet eder. Lakin hangi sure-i şerifi gördü ise veyahut okuduysa ona göre tabir olunur. Eğer rüyada nebiler ve resuller görse İslam dininde kuvvet bulduğuna ve onlara uyduğuna delalet eder. Eğer evliya görse korktuğundan emin olup umduğuna nail olmasına ve şeyhler görse nefsinin irşadına ve padişah görse vücut iklimine tasarruf eylediğine ve doktorlar görse nefsin isyan hastalıklarını amel-i Salih ilacıyla tedavi ettiğine ve vezirler ve vekiller ve ileri mevkide olanlar görse akılda kemal bulduğuna ve maksuduna yaklaştığına ve müftü görse, nefsin hayra döndüğüne, kadılar veya hâkimler görse kalbine ve uzuvlarına Allah Celle Celaluhü hazretlerinin hükmünü nüfuz eylediğine delalet eder. İmamları, hatipleri ve alimleri ve şehitleri ve Salihleri ve ziyaret yerlerini görse uzuvlarını emr-i ilahiye ittiba ettirdiğine, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevverre ve Kudusü şerif ve camiler, mescitler, medreseler, tekkeler, mektepler, salihlere mahsus ibadethaneler, türbeler, kütüphaneler, dershaneler, ziyaret mahalleri ve bunların emsali ne kadar mübarek yer görse kalbinin temiz olduğuna delalet eder. Sancak, bayrak, ok, yay, kılıç, kama, bıçak, top, tüfek görse şeytani vesvesenin zayıfladığına ve salikin şeytani vesveselere galip olduğuna delalet eder. Tespih görse matlubuna vusule, dini kitaplar görse amelde kemale ve sair mübarek şeyler görse onlar da gerek akval ve af’alden ve gerekse evsaf ve eşyadan olsun cümlesi mertebelerine göre nefs-i mutmainnenin ne derecelerde tasfiye olunduğuna işarettir. Eğer hattatlık görse amelini çoğaltmağa çalıştığına, nefs-i mutmainnenin safvette galebe ettiğine, mevsiminin gayri zamanda yeşil meyve kopardığını görse ahlaksızlığını terk edip ih1sa meylettiğine, mevsiminde kımil olmayan ye- şii meyve kopardığını görse amelinde ihlâssızlık olduğuna işarettir. Hulasa-i kelam salik her ne görse nefs-i Mutmainne dereceleri ona göre Tahir ederek tasfiye-i tam ile nefs i radiyeye terakki etmek için sa’y ve ğayret eylemelidir. «Ey Mutmainnenin manevi sıfatı olduğundan bulunduğu hal ve mutmain olan nefis, rabbine razı ve marzi olarak dön, kullarıma katıl ve cennetime gir.» Fecr Suresi 27-30 ayet-i kerimelerinin makam-i manevilerine mazhar ola.5

BEŞİNCİ DAİRE: NEFS-İ RADİYYE

(makam-ı hilafet – salike hilafet haktır)

Fecr Suresi 28’inci ayetinde: Dön Rabbine, sen O’ndan… razı olarak

Fecr Suresi 30’uncu ayetinde: Gir Cennetime.

Radiyye Nefs; razı olan, memnun olan nefs demektir. Bu yüce makam velilerin mertebesidir. Mutmaînne Nefs de tam bir güven içinde olan kul; kadere ve her türlü oluş sırlarına tam rıza gösterir, her şeyin Allah’tan geldiğinin gerçeği ile felaketleri de mutlulukları da aynı zevk içinde yaşar. Çünkü her oluş; bir gizli sebebin neticesidir, iman etmiş kulun da hayrı ve mutluluğu içindir.

Velilerin mertebelerine yalnız çalışmakla ulaşılamaz. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri kulunu isterse bu makama getirir. Şura Suresi 13’üncü ayetinde: ” … Allah dilediğini kendine seçer… “buyurarak Bu mertebeye ulaşanlar bazı ilâhî yeteneklerle donanır ve keramet sahibi olurlar. Keramet, velilerin ilâhî lütuf ile gösterdiği büyük hünerdir. Bir kuts-i hadiste şöyle buyrulmaktadır: ” Ben kulumu sevdiğim zaman onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli olurum. “

Elmalı’lı Hamdi Yazır ” Allah’tan razı olarak Rabbine dön…” hitabı ile ilgili şu açıklamayı getirmiştir: ” Bir kısım müfessirler, bu hitabın Nefsi Mutmaînne’ye dünyada her zaman yöneltilmiş olduğunu kabul etmişlerdir. Bu bize daha isabetli ve daha faydalı görünmektedir. Sıkıntı ve sevinç zamanlarında kaza ve kadere güzelce dayanabilmek ve böylece bu sınav ve eğlence aleminin zorluklarını aşmak Nefsi Emmâre ve Levvâme tabiatına uygun olmadığı gibi Nefsi Mutmaînne doğasına da kolay gelmez. Bu oluş, Nefsi Mutmaînnenin kemal mertebeleri olan Radiyye ve Merdiyye’nin özelliklerindendir…”

Radiyye nefs’in sıfatları nelerdir? Bu yüce makamda insanî nitelikler yerini ilâhî özelliklere bırakmıştır. Radiyye’nin sıfatları, takva sahibinin özellikleri bahsinde net bir şekilde verilmiştir. Mutmaînne Nefs bölümünde de açıklandığı gibi bu nitelikler; infak, muhsin olma, ilim, sabır-tevekkül, ahde vefa, adalet-dürüstlük, namaz, zekât v.s.dir. İşte Kur’ân-ı Kerim; bu sıfatlara bürünmüş, takva yaşamında ihlâs ile yücelmiş benliklere Allah’ın dostu (veli) demektedir. Veliler için Yûnus Suresi 64ayetin de şöyle buyrulmuştur: ” Dünya hayatında da ahirette de müjde vardır onlara. Allah’ın kelimeleri değişmez. İşte budur o büyük kurtuluş. ” 6

Beşinci Makamda olan Salikin Rüyada gördüğü şeylerin Manevi Sıfatları Şunlardır:

Beşinci makam, salikin, nefs-i radiyyedeki seyr-i manevisinden ibarettir. Bu makamda görülen atideki rüyalar bu nefsin tekemmül eylediğine işarettir. Mesela rüyada melaike-i kiram, Vildan, huriler, Burak, cennet, hülle, Kevser şarabı, suları geçmek, havada uçmak, gemiye binmek, islam askerlerini görmek cümlesi melike ile tabir olunur. Ateşte yanarken zarar görmediğini ve yanmaktan hoşlanacağını görmek ve cümle dünyaya ve ahirete ait yüksek dereceleri görmek bu nefs-i radiyeye delalet eder. Bunların tabiri şöyledir:

Melaike-i kiram ve İslam askerleri, huriler, berraklık, Burak, cennet, hülleler, Kevser şarabı görmek akıl kemali ve Allah Celle Celaluhü hazretlerine yaklaşma ve maarif tahsili sıfatıdır. Suları yüzüp geçmek, havada uçmak ve gemiye binip geçmek ve ateşte yanıp Safalaşmak ve cümle dünya ve ahiretin yüksek derecelerine ermek ve nuraniyet gibi çeşitli ziya ve buna benzer şeyler görmek nefs-i radiyenin ğalebe etmesi sıfatıdır. Ve kalbin maarif tahsili ile bulanıklılığı gidip güzellik kazanıldığına işarettir. Binaenaleyh bu nefs-i radiyenin tasfiyesi zamanında salikin kalbinde yeşil bir nur zuhur edeceği cihetle altıncı makam olan Nefs-i Mardiyyeye terakki edip makam-ı mezküre mahsus evrad ve ezkara devam ederek tasfiyesine çalışacaktır.7

ALTINCI DAİRE: MERDİYYE

(Makam-ı İrşad – Halife-i Resulûllah)

Eğer nefis, bu fikre hizmet ve sıdk ile sebât ve istikamette devamlı olur ve bu sûrette Hakk nezdinde de hâli makbûl bulunursa merdiyyedir

Nefs-i merdiyye sahibi, bütün mevcudiyetiyle Hakk’ın emrine ram olur; ibadet ve taatta bulunur; ihlasla itaat edip hizmet görür; Allah Celle Celaluhü hazretlerine sıdk-i sebat ile istikamet üzere ve böylece Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri kendisinden razı olur

Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri Fecr Suresi 27-30’uncu ayetinde şöyle buyurmuştur:

“Ey itminana ermiş nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razi olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katil ve Cennet’ime gir!”

Allah Celle Celaluhü hazretleri bu makamda nefs-i natıkadan razı olduğundan ismi merdiyye olmuştur Nitekim Hakk Teala bu nefse “Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön” kelamıyla hitap etmiştir Bu makamda nefs-i merdiyyenin seyri, anillah (Allah’tan)dirAlemi, şehadet alemidir Yeri, hafidir Hali, hayrettir Varidi, şeriattirSıfatları,Allahu Teala’nin ahlakı ile ahlaklanmaktır; beşeriyeti terk ve hüsn-i hulktur Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin “

Hataları af, ayıpları örtmek, hüsn-i zan, herkese lutf ve şefkattirİnsanları tabiatlarının zulmetlerinden, ruhlarının nurlarını çıkarmak için onlara meyl ve muhabbettir Lakin bu meyil ve muhabbet-fillahtır Yani Allah için olduğundan makbuldür Nefs-i emmare makamında olan meyil ve sevgi gibi değildir Bu re’fet ve rahmettir Zira nefs-i emmarede sevgi nefs için olduğundan kötü, çirkin, gaflet ve zulmettir Bu ise nefs-i merdiyyenin sıfatından olup halk ile Halık’in sevgisini birleştirebiliyor Bu şaşılacak bir şey olup ancak bu makama kavuşanlara nasip olur

Onun için bu makamda olan veli görünüşte insanlardan ayrılmaz ama batını kibrit-i ahmer gibi olup misli bulunmaz Seçilmişlerin seçilmişidir; nur kaynağı, esrar madeni, sevilmişlerin önderidir Bu makamda hal ilm-i ilahi dairesindedir

Makamın sahibi şuhudunda ağyar kalmayıp kalbi, masivadan kurtulmuştur ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ve insanların yanında beğenilmiştir

Kendisi her şeyden razıdır ve onun değeri yüksektir Bu kamilin seyri anillahtır Bu makamda ona Allah Celle Celaluhü hazretleri muhtaç olduğu ilimleri kendisine bahşetmiştir Bu merhalede salik Alem-i Gayb’dan Şahadet Alemi’ne Allah Celle Celaluhü hazretlerinin izni ile dönmüştür Böylece kendisine ihsan edilen marifetlerle insanlara faydalı olur Lazım olan hikmet ve nasihati insanların seviyesine göre, onların anlayacağı derecede söyler Bu kamilin hali makbul hasletlerdendir

Onda huzur-i hayret vardır Bu hayrettir ki “Ya Rabb! Sana olan hayretimi artır” duasi hazreti Sıddık-i Ekber Radıyallahu anh hazretlerinden bildirilmektedir Bu hayret sülukun başlangıcında olan hayret değildir Bu kâmilin sıfatlarındandır

Bunların sahibi her sözünü tutar sözünden dönmez Her şeyi yerine koyar adaletten ayrılmaz Yeri geldiğinde o kadar infak eder, mal verir ki tanıdığı olmayan görse onu israf ediyor zanneder Yerini bulmayınca o kadar az verir ki tanımayan bahil ve hasis zanneder. Kendini öven kimseye, vermeye layık değilse bir şey vermez Kendini kötüleyene ve ihsana uygunsa kendini kötülediği için hakkını vermemezlik etmez O kerem kaynağıdır Bu güzel haller gönül sahibi olan velilerin şanıdır

Bu makamın sahibi her halinde vasat haldedir İfrat ve tefritten uzaktır Bu vasat yol dile kolaydır ama yapmak zordur Bu güzel ahlakla sıfatlanmayı herkes arzu eder Bu sıfatta olanları sever onlardan edeple bahseder Lakin vasat hal, bu vuslat yolu çok zor olduğundan onunla sıfatlanmış olan azdır Zira o, bu makam sahiplerine mahsus bir lütf-i celil ve sıfat-i cemildir Allah Celle Celaluhü hazretleri buyurdular ki: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben ona savaş açarım” 8

Veli kul Allah Celle Celaluhü hazretlerine ibadeti hakkıyla ifa eden ve ibadet arasında isyana düşmeden birbiri ardından ibadet vazifelerini yerine getiren demektir Bir kimsenin veli olması için hem kulluk vazifesini yerine getirmesi hem günahlardan kaçınması şarttırNasıl peygamberlerin masum olması gerekirse, velilerinde mahfuz olması gerekir Şeriata bir itirazı olan ise gurura kapılmış durumda ve kendini aldatmaktadır

Hadiste Allahu Teala’nın harp ilan ederim sözü hakkında el Bakillani şöyle diyor: Burada beliğ bir mecaz vardır Çünkü Allah’ın sevdiğinden hoşlanmayan Allah Celle Celaluhü hazretlerine muhalefet etmiş olur Allah Celle Celaluhü hazretlerine muhalefet eden O’nunla karşı karşıya gelir Allah kendisiyle karşı karşıya geleni ise helak ederAyrıca Allah Celle Celaluhü hazretlerinin veli kullarına düşman olanların, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin kendilerine düşman olmasını gerektirecek bir durum içine düşmesi yani Allah Celle Celaluhü hazretlerinin veli kullarını sevmenin Allah’ın sevgisini kazanmaya sebep olduğunu gösterir9

7-YEDÎNCÎ DAÎRE: N EFS-İ SAFÎYYE (KÂMİLE) (Gavs – Kutb-ül Aktab)

Vehbi olan ledünnî ilme mahzar vâris-i enbiyâ sıfatıdır

Ehlullah buyurmuşlardır ki:

Nefs-i safiye sahibi vehbi olan ilm-i ledünne mazhar olmuş varis-i enbiyadır Bu makamda kalpte on lahuti güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanin bütün azalarında zahir olurO zaman bu makam sahipleri kulluk vazifelerini derin ve deruni bir zevk ve neş’ e içinde seve seve ifa ederler Alim-i billah olan bu veliler,halkı ivazsız garazsız ve dinar ve dirhemsiz, bir menfaat mukabilinde olmayarak livechillah Hak yoluna, şeriat-i mutahharanın, sünnet-i seniyyenin emirlerine davet eder

Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri Kehf Suresi 65’inci ayetinde söyle buyurmuştur:

“Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan ilmi ledünni öğretmiştik “

Cenabı Hak Celle Celaluhü hazretleri Kamer Suresi 55’inci ayetinde söyle buyurmuştur:

“Kudretine nihayet olmayan Allah/in sadakat meclisinde, huzur-u kibriyasındadırlar” Nefs-i safiye, bütün faziletlere kavuştuğu için ismi kamile olmuştur Seyri, billah (Allah ile)dir Alemi, kesrette vahdet ve vahdette kesret alemidir Yeri, hafiye nisbetle, ruhun bedene nisbeti durumunda olan ahfa, hali ise bekadır Varidi buraya kadar anlatılan tüm nefislerin varidleridir Sıfatları, bildirilen bütün güzel huylardırBu makamdaki arifi billahin meşgul olduğu vird “Kahhar” ismidirBu makam bütün makamların en büyüğü ve en yükseğidir Zira bunda batin saltanatı kemale erip, mücahede tamam olmuştur Riyazete ihtiyaç kalmayıp vasat halde kalmıştır Bütün muradlarını almıştırAncak alemlerin Rabbi olan Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasını almak kalmıştır

Bu kamil velinin amelleri sevap ve ibadettir Temiz nefesleri kudret ve inayettir Tatlı sözleri ilim ve hikmettir, pür lezzet ve halavettirYüzünü görmek huzur ve saadettir Bu arifi görenlerin kalbine Allah Celle Celaluhü hazretlerini zikir ve fikir gelir Huşu ve hudu ile ona yönelirNasıl yönelmesin ki o, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin aziz kulunun yüzünü görmektedir Dördüncü makamda iken veliyullah idi Bu makam avam evliyasının makamıdır Beşinci makam seçkin evliyanın makamıdırAltıncısı seçilmişlerin makamıdır Vermek isteyince hiç kimsenin mani olamadığı, vermemeyi murad edince hiç kimsenin engel olamadığı Allah Celle Celaluhü hazretleri her ayıptan münezzehtir

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz söyle buyurmuşlardır ki: “İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendirSen onu görmüyorsan da o seni her an ve daim görüp, gözetmektedir”10

Gerçek Hidayete mazhar olan mümin her an bu duygu ve şuur içinde bulunmak ve bütün hayatini bu inanca göre tanzim etmekle beraber kendisinde yakin hali zuhur edip bu vesileyle ilahi vuslata nail ve mazhar olur

Bu “Kahhar” ismi kutba mahsus olan isimlerden olup kutb onunla saliklere imdat edip nurlar, hidayetler ve müjdeler gönderirHatta saliklerin içinde zuhur eden cezbe, sürur ve huzur gibi gönül ve ruh hallerine yardim, zamanın kutbundan (irşad kutbundan) olup onların zikir ve teveccühlerine karşılıktır

Bu makamın sahibi bir an ibadetsiz olmaz Bedenin her uzvuyla,eliyle, ayağıyla, diliyle yahut yalnız kalbi ile ibadettedir Gafil olmazBu kamilin istiğfarı çoktur Tevazuu yerindedir Rızası ve süruru halkın Hakk’a ikbal ve teveccühlerindedir Kızması ve üzülmesi onların Hakk’ tan gaflet ve yüz çevirmelerindendir Hakk’ı isteyenlere rağbet ve muhabbeti öz evladına olan muhabbet ve rağbetten daha çokdur Bu kamil veli emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker edip yumuşak ve alçak gönüllükle söyler Muhabbet ehlini sevip sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir Bununla beraber kalbinde kimseye kötülük beslemez Allah Celle Celaluhü hazretleri için olan işleri yapar Ayıplayanların ayıplamasından kaçınmaz Bu makamdaki bir kulun kahrı lutfuyla, gazabı hilmiyle ve celali cemaliyle karıştığından gazap halinde razı olup, rıza halinde gazap eder Lakin her şeyi yerine koyup her halinde adalet üzere giderHimmetle bir şeyin olmasına teveccüh ederse biiznillah onu muradına uygun hasıl olmuş bulur Bu kamilin muradı Hakk’ın muradına, uygun, rıza ve kızması da onun rıza ve kızmasına mutabıktır Ruhu onunla olup hep huzur’ dadır Çünkü o “künmeallah vela tübali” sırrına mazhar olmuştur

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz söyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah her yüzyıl başında bu dini ihya edecek kudsiyyü’l-sifat bir racul-i salih, bir insan-i kamil gönderir” 11

Hiçbir peygamberin ümmeti varis-i enbiya rütbesine nail olmamıştırYani her peygamberin ümmetine emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesi verilmemiştir Ancak bu vazife ümmet-i Muhammed’e tevdi olunmuşturPeygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Her asırda benim ümmetimden sabikûn vardır ki bunlara büdela ve siddikûn denir Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilahiyye o kadar mebzuldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz Ve yeryüzü halkı için tasavvur olunan bela ve musibetler onlarla def ve ref olunur

“Sabikûn, tekaddüm edenler; mukarrebûn demektir Asr-i saadetten beri her zaman sabikûn zümresi arz üzerinde mevcuttur Asr-ı saadet’te sabikun şerefine birinci olarak erkeklerden Hz Ebu Bekir-i Sıddik radiyallahu anh, kadınlardan Hz Hatice radiyallahu anha,gençlerden Hz Ali radiyallahu anh, köleler içinde Zeyd bin Harise radiyallahu anh nail olmuşlardır12

Sultanü’l-Arifin Bayezid-i Bistami Rahmetullahi aleyh hazretleri buyurmuşlardır ki: “Benim zamanımda İslam içinde kümmelin-i evliyadan yetmiş bin kadar veli var idi Onların madununda çok veliler vardı Lakin o asrın kutbu henüz keşfe erişmemiş ümmi bir haddad idi ki gece gündüz evlad-ü iyalinin nafakası için dükkanında demircilik sanatı ile meşgul idi Ben ise hayrette kalmış idim Sırr-ı kutbiyyet nedir ki bu kadar velilerden birisine verilmeyip te bir ümmi ve henüz dide-i basireti küşat olmamış bir haddada verildi, diye taaccüp ettim Bir gün o haddadın dükkanına vardım Selam verdikten sonra haddad yanıma gelip elimi öptü ve benden dua istedi Ben ona dedim ki: “Ben senin ayaklarını öpeyim Sen bana dua et” Cevabında o zat buyurdu ki: “Fakat sana dua etmekle benim derd-i derunum teskin olmaz” Ve tekrar o zata dedim ki: “Acaba derdiniz ne ola? Bizlere haber verseniz belki çaresine bakarız” O zat buyurdular ki: “Acaba ruz-i mahşerde bu kadar kulların hali nice olur?” deyu ağlamaya başladıDerd-i derunu bana dahi tesir edip beraber ağladık O vakit sırrıma nida olundu ki kutublar “nefsi nefsi” diyenlerden değildir “ümmeti ümmeti” diyenlerdendir Hemen kalbimdeki hayret ref olunup bildim ki bu zatların istidadı başkadır Bunlar kalb-i Muhammedi üzere vaki olup mazhar-ı hakikat-i Muhammediyye olmuşlar Lakin o halde henüz keşif hali zuhur etmeğinden kutub olduğunu bilmiyorduKendisinden sordum ki: “Halkın muazzeb olmasından size ne?” buyurdular ki: “Ey birader, benim hamur-i fitratım ab-i şefkat ve merhametle bir derece yoğrulmuş ki eğer bütün insanların günahını bana yüklenip onları affeyleseler memnun olurum” Ondan sonra kendisiyle bir haylice sohbet eyledim Namazda okumak için benden bilmediği bazı sureler öğrendi Lakin benim batinim feyz-i Rabbani ile öyle doldu ki kırk senede tahsil edemediğim dereceleri o mecliste tahsil eyledim O vakit bildim ki sırr-i kutbiyyet başka bir manadırNe ilim ile ne de kesret-i amel ile husule gelir şey değildir”13

www.net-indir.com/tasavvuf adresinden de yararlanılmıştır

NEFSİN TERBİYESİ

Nefsin terbiyesinden amaç; nefsi ilk yaratıldığı gibi saf ve temiz bir duruma getirmektedir. Cenâbı Hakk Celle Celaluhü hazretleri, insanlardan ilk yaratılışta ki özellikte kalbinin lekesiz yani kötülüklerden arınmış olmasını istemektedir. Şuara Suresi 89’uncu ayetinde: ” Allah’a ancak temiz bir kalp ile gelenler kurtulur. ” Bilindiği gibi benliğin iki parçası nefs ve ruhtur. İşte yaratılışın negatif kuvveti ve kötülüklerle yüklü olan nefsi, pozitif olan ruhun emrine vermektir. Böylece kul ilâhî sıfatlara bürünerek; Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin istediği özelliklere sahip olacak, hayat macerasında da ilk geldiği gibi temiz bir ahlâk ile Yüce Yaratıcı’sına geri dönecektir.

Peki, kötü ahlâkın kaynağı olan nefsin arındırılması nasıl mümkün olacaktır? Yaşadığımız hayatta nefislerimizi öldürerek, ona zulüm yaparak mı? Yoksa çıkışı bitmeyen bir dağı aşmak süretiyle mi? Kur’ân bu yollara ” hayır ” diyor. Kasas Suresi 77’nci ayetinde: ” Allah’ın sana verdiklerinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste, Dünyadan da nasibini unutma… ” Cenâbı Allah, kullarından yapamayacakları görevleri istememekte ve Tevhid Din’ini de kolaylığı esas alarak indirmiştir. Araf Suresi 42’nci ayetinde: ” Hiç bir benliğe yaratılış kapasitesinin üstünde görev yüklemeyiz… ” Yine Kur’ânı dinleyelim. Bakara Suresi 185’inci ayetinde: ” … Allah, sizin için kolaylık ister, O sizin için zorluk istemez… ” Nefsin arındırılması, eski inanışların aksine zorlu bir mücadeleyi gerektirmemektedir. Yüce Kitabımızın açık beyanına göre, ancak iman ve takva ile kötülüklerden korunarak yücelebildiğimiz belirtilmiştir. Yunus Suresi 63’üncü ayetinde: ” Veliler, iman edip de takvaya ermiş olanlardır. ” Şu halde nefsin arınarak ilâhî ahlâk sahibi olabilmesi, takva özelliklerine sahip olmakla mümkündür. Bu gerçeklere göre yaşamımızı tanzim eder ve onun icaplarını tatbik etmek bizi Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin yoluna ulaştırabilecektir. Böyle bir hayat; hiç de zor değil, bilakis huzurlu ve mutluluk verici bir yaşam tarzı izlemiş oluruz. Kur’ânı Kerîm’in vurguladığı gibi gidilecek erdirici yol takva yaşamı ile gerçekleşir. Bu yol iki bölümdür.

A. İman,

B. Takva

A.İMAN

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: … Zafer ve mutluluğa ermek, o kişinin hakkıdır ki Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır… Takva sahibi ancak onlardır.

İman, Allah’ın Bir’liğine kalben inanmaktır. Bir’lemeye ” Tevhid ” denir ki ” la ilâhe illallah = Allah’tan başka ilâh yoktur. ” sözleriyle ifade edilir. İman; sezgiye, hissedişe dayalı bir sevgi olayı, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri tarafından insanlara verilmiş eşsiz bir yaratılış duygusudur. Hucûrat Suresi 7’nci ayetinde: ” …Allah, imanı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde süslemiştir…” İnsanlara doğuştan verilen iman sırrına, akıl çizgisinin ötesinde ancak gönül ile ulaşılabilir. Başka bir deyişle iman, Yüce Yaratıcı’yı minnet ve şükran duyguları ile sevmektir. İman nimeti, kulun Allah Celle Celaluhü hazretlerine yönelerek gönlündeki iman ışığının yanması ile başlar ve Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin de bu sevgi cereyanına cevap vermesi ile tamamlanır. Yunus Suresi 100’üncü ayetinde: ” Allah’ın izni olmadıkça hiçbir nefsin iman etmesi mümkün değildir…” Minnet ve şükran duyguları ile Yüce Yaratıcı’sına sığınan kul, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin cevabî ışığı ile imana kavuşur. İmanda ilk ışık, doğuştan insanlara verilen Rabbini bilme özelliğinden dolayı kuldan gelmektedir. İmana kavuşma ile o insan için kurtuluşun başlangıç yolu açılmış, Cenâbı Allah’ Celle Celaluhü hazretlerinin lütfuna ve sevgisine erişmiştir. Enfal Suresi 2’nci ayetinde: ” İnanmış olanlar o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını arttırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. “

İslâmiyet; imanın esaslarını “Amentü = İman ettim” ismiyle altı prensipte formüle etmiştir: Allah’a, meleklere, ilâhî kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kader’e iman ettim. Kalpten gelen iman duygusunu, gözle görüyormuş gibi içtenlikle kabul etmek ve dil ile de açıklamak esastır.

B. TAKVA

Kur’ânı Kerim’de; takva ile arınarak yücelmek ve dolayısıyla nefsi terbiye edebilmek için yaklaşık on temel ibadet belirlenmiştir.

1) İnfak

2) Namaz

3) Zekât

4) Af Edici ve Dileyici Olma

5) Sabır-Tevekkül

6) Oruç

7) Muhsin Olma

8) Sözlerini Yerine Getirme

9) Adalet ve Dürüstlük

10) İlim

gibi ilahi sıfatlara bürünmekle elde edilir. Böylece kul; takva özelliklerine kavuşma oranında, nefsin kötü sıfatlarını da disipline ederek onlardan kurtulmaya başlar. Kötü nitelikler, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin istediği ilâhî özelliklere bürünmeden nefsi asla terk etmez. Takva sıfatları kazanıldıkça, kötü sıfatlar kulu bir bir bırakmaya başlar. Kemal mertebesinde de tam arınıp yücelerek kurtuluşa ve mutluluğa erişilir.

Nefsin terbiyesi, ancak takva yaşamına geçmekle mümkün olur. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri ile kul arasında bir duvar gibi duran nefs perdesi kalkmadan kurtuluş ve mutluluğa ulaşılamaz. Evrenin ve insanın yaratılışının sırlarını düşünen kişi, güçsüzlüğünü ve ölümlü oluşunu anlamaya başlar. Kendi kendini; nefsinin kötü sıfatları nedeni ile eleştirme ve hesaba çekme arzusu ile dolar: (Bu Dünya’ya nereden geldik? Nereye gideceğiz? Bizi kim ve niçin yarattı? Vazifelerimiz nelerdir?) gibi sorular peşpeşe sıralanır. Bu hal Kur’ân’da Kıyamet Suresi 2’nci ayeti ile de vurgulanmıştır: ” Kendini sürekli kınayan (ayıplayan) nefse yemin ederim ki. ” Kınamalar sonucunda kişi, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin lütfu ile iman ederek Yüce Yaratıcı’sına teslim olur. İlâhî Yasaları öğrenme gayreti içine giren kul, nefsini adeta döve döve çirkin arzulardan kurtulma yoluna girer. Takva yaşamı ile ilâhî özellikler kazanıldıkça, nefsin kötü sıfatları da kontrol edilerek benliği bir bir terk etmeye başlar. Zaten oluşun pozitif kuvvetleri olan takva sıfatları ile negatifitenin temsilcisi nefsin kötü nitelikleri, yaratılış kanunu icabı bir arada bağdaşamaz. Üstün gelen kuvvetler diğerlerini yok eder. Son mertebede de kötü sıfatlar tamamıyla kaybolarak, yerini Allah Celle Celaluhü hazretlerinin istediği ilâhî özelliklere bırakır. Bu hal; kemale ermiş benliğin durumudur ki, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sevgisine ulaşmış, Dünya planındaki makamların en yücesine kavuşmuştur. Fecr Suresi 27-30’uncu ayetlerinde: ” Ey huzur içinde olan can! O, senden, sen de O’ndan hoşnut olarak Rabbine dön. İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir. “

Yüce Rab’bim! Bizlere de ihsan ve lütfünle takva sahibi kullarının makamını kısmet et.

TAKVA’DA ON TEMEL İBADET

1) İNFÂK VE SEVGİ

Al-i İmran Suresi 134’üncü ayetinde: Takva sahipleri, bollukta da darlıkta da infak ederler…

Zariyat Suresi 15,19’uncu ayetlerinde: Gerçekten takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarındadır… Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.”buyuruyor

İnfak; sahip olduklarımızdan ihtiyaç sahipleri için pay ayırarak vermedir. Bu verme, insanlığa hatta tüm canlıların yararına yöneliktir. Zengin, yoksul ayrımı yapmadan bütün iman edenler için konulmuş eğitici ve erdirici en mükemmel ibadetlerdendir. İnfak; Allah Celle Celaluhü hazretlerine olan sevginin, güvenin ve teslimiyetin bir ifadesidir. Paradan, maldan yapıldığı gibi güzel söz söylemek güler yüz göstermek de bir infaktır. Ayrıca dertli bir insanı teselli etmek, güçsüz yaşlı birine yardım etmek, hasta ziyaretleri ile moral vermekte bir infak şeklidir. Zekât, sadaka ve fitre miktarı tayin edilmiş sınırlı bir yardımdır. Oysa infak, sahip olunanlardan gönlün dilediği kadar ayırdığı sınırsız bir vermedir. Âli İmrân Suresi 92’nci ayetinde de şöyle buyruluyor: ” Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız…” Şu halde verilenler, nefsin sevdiği şeylerden olmalı, yani verirken bir fedakârlık yapılmış olmalıdır ki nefs arınabilirsin.

Takva ehli, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin verdiği nimetleri, varlıkta da yoklukta da başkalarıyla paylaşırlar. Fakirlikte de zenginlikte de sevilenlerden verme ilâhî ahlâkın oluşmasına vesile olur. Haşr Suresi 9’uncu ayetinde: ” … Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. ” İnsanlardaki geçici Dünya nimetleri olan mal ve parayı depolama hırsı, ancak cömertlikle kırılmaktadır. Kur’ân, infakın prensibini Bakara Suresi 219’uncu ayetinde de şöyle veriyor : “…Helâl kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin…” Bir de verileni başa kakmamak önemlidir. Bakara Suresi 264’üncü ayetinde:” …Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın…” İnfak ibadetinde, yaratılışın negatif kuvvetinin temsilcisi şeytan, bizi fakir olacaksınız diye devamlı korkutarak cimriliğe sevk eder. Oysa Allah Celle Celaluhü hazretleri, infakın eksiltmeye değil ancak artışa sebep olacağını belirtmektedir. Sebe Suresi 39’uncu ayetinde: “…Birşey infak ederseniz Allah, onun yerine başka birşey lütfeder…” Yine Kur’ânı dinleyelim. Bakara Suresi 268’inci ayetinde: ” Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler. Allah ise Kendinden bir bağışlama ve lütuf vaat eder…” İnfak kimlere verilmelidir? Bakara Suresi 215’inci ayetinde bunun cevabını vermektedir : ” … İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizler ve yolda kalan için olmalıdır…” Şu halde öncelik, kendi akrabalarımızın yoksullarına olmalı ve daire gittikçe büyütülmelidir.

Hayır işlerinde yarışmak. Hayır, insanlara Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için karşılık beklemeden yapılan iyilik ve yardımdır. Hayır işleri de bir infak şeklidir. Ali İmran Suresi 114-115’inci ayetlerinde: “…Hayır işlerinde yarışırca koşarlar. Hiçbir hayır karşılıksız bırakılmaz. Allah takva sahiplerini çok iyi bilmektedir.” Şu halde Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasını kazanabilmek, hayır işlerinde yarışarak en iyisini yapmakla mümkündür. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunun şuuru temel prensiptir. Gerek kendi ülkesindeki din kardeşleri arasında ve gerekse başka kitap bağımlısı diğer ülkelerdeki insanlara hayır yapmada, en ileri olmayı hedef alarak yarışılmalıdır. Kur’ân, insanlara yapılan iyilik ve hizmetin büyük sevabını muhtelif ayetlerle açıklamaktadır. Yapılması istenen hayır işleri nelerdir? Örneğin yoksul ve yardıma muhtaç olanları giydirmek, yemek yedirmek, evlendirmek, sermaye vermek v.s. hayır işleri ile hayır kurumlarının kurulmasına katkıda bulunmak veya onlara bağış yapmak, faydalı kitaplar yazmak, insanlığa hizmete yönelik bilimsel araştırma ve buluşlar yapmak. Kur’ân’da yapılan bu gibi hayırların Allah Celle Celaluhü hazretleri tarafından hiçbir zaman karşılıksız bırakılmayacağı da belirtilmektedir. Günümüzde, dini bilgi eksikliğinden kaynaklanan bazı yanlış yatırımlar yapılmaktadır.

Salih amel sergilemek. Hayır işi, Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin çok sevdiği bir kulluk görevi olan salih ameli de içerir. Salih amel, insana hizmete ve barışa yönelik bütün düşünce ve faaliyetlerdir. Beyyine Suresi 7’nci ayetinde: ” İman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlılarıdır.” Buyuruyor.

Çok çalışmak. Hayır işleri ve salih amel gibi insanlara faydalı ve esenliğe yönelik hizmetler, büyük ölçüde bir yardım şeklidir. Bunları karşılamak için, takva sahiplerinin çok çalışmak ile yükümlü olacağı şüphesizdir. İnşirah Suresi 7-8’inci ayetlerinde: ” İşlerinden boşaldığın zaman tekrar çalış ve yorul. Yalnız Rabbine yönel. ” buyurarak Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri; kullarından kendilerine ve insanlara faydalı olabilmeleri için çok çalışarak didinmelerini istemektedir. Necm Suresi 39-41’inci ayetlerinde: ” Şu bir gerçek ki, insan için çalıştığından başkası yoktur. Elbette çalışması ileride görülecektir. Sonra ona en doğru karşılık verilecektir. ” Yine Kur’ânı dinleyelim. Tevbe Suresi 105’inci ayetinde: ” İş yapıp değer üretin; Allah, O’nun Resulü ve mü’minler yaptıklarınızı görecektir…” İslâmiyette tembelliğe yer yoktur.

Yaratılanları sevmek. Takva sahiplerinin bir özelliği de, kaynağını Yüce Yaratıcı’dan aldıkları sevgi ile dolu oluşlarıdır. Sevgi, sahip olduklarını diğerleriyle paylaşmaktır. Âli İmrân Suresi 119’uncu ayetinde: ” İşte siz iman edenler öyle kimselersiniz ki, imansız olanlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. ” Kalpleri yumuşak, gönül pencereleri açık, sevgi ile doludur. Gönülleri iyilik, güzellik ve merhamet ile yüklü olan takva sahiplerinin kendi nimetlerini başkalarıyla paylaşma duygusu, dalgalar halinde yayılmaya başlar. Veren ile alan arasındaki bu alışveriş, sevgi kıvılcımlarını oluşturur. İşte bu paylaşma insanlar arasında bir sevginin doğmasının öncüleridir. İnanmayanların kendilerini sevmemesine rağmen, onlar Allah’ın bütün kullarını severler. Bu gerçeği büyük tasavvuf şairi Yunus Emre ne kadar güzel söylemiştir: ” Yaratandan ötürü yaratılanları severim.” 14

2) NAMAZ

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: “… Namaz’ı kılar, zekât verir… Takva sahibi ancak onlardır.”

Nisa Suresi 103’üncü ayetinde:” … Namaz, mü’minler (iman edenler, inananlar) üzerine vakitleri belli bir farzdır” buyruluyor

İbadetlerin en önemlisi temel direği olan namaz, Allah tarafından açık ve kesin emirlerle istendiği için farzdır ve bütün Müslümanların kılması gereklidir. Kendisini yaratan, sonsuz nimetler veren Yüce Yaratıcı’ya teşekkür, şükür, hamd edilerek namazla ibadet etmek her insanın tabii kulluk borcudur. Namaz, aynı zamanda bedene sonsuz faydalar verdiği gibi, ruhsal yapımızda da sapıklıklardan, kötülüklerden uzak kalındığından ihtiras ve buna bağlı streslerden korunulur. İman gittikçe güçlendiğinden, şeytanın aldatmacası olan kuruntu ve şüpheler yerini huzura bırakır. Namaz; huşu içinde ürpererek, Yüce Allah Celle Celaluhü hazretlerine saygı ve sevgi ile dolu olarak kılınmalıdır. İnsanlığı kötülüğe götüren yalan ve ikiyüzlülük yavaş yavaş dürüstlüğe dönüşerek karakter düzelmeye başlar. Nefsin en kötü hastalığı olan gurur, namazdaki secde halindeyken yok olur, böylece insanın ahlakı da güzelleşir. ” Namaz, mü’minlerin miracıdır. ” Hadisi, namazın erdirici sırrına açıklık getirmiştir. Nasıl ki Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Mirac mucizesi ile Allah Celle Celaluhü hazretlerinin katına yükselmişse, iman edenler de namazlarıyla Cenâbı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine ulaşırlar.

Bakara Suresi 45’inci ayetin:” …Şüphesiz ki namaz, Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir “buyurarak;

Nefsin arınmasındaki önemi çok büyük olan namazı, bugünkü dünya şartlarında çok çalışma mecburiyeti neticesi zamanı kısıtlı olanlar, iyi niyetini Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerine göstermelidir.

Ahzab Suresi 56’ncı ayetinde: “… Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Sizde O’na teslimiyetle salât ve selâm getirin” buyurarak;

Namaz, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi de anıştır. Her namazda okunan Allahümme salli ve barik duaları ile yerine getirilmektedir. Ayette açıklandığı gibi, mü’minlerine kendilerinden daha yakın ve sevgi ile dolu olan Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimize salâvat getirmemiz yani dualar okumamız istenmektedir. Bu ayetle Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimize salâvat getirmek kesin olarak farz kılınmıştır. İman edenlerin en büyük dostu ve en yakını olan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz her şeyden çok sevildiği zaman, iman da kemale erişilir.

Allah Celle Celaluhü hazretlerini anma (zikir). Namaz belli vakitlere bağlı olduğundan, Yüce Yaratıcı ile her an beraberliğin en ideal şekli zikir yani Allah Celle Celaluhü hazretlerini anmadır. Tahâ Suresi 14’üncü ayetinde: ” …Namazını, Beni hatırlayıp anma için kıl. ” Yine Kur’ânı dinleyelim. Ankebut Suresi 45’inci ayetinde: “…Kitaptan sana vahye dileni oku. Namazı da kıl. Çünkü namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah’ın ZİKRİ daha büyüktür…” Diğer bir ismi Zikir olan Kur’ânı Kerîm okumak, içeriği anlaşılmayan Arapça Kur’ân’dan muhakkak ki daha erdiricidir. Araf Suresi 205’inci ayetinde: ” Rabbini; benliğinin içinden yalvarıp ürpererek alçak bir sesle sabah akşam zikret. Gafillerden olma. ” Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerini sevmenin belirtilerinden biri de, O’nu anmayı sevmektir. Çünkü fazla zikir, sevginin açığa çıkışıdır. Nur Suresi 37’nci ayetinde: ” Öyle kişiler vardır ki, ne ticaret ve ne de alışveriş onları Allah’ın zikrinden… Alıkoyamaz. ” Bu kemale ermiş benliklerin halidir ki her anı, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri ile beraber olma şuuru iledir. Bakara Suresi 152’nci ayetinde: ” Siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım…” Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri; içtenlikle anıldığı zaman mutlaka karşılık vermekte, her türlü yardım ve lütuflarını ihsan etmektedir.

Zikir veya anma; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ilâhî isimlerinden biri veya birkaçını söyleyerek tekrar etmek suretiyle lisanen zikir de yapılır ki, ” Allah ” kelimesi ile söyleneni en yaygın olanıdır. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Yüce Zat’ını gönülden düşünmek suretiyle kalben zikir de yapılmaktadır. Âli İmrân Suresi 191’inci ayetinde: ” Onlar ki; ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler…” Böylece devamlı zikir ile o insan her an Allah Celle Celaluhü hazretleri ile beraber olur, bütün iş ve çalışma durumları da bu halinin devam etmesine mani teşkil etmez. Kulun gönlünde yanan İlâhî Aşk ateşi ile, Yüce Yaratıcı’nın cereyanına bağlanarak sonsuz mutluluğa erişir. Rad Suresi 28’inci ayetinde: ” … Gönüller yalnız Allah’ın zikri ile huzur bulur. ” Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin bize ” Şah damarımızdan daha yakın ” ve her an birlikte olduğumuzun sırrına erişenler, mutluluk ve kurtuluşa kavuşmuş yüce benliklerdir. 15

3) ZEKÂT

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: …Namazı kılar, zekât verir… takva sahibi ancak onlardır.

Zariyat Suresi 19’uncu ayetinde19: Mü’minlerin mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.

Tevbe Suresi 103’üncü ayetinde: Onların da mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış, mallarına bereket vermiş olsun… buyuruyor.

Zekât; bereket, artış ve temizleme demektir. Allah Celle Celaluhü hazretleri, mal sahiplerinin mallarında fakirlerin de hakkı olduğunu Kur’ân ile bildirmiş ve bu hakkın da verilmesini emretmiştir. İşte zenginlerin malından yoksullara verilmesi gereken bu hakka zekât denir. Sahip olunan maldan vermekle, nefsin isteklerine karşı bir set çekildiğinden nefs terbiye edilir ve veren-alan arasında bir sevgi bağı oluşması sağlanmış olur. Böylece zengin-fakir arasındaki zıtlaşma kırılır ve yerini sevgi ile dostluğa bırakır. Zekât; bir yıllık kazancın ve birikmiş malın devlete olan vergisi çıktıktan sonra geriye kalan yüzde iki buçuk veya kırkta bir tutarındaki miktarının, fakirlere dağıtılması zorunlu olan bir mali ibadettir. Mallardan bir arıtma ve temizleme görevi yapmaktadır. Verilmediği takdirde o kazanç ve mal haram olur. Zekât, yalnız zenginler için miktarı belli asgari bir ölçüdür. İnfak ise varlıkta da yoklukta da verilmesi gereken ölçüsüz bir yükümlülüktür.

Tevbe suresi 34’üncü ayetinde: … Altın ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda sarf etmeyenler varya, işte onlara acı bir azabı haber ver.

Rum Suresi 39’uncu ayetinde : … Allah rızasını dileyerek verdiğiniz zekât, sevaplarınızı ve mallarınızı kat kat arttırır.

Şu halde zekât verme, mallarda eksiltme değil ancak artışa sebep olmaktadır. İslâmiyet, alın teri dökerek doğru yoldan kazanılan büyük servetlerin karşısında değildir. Ancak zengin olan her Müslüman’ın farz olarak belirlenen zekât ve sadakaları ihtiyaç sahiplerine vermesi, kazanç ve malının arınması ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin hoşnutluğu bakımından mutlaka gereklidir. Böylece hem kendisine ve hem de yoksullara faydalı olacaktır. Ancak para, altın, gümüş gibi kıymetli malları biriktirip de bunların zekâtını vermeyenler için de acı bir azap vardır.

Al-i İmran Suresi 14’üncü ayetinde: … Yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe… karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar Dünya hayatının geçici menfaatleridir.

Allah Celle Celaluhü hazretleri insanlara yaşayışlarını düzgün bir şekilde sürdürmeleri için, çalışma arzusu ile mal sevgisi vermiştir. Ancak mal sevgisi kontrol altında tutulmadığı zaman, mal edinme hırsı bütün benliği kaplar. Artık o insan hayatı boyunca yalnız ve yalnız mal edinmeyi esas alarak onun tutsağı olur ve her türlü kötü yollardan hedefine varmayı kendine gaye edinir. İşte insanların bu tür kötülüklerden korunabilmesi için Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri, infak ve zekât mucizesi ile mal sevgisi hırsını kontrol ettirmiştir.

Tevbe Suresi 60’ıncı ayetinde: ” Sadakalar zekâtlar Allah’tan bir farz olarak; yoksullara, düşkünlere… Gönülleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, borçlulara, Allah yolundakilere, yolda kalmışlara mahsustur…”

Zekât vermeye, en yakın akraba içinde bulunan yoksullardan başlanır. Sonra yoksul komşular ve şehir içindeki diğer yoksullar aranır. Ana baba, eş ve çocuklara zekât verilemez. Ancak onlara infak ibadeti ile mal ve nimet verme yükümlülüğü getirilmiştir. Bakara 2/262 : ” Mallarını Allah yolunda harcayıp da fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler varya, onların Allah katında ödülleri vardır… ” 16

4) AF EDİCİ VE DİLEYİCİ OLMA

Al-i İmran Suresi 134-135’inci ayetlerde: O takva sahipleri ki… Öfkelerini yutarlar, insanların kusurlarını affederler… Onlar çirkin bir iş yaptıklarında yahut özbenliklerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlar, günahları için af dilerler. Günahları Allah’tan başka kim affeder ki?…

En’am Suresi 54’üncü ayetlerde: … İçinizden her kim bilgisizlikle bir kötülük işler de, ardından tövbe edip halini düzeltirse, hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhametlidir.

Af dileme, işlediği günahın af edilmesi için Allah Celle Celaluhü hazretlerine yalvarma demektir. Kur’ân, yapılan kötülüklerden pişman olunarak, onu adet haline getirmeden terk etme uyarısında bulunmaktadır. İşlenilen suç ve günahlar katiyen unutulmamalı, kendisinin suç işlemeye kabiliyeti olduğundan dolayı bu suçları işlediğini anlamalı, yaptığından pişman olarak da af dilemelidir.

Nur suresi 31’inci ayetinde: … Ey mü’minler, istisnasız hepiniz Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz.

Yalnız günahkârların değil, bütün müminlerin tövbe ederek bilip bilmediği günahlarından arınmaları bir kulluk görevidir. Bir hadiste de: “Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.” diye buyrulması tövbenin fevkalade önemini belirtmektedir.

Zariyat Suresi 15-18’inci ayetlerinde : … Takva sahipleri bahçelerde ve pınar başlarındadır. (Cennettedir.) … Onlar seher vakitlerinde af dilerlerdi.

” Seher vakitlerinde af dilerlerdi. ” ayeti takva sahiplerinin tövbe etme zamanını belirtmektedir. Günün zaman dilimleri içinde duaların, ibadetlerin ve günahlardan bağışlanmanın en çok kabul buyrulduğu zamanlar vardır. Gecenin son üçte biri olan seher vaktinin, af dileme ve bağışlanmalarının kabulü bakımından önemi çok büyüktür. Oruç ayında da, günün en sessiz zamanı olan seher vakti kalkılarak dua edilip af dilenir. Daha sonra da yemek yenilerek ibadet tamamlanır.

Al-i İmran Suresi 134’üncü ayetinde: O takva sahipleri ki… Kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah ta o iyilik edenleri sever.

Takva ehli; insanlar arasındaki münasebetlerde, öfkelerine hâkim olurlar ve kendisine yapılan kötülüklere rağmen insanları af edicidirler. Nasıl ki Rabbi günahlarını affediyorsa, o da kendine yapılan sebepli ve sebepsiz kusur ve kabahatleri büyük bir hoşgörü ile affetmelidir. Araf Suresi 199’uncu ayetinde : ” Sen affetmeyi esas al ” Gördüğü kusurları ve kabahatleri örtücü olmak ve hiç kimsenin kusurunu ve ayıbını yüzüne vurmamaktır. Âli İmrân Suresi 59’uncu ayetinde Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize hitaben şöyle buyurmuştur: ” Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Artık sen onları bağışla; Allah’tan da günahlarının bağışlanmasını dile…” 17

5) SABIR

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: … Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder… Takva sahibi ancak onlardır.

Bakara Suresi 155’inci ayetinde: … Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma ile mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.

Hud Suresi 49’uncu ayetinde: … Sabırlı ol. Sonuç takva sahiplerinindir.

Sabır; acılara, zorluklara, felaketlere katlanmaktır. Takva sahibi, her şeyin Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinden geldiğinin bilincinde hastalıklar a, kötülüklerde, savaşlarda ümitsizliğe düşmeden sabreder, başkalarına da sabır tavsiyesinde bulunur. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri, sabrın sonunda esenliğe muhakkak erişeceğini belirtmektedir. Sabır sırrı ile benlikler olgunlaşarak zafer ve mutluluğa erişirler.

Ahzap Suresi 2-3’üncü ayetlerinde: … Rabbinden sana ne vahyediliyorsa ona uy… Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Sabır kavramı, geniş bir alanı kapsar ve tevekkülü de içerir. Tevekkül; Kur’ân lisanında Allah Celle Celaluhü hazretlerini vekil etme, Allah Celle Celaluhü hazretlerine dayanıp güvenme anlamında kullanılmaktadır. Takva ehli; vahye uygun olarak verilmiş olan bir kararda, başlanmış olan bir işin sonucunun hayırlı olması için yalnız Allah Celle Celaluhü hazretlerine dayanıp güvenir. 18

6) ORUÇ

Bakara Suresi 183’üncü ayetinde: … Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Ta ki takva mertebesine erebilesiniz.

Bakara Suresi 185’inci ayetinde: Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ânın indirildiği aydır. Öyleyse sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Buyuruyor.

Oruç; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için bir gün boyunca yemeden-içmeden, cinsel ilişkide bulunmadan yapılan ibadet şeklidir. Böylece insanın nefisle ilgili bütün istek ve arzuları, geri çevrilerek nefs terbiye edilmektedir. Ramazan ayı müddetince bir ay devam eden oruç, İslâmiyet’in beş temelinden biridir. Orucun farz olduğu on bir ayın sultanı Ramazan ayı kutsal bir aydır. Kur’ân’ın ilk ayetleri bu ayda, Kadir gecesinde indirilmeğe başlanmıştı. Bu ay, af ve bağışlanma ayıdır. Ramazanda daha çok ibadet edilir, daha çok Kur’ân okunur, zekât ve sadakaların büyük bölümü bu ayda verilir.

Bakara Suresi 184’üncü ayetinde: … Eğer gerçekten anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Oruç; aç ve susuz kalarak bedenimize işkence etmek suretiyle yapılan bir ibadet şekli değildir. Hem Allah Celle Celaluhü hazretlerine karşı kulluk borcu ödenir ve hem de nefsin isteklerine karşı çıkılır, ilâhî bir ahlâka kavuşmanın da en mükemmel yoludur. Oruç ibadeti ile nefsin arzuları ve bilhassa cinsel istekler frenlenir, irade de kuvvetlenir. Sabrın erdirici sırrına ancak oruç ile ulaşılır. Böylece Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrettiği emir ve yasaklara uymakla günahlardan, tehlikelerden korunarak takva mertebesine erişilebilir. Oruç ibadetinde, gösterişten uzak tam bir içtenlik ve samimiyetle yerine getirildiğinden benlikler yücelir. Oruçlu iken aç kalındığından fakirin hali daha iyi anlaşılır, onlara yardım eli uzatılır ve dolayısıyla ahlâkın da en güzeli kazanılır. Oruç ibadetinin yapıldığı Ramazan ayı boyunca Müslüman toplulukları arasında kardeşlik sevgisi artar, birlik ve beraberlik duygusu kuvvetlenir. Orucun; bir ay müddetle dinlenen sindirim sistemimize, dolaşım sistemimize, sinir sistemimize mucizevî faydaları bulunduğunu da konunun uzmanı doktorlarca belirtilmektedir.19

7) MUHSİN OLMA

Zariyat Suresi 15-16’ncı ayetlerde:” Gerçekten takva sahipleri, cennetlerde ve pınar başlarındadır… Doğrusu onlar, bundan önce de iyilik ve güzellik (muhsin) sergilemekteydiler”

Al-i İmran Suresi 133-134’üncü ayetlerde: “… Cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır… Allah Muhsinleri sever” buyuruyor

Muhsin; güzel düşünüp güzel davranan, başkalarına nimet veren demektir. İhsan ise; güzel düşünüp, güzel davranmak, iyilik etmek, bağışlamaktır. Takva sahibi aynı zamanda Muhsin’dir. Muhsin hiçbir karşılık beklemeden Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için hep ihsanda bulunandır. Her işinde iyilik ile güzellik sergiler ve sevgi doludur. Tüm iyiliğin ve güzelliğin kaynağı Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin bir ismi de Muhsin’dir. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri; en güzel bir şekilde yarattığı insandan güzel düşünmesini, güzel davranmasını, iyilik ve yardım halinde bulunmasını öğütlemektedir.

Kasas Suresi 77’nci ayetinde: Allah, sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et!…

İslâm bilginlerine göre ihsan, Yüce Yaratıcı ile her an beraber olma şuuruna ererek yaşamaktır. Allah Celle Celaluhü hazretleri; melek ve cin aracılığı ile olduğu gibi, bazı insanlar aracılığı ile (munsinlerle) de lütuf ve bağışını varlıklara ihsan etmektedir. Nasıl ki Allah Celle Celaluhü hazretleri kuluna devamlı ihsan ediyorsa, kullarının da birbirine ihsan üzere olmasını istemektedir.

Mümin suresi 34’üncü ayetinde: Güzellikle çirkinlik, iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir tavırla sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir dost gibi oluvermiştir.

Kur’ân, çirkini güzellikle değiştirmeyi öğütlüyor. Çirkinden sonra güzellik sergilemek ile çirkinlikler ve kötülükler yok olabilmektedir. Takva ehli; kusurları, kötülükleri büyük bir hoşgörü ile karşılar, onlara ancak ihsan ile cevap verir. İlgili bir atasözünü nakledelim : ” Güzel ahlâk sahibi olmak; eziyet edene sabır ile, red edene kabul ile, cimrilik edene cömertlik ile, yüz çevirene güler yüz ile muamele etmektir. ” 20

8) SÖZLERİNİ YERİNE GETİRME – AHDE VEFA

Bakara Suresin 177’nci ayetinde: … Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir… Takva sahibi ancak onlardır.

Maide Suresi 1’inci ayetinde: Ey iman edenler! Allah ve insanlar arasında verdiğiniz söz ve yaptığınız bağlantıları yerine getirin!…

Ahd, söz verme, antlaşma, yemin, misak manalarına gelir. Ahde vefa ise sözünde durma, anlaşmaları yerine getirme, sözünde güvenilir olma demektir.

Antlaşma ve söz verme Kur’ânı Kerîm’in temel yasalarındandır. Antlaşma; insan ile insan, insan ile toplum arasında olduğu gibi, Allah Celle Celaluhü hazretleri ile insan arasındaki ilişkilerin de temelidir. Anlaşmaları yerine getirme, bireyler arasındaki ilişkilerde barış ve mutluluğu getirdiği gibi, Allah Celle Celaluhü hazretleri ile kul arasında ki münasebetlerde de kulun imanda yücelmesini ve sonsuz kurtuluşunu sağlar. Ancak kesin söz verdiği halde onu yerine getirmeyenler, en büyük zarara uğrayanlardır. Bakara Suresi 124’üncü ayetinde: ” …Verdiği sözü tutmayanlar zalimdir. ” Yerine getirilmeyecek sözler de sarf edilmemelidir. Saff Suresi 23’üncü ayetinde: ” … Yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek Allah katında büyük bir günahtır. ” 21

9) ADÂLET VE DÜRÜSTLÜK

Maide Suresi 8’inci ayetinde: Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun. Bir topluluğa kininiz sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun. Bu takvaya daha uygundur.

Adalet; hak edene hakkını vermek, doğruluktan ayrılmamak ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrini, emrettiği şekilde uygulamaktır. Adalet, takva sahibinin önemle üzerinde durması gerekli bir yaratılış yasasıdır. Herhangi bir kimseye kızmak veya onu sevmemek, onu adaletten saptırmamalıdır. Milletleri ve cemiyetleri ayakta tutan, huzurun ve sükûnun teminatı olan adalet ve dürüstlüktür. Hak sahiplerine haklarının verilmesiyle ancak sulh ve adalet sağlanabilir.

Taraflar kim olursa olsun, hâkimlik ve şahitlik tarafsız bir şekilde doğruluktan ayrılmadan yapılmalıdır. Nisa Suresi 135’inci ayetinde de şöyle buyrulmaktadır : ” … Kendinizin, anne-babanıza, yakınlarınızın aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak, Allah için tanıklık edenler olun… Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın!… “22

10) İLİM

Fatır Suresi 28’inci ayetinde: … Kulları içinde ancak ilim sahipleri, Allah’tan gereğince korkar…

Takva kelimesi, korunma, sakınma manasıyla birlikte, korkma anlamını da taşır. Ayette, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine karşı sevgi ve korku duygusunu en çok taşıyan, aynı zamanda ilim sahibi olan takva ehlini tanımlamaktadır. Kötülüklerden en iyi korunan, ilâhî yasaları da en iyi bilendir. Kur’an’a göre Rab’den ençok korkanlar peygamberlerle ilim sahipleridir. Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri tarafından da ençok sevilende onlardır. Mülk Suresi 12’nci ayetinde: ” Görmedikleri halde Rab’lerinden içleri titreyerek korkanlara gelince, onlar için büyük bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.”

Şüphesiz ki sevgi ve muhabbetle yapılan bir iş, korku ile yapılandan çok daha üstündür. Seven sevdiğini kırmaktan, darıltmaktan çekindiği için onun arzularını seve seve yerine getirir. İstemediklerini de incitip kırabileceği endişesi ile yapmaktan çekinerek korkar. İşte kişinin sevdiği Yüce Yaratıcı’sı olursa, sevgi ve korku hissi ne kadar büyük olur. İslâm bilginleri; takva sahibinin Allah Celle Celaluhü hazretlerine karşı olan duygularını, küçük bir çocuğun anne-babasına duyduğu sevgi, saygı güven ve korku hissine benzetmişlerdir. Çocuklar, anne ve babalarına olan sevgileri ile birlikte korkma hislerini de taşırlar.

Takva ehli aynı zamanda Peygamber Efendimizin de gerçek Sünnetine çok iyi vakıf olandır. Onlar Ahzab Suresi 21’inci ayetindeki oluş sırrına erişmişlerdir: ” Andolsun Allah Resulünde sizin için Allah’ı ve Ahiret Günü’nü arzu edenlerle, Allah’ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. “

Ra’d Suresi 37’nci ayetinde: …Kur’ânı bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Sana gelen ilimden sonra… buyrulan ilim, Allah Celle Celaluhü hazretleri tarafından peygamberlere vahy ile indirildikten sonra insanlara tebliğ edildiği zaman oluşmaktadır. Kaynağı vahy kitapları, İslâmiyette de Kur’ân’ın içeriği olan ayetlerdir. İlim, ayetlerden birinin veya birkaçının sırlarını keşfetme ve prensiplere bağlama uğraşısıdır. İlim esas itibariyle ikiye ayrılır. İlâhî İlim ve Faydalı İlim. İlâhî İlim; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sözlerini içeren, tüm varlıkların özünde saklı sırları bildiren bir ilimdir. Âlemlerin ve insanların yaratılış kanunları nelerdir? Bu Dünyaya nereden geldik, vazifelerimiz nelerdir, nereye gideceğiz? gibi suallerin cevaplarını Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin muhteşem sistemini içeren İlâhî Yasaları ancak bu ilim ile öğrenebiliriz. İnsanları diriltecek, onlara gerçekleri gösterecek en önemlisi de Yüce Yaratıcı’yı Kendi sözleriyle tanıyıp öğrenecek ve O’nun gösterdiği yola yönelerek olgunlaşacağız, kemale ereceğiz. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerini gereğince fark edebilme mutluluğu, ancak ilim sahiplerine özgü bir yücelik olmaktadır.

Alak Suresi 1-5’inci ayetlerinde: Oku! Yaratan Rabbinin ismiyle. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. Kalem ile öğretendir.

Kur’ânı Kerim’in ilk ayeti oku kelimesi ile başlamaktadır. İslâm müfessirlerine göre; ” Oku ” kelimesi üç anlamda izah edilmektedir.

1) Kur’ânı Oku,

2) İnsan Kitabını Oku,

3) Evren Kitabını Oku.

Şu halde İnsanoğlunun birinci vazifesi okumaktır. İlim ancak okumakla elde edilir. Zümer Suresi 9’uncu ayetinde : ” … Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? … ” ve Mücadele Suresi 11’inci ayetinde: ” İman edenleri Allah yükseltir, ilim verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür… “buyruluyor.

Okumakla da ilim öğrenilemez. Üzerinde tefekkür etmek yani düşünmek, okuduğunu anlayarak hazmetmek gerekir. Bakara Suresi 266’ncı ayetinde : ” … Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz. ” Yalnız okumakla yetinenler, üzerinde gereğince düşünmeyenler, okuduklarını hazmedemeyenler ve ondan faydalanamayanlar maalesef o kitaptan istifade edemezler, ancak okuma hamallığını yapmış olurlar. Yüce Yaratıcı böyleleri için Cuma Suresi 5’inci ayetinde de şöyle buyurmaktadır : ” Tevratla yükümlü olup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. “

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinden İlâhî İlim vahy ile gelmiş ve insanlar bilgisizlikten kurtularak İlâhî Yasaları öğrenmişlerdir. Ayrıca insan için Faydalı İlimler de bilinmelidir ki çağdaş teknoloji elde edilebilsin ve insanlara hizmet gerçekleştirilsin. Yüce Yaratıcı kullarına muhteşem bir ışık vermiş: Akıl. İlâhî yasalar peygamberler vasıtasıyla bildirilmiş, ancak aklımız ile de faydalı ilimleri bulmamız bizlerden istenilmektedir. Böylece insanlar akılları ile birçok bilimsel araştırmalar yapmışlar, pek çok ilmî buluşlara da imzalarını atmış ve atmaktadır.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerini sevmek, O’nun görüntüleri olan halkı sevmektir. Halka sevgi ise hizmetle olur. Hizmetin en büyüğü, ancak insanlara faydalı olabilecek ilim öğrenmekle mümkündür. Tıp, Mühendislik, Fizik, Matematik, Hukuk, Çevrebilimi, Astronomi v.s. gibi ilimler de iyi bilinmeli; bunlara sahip olanlara, ilim öğrenmek isteyenlere hak ettiği değer verilmeli ve her türlü yardım da yapılmalıdır. Peygamber Efendimiz : ” İlim, Çinde dahi olsa, onu bulunuz. ” ve başka bir hadisinde de : ” İlim her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır. ” diye buyurmakla ilme verdiği büyük önemi belirtmiştir.23

1-www.gavsuazam.de internet sitesinden yararlanılmıştır.

2-Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

3-www.biriz.biz internet sitesinden yararlanımıştır

4- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

5-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları Hacı Muharrem Hilmi Efendi sf:159-160 Ank -1976

6- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

7- Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları Hacı Muharrem Hilmi Efendi sf:163 Ankara -1976

8-Hadis Kudsi, Sahihi Buhari

9-Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa ( 315-316-317-318-319)

10-Tecrd-i Sarih Terc –

11-Sünen-I Ebu Davud,

12-Münavi, Künuzü’l Hakaik

13- Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa(324-325-326-327-330)

14- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

15- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

16- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

17- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

18- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

19- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

20- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

21- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

22- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

23- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

TAKVA’DA ON TEMEL İBADET

1) İNFÂK VE SEVGİ

Al-i İmran Suresi 134’üncü ayetinde: Takva sahipleri, bollukta da darlıkta da infak ederler…

Zariyat Suresi 15,19’uncu ayetlerinde: Gerçekten takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarındadır… Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.”buyuruyor

İnfak; sahip olduklarımızdan ihtiyaç sahipleri için pay ayırarak vermedir. Bu verme, insanlığa hatta tüm canlıların yararına yöneliktir. Zengin, yoksul ayrımı yapmadan bütün iman edenler için konulmuş eğitici ve erdirici en mükemmel ibadetlerdendir. İnfak; Allah Celle Celaluhü hazretlerine olan sevginin, güvenin ve teslimiyetin bir ifadesidir. Paradan, maldan yapıldığı gibi güzel söz söylemek güler yüz göstermek de bir infaktır. Ayrıca dertli bir insanı teselli etmek, güçsüz yaşlı birine yardım etmek, hasta ziyaretleri ile moral vermekte bir infak şeklidir. Zekât, sadaka ve fitre miktarı tayin edilmiş sınırlı bir yardımdır. Oysa infak, sahip olunanlardan gönlün dilediği kadar ayırdığı sınırsız bir vermedir. Âli İmrân Suresi 92’nci ayetinde de şöyle buyruluyor: ” Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız…” Şu halde verilenler, nefsin sevdiği şeylerden olmalı, yani verirken bir fedakârlık yapılmış olmalıdır ki nefs arınabilirsin.

Takva ehli, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin verdiği nimetleri, varlıkta da yoklukta da başkalarıyla paylaşırlar. Fakirlikte de zenginlikte de sevilenlerden verme ilâhî ahlâkın oluşmasına vesile olur. Haşr Suresi 9’uncu ayetinde: ” … Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. ” İnsanlardaki geçici Dünya nimetleri olan mal ve parayı depolama hırsı, ancak cömertlikle kırılmaktadır. Kur’ân, infakın prensibini Bakara Suresi 219’uncu ayetinde de şöyle veriyor : “…Helâl kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin…” Bir de verileni başa kakmamak önemlidir. Bakara Suresi 264’üncü ayetinde:” …Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın…” İnfak ibadetinde, yaratılışın negatif kuvvetinin temsilcisi şeytan, bizi fakir olacaksınız diye devamlı korkutarak cimriliğe sevk eder. Oysa Allah Celle Celaluhü hazretleri, infakın eksiltmeye değil ancak artışa sebep olacağını belirtmektedir. Sebe Suresi 39’uncu ayetinde: “…Birşey infak ederseniz Allah, onun yerine başka birşey lütfeder…” Yine Kur’ânı dinleyelim. Bakara Suresi 268’inci ayetinde: ” Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler. Allah ise Kendinden bir bağışlama ve lütuf vaat eder…” İnfak kimlere verilmelidir? Bakara Suresi 215’inci ayetinde bunun cevabını vermektedir : ” … İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizler ve yolda kalan için olmalıdır…” Şu halde öncelik, kendi akrabalarımızın yoksullarına olmalı ve daire gittikçe büyütülmelidir.

Hayır işlerinde yarışmak. Hayır, insanlara Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için karşılık beklemeden yapılan iyilik ve yardımdır. Hayır işleri de bir infak şeklidir. Ali İmran Suresi 114-115’inci ayetlerinde: “…Hayır işlerinde yarışırca koşarlar. Hiçbir hayır karşılıksız bırakılmaz. Allah takva sahiplerini çok iyi bilmektedir.” Şu halde Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasını kazanabilmek, hayır işlerinde yarışarak en iyisini yapmakla mümkündür. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunun şuuru temel prensiptir. Gerek kendi ülkesindeki din kardeşleri arasında ve gerekse başka kitap bağımlısı diğer ülkelerdeki insanlara hayır yapmada, en ileri olmayı hedef alarak yarışılmalıdır. Kur’ân, insanlara yapılan iyilik ve hizmetin büyük sevabını muhtelif ayetlerle açıklamaktadır. Yapılması istenen hayır işleri nelerdir? Örneğin yoksul ve yardıma muhtaç olanları giydirmek, yemek yedirmek, evlendirmek, sermaye vermek v.s. hayır işleri ile hayır kurumlarının kurulmasına katkıda bulunmak veya onlara bağış yapmak, faydalı kitaplar yazmak, insanlığa hizmete yönelik bilimsel araştırma ve buluşlar yapmak. Kur’ân’da yapılan bu gibi hayırların Allah Celle Celaluhü hazretleri tarafından hiçbir zaman karşılıksız bırakılmayacağı da belirtilmektedir. Günümüzde, dini bilgi eksikliğinden kaynaklanan bazı yanlış yatırımlar yapılmaktadır.

Salih amel sergilemek. Hayır işi, Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin çok sevdiği bir kulluk görevi olan salih ameli de içerir. Salih amel, insana hizmete ve barışa yönelik bütün düşünce ve faaliyetlerdir. Beyyine Suresi 7’nci ayetinde: ” İman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlılarıdır.” Buyuruyor.

Çok çalışmak. Hayır işleri ve salih amel gibi insanlara faydalı ve esenliğe yönelik hizmetler, büyük ölçüde bir yardım şeklidir. Bunları karşılamak için, takva sahiplerinin çok çalışmak ile yükümlü olacağı şüphesizdir. İnşirah Suresi 7-8’inci ayetlerinde: ” İşlerinden boşaldığın zaman tekrar çalış ve yorul. Yalnız Rabbine yönel. ” buyurarak Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri; kullarından kendilerine ve insanlara faydalı olabilmeleri için çok çalışarak didinmelerini istemektedir. Necm Suresi 39-41’inci ayetlerinde: ” Şu bir gerçek ki, insan için çalıştığından başkası yoktur. Elbette çalışması ileride görülecektir. Sonra ona en doğru karşılık verilecektir. ” Yine Kur’ânı dinleyelim. Tevbe Suresi 105’inci ayetinde: ” İş yapıp değer üretin; Allah, O’nun Resulü ve mü’minler yaptıklarınızı görecektir…” İslâmiyette tembelliğe yer yoktur.

Yaratılanları sevmek. Takva sahiplerinin bir özelliği de, kaynağını Yüce Yaratıcı’dan aldıkları sevgi ile dolu oluşlarıdır. Sevgi, sahip olduklarını diğerleriyle paylaşmaktır. Âli İmrân Suresi 119’uncu ayetinde: ” İşte siz iman edenler öyle kimselersiniz ki, imansız olanlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. ” Kalpleri yumuşak, gönül pencereleri açık, sevgi ile doludur. Gönülleri iyilik, güzellik ve merhamet ile yüklü olan takva sahiplerinin kendi nimetlerini başkalarıyla paylaşma duygusu, dalgalar halinde yayılmaya başlar. Veren ile alan arasındaki bu alışveriş, sevgi kıvılcımlarını oluşturur. İşte bu paylaşma insanlar arasında bir sevginin doğmasının öncüleridir. İnanmayanların kendilerini sevmemesine rağmen, onlar Allah’ın bütün kullarını severler. Bu gerçeği büyük tasavvuf şairi Yunus Emre ne kadar güzel söylemiştir: ” Yaratandan ötürü yaratılanları severim.” 14

2) NAMAZ

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: “… Namaz’ı kılar, zekât verir… Takva sahibi ancak onlardır.”

Nisa Suresi 103’üncü ayetinde:” … Namaz, mü’minler (iman edenler, inananlar) üzerine vakitleri belli bir farzdır” buyruluyor

İbadetlerin en önemlisi temel direği olan namaz, Allah tarafından açık ve kesin emirlerle istendiği için farzdır ve bütün Müslümanların kılması gereklidir. Kendisini yaratan, sonsuz nimetler veren Yüce Yaratıcı’ya teşekkür, şükür, hamd edilerek namazla ibadet etmek her insanın tabii kulluk borcudur. Namaz, aynı zamanda bedene sonsuz faydalar verdiği gibi, ruhsal yapımızda da sapıklıklardan, kötülüklerden uzak kalındığından ihtiras ve buna bağlı streslerden korunulur. İman gittikçe güçlendiğinden, şeytanın aldatmacası olan kuruntu ve şüpheler yerini huzura bırakır. Namaz; huşu içinde ürpererek, Yüce Allah Celle Celaluhü hazretlerine saygı ve sevgi ile dolu olarak kılınmalıdır. İnsanlığı kötülüğe götüren yalan ve ikiyüzlülük yavaş yavaş dürüstlüğe dönüşerek karakter düzelmeye başlar. Nefsin en kötü hastalığı olan gurur, namazdaki secde halindeyken yok olur, böylece insanın ahlakı da güzelleşir. ” Namaz, mü’minlerin miracıdır. ” Hadisi, namazın erdirici sırrına açıklık getirmiştir. Nasıl ki Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Mirac mucizesi ile Allah Celle Celaluhü hazretlerinin katına yükselmişse, iman edenler de namazlarıyla Cenâbı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine ulaşırlar.

Bakara Suresi 45’inci ayetin:” …Şüphesiz ki namaz, Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir “buyurarak;

Nefsin arınmasındaki önemi çok büyük olan namazı, bugünkü dünya şartlarında çok çalışma mecburiyeti neticesi zamanı kısıtlı olanlar, iyi niyetini Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerine göstermelidir.

Ahzab Suresi 56’ncı ayetinde: “… Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Sizde O’na teslimiyetle salât ve selâm getirin” buyurarak;

Namaz, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi de anıştır. Her namazda okunan Allahümme salli ve barik duaları ile yerine getirilmektedir. Ayette açıklandığı gibi, mü’minlerine kendilerinden daha yakın ve sevgi ile dolu olan Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimize salâvat getirmemiz yani dualar okumamız istenmektedir. Bu ayetle Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimize salâvat getirmek kesin olarak farz kılınmıştır. İman edenlerin en büyük dostu ve en yakını olan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz her şeyden çok sevildiği zaman, iman da kemale erişilir.

Allah Celle Celaluhü hazretlerini anma (zikir). Namaz belli vakitlere bağlı olduğundan, Yüce Yaratıcı ile her an beraberliğin en ideal şekli zikir yani Allah Celle Celaluhü hazretlerini anmadır. Tahâ Suresi 14’üncü ayetinde: ” …Namazını, Beni hatırlayıp anma için kıl. ” Yine Kur’ânı dinleyelim. Ankebut Suresi 45’inci ayetinde: “…Kitaptan sana vahye dileni oku. Namazı da kıl. Çünkü namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah’ın ZİKRİ daha büyüktür…” Diğer bir ismi Zikir olan Kur’ânı Kerîm okumak, içeriği anlaşılmayan Arapça Kur’ân’dan muhakkak ki daha erdiricidir. Araf Suresi 205’inci ayetinde: ” Rabbini; benliğinin içinden yalvarıp ürpererek alçak bir sesle sabah akşam zikret. Gafillerden olma. ” Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerini sevmenin belirtilerinden biri de, O’nu anmayı sevmektir. Çünkü fazla zikir, sevginin açığa çıkışıdır. Nur Suresi 37’nci ayetinde: ” Öyle kişiler vardır ki, ne ticaret ve ne de alışveriş onları Allah’ın zikrinden… Alıkoyamaz. ” Bu kemale ermiş benliklerin halidir ki her anı, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri ile beraber olma şuuru iledir. Bakara Suresi 152’nci ayetinde: ” Siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım…” Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri; içtenlikle anıldığı zaman mutlaka karşılık vermekte, her türlü yardım ve lütuflarını ihsan etmektedir.

Zikir veya anma; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin ilâhî isimlerinden biri veya birkaçını söyleyerek tekrar etmek suretiyle lisanen zikir de yapılır ki, ” Allah ” kelimesi ile söyleneni en yaygın olanıdır. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin Yüce Zat’ını gönülden düşünmek suretiyle kalben zikir de yapılmaktadır. Âli İmrân Suresi 191’inci ayetinde: ” Onlar ki; ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler…” Böylece devamlı zikir ile o insan her an Allah Celle Celaluhü hazretleri ile beraber olur, bütün iş ve çalışma durumları da bu halinin devam etmesine mani teşkil etmez. Kulun gönlünde yanan İlâhî Aşk ateşi ile, Yüce Yaratıcı’nın cereyanına bağlanarak sonsuz mutluluğa erişir. Rad Suresi 28’inci ayetinde: ” … Gönüller yalnız Allah’ın zikri ile huzur bulur. ” Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin bize ” Şah damarımızdan daha yakın ” ve her an birlikte olduğumuzun sırrına erişenler, mutluluk ve kurtuluşa kavuşmuş yüce benliklerdir. 15

3) ZEKÂT

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: …Namazı kılar, zekât verir… takva sahibi ancak onlardır.

Zariyat Suresi 19’uncu ayetinde19: Mü’minlerin mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.

Tevbe Suresi 103’üncü ayetinde: Onların da mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış, mallarına bereket vermiş olsun… buyuruyor.

Zekât; bereket, artış ve temizleme demektir. Allah Celle Celaluhü hazretleri, mal sahiplerinin mallarında fakirlerin de hakkı olduğunu Kur’ân ile bildirmiş ve bu hakkın da verilmesini emretmiştir. İşte zenginlerin malından yoksullara verilmesi gereken bu hakka zekât denir. Sahip olunan maldan vermekle, nefsin isteklerine karşı bir set çekildiğinden nefs terbiye edilir ve veren-alan arasında bir sevgi bağı oluşması sağlanmış olur. Böylece zengin-fakir arasındaki zıtlaşma kırılır ve yerini sevgi ile dostluğa bırakır. Zekât; bir yıllık kazancın ve birikmiş malın devlete olan vergisi çıktıktan sonra geriye kalan yüzde iki buçuk veya kırkta bir tutarındaki miktarının, fakirlere dağıtılması zorunlu olan bir mali ibadettir. Mallardan bir arıtma ve temizleme görevi yapmaktadır. Verilmediği takdirde o kazanç ve mal haram olur. Zekât, yalnız zenginler için miktarı belli asgari bir ölçüdür. İnfak ise varlıkta da yoklukta da verilmesi gereken ölçüsüz bir yükümlülüktür.

Tevbe suresi 34’üncü ayetinde: … Altın ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda sarf etmeyenler varya, işte onlara acı bir azabı haber ver.

Rum Suresi 39’uncu ayetinde : … Allah rızasını dileyerek verdiğiniz zekât, sevaplarınızı ve mallarınızı kat kat arttırır.

Şu halde zekât verme, mallarda eksiltme değil ancak artışa sebep olmaktadır. İslâmiyet, alın teri dökerek doğru yoldan kazanılan büyük servetlerin karşısında değildir. Ancak zengin olan her Müslüman’ın farz olarak belirlenen zekât ve sadakaları ihtiyaç sahiplerine vermesi, kazanç ve malının arınması ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin hoşnutluğu bakımından mutlaka gereklidir. Böylece hem kendisine ve hem de yoksullara faydalı olacaktır. Ancak para, altın, gümüş gibi kıymetli malları biriktirip de bunların zekâtını vermeyenler için de acı bir azap vardır.

Al-i İmran Suresi 14’üncü ayetinde: … Yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe… karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar Dünya hayatının geçici menfaatleridir.

Allah Celle Celaluhü hazretleri insanlara yaşayışlarını düzgün bir şekilde sürdürmeleri için, çalışma arzusu ile mal sevgisi vermiştir. Ancak mal sevgisi kontrol altında tutulmadığı zaman, mal edinme hırsı bütün benliği kaplar. Artık o insan hayatı boyunca yalnız ve yalnız mal edinmeyi esas alarak onun tutsağı olur ve her türlü kötü yollardan hedefine varmayı kendine gaye edinir. İşte insanların bu tür kötülüklerden korunabilmesi için Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri, infak ve zekât mucizesi ile mal sevgisi hırsını kontrol ettirmiştir.

Tevbe Suresi 60’ıncı ayetinde: ” Sadakalar zekâtlar Allah’tan bir farz olarak; yoksullara, düşkünlere… Gönülleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, borçlulara, Allah yolundakilere, yolda kalmışlara mahsustur…”

Zekât vermeye, en yakın akraba içinde bulunan yoksullardan başlanır. Sonra yoksul komşular ve şehir içindeki diğer yoksullar aranır. Ana baba, eş ve çocuklara zekât verilemez. Ancak onlara infak ibadeti ile mal ve nimet verme yükümlülüğü getirilmiştir. Bakara 2/262 : ” Mallarını Allah yolunda harcayıp da fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler varya, onların Allah katında ödülleri vardır… ” 16

4) AF EDİCİ VE DİLEYİCİ OLMA

Al-i İmran Suresi 134-135’inci ayetlerde: O takva sahipleri ki… Öfkelerini yutarlar, insanların kusurlarını affederler… Onlar çirkin bir iş yaptıklarında yahut özbenliklerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlar, günahları için af dilerler. Günahları Allah’tan başka kim affeder ki?…

En’am Suresi 54’üncü ayetlerde: … İçinizden her kim bilgisizlikle bir kötülük işler de, ardından tövbe edip halini düzeltirse, hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhametlidir.

Af dileme, işlediği günahın af edilmesi için Allah Celle Celaluhü hazretlerine yalvarma demektir. Kur’ân, yapılan kötülüklerden pişman olunarak, onu adet haline getirmeden terk etme uyarısında bulunmaktadır. İşlenilen suç ve günahlar katiyen unutulmamalı, kendisinin suç işlemeye kabiliyeti olduğundan dolayı bu suçları işlediğini anlamalı, yaptığından pişman olarak da af dilemelidir.

Nur suresi 31’inci ayetinde: … Ey mü’minler, istisnasız hepiniz Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz.

Yalnız günahkârların değil, bütün müminlerin tövbe ederek bilip bilmediği günahlarından arınmaları bir kulluk görevidir. Bir hadiste de: “Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.” diye buyrulması tövbenin fevkalade önemini belirtmektedir.

Zariyat Suresi 15-18’inci ayetlerinde : … Takva sahipleri bahçelerde ve pınar başlarındadır. (Cennettedir.) … Onlar seher vakitlerinde af dilerlerdi.

” Seher vakitlerinde af dilerlerdi. ” ayeti takva sahiplerinin tövbe etme zamanını belirtmektedir. Günün zaman dilimleri içinde duaların, ibadetlerin ve günahlardan bağışlanmanın en çok kabul buyrulduğu zamanlar vardır. Gecenin son üçte biri olan seher vaktinin, af dileme ve bağışlanmalarının kabulü bakımından önemi çok büyüktür. Oruç ayında da, günün en sessiz zamanı olan seher vakti kalkılarak dua edilip af dilenir. Daha sonra da yemek yenilerek ibadet tamamlanır.

Al-i İmran Suresi 134’üncü ayetinde: O takva sahipleri ki… Kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah ta o iyilik edenleri sever.

Takva ehli; insanlar arasındaki münasebetlerde, öfkelerine hâkim olurlar ve kendisine yapılan kötülüklere rağmen insanları af edicidirler. Nasıl ki Rabbi günahlarını affediyorsa, o da kendine yapılan sebepli ve sebepsiz kusur ve kabahatleri büyük bir hoşgörü ile affetmelidir. Araf Suresi 199’uncu ayetinde : ” Sen affetmeyi esas al ” Gördüğü kusurları ve kabahatleri örtücü olmak ve hiç kimsenin kusurunu ve ayıbını yüzüne vurmamaktır. Âli İmrân Suresi 59’uncu ayetinde Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize hitaben şöyle buyurmuştur: ” Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Artık sen onları bağışla; Allah’tan da günahlarının bağışlanmasını dile…” 17

5) SABIR

Bakara Suresi 177’nci ayetinde: … Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder… Takva sahibi ancak onlardır.

Bakara Suresi 155’inci ayetinde: … Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma ile mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.

Hud Suresi 49’uncu ayetinde: … Sabırlı ol. Sonuç takva sahiplerinindir.

Sabır; acılara, zorluklara, felaketlere katlanmaktır. Takva sahibi, her şeyin Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinden geldiğinin bilincinde hastalıklar a, kötülüklerde, savaşlarda ümitsizliğe düşmeden sabreder, başkalarına da sabır tavsiyesinde bulunur. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri, sabrın sonunda esenliğe muhakkak erişeceğini belirtmektedir. Sabır sırrı ile benlikler olgunlaşarak zafer ve mutluluğa erişirler.

Ahzap Suresi 2-3’üncü ayetlerinde: … Rabbinden sana ne vahyediliyorsa ona uy… Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Sabır kavramı, geniş bir alanı kapsar ve tevekkülü de içerir. Tevekkül; Kur’ân lisanında Allah Celle Celaluhü hazretlerini vekil etme, Allah Celle Celaluhü hazretlerine dayanıp güvenme anlamında kullanılmaktadır. Takva ehli; vahye uygun olarak verilmiş olan bir kararda, başlanmış olan bir işin sonucunun hayırlı olması için yalnız Allah Celle Celaluhü hazretlerine dayanıp güvenir. 18

6) ORUÇ

Bakara Suresi 183’üncü ayetinde: … Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Ta ki takva mertebesine erebilesiniz.

Bakara Suresi 185’inci ayetinde: Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ânın indirildiği aydır. Öyleyse sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Buyuruyor.

Oruç; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için bir gün boyunca yemeden-içmeden, cinsel ilişkide bulunmadan yapılan ibadet şeklidir. Böylece insanın nefisle ilgili bütün istek ve arzuları, geri çevrilerek nefs terbiye edilmektedir. Ramazan ayı müddetince bir ay devam eden oruç, İslâmiyet’in beş temelinden biridir. Orucun farz olduğu on bir ayın sultanı Ramazan ayı kutsal bir aydır. Kur’ân’ın ilk ayetleri bu ayda, Kadir gecesinde indirilmeğe başlanmıştı. Bu ay, af ve bağışlanma ayıdır. Ramazanda daha çok ibadet edilir, daha çok Kur’ân okunur, zekât ve sadakaların büyük bölümü bu ayda verilir.

Bakara Suresi 184’üncü ayetinde: … Eğer gerçekten anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Oruç; aç ve susuz kalarak bedenimize işkence etmek suretiyle yapılan bir ibadet şekli değildir. Hem Allah Celle Celaluhü hazretlerine karşı kulluk borcu ödenir ve hem de nefsin isteklerine karşı çıkılır, ilâhî bir ahlâka kavuşmanın da en mükemmel yoludur. Oruç ibadeti ile nefsin arzuları ve bilhassa cinsel istekler frenlenir, irade de kuvvetlenir. Sabrın erdirici sırrına ancak oruç ile ulaşılır. Böylece Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrettiği emir ve yasaklara uymakla günahlardan, tehlikelerden korunarak takva mertebesine erişilebilir. Oruç ibadetinde, gösterişten uzak tam bir içtenlik ve samimiyetle yerine getirildiğinden benlikler yücelir. Oruçlu iken aç kalındığından fakirin hali daha iyi anlaşılır, onlara yardım eli uzatılır ve dolayısıyla ahlâkın da en güzeli kazanılır. Oruç ibadetinin yapıldığı Ramazan ayı boyunca Müslüman toplulukları arasında kardeşlik sevgisi artar, birlik ve beraberlik duygusu kuvvetlenir. Orucun; bir ay müddetle dinlenen sindirim sistemimize, dolaşım sistemimize, sinir sistemimize mucizevî faydaları bulunduğunu da konunun uzmanı doktorlarca belirtilmektedir.19

7) MUHSİN OLMA

Zariyat Suresi 15-16’ncı ayetlerde:” Gerçekten takva sahipleri, cennetlerde ve pınar başlarındadır… Doğrusu onlar, bundan önce de iyilik ve güzellik (muhsin) sergilemekteydiler”

Al-i İmran Suresi 133-134’üncü ayetlerde: “… Cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır… Allah Muhsinleri sever” buyuruyor

Muhsin; güzel düşünüp güzel davranan, başkalarına nimet veren demektir. İhsan ise; güzel düşünüp, güzel davranmak, iyilik etmek, bağışlamaktır. Takva sahibi aynı zamanda Muhsin’dir. Muhsin hiçbir karşılık beklemeden Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için hep ihsanda bulunandır. Her işinde iyilik ile güzellik sergiler ve sevgi doludur. Tüm iyiliğin ve güzelliğin kaynağı Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin bir ismi de Muhsin’dir. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretleri; en güzel bir şekilde yarattığı insandan güzel düşünmesini, güzel davranmasını, iyilik ve yardım halinde bulunmasını öğütlemektedir.

Kasas Suresi 77’nci ayetinde: Allah, sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et!…

İslâm bilginlerine göre ihsan, Yüce Yaratıcı ile her an beraber olma şuuruna ererek yaşamaktır. Allah Celle Celaluhü hazretleri; melek ve cin aracılığı ile olduğu gibi, bazı insanlar aracılığı ile (munsinlerle) de lütuf ve bağışını varlıklara ihsan etmektedir. Nasıl ki Allah Celle Celaluhü hazretleri kuluna devamlı ihsan ediyorsa, kullarının da birbirine ihsan üzere olmasını istemektedir.

Mümin suresi 34’üncü ayetinde: Güzellikle çirkinlik, iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir tavırla sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir dost gibi oluvermiştir.

Kur’ân, çirkini güzellikle değiştirmeyi öğütlüyor. Çirkinden sonra güzellik sergilemek ile çirkinlikler ve kötülükler yok olabilmektedir. Takva ehli; kusurları, kötülükleri büyük bir hoşgörü ile karşılar, onlara ancak ihsan ile cevap verir. İlgili bir atasözünü nakledelim : ” Güzel ahlâk sahibi olmak; eziyet edene sabır ile, red edene kabul ile, cimrilik edene cömertlik ile, yüz çevirene güler yüz ile muamele etmektir. ” 20

8) SÖZLERİNİ YERİNE GETİRME – AHDE VEFA

Bakara Suresin 177’nci ayetinde: … Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir… Takva sahibi ancak onlardır.

Maide Suresi 1’inci ayetinde: Ey iman edenler! Allah ve insanlar arasında verdiğiniz söz ve yaptığınız bağlantıları yerine getirin!…

Ahd, söz verme, antlaşma, yemin, misak manalarına gelir. Ahde vefa ise sözünde durma, anlaşmaları yerine getirme, sözünde güvenilir olma demektir.

Antlaşma ve söz verme Kur’ânı Kerîm’in temel yasalarındandır. Antlaşma; insan ile insan, insan ile toplum arasında olduğu gibi, Allah Celle Celaluhü hazretleri ile insan arasındaki ilişkilerin de temelidir. Anlaşmaları yerine getirme, bireyler arasındaki ilişkilerde barış ve mutluluğu getirdiği gibi, Allah Celle Celaluhü hazretleri ile kul arasında ki münasebetlerde de kulun imanda yücelmesini ve sonsuz kurtuluşunu sağlar. Ancak kesin söz verdiği halde onu yerine getirmeyenler, en büyük zarara uğrayanlardır. Bakara Suresi 124’üncü ayetinde: ” …Verdiği sözü tutmayanlar zalimdir. ” Yerine getirilmeyecek sözler de sarf edilmemelidir. Saff Suresi 23’üncü ayetinde: ” … Yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek Allah katında büyük bir günahtır. ” 21

9) ADÂLET VE DÜRÜSTLÜK

Maide Suresi 8’inci ayetinde: Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun. Bir topluluğa kininiz sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun. Bu takvaya daha uygundur.

Adalet; hak edene hakkını vermek, doğruluktan ayrılmamak ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrini, emrettiği şekilde uygulamaktır. Adalet, takva sahibinin önemle üzerinde durması gerekli bir yaratılış yasasıdır. Herhangi bir kimseye kızmak veya onu sevmemek, onu adaletten saptırmamalıdır. Milletleri ve cemiyetleri ayakta tutan, huzurun ve sükûnun teminatı olan adalet ve dürüstlüktür. Hak sahiplerine haklarının verilmesiyle ancak sulh ve adalet sağlanabilir.

Taraflar kim olursa olsun, hâkimlik ve şahitlik tarafsız bir şekilde doğruluktan ayrılmadan yapılmalıdır. Nisa Suresi 135’inci ayetinde de şöyle buyrulmaktadır : ” … Kendinizin, anne-babanıza, yakınlarınızın aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak, Allah için tanıklık edenler olun… Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın!… “22

10) İLİM

Fatır Suresi 28’inci ayetinde: … Kulları içinde ancak ilim sahipleri, Allah’tan gereğince korkar…

Takva kelimesi, korunma, sakınma manasıyla birlikte, korkma anlamını da taşır. Ayette, Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine karşı sevgi ve korku duygusunu en çok taşıyan, aynı zamanda ilim sahibi olan takva ehlini tanımlamaktadır. Kötülüklerden en iyi korunan, ilâhî yasaları da en iyi bilendir. Kur’an’a göre Rab’den ençok korkanlar peygamberlerle ilim sahipleridir. Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri tarafından da ençok sevilende onlardır. Mülk Suresi 12’nci ayetinde: ” Görmedikleri halde Rab’lerinden içleri titreyerek korkanlara gelince, onlar için büyük bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.”

Şüphesiz ki sevgi ve muhabbetle yapılan bir iş, korku ile yapılandan çok daha üstündür. Seven sevdiğini kırmaktan, darıltmaktan çekindiği için onun arzularını seve seve yerine getirir. İstemediklerini de incitip kırabileceği endişesi ile yapmaktan çekinerek korkar. İşte kişinin sevdiği Yüce Yaratıcı’sı olursa, sevgi ve korku hissi ne kadar büyük olur. İslâm bilginleri; takva sahibinin Allah Celle Celaluhü hazretlerine karşı olan duygularını, küçük bir çocuğun anne-babasına duyduğu sevgi, saygı güven ve korku hissine benzetmişlerdir. Çocuklar, anne ve babalarına olan sevgileri ile birlikte korkma hislerini de taşırlar.

Takva ehli aynı zamanda Peygamber Efendimizin de gerçek Sünnetine çok iyi vakıf olandır. Onlar Ahzab Suresi 21’inci ayetindeki oluş sırrına erişmişlerdir: ” Andolsun Allah Resulünde sizin için Allah’ı ve Ahiret Günü’nü arzu edenlerle, Allah’ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. “

Ra’d Suresi 37’nci ayetinde: …Kur’ânı bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Sana gelen ilimden sonra… buyrulan ilim, Allah Celle Celaluhü hazretleri tarafından peygamberlere vahy ile indirildikten sonra insanlara tebliğ edildiği zaman oluşmaktadır. Kaynağı vahy kitapları, İslâmiyette de Kur’ân’ın içeriği olan ayetlerdir. İlim, ayetlerden birinin veya birkaçının sırlarını keşfetme ve prensiplere bağlama uğraşısıdır. İlim esas itibariyle ikiye ayrılır. İlâhî İlim ve Faydalı İlim. İlâhî İlim; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sözlerini içeren, tüm varlıkların özünde saklı sırları bildiren bir ilimdir. Âlemlerin ve insanların yaratılış kanunları nelerdir? Bu Dünyaya nereden geldik, vazifelerimiz nelerdir, nereye gideceğiz? gibi suallerin cevaplarını Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin muhteşem sistemini içeren İlâhî Yasaları ancak bu ilim ile öğrenebiliriz. İnsanları diriltecek, onlara gerçekleri gösterecek en önemlisi de Yüce Yaratıcı’yı Kendi sözleriyle tanıyıp öğrenecek ve O’nun gösterdiği yola yönelerek olgunlaşacağız, kemale ereceğiz. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerini gereğince fark edebilme mutluluğu, ancak ilim sahiplerine özgü bir yücelik olmaktadır.

Alak Suresi 1-5’inci ayetlerinde: Oku! Yaratan Rabbinin ismiyle. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. Kalem ile öğretendir.

Kur’ânı Kerim’in ilk ayeti oku kelimesi ile başlamaktadır. İslâm müfessirlerine göre; ” Oku ” kelimesi üç anlamda izah edilmektedir.

1) Kur’ânı Oku,

2) İnsan Kitabını Oku,

3) Evren Kitabını Oku.

Şu halde İnsanoğlunun birinci vazifesi okumaktır. İlim ancak okumakla elde edilir. Zümer Suresi 9’uncu ayetinde : ” … Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? … ” ve Mücadele Suresi 11’inci ayetinde: ” İman edenleri Allah yükseltir, ilim verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür… “buyruluyor.

Okumakla da ilim öğrenilemez. Üzerinde tefekkür etmek yani düşünmek, okuduğunu anlayarak hazmetmek gerekir. Bakara Suresi 266’ncı ayetinde : ” … Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz. ” Yalnız okumakla yetinenler, üzerinde gereğince düşünmeyenler, okuduklarını hazmedemeyenler ve ondan faydalanamayanlar maalesef o kitaptan istifade edemezler, ancak okuma hamallığını yapmış olurlar. Yüce Yaratıcı böyleleri için Cuma Suresi 5’inci ayetinde de şöyle buyurmaktadır : ” Tevratla yükümlü olup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. “

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinden İlâhî İlim vahy ile gelmiş ve insanlar bilgisizlikten kurtularak İlâhî Yasaları öğrenmişlerdir. Ayrıca insan için Faydalı İlimler de bilinmelidir ki çağdaş teknoloji elde edilebilsin ve insanlara hizmet gerçekleştirilsin. Yüce Yaratıcı kullarına muhteşem bir ışık vermiş: Akıl. İlâhî yasalar peygamberler vasıtasıyla bildirilmiş, ancak aklımız ile de faydalı ilimleri bulmamız bizlerden istenilmektedir. Böylece insanlar akılları ile birçok bilimsel araştırmalar yapmışlar, pek çok ilmî buluşlara da imzalarını atmış ve atmaktadır.

Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerini sevmek, O’nun görüntüleri olan halkı sevmektir. Halka sevgi ise hizmetle olur. Hizmetin en büyüğü, ancak insanlara faydalı olabilecek ilim öğrenmekle mümkündür. Tıp, Mühendislik, Fizik, Matematik, Hukuk, Çevrebilimi, Astronomi v.s. gibi ilimler de iyi bilinmeli; bunlara sahip olanlara, ilim öğrenmek isteyenlere hak ettiği değer verilmeli ve her türlü yardım da yapılmalıdır. Peygamber Efendimiz : ” İlim, Çinde dahi olsa, onu bulunuz. ” ve başka bir hadisinde de : ” İlim her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır. ” diye buyurmakla ilme verdiği büyük önemi belirtmiştir.23

1-www.gavsuazam.de internet sitesinden yararlanılmıştır.

2-Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

3-www.biriz.biz internet sitesinden yararlanımıştır

4- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

5-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları Hacı Muharrem Hilmi Efendi sf:159-160 Ank -1976

6- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

7- Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları Hacı Muharrem Hilmi Efendi sf:163 Ankara -1976

8-Hadis Kudsi, Sahihi Buhari

9-Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa ( 315-316-317-318-319)

10-Tecrd-i Sarih Terc –

11-Sünen-I Ebu Davud,

12-Münavi, Künuzü’l Hakaik

13- Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa(324-325-326-327-330)

14- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

15- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

16- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

17- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

18- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

19- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

20- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

21- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

22- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

23- Kur’an’da Sevgi Mesut Kaynak

RABITA NEDİR?

Rabıta, lügatte “artırmak”, “kuvvetlendirmek”, “güçlendirmek” ve “bağlamak” manalarına gelir. Aşağıdaki Ayet-i Kerime’lerde, bu anlamda kullanılmıştır:

Enfal Suresi 11’inci ayetinde “Kalplerinizi (birbirine) bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu.”

“Rabıta” ile “ayaklarınızı birbirine sağlamca bağlamak ve bu bağı kuvvetlendirip sağlamlaştırmak” şeklinde ifade, edilmiştir.

Al-i İmran Suresi 200’üncü ayetinde “Ey inananlar sabredin, direnip düşmanlarınıza üstün gelin. Cihada hazırlıklı uyanık bulunun. Ve Allah’tan Celle Celaluhkorkun ki, başarıya eresiniz.” Burada rabıta “emri, mevzilerde bedenlerinizi kuvvetli bulundurun, itaatlara karşı daima nefsinizi gözetin ve denetim altında tutun” manasındadır. Bu manaya işaret etmek üzere bir Hadis-i Şerif’te: “Bu rabıtadır. Bu rabıtadır.” buyurulmuştur. Bu manalara göre Ayet şöyle açıklanabilir: Adetleri terketmek hususunda nefsin üstün gelmek isteklerine karşı çıkın, taat ve ibadetlerin ağırlık veren acılığına karşı dayanmak gücü gösterin, bunların eksiksiz ve semereli bir şekilde yapılabilmesi seyrü sülük ile mümkündür. Kul ancak böyle manevi bir terbiye ile hal ve makamları sonuna kadar aşabilir. Nitekim Cenabı Hakk Celle Celaluhü Kasas Suresi 10’uncu ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Eğer biz vadimize inananlardan olması için onun kalbini sabır, sebat kuvvetli bir irtibat ve güçlü bir bağ ile iyice pekiştirmemiş olsaydık, nerede ise işi açığa vuracaktı.”

TARİKATTA RABITA

Derviş evinde abdestini alıp sadece Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin ismini zikir niyeti ile Zikrullah yapacağı odasına girdiğinde, zikrini yapmak için Kıbleye karşı oturur ve şeyhinin huzurunda, diz dize oturur gibi oturur. Şeyhinin simasının gözünün önünde canlandırır. Rabıtai Şerif ile Mürşidinin kalbinden ilahi feyzi kalbine doldurmaya çalışmalıdır. Bundan sonra talib Rabıta-ı Mevt yapar. Daha sonra rabıta-i mevt yapar, yani mevtini (cenazesini) gözünün önüne getirir. Azrail Aleyhisselam gelmiş ruhunu almış, şeyhi gelip elbisesini soymuş, teneşire yatırmış, yıkamış, kefenlemiş, tabut atına konmuş, namazı kılınmış ve oradan alıp kabristana konulmuş. Ruhu cesedine iade edilmiş bakmış ki, şeyhi yanında. Böylece derviş gönlünü şeyhinin gönlüne bağlar. Şeyhin gönlü önündeki şeyhine ve bu zincirleme halinde Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize kadar bağlanır. Manevi zincir aynı elektirik santralına benzer. Nasıl senin evinin önünde bir direk vardır. O direkten ışığını alırsın. Eğer ışığını evinin önündeki direkten değil de ana santraldan alayım dersen, evinin elektrik telleri yanar kül olur. Evine ışık gelmez. Sana da aynen böyle ilk ders aldığın şeyhinden füyizatı ilahi gelir sen gönlünü şeyhinin gönlüne bağlamazsan sana ilahi aşk gelmez, kupkuru olursun. İşte maneviyatta gerçek rabıta budur.

RABITA ÇEŞİTLERİ

Tarikat ıstılahında rabıta, dini bakımdan doğru kabul edilen bir yorum ile üç şekilde mütalaa edilmektedir:

1: Rabıta-i Huzur

2: Rabıta-i Mevt

3: Rabıta-i Mürşid

Rabıta-i Huzur: Bu tür rabıta, müridin kalbini tam bir sevgi ile Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne bağlamasıdır. “Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O, seni görmektedir. Ve her nerede olursanız olun, O, daime sizinle beraberdir.” şeklinde devamlı düşünmek ve ihsan üzere olmaktır. Üç şekilde alınan rabıtaların en kıymetlisi budur.

Rabıta-i Mevt: “Ölmeden evvel ölünüz.”; “Ahirette hesaba çekilmeden önce, bu dünyada kendinizi hesaba çekiniz.”; “Dünyada sanki bir yolcuymuş veya bir garipmiş gibi yaşa.” “Dünyada kendini ölülerden say.” Hadis-i Şerif’lerinde ifade edilen manalara uygun olarak müridin kalbini ölüme, kabire, kıyamet ve ahirete bağlaması, bunların şiddeti ve korkunçluğunu düşünmesi ve böylece nefsinin kötülüğe yönelik eğilimlerini engellemeye çalışmasıdır.

Ayrıca Tefekkür-ü Mevt Konusuna bakınız.

Rabıta-i Mürşid: Ellerinde bir delil bulunmadığı halde, Ehlullahın kemal ve feyzinden nasipsiz bazı âlimlerin, çoğu taklitçi ve bilgisiz bazı kimselerin karşı çıktığı rabıta türü budur. Bu da müridin kalbini Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin Peygamberlerinden birine veya O’nun veli kullarından bir veliye veya mürşide veya şeyhine bağlanmasından ibarettir. Böylece bütün sevgi ve samimiyetle kalbini bunlardan birine bağlayan mürid: “Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” Tevbe Suresi 119’uncu Ayet-i Celile’sinde emredilen şekliyle onların meclislerinde, kendisini sanki onlarla bir arada, yüz yüze ve diz dizeymiş gibi hisseder. Çünkü sevgi ve muhabbet, kalbin sevgilinin kalbine yönelmesi ve meyletmesi, devamlı onunla meşgul olmasıdır. Sevgi de sevgilinin dışındaki her şeyi yakıp yok eden bir ateştir.

Kendisini şeyhine Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize veya Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine gerçek manada bağlayan, onlarla kalbi ve manevi bir irtibat kuran salikin rabıtası gerçekleştiği zaman, rabıta eden ve edilen arasında bir sevgi meydana gelir. Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerine vuslat konusunda, onlardan şefaat, himmet ve yardım dileyerek delalet temenni eder. Böylelikle masiyet ve kötülüklerden uzaklaşmaya gayret eder. İşte gerçek rabıta budur. Allah Celle Celaluhü Hazretlerini, Resulü Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve veli kullarını seven mü’minlerin onlara yönelik bir sevgi rabıtası vardır. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ve Ashabı’nın hayatında bunu görmek mümkündür. Namazda otururken tahiyatta, kalbine Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve O’nun mübarek şahsını görür. “Esselamü Aleyke Eyyühehnebiyyü” de sanki Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize ulaştığını ve O’nun da selamına Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin karşılık verdiğini düşünür. 1

Bu sebeple rabıta yolunu benimseyen tarikatlara “Aşk ve Muhabbet Tarikatı” ve bu alakaya da “mensubiyet” adı verilmiştir. Gerçek manada Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize tabi olanlara dua ve niyaz kastıyla salat ve selam getirmek caiz olduğu gibi rabıta etmek de caizdir. Muhakkak rabıta ve muhabbet, Resulüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize ulaştırıcı bir vasıta ve O’nun manevi mirasçılarına uymayı sağlayan bir yoldur.2 Nitekim Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri Yusuf Suresi 108’inci ayetinde mealen şöyle buyuruyor: “De ki: ‘İşte benim yolum budur. Allah’a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar da böyledir’.” Bu Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk Celle Celaluhü hazretleri, davet ve irşad konusunda, Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemile manevi mirasçılarını müşterek kabul ettiği açıkça anlaşılmaktadır.

Gerek hayatlarında gerek vefatlarından sonra, Peygamberler veya velilerden, Mürşid-i Kamil’lerden birini hatırlamak, düşünmek veya ruhaniyetlerini kalbinde tahayyül ederek, kalbi bir rabıta ile onlara sevgi duymak, onlardan feyz almak, yardım talebinde bulunmak dinen doğrudur ve oldukça da güzel ve semereli bir harekettir. Ve lazım olan bir uygulamadır. Zira Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu hususta şöyle buyurur: “Darda kaldığınız ve sıkıntıya düştüğünüz zaman ehli tasarruf sahibi kabir ehlinden yardım taleb ediniz.”3

Zikrullahın ve zikir meclislerinin fazileti babında şöyle bir nakil yer almaktadır: Zikredenlerin etrafından dönen, meleklere Cenabı Hakk Celle Celaluhü şöyle hitabeder: “Sizi şahid tutarak söylüyorum ki, onları (zikredenler) affettim muhakkak ki onları bağışladım.”4

Düşünceye arız olan fikirleri defetmek için mürşide rabıta etmek güzel olduğu gibi, namaz kılarken de, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve velilerden birini hatırlamak ve onları düşünmek, namazın huzur ve huşuuna mani, dünyevi duygular ve düşüncelerden kurtulmak maksadıyla yapılırsa, caizdir.5

İnsanları Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne, Peygamberlere ve velilerine götüren rabıtadan daha kestirme bir yol yoktur. 6 Manevi terakki ile istifade için kalbi şeyhe bağlamak, onunla manevi bir alaka ve yakınlık içinde bulunmak en önemli unsurlardan biridir. Aksi halde mürid, halvetin semeresini elde edemez.