Asıl Esmalar

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİNİN HAYATI

Evliyanın büyüklerinden, adı “Mâruf ” künyesi “Ebu Mahfuz”dur. Babasının adı Firuz’dur. “Mâruf Ali Bin Kerhi” diyenler de vardır. Bağdat’ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhi denilmiş olup “Mâruf -i Kerhi” olarak tanınmış, Sofıyyeyi Aliyyenin büyüklerindendir. Tasavvufta örnek, Hak Teâla Hazretleri’ne giden yolun rehberi, zamanındaki âşıkların efendisi idi. Maruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin doğum tarihi kesin olarak belli değildir. İkinci asırda yaşamıştır. İranlı Hıristiyan bir anne babanın çocuğu iken Hıristiyanlığı öğrenmesi için rahibe gönderilmişti. Kardeşi İsa onun İslâm’a gelişini şöyle anlatmaktadır: “Kardeşim Mâruf ’la okula gidiyorduk. Hıristiyan hoca (rahib) (haşa) ‘Allah üçtür. Baba, oğul, ve Ruhül Kudüs’ derdi. Kardeşim Mâruf ‘Allah birdir’ diye bağırırdı. Rahib onu döverdi, zaman böyle geçti. Annesi ona olan sevgisinden dolayı ‘Eğer Allah-ü Teâla Hazretleri oğlumu geri gönderirse o hangi dinde ise bende o dine tabi olacağım’ dedi.”

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri, İslam’a girişini ise şöyle aktarıyor: “Camiye gittim. Vaaz eden bir zatı muhterem vardı. Cemaat onu dinliyordu. Şöyle diyordu: ‘Kim Allah-ü Teâla Hazretleri’nden yüz çevirirse, Allah-ü Teâla Hazretleri de ondan yüz çevirir. Kim kalbiyle Allah-ü Teâla Hazretleri’ne kavuşmayı arzu ederse ve O’na koşarsa, Allah-ü Teâla Hazretleri onu rahmetiyle karşılar.’ Bu zat Muhammed İbni Semmak Rahmetullahi aleyh hazretleri idi. Onun sözleri kalbime tesir etti. Cemaat bana baktı, beni İbni Semmak’a götürdüler, başımı okşadı. ‘Merhaba ey Rabbini arayan, merhaba ey Allah’ın sevgisine muhabbetine kavuşan kişi’ dedi. Rahibin bana yaptığını hatırladım, tam bu sırada: ‘Rahibin hareketi mi?’ diye sordu, nasıl biliyordu. ‘Evet’ dedim. Bana: ‘Allah-ü Teâla Hazretleri’ne dua et, kabul olur’ buyurdu. Allah-ü Teâla Hazretleri’ne dua ettim. Öğrendim ki, rahib Müslüman olmuş, sonra İbni Semmak Rahmetullahi aleyh hazretleri beni İmam-ı Ali Rıza Hazretleri’ne götürdü. Durumu anlattı, onun eliyle Müslüman oldum.”

Mâruf, Kûfe’de ciddi bir eğitimden geçer. İmam-ı Ali Rıza’nın çocuklarıyla birlikte büyüdüğü için aileden sayılır. İmam-ı Ali Rıza “O neseb bakımından değilse de huy ve muhabbet bakımından Ehl-i beyttendir. Nasıl ki ceddimiz Selmân-ı Farisi’yi ilhak edip Ehl-i beytten saydı Ma’rûf da bizdendir.”

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bir zaman sonra Bağdat velileri arasında zikredilir ki Zekeriyya bin Yahya Rahmetullahi aleyh hazretleri ve Seriyyüs Sakâtî Rahmetullahi aleyh hazretleri gibi zirveleri O yetiştirir. Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri gibi bir müştehid bile bazı meseleleri ona getirir. O’nun yanında diz çöker ve edebinden sesi zor işitilir. Bağdatlılar O’nu çok severler. Zira O Allah’ın izniyle öldükten sonra bile feyz ve nasihat veren dört veliden biridir. (Diğerleri Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafi ve Mansur bin Ammâr’dır Mesela Seriyyüs Sakâtî Rahmetullahi aleyh Hazretleri onun kabrine sıkça gider. Elbette Allah-ü Teâla’dan ister ama O’nun hatırını vesile eder.

Allah-ü Teâla Hazretleri bazı kullarını seçer ve sever. Onların üstüne nisan yağmuru gibi nimet yağdırır ki Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bunlardan biridir. Nitekim bir zaman sonra Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri gibi bir velinin dizi dibine oturur. Gökler duvak duvak açılır, hallere ve sırlara kavuşur.

Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Yahya bin Main, Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne müracaat ederler ve birçok meseleleri O’ndan öğrenirlerdi. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri “Bağdat’ın İmamı ve zahidi” lakabını aldı. Dinde İmam olup Fıkıh, Hadis, Tefsir ve Kelâm ilminde büyük âlimdir. Bütün ilimlerde hüccet “senet” idi. İçtihad makamına erişmişti. Cömertlik ve kerem sahibi olup sağlığında ve vefatından sonra da yardım yapan büyük velilerden biridir.

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Müslüman olan, ilim tahsil eden Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri uzun seneler sonra memleketine döndü. Sabırla onu bekleyen annesi bağrına bastıktan sonra: “Oğlum! Hangi Hangi din üzeresin?” diye ordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri: “İslâm dini üzereyim.” deyince annesi Kelime-i Şahadet getirerek imanla şereflendi ve bütün aile Müslüman oldu.

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri dinin emirlerini gözetmekte, ibadette, haram ve şüphelilerden kaçmada çok meşhur olmuştu. İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’nin hizmetinde bulunmuş, O’nun çocuklarıyla bir yaşamış ve Ehl-i Beyt’ten bilinmiştir. İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri O’nun için: “Mâruf, huy ve muhabbet bakımından Ehl-i Beyt’tendir, fakat neseb bakımından değil. O bize dahil edilmiştir.” buyurmuştur.

Şeriat ilmini İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri, Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin müridi olan Habib-i Rai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden öğrendi. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri, Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden feyz almış, sohbetlerine devam etmiş ve Tarikatı Usûl ve kaidesine göre Dâvud-u Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden telkin almış ve mana yurdunda nice inciler devşirmiştir.

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN VEFATI

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri vefat etmeden biraz önce Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne: “Ben öldüğüm vakit gömleğimi sadaka olarak bir fakire verirsin. Dünyaya nasıl çıplak geldimse yine çıplak gitmek isterim.” diye vasiyet etti. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri hastalanıp yatağa düştüğü zaman herkese hüsnü muamelede bulunduğundan, vefat ettikten sonra Hıristiyanlar ve Yahudiler onun kendilerinden olduğunu iddia ettiler. Müslümanlar ise, “O bizdendir.” dediler. Bu iddialar olurken hizmetçilerinden biri gelip: “Efendimizin bir vasiyeti var, benim cenazemi yerden kim kaldırırsa ben o zümredenim buyurdu.” diye haber verdiler. Hıristiyan ve Yahudiler geldiler, mübarek cenazesini yerden kaldıramadılar. Müslümanlar el attığında naaş tüy gibi hafifler ve kuş gibi uçar.1 Bu hal üzere orada bulunanlar topyekun Müslüman olurlar. Ulu zatın güzelliği insanların yüzüne aksetmiştir adeta…

Hicret-i Nebeviyye’nin 200. (M. 815) senesinde Bağdat’ta vefat etti ve oraya defnedildi. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri ne cennet arzusunda, ne de cehennem korkusundan dolayı ibadet etti. O yalnız Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne olan aşkından ve muhabbetinden dolayı ibadet etti. Allah Celle Celaluhü Hazretleri de O’nu en yüksek makamlara yükseltti ve aradaki perdeleri kaldırdı. Hem Hakk Teâla Hazretleri’nin hem de halkın sevgilisi oldu.

MÂRUF-U KERHİ RAHMETULLAHİ ALEYH HAZRETLERİ’NİN BAZI MENKIBELERİ

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri bir gün bir yere giderlerken yolda bir kaç sarhoşa rastlar. Bunlar Şeyh Hazretleri’ni rahatsız ederler. Müridleri bu kimselere beddua etmesini isterler. O da: “Peki edelim.” der ve ellerini kaldırıp: İlâhi! Bunları dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir.” diye dua eder. Bunu duyan sarhoşların hepsi ellerindeki şarap kablarını yere atıp Şeyh Hazretleri’nin ayağına kapanıp tevbe ederler. Şeyh Hazretleri: “Biz cefalarından, kendileri de sarhoşluk belasından kurtuldular, duamızın hayır ve bereketiyle.” diye buyurdular.

……………………………………

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin dayısı şehrin valisi idi. Bir gün mahallede dolaşıyordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni gördü. Bir kenarda oturmuş ekmek yiyor, önünde de bir köpek. Bir lokma kendi ağzına bir lokma da köpeğin ağzına koyuyordu. Dayısı: “Köpekle birlikte yemeye utanmıyor musun?” diye çıkıştı. O mübarek de: “Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum.” dedi ve başını kaldırıp havadaki kuşa seslendi. Kuş uçup geldi eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. Mâruf : “Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden utanandan her şey utanır.” dedi ve dayısı bu hali görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.

……………………………………

Muhammed bin Mansur, Tusi haber veriyor: “Bağdat’ta Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin huzuruna gittim. Yüzünde bir yara izi gördüm. ‘Dün burada iken yüzünüzde bir şey yoktu. Bu nedir, bir şey mi oldu?’ diye sordum. ‘Seni ilgilendirmeyen şeyi sorma, sana yarayanı sor.’ dedi. ‘Allah aşkına söyle.’ dedim. O’da: ‘Bu gece namaz kılıyordum. Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf etmek istedim. Su içmek için zemzem kuyusuna gittim. Ayağım kaydı ve yüzüm oraya çarptı, bu iz ondandır.’ buyurdu.”

……………………………………

Abdülaziz bin Mansur Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “Babamdan işittim. Babam şöyle anlattı: ‘Biz Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri ile beraberdik. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nden bahsedildi. Orada bulunanlardan bazıları onun ilmi zayıftır dediler. Bunun üzerine Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh hazretleri: ‘Böyle konuşmayın, siz Mâruf ’un kavuşmuş olduğu ilimden bir şeye kavuşabildiniz mi?’ diye cevap vererek onları susturmuştu.”

……………………………………

Yahya bin Muin ve Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin yanına geldiler. Yahya bin Muin, Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ne Secde-i Sehv’i sormak istiyordu. Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri Yahya’ya: “Sus.” dedi. Fakat o susmadı ve: “Ya Ebel Mahfuz, Secde-i Sehv hakkında ne dersin?” diye sordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri: “Kalbin namazdan gafil olup namazdan başka bir şeyle meşgul olmasından dolayı bir cezadır.” deyince Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Hazretleri: “Ne güzel ve manalı cevaptır.” buyurdu.

……………………………………

Seriyyüs Sakâti Rahmetullahi aleyh Hazretleri anlatır: “Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni rüyamda gördüm. Arşın altında durmuş, gözü açık halde kalmış, hayran hareketsiz kendinden geçmiş bir halde idi. Allah-ü Teâla Hazretleri meleklere: ‘Bu kimdir?’ diye sordu. “Ya Rabbi! Sen daha iyi bilirsin.’ dediler… Allah Celle Celaluhü Hazretleri: ‘Bu Mâruf ’tur, Benim muhabbetimden mest ve hayran olmuştur. Beni görmeyince, kendine gelmez.’ buyurdu.”

……………………………………

Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri Ramazan ayından başka ayda nafile oruç tutarken Bağdat çarşısından geçiyordu. İkindi vakti bir sebil su dağıtıcısı, “Benim suyumdan içene Allah-ü Teâla Hazretleri rahmet etsin” diye bağırıyordu. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri sucunun elindeki bardağı alıp içti. Talebeleri; “Efendim siz oruçlu değil miydiniz?” “Evet oruçlu idim, fakat bu su dağıtıcısının duası üzerine nafile orucu bozdum.” diye cevapladı. Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’ni vefat edince kendisini rüyada gördüler. Dediler ki: “Allah-ü Teâla Hazretleri sana ne muamele eyledi?” “O su dağıtıcısının duası ile daha fazla ihsana kavuştum” dedi.

……………………………………

Mâruf-u Kerhi Hazretlerini sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da çok sever. Bir defasında bunlardan biri gelir, “çocuk sahibi olabilmek” için dua ister. Büyük veli bir fırsatını bulup onu zarif bir şekilde İslâm’a davet eder. Adam “İyi ama” der, “ben buraya din değiştirmeye gelmedim ki. İstediğim sadece bir evlad.”

– “Allah Celle Celaluhü hazretleri sana hayırlı bir evlad nasip etsin. Onun elinden imana gelesin.”

Çok geçmez, adamcağızın çok akıllı bir oğlu olur. Okul çağı gelince onu kilise mektebine gönderir. Rahip ilk gün teslisi anlatır ama çocuk bir tuhaf olur. “Hayır” der, “kalbim daralıyor, dilim söylemiyor.”

-“Tamam, bunları sonra konuşuruz. Şimdi alfabeye geçelim. Haydi bana harfleri oku.”

Çocuk bir şiir okur ki ilk beyit elif, beyle başlar son beyit lamelif, ye ile biter. Her mısra Allah-ü Teâla’nın sıfatlarını ve Muhammed Aleyhisselam’ın meziyetlerini anlatır ki sanatlarla doludur. Çocuk, alfabeyi bitirip devam eder. “Ağlatan, güldüren, öldüren, dirilten Allah’a yemin ederim ki. O’nun kapısından başkasına giden mutlaka zarar etti. O’ndan başkasından ne zarar gelebilir, ne fayda. Kul isyan eder, örter Aliyy-ul A’â.

Rahip bu sözleri söyleyeni değil söyleteni arar ve doğruyu bulur. Çocuğun babasını da İslâm’a davet eder. Adamcağız itiraz etmez, zira yıllar evvel Şeyh Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri’nin ettiği dua kulaklarında çınlamaktadır.

……………………………………

Muhammed Mansuri Tusi Rahmetullahi aleyh hazretleri anlatır: “Bir gün Mâruf ’u Bağdat’da gördüm. Yüzü sıyrılmış. Sebebini sordum. ‘Sana ait olmayan şeyi neden sorarsın?’ dedi. Yemin verdirdim. ‘Kimseye söyleme. Bir gün sabah namazını Bağdat’da kıldım. Sonra vardım Kâbe’yi tavaf ettim. Zemzem kuyusuna su içmek için gittim. Ayağım kaydı, düştüm, yüzüm sıyrıldı.’ dedi.”2

……………………………………

Dayısı şehrin naibi idi. Bir gün geçerken gördü ki Mâruf-u Kerhi Rahmetullahi aleyh hazretleri ekmek yer, bir kendi ısırır bir köpeğe veriyor. “Ey Mâruf! Utanmaz mısın ki köpekle beraber yersin” dedi. Hazret: “Haklısın, ben de utandığımdan böyle yerim.” cevabını verip başını kaldırdı. Havada gördüğü bir kuşu çağırdı. Kuşbaşını tüyü arasına gizledi. Hazretin önünde oturdu. Dayısı: “Bu kuş niçin başını gizleyip, göstermez?” diye sorunca kendisine şu cevabı verdi: “Ben Allah’tan utanırım. O da (kuş) benden utanır. Her kim Allah’tan utanırsa, halk da ondan utanır.” dedi. Dayısı utandı.3

1-Tezkiretü’l-Evliya F. Attar

2-Tezkiretü’l-Evliya F. Attar

3-Tezkiretü’l-Evliya F. Atar

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır

İMAM-I ALİ RIZA RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

On iki İmam’ın sekizincisi, İmam-ı Muhammed Cevad Taki Radıyallahu anh Hazretleri’nin babasıdır. Hicret-i Nebeviyye’nin 153. (M.770) senesi Rebiulahir ayının onbirinci Perşembe günü, Halife Mansur’un hükümdarlığı zamanında Medine-i Münevvere’de dünyaya teşrif ettiler. İsmi şerifleri “Ali”, künyeleri “Ebül Hasan Sani”, lakapları “Rıza”dır. Pederi İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri annesi de Necmiyye’dir Nesebi, Ali Rıza bin Musa-i Kâzım bin Cafer-i Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib’dir. İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri: “O’na kendi künyemi bağışladım.” buyurmuşlardır. Babasına dediler ki: “Halife Me’mun ondan razı olduğu için mi oğlun Ali’yi Rıza diye çağırıyorsun?” Hazreti İmam Hazretleri cevaben: “Hayır! Allah-ü Teala Hazretleri ve Resulü razı oldukları içindir.” buyurdu.

O’na uyanlar ve muhalifleri de O’ndan razıydı. Usuli Zikir ve Tasavvufu (tarikatı) babası İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nden alıp Horasan şahı ve zamanın sahibi olmuştur. Füyuzati Maneviyye ve Kemalati Ruhiyyesi pek yüksek olduğu cihetle bütün alemi hayrette bırakmıştır. Ta şark ve garbın uzak bölgelerinden ziyaretlerine gelerek (Atebei Ulfasına) yüksek eşiklerine yüz sürerlerdi. Huzuru saadetlerine gelen ziyaretçiler: “Ya İmam Kâinat! Sen Eşrefi mahlûkatsın.” dediklerinde onlara cevaben: “Hayır! Yanlış, kimin takvası ziyade ise Eşrefi mahlûkat odur.” deyip Hucurat Suresi 13’üncü ayetini okurdu. “İnne Ekremeküm İndellahi Etgaküm”

İMAM-I ALİ RIZA RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Ali Rıza (RA) Hazretleri yirmi sene kadar İmamet-i Kübrada bulunarak Ümmet-i Muhammed’i Füyuzati Maneviyyesiyle dilşad nice âşıkları Allah Celle Celaluhü hazretlerine vasıl kılmıştır. Abbasi halifelerinden Memun zamanında elli yaşında olarak Hicret-i Nebeviyye’nin 203. (M.818) senesi Ramazan-ı Şerif’in yirmibirinci Perşembe günü Horasan’da bulunan Tûs (Meşned) şehrinde halife Me’mun tarafından zehirletilerek şehid edildi. Harun Reşid’in kabri yanına defnolunmuştur.1

Ebüssalt şöyle anlatıyor: “Bir gün Hazreti İmam’ın yanında idim. Bana buyurdu ki: ‘Şu gördüğün türbe Harun Reşid’in türbesidir. Türbenin dört tarafından toprak alıp bana getir.’ Gidip getirdim. Toprağı koklayıp: ‘Yakında burada, benim için kabir kazacaklar. Bir taş çıkacak, Horasan’ın bütün külünklerini getirecekler fakat taşı çıkaramayacaklar.’ buyurdu. Sonra : ‘Filan yerden toprak getir!’ buyurdu. Getirdim. ‘Benim kabrimi bu toprağı aldığınız yerde kazın. Kabrimi derin kazın ve laht yapın. Allah-ü Teâla Hazretleri kabri dilediği kadar genişletir. Sonra bir yaşlık görünür. O zaman sen, kabre bakarak sana şu söyleyeceğim sözleri söyle. Bunun üzerine bir su çıkar, kabir su ile dolar. Ufak balıklar görünür.’ Sonra bana bir ekmek verip: ‘Sen bu ekmeği al. Ufak ufak doğrayıp suya at. Balıklar bu ekmek parçalarının hepsini yerler. Sonra bir büyük balık çıkıp, küçük balıkları yer ve kaybolur. O zaman cesedimi suyun içine koyun. O zaman sen, sana şu söyleyeceğim sözleri söyleyince su azalır ve hiç kalmaz. Halife Me’mun da bunu görür. Yarın ben Me’mun’a gideceğim, dışarı çıktığımda başım kapalı ise benimle konuşma, eğer başım açık ise, konuş.’ buyurdu.

Ertesi günü sabah olunca elbiselerini giyip hazırlandı. Bu sırada Me’mun’un hizmetçisi gelip kendisini çağırdı. Kalkıp Me’mun’un yanına geldi. Me’mun’un önünde tabaklarda meyveler vardı ve üzüm salkımından yiyordu. Hazreti İmam’ı görünce ayağa fırlayıp Hazreti İmam’a sarıldı ve onu alnından öptü. Yediği üzümden Hazreti İmam’a ikram etti. O özür dileyip kabul etmediyse de halife, bir salkımı Hazreti İmam’a) tekrar ikram etti. Hazreti İmam ne kadar Israr ettiyse halife üzümden bir kaç tane alıp yedi. Hazreti İmam’a da yemesini ısrar etti. Hazreti İmam bu ısrar üzerine üzümden birkaç tane yedi. Biraz oturup sohbet ettikten sonra müsaade isteyip ayrıldı. Çıkarken, başını örtmüş olduğundan emri icabı kendisi ile konuşmadık. Evine gelince kapının kilitlenmesini emredip yatağına yattı. Ben evin içinde mahzun olarak bekliyordum.

Bu sırada Hazreti İmam’a çok benzeyen güzel yüzlü ve misk kokulu bir genç içeri girdi. Ben hayretle: ‘Kapı kilitli idi, sen içeriye nasıl girdin, sen kimsin?’ diye sordum. ‘Ben İmam-ı Ali Rıza’nın oğlu Huccetullah Muhammed bin Ali’yim. Beni bir saatte Medine’den buraya getiren zat içeriye aldı.’ dedi ve babasının yanına girerken bana: ‘Sen de gel!’ dedi. İçeri girdik. Hazreti İmam oğlunu görünce ayağa kalkıp oğluna sarıldı, bağrına bastı ve alnından öptü. O da yüzünü babasının yüzüne koydu. Bir şeyler konuştular. Ama ben anlayamadım. Sonra Hazreti İmam’ın dudaklarının üstünde kardan beyaz bir köpük gördüm. Daha sonra kendinden geçti ve temiz ruhunu teslim etti. Hazreti İmam’ın oğlu Muhammed bin Ali bana: ‘İç odadan su ve tahta getir.’ dedi. Ben içerde su ve tahtanın olmadığını bildiğim için: ‘İç odada su ve tahta yoktur.’ dedim. Emrini tekrar edince hemen kalkıp gittim. Hakikaten su ve tahta vardı. Alıp getirdim. ‘Yıkamak için yardım edeyim.’ dedim. O: ‘Bana yardım eden biri var.’ buyurdu. Kendisi yıkadıktan sonra bana: ‘İç odada, dolapta keten ve hanut (güzel kokulu buhur) vardı, onu getir.’ buyurdu. Gittiğimde, o zamana kadar hiç görmediğim güzel bir elbise dolabı gördüm. İçinden, kefen ve hanutu alıp getirdim, kefenleyip cenaze namazını kıldı. Sonra tabut istedi. ‘Bir marangoza yaptırayım.’ dedim, ‘İç odada vardır.’ buyurdu. İçeri girdiğimde hiç rastlamadığım bir tabut gördüm. Getirdim, Hazreti İmam’ın cesedini tabuta koydu. Sonra iki rekâtlık bir namaza başladı. Namazını bitirmemişti ki, evin damı yarıldı ve tabut oradan yukarı çıktı. Ben telaşla: ‘Şimdi ne olacak?’ dedim. Bana: ‘Sakin ol! Biraz sonra gelir.’ buyurdu. Evin damı yarıldı ve tabut tekrar geldi. Muhammed bin Ali, Hazreti İmam’ı tabuttan çıkarıp yatağına yatırdı. Sanki yıkama kefenleme işi yapılmamıştı. Sonra bana: ‘Kapıyı aç!’ buyurdu. O sırada halife Me’mun ve hizmetçileri gelmişti. Vefat haberini alınca çok ağladılar ve üzüldüler. Halife Me’mun: ‘Ey efendimi! Sana ne oldu?’ diyordu. Sonra teçhiz ve tekfin (yıkayıp kefenleme) işleri yapıldı. Kabir kazılırken ben orada idim. Daha önce bana Hazreti İmam’ın söylediklerinin hepsi oluyordu. Kabir açılıp su çıkınca ve küçük balıklar görülünce Halife Me’mun: ‘Hayatında olduğu gibi, vefatından sonra da kerametleri görülüyor.’ dedi. Orada bulunanlardan birisi: ‘Bu neye işarettir, biliyor musunuz? Ey Abbasoğulları! Sizin mülkünüz her ne kadar çok uzun müddet ise de bu küçük balıklar gibidir. Bir zaman gelir, Allah Celle Celaluhü Hazretleri sizden sizin üzerinize bir kimse musallat eder ve sizi yok eder.’ dedi.

Halife Me’mun: ‘Doğru söylüyorsun.’ dedi. Defin işi tamamlandıktan sonra Halife Me’mun bana: ‘Kabirde söylediklerini tekrar anlat.’ dedi. Ben de unuttuğumu söyledim. Halife de, bildiğim halde söylemek istemediğimi zannederek beni hapsetti. Hapiste bir yıl kaldım. Artık iyice sıkılmıştım. ‘Ya Rabbi! Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve temiz akrabası hürmetine beni buradan kurtar.’ diye dua ettim. Hemen o anda İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’ni gördüm. İçeri girdi ve: ‘Ey Ebüssalt! Gönlün mü daraldı?’ buyurdu. ‘Evet’ dedim. Mübarek elini zincirlerin üzerine koyar koymaz, zincirlerin hepsi açıldı. Elimden tutup saraydan çıktım. Bekçilerin yanından geçip gittik. Hiç birisi bizi göremedi. Sonra: ‘Allah Celle Celaluhü Hazretleri sana emniyet versin, seni korusun. Bundan sonra halife Me’mun’u görmezsin, o da seni bulamaz.’ buyurdu ve kayboldu. Ondan sonra halife Me’mun’u hiç görmedim.”

İMAM-I ALİ RIZA RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Tüccarın biri dil tutukluğundan dolayı güçlükle konuşurdu. Kendi kendine: “İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin evlatlarındandır. Huzuruna varayım da benim dilime bir ilaç tavsiye etsin.” diye düşündü. O gece rüyasında Hazreti İmam’ı gördü. Kendisine: “Kimyon, Sa’ter ve tuzu, su ile karıştır, iki üç kere ağzında çalkala, şifa bulursun.” Buyurdu. Sabahleyin kalktığında rüyasını hatırladığında rüya deyip ehemmiyet vermedi. Hazreti İmam’ın huzuruna gidip halini arz ettiğinde: “Senin dilinin ilacını rüyada söylemediler mi?” buyurdu. Tüccar tarif ettiği ilacı kullanınca konuşması hemen düzeldi.

……………………………………

Hazreti İmam’ın annesi anlatır: “Hamile olduğum zaman hiçbir ağırlık duymazdım. Geceleri uykuda karnımda tesbih ‘Sübhanellah’ ve Tehlil ‘Lailaheillallah’ sesleri işitir korkardım. Uyandığım zaman hiç ses duymazdım. Oğlum doğduğu zaman ellerini yere koyup, bir söz söyleyen veya münacaat eden bir kimse gibi dudaklarını oynatırdı.

……………………………………

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin annesi Hamide Hatun, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi rüyasında gördü. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz O’na buyurdu ki: ‘Yakın zamanda, zamanın insanlarının en üstünü olan bir torunun olacaktır.’

……………………………………

Hazreti İmam bir gün hamama gitti. Oturup yıkanırken bir asker geldi ve Hazreti İmam’a: “Başıma su dök de yıkanayım.” dedi. Hazreti İmam: “Peki.” deyip askerin başına su dökmeye başladı. Biraz sonra Hazreti İmam’ı tanıyanlardan biri gelip bu hali görünce çok üzüldü ve askere: “Ey asker! Senin kendine hizmet ettirdiğin bu zat, Aliyyül Mürteza’nın ve Fatımatuzzehra’nın torunu İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh hazretleri’dir. Sen ne yaptığının farkında mısın?” dediler. Asker bunları duyunca yaptığı fenalığı anlayarak, Hazreti İmam’ın ayaklarına kapanıp: “Aman efendim! Niye bana kendinizi tanıtmadınız? Niçin bana hizmet ettiniz? Kusurumu affediniz!” diye özür dileyip ağladı. Hazreti İmam özrünü kabul edip, “Müslüman’a hizmet etmek sevap olduğu için senin isteğini kabul ettim.” buyurdu.

……………………………………

Halife Me’mun, Hazreti İmam’ı çok sever, sık sık onunla görüşürdü. Saray görevlileri mecburiyet karşısında hürmet gösterirlerdi. Bir araya geldiklerinde Hazreti İmam saraya gelince sarayın perdesini kaldırmamaya ve onu karşılamamaya karar verdiler. Fakat Hazreti İmam’ın her gelişinde, ellerinde olmadan kalkıp karşılayıp perdeyi kaldırıyorlardı. Bir gün Hazreti İmam’ı karşıladılar, perdeyi kaldırmakla biraz durakladılar. O anda perde, peydah olan rüzgârla kalktı. Çıkışında da rüzgâr perdeyi kaldırdı. Bunu gören saray görevlileri: “Allah-ü Teâla Hazretleri’nin aziz ettiği kimseyi kimse küçültemez.” diyerek eski adetlerine devam ettiler.

……………………………………

İbrahim İbn-i Abbas Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “İmam-ı Ali Rıza Radıyallahu anh Hazretleri öyle büyük bir Âlim idi ki, hangi ilimden olursa olsun, sorulan her meseleye çok güzel cevaplar verirdi. Halife Me’mun, kendisine çok sual sorar, verdiği cevaplara hayret ederdi. Hazreti İmam az uyur, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Muhtaç olanları arayıp bulur, onlara yardımcı olurdu. Bir hasır üzerinde oturur, yatacağı zaman da o hasır üzerinde yatardı. Her işinde Allah-ü Teâla Hazretleri’ne karşı tam bir teslimiyet ve tevekkül üzere idi. Yüzüğünün taşında ‘Hasbiyallah’ (Allah-ü Teâla Hazretleri bana kâfidir) yazılı idi.”2

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.44

2-İslam Ansiklopedisi 3. Cilt S. 98-102

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır.

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

Esbab-ı Kiram’ın sohbetinde bulunmakla şereflenen, Tabiin devrinin yüksek âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri On iki İmam’ın yedincisidir. Hicret-i Nebeviyye’nin 128. (M. 745) senesi Safarül hayrın yedinci Pazar günü Haremeyni Muhteremeyn arasında bulunan “Evba” mevkiinde ve İbrahim İbn Velid’in saltanatı zamanında doğmuştur. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin oğlu, İmam-ı Rıza Radıyallahu anh Hazretleri’nin babasıdır. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in torunu olup, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri ile Fatımetüzzehra Radıyallahu anh annemizin evlatlarındandır.

İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin çocuklarından olduğu için “Seyyid”dir. Asıl adı “Musa bin Cafer-i Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib”tir. Künyeleri “Ebül Hasan” ve “Ebu İbrahim”dir. “Kazım”, “Sabır”, “Salih”, “Emin” gibi birçok lakabları vardır. En meşhuru “Kazım”dır. O’na yumuşak huylu olduğundan, kendisine kötülük yapanlara dahi kızmayıp onları bağışladığından, gazabına hâkim olduğundan “Kazım” lakabı verilmiştir. Muhterem annesinin adı “Humeyde-i Berberiyye”dir.

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri usuli zikri ve tarikatı, babası İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nden alarak Esrar-ı Ahmediyye’yi cami ve Envari Kudsiyyeyi lami bir kutbi cihan ve sahibi zaman olmuştur. Yüksek bir âlim ve büyük bir evliyadır. Din bilgilerinde ictihad derecesine yükselmişti. Her ilimde İmam, Üsdad ve büyük bir rehberdi. Çok ibadet eder, geceyi hep namazla geçirirdi. Bu hallerinden dolayı kendisine “Salih kul” adını vermişlerdi. Tarikat ilminde ve Ehl-i Sünnet’in gözbebeğidir. Tarikat ilmini Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden sonra On iki İmam Efendilerimiz ve tasavvuf âlimleri öğretip kalplere akıttılar. On iki İmam Efendilerimizin her biri Ehl-i Sünnet itikadındaki Müslümanların gözbebeğidir. Onların hepsini sevmeyi Yüce Allah (CC) Hazretleri’ni sevenlerin hepsi dünya ve ahiret saadetlerinin sermayesi bilmişlerdir. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin üç vazifesinden biri de tasavvuf marifetlerini, bilgilerini öğretmek ve kalplere yerleştirmekti. Fıkıh işlerini öğreten âlimlere “Fukaha” denildi. Tasavvuf bilgilerinin de Nebiler Nebisi’nden (SAV) itibaren Seyyid-i Silsile-i Meşayih Efendilerimiz zamanımıza kadar gelmesine vesile olmuşlardır.1

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri Din-i Mübin-i Ahmediyye’nin yükselmesine ve Ümmet-i Muhammed’in irşadına çalışmış, yirmibeş sene üç ay kadar İmamet-i Kübra’da bulunarak Hicret-i Nebeviyye’nin 186 (M. 802) Saferül Hayrın 25.nci Cuma günü, Bağdat’da Abbasilerin 5.nci halifesi Harun Reşit O’nu zindana attırdı. Zindanda şehiden irthali dari Firdevs olmakla Bağdat’da, Bağdat’ın kuzeybatısıııda “Kazimiyye” mahallesinde defnolunmuştur. Bu mahalle, Dicle nehrinden beş kilometre içerdedir. Büyük ve çok süslü bir türbesi ve hemen yanında büyük bir cami vardır. Müslümanların en çok ziyaret ettiği türbelerden biridir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin türbesine yakındır. İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri’nin zamanında Ehl-i Beyt’ten olanlara maalesef birçok haksızlıklar yapışmıştır. Zamanın sultanları tarafından birkaç kere hapse atılmış ve hapiste iken vefat etmiştir. Hâlbuki Hazreti İmam’ın dünyaya düşkünlüğü yoktur. Züht ve takvası çoktu. Affı ve ihsanı, kerem ve cömertliği ile meşhurdur.

Hazreti İmam Medine-i Münevvere’de otururdu. Siyasete hiç karışmadığı halde Abbasi Halifelerinden Muhammed Mehdi, kendisini Medine’den Bağdat’ getirterek hapsetmiş, bir müddet sonra İmam-ı Ali (KV) Hazretleri’ni rüyada görmüştür. Kendisine Muhammed (Kıtal) Suresi 22’nci ayetini okudular: “Demek ki, iradeyi ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını kesip atacaksınız.” Bu Ayet-i Kerime’yi duyar duymaz Hazreti İmam’ı hapisten çıkararak kendisine ve evlatlarına karşı isyan etmeyeceğine yemin teklif etmiş, Hazreti İmam: “Bu işi asla yapmam ve şanıma da yakıştırmam.” buyurunca doğru söylediğini tasdik etmiş ve Medine’ye dönmesine izin vermişti. Sonra halife Harun Reşit Hicri 179. (M. 795) yılında umreden dönerken Medine’ye uğramış, Hazreti İmam’ı yanına alıp Bağdat’a getirmiştir.

Ardı arkası kesilmeyen hadiselerin sona ermesi düşüncesi ile tekrar hapsettirmiştir. “Bağdat Tarihi” kitabının yazarının rivayetine göre, Hazreti İmam’ı ölünceye kadar hapiste tutmuştur. Diğer rivayete göre, Harun Reşit de gördüğü korkulu bir rüya üzerine onu hapisten çıkararak Medine’ye göndermiştir. Ancak Bağdat’ta vefat etmiş olması, hatibin rivayetini kuvvetlendirmektedir. Hatta zehirleterek vefat ettiği de rivayet olunur. Yedi sene zindanda kaldı. Hapishanede iken Harun Reşit’e yazdığı mektupta şöyle dedi: “Benden belâ ve musibet son bulmayacak, buna karşılık sen de daima rahat ve genişlik içinde olacaksın. Yalnız şunu unutma ki, sonu gelmeyen ahirete sen de, ben de gideceğiz.”

Yahya bin Halid Bermeki tarafından hurma içinde zehir verilerek öldürüldüğü rivayet olunmaktadır. Zehir verildiği gün İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh Hazretleri: “Bana bu gün zehir verdiler. Yarın vücudum sararacak, sonra yarısı kızaracaktır. Ertesi gün de siyah olacaktır. O zaman vefat ederim.” buyurmuştur. Dedikleri aynen olmuştur.

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin hayatı, faziletlerle, üstünlüklerle doludur. Sevdiklerinde ibret veren ve yol gösteren keramet ve mankıbeleri çoktur. Ruhlara gıda olan sözleri o kadar çoktur ki, bazıları kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönülden gönüle akıp gelmiştir.

……………………………………

Bir gün İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nden zamanın halifesi Harun Reşit sordu: “Sizler, kendinizin Ehl-i Beyt’ten olduğunuzu söylüyor ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zürriyetinizdeniz diyorsunuz. Hâlbuki aslında biz dedem Abbas (RA) Hazretleri’nden dolayı Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin soyundanız, siz de İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin evlatlarısınız. İnsanların nesebi ve soyu baba ile devanı eder.” Hazreti İmam cevabında buyurdu ki: “Allah-ü Teâlâ Hazretleri Enam Suresi 84’üncü ayetinde şöyle buyuruyor: ‘İbrahim Peygamber’in zürriyetinden olan Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun biz iyileri böylece mükâfatlandırırız. Ve ey Zekeriyya ve İsa.’ Bu Ayet-i Kerime’de İsa Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan sayılıyor. Hâlbuki İsa Aleyhisselam’ın babası olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bununla birlikte annesi tarafından İbrahim Aleyhisselam’ın zürriyetinden sayılmaktadır. Öyleyse, bizlerde annemiz Fatımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri tarafından Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin soyundan sayılırız.” buyurdu.

……………………………………

İshak bin Ammar söyle anlatıyor: “İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Harun Reşit tarafından hapsedildiği zaman, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin iki talebesi Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani Rahmetullahi aleyh hazretleri ziyaretine gitmişlerdi. Maksatları Hazreti İmam’ın ilminden sorup denemek istiyorlardı. Tam o sırada hapishanenin nöbetçisi yanına geldi ve: “Ey mübarek efendim! Bugünkü nöbetim bitti, yarın dönüşümde bir ihtiyacınız varsa getireyim.” dedi. Hazreti İmam: “Bir ihtiyacım yoktur.” dediler. Sonra Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani’ye dönerek: “Ben bu adama hayret ediyorum. Yarın döneceğini zannediyor. Hâlbuki onun eceli gelmiştir ve yarın ölecektir.” dedi. İmam-ı Azam Ebu Hanife Radıyallahu anh Hazretleri’nin iki talebesi de Hazreti İmam’ın böyle söylemesine hayret ettiler ve: “Biz bu zatı zahiri ilimlerden imtihan etmek istedik. İmam ise batını ilimden bize haber veriyor. Bunun bu sözünü deneyelim.” diyerek kalkıp gittiler. Adamın evine yakın bir yere nöbetçi koydular ve ona: “Bu evde bir şey gördüğün zaman gelip bize haber ver.” dediler. Gece yarısında evde bir ağlama sesi yükselmeye başladı. Nöbetçi gelip hemen haber verdi. İmam-ı Ebu Yusuf ile Muhammed Şeybani geldiği zaman ev sahibinin öldüğünü gördüler. Hazreti İmam için olan hayretleri ve onun büyüklüğü hakkında zanları bir kat daha arttı.”

……………………………………

Yahya bin Hasen anlattı: “Medine-i Münevvere’de birisi Hazreti İmam’a eziyet edip kırıcı sözlcr söylüyordu. Onu sevenler, ona devamlı: “Bize izin ver, şuna haddini bildirelim.” diyorlardı. Hazreti İmam onları bu hareketten men ediyordu. Bir gün kendisine hakaret eden şahsın nerede olduğunu sordu. Medine-i Münevvere’nin civarında bir yerde olduğunu söylediler. Hazreti İmam bineğine binerek onun tarlasına doğru gitti, tarlaya girdi. O şahıs “Tarlaya basma!” diye bağırdı. Hazreti İmam yanına kadar gelip yanına oturdu. “Ne kadar zararın oldu?” deyince o şahıs: “Yüz dinar.” deyip “Sen kaç dinar umuyordun?” diye sorunca Hazreti İmam da o şahsa üç yüz dinar verdi. Hazreti İmam’a hakarette bulunan şahıs bu cömertlik karşısında Hazreti İmam’ın başını öptü ve ayrıldılar. Hazreti İmam oradan ayrılınca Mescid-i Nebeviyye’ye gitti. O şahısla orada yine karşılaştı. Kendini seven yakınları o şahsı orada görünce üzerine yürümek istediler. Hazreti İmam onlara: “Hangisi hayırlı? Sizin yaptığınız mı, yoksa benim istediğim mî? Ben ona yakınlık göstermek suretiyle ıslah olmasını düşünmüştüm.” dedi.

……………………………………

Hazreti İmam’ın kız kardeşi şöyle anlatıyor: “O, yatsı namazını kıldığı zaman, Allah-ü Teala Hazretleri’ne hamd eder, bu hali gece bitinceye kadar devam ederdi. Gece bitince tekrar kalkar sabah namazını kılardı. Sonra bir miktar zikir ile Allah-u Teala Hazretleri’ni anmakla meşgul olur, bu durumu güneş doğuncaya kadar devam ederdi. Sonra, kuşluk vaktinde kuşluk namazı kılar, zevalden öncesine kadar uyur, kalkınca dişlerini misvaklar, abdest alır ikindiye kadar namaz kılar, namazı bitince kıbleye doğru dönerek akşam namazına kadar Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ni zikrederdi. Sonra kalkar akşam ile yatsı arası namaz kılardı. Bu onun her günkü âdeti idi.

……………………………………

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüksek nesebine sahip olan Ehl-i Beyt’in büyüklerindendir. Nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyizlerin çokluğu, akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhurdur. Hikmetli sözlerinden biri de şöyledir: Buyurdular ki: “Arkadaşlık ettiğin biri, önceleri hali haline uyar, sonraları kalbine sıkıntı verirse, hemen kendine bak. Kendi eğriliğini anlarsan, hemen tövbe et, doğru olduğunu anlarsan, bilesin ki o arkadaşın yoldan sapmıştır. Bu durumda dur, biraz düşün. Hemen ondan ayrılma. Onu yalnız başına bırakma. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nden bir düzelme gelinceye kadar bekle.”

……………………………………

Rivayet edilir ki, Musa bin Cafer el Haşimi Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Mescid-i Nebeviye girip, gecenin ilk vaktinde secdeye vardı. Secdede şöyle dediği duyuldu: “Ya Rabbi! Günahım çok, fakat senin affın büyük.” Bunu sabaha kadar tekrar ederdi.2

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.43

2-İslam Ansiklopedisi 2. Cilt S. 321, 322, 323, 324

İMAM-I CAFER-İ SADIK RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

İslâm âlimlerinin gözbebeklerinden olup, Seyyid ve On iki İmam’ın altıncısıdır. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin torununun torunu olup, Seyyid yani nebiler nebisinin zürriyeti, Esbab-ı Kiramı görmekle şereflenen tabiin devrinin yükseklerinden olup Hicri 83 (M. 702) senesinde 19 Nisan Çarşamba, Rebi-ul Evvel ayının on yedisinde Pazartesi günü Medine-i Münevvere’de doğdu. Silsile-i Aliyye’nin dördüncüsüdür. Künyesi: “Ebu Abdullah”tır. “Tahir”, “Fadıl” gibi birçok lakabı vardır. En meşhuru “Sadık”tır. Babası İmam- Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, onun babası İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri, onun babası İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri ve onun da babası İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’dir. Annesi Ümmü Ferve’dir. Annesinin babası Kasım, onun babası Muhammed ve onun babası da Ebubekir Sıddık Radıyallahu anh Hazretleri’dir.

Usulü, zikri ve tarikatı babası İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nden, Ahzü Telakki edip hakaik ve dekaik ilimlerine nail olmuştur. Evliyanın büyüklerinden. Garip halleri ve kemalâtı seniyyeleri beşer aklının alamayacağı kadar yüksektir. Muttakilerin İmamı ve fakirlerin sığınağıydı. İsteseydi geceyi gündüz ve gündüzü gece ederdi. Buyuruyorlar ki: “Asfiya ile oturup kalkmak selamet caddesine götürür.”

Şiddet ve sıkıntılı zamanlarında dedesi İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin duasını okurdu: “Ey şiddet ve sıkıntı zamanında benim yardımcım, hiç uyumayan gözünle bana ecir ver. Zail olmayan rüknünle beni geçindir.” diye dua ederdi. Kendisi halim selim Ruhani bir Nur-i İlâhi idi. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri ilmi, On iki İmam’dan beşincisi olan babası İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nden öğrendi. İlim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu.1

Bütün talebelerini her türlü ilim dalında yetiştirdi. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin en meşhur talebesi, Hanefi mezhebinin kurucusu ve Ehl-i Sünnet’in reisi olan İmam-ı Azam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit Rahmetullahi aleyh Hazretleri’dir. İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri, İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin derslerine ve sohbetlerine devam ederek o gizli ve aşikâr marifet kaynağından ilim ve evliyalık yolunda çok istifade etti. İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri O’nun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için: “O iki sene olmasaydı, Numan helak olmuştu.” buyurmuştur.2

Kalbi bütün kötü huylardan temizleyip, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne kavuşmak için lazım gelen marifetleri, ibadet ve işleri öğreten tasavvuf yollarının çeşitli isimler alması, başka başka olduklarını göstermez. Aynı mürşidin talebeleri, birbirlerini tanımak ve hocaları (Mürşidleri) ile öğünmek için bulundukları yola mürşidlerinin isimlerini vermişlerdir. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri vasıtasıyla gelen yolda (Zikr-i Cehri yani aşikâre yüksek sesle yapılan zikir) bütün tasavvuf (Tarikat yolları), İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nde birleşmekledir. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri iki yoldan Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize bağlıdır. Birisi babasının yolu olup, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri vasıtasıyla Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bağlıdır. Bu yola “Velayet yolu” denir. İkincisi, Anasının babalarının yolu olup, Ebubekir Radıyallahu anh Hazretleri’nin vasıtası ile Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bağlanmaktadır. Bu yola da “Nübüvvet Yolu” denir.

İmam- Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri evliyalık (Velayet) üstünlüklerine İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri, İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri ve babası İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri yolu ile kavuşmuştur.

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin milletinin (dininin) sultanı, peygamberlik üstünlüklerinin delili, senedi, hakikatlerin âlimi, evliyanın gönüllerinin meyvesi, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin varisi, ariflerin, hak âşıklarının serveri (önderi) idi. Aşk sahiplerinin rehberiydi. Tefsir ilminde eşi yoktu. Namazda kendinden geçerdi, düşüp bayıldığı olurdu. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri Ehl-i Beyt’ten olup, Ehl-i Sünnet’in gözbebeğidir. Ehl-i Sünnet’in reisi olan İmam-ı Azam Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nin marifette, tasavvuf (tarikat) ilimlerinde hocasıdır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat ve Ehl-i Beyt sevgisi ile doludur. Yani Ehl-i Beyt’i sevenler ve onların yolunda gidenler, aslında Ehl-i Sünnet vel Cemaat olanlardır. Ehl-i Beyt’e olan hakiki sevgisinden dolayı İmam-ı Şafi Radıyallahu anh Hazretleri’ne “Rafızî” diyenler oldu. Hâlbuki o, kimseyi kötülemedi, hepsini sevdi. Nitekim bütün Ehl-i Sünnet âlimleri: “Ehl-i Beyt’i sevmek, ahirete iman ile gitmeye, son nefeste selamete, hidayete kavuşmaya sebep olur.” buyurdular.

İmam-ı Şafi Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyurdu ki: “Sizi sevmeyi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri Al-i İmran Suresi 163’üncü ayetinde şöyle emrediyor. Namazlarında size dua etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor. Şerefiniz ne kadar büyüktür ki, Allah-ü Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de sizi selamlıyor.”

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh hazretleri, Tarikat ilminde yüksek marifetlere kavuşmuş olan bu bu bilgileri arzu edenlere öğreterek onlara mürşidlik, rehberlik etmiştir. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin nurlu yolunu hiç değiştirmeden, apaçık ve tam doğru olarak bu güne kadar ulaştırmada Ehl-i Sünnet Âlimlerinin hizmeti çok büyüktür.

Bu büyük hizmet için, aralarında vazife takdimi yaparak zamanımıza kadar gelmesine sebep olmuşlardır.

İMAM-I CAFER-İ SADIK RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri, altmış beş senelik ömrünün otuzdört senesini İmamet-i Kübra’da bulunarak Ümmet-i Muhammedi tenvir etmiştir. Harun Reşid zamanında Abbas oğullarından ikinci Halife Ebu Cafer Mansur, Hazreti İmam’ın yakasını bırakmadı. Hicret-i Nebeviyye’nin 148. (M. 765.) senesinde Hz. İmam’ı zehirleterek şehit etti. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri, Cennet-i Bakia’da babası ve dedesinin yanına defnolunmuştur. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri O’ndan razı olsun ve bizleri O’nun feyizlerinden, şefaatlerinden ayırıp da mahrum etmesin.(AMİN)

İMAM-I CAFER-İ SADIK RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Bir gün devrin meşhur alim ve zahidlerinden Davud-i Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri’nin yanına gelmişti. O’na dedi ki: “Ey Peygamber’in torunu! Bana bir nasihat ver. Çünkü kalbim karardı.” O da buyurdu ki: “Ey Davud! Sen zamanımızın en zahidi, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nden en çok korkanısın. Benim nasihatime ne ihtiyacın var?” Bu sefer Davud-i Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri buyurdu ki: “Ey Resulûllah’ın torunu! Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük Peygamber’in kanı damarlarınızda dolaşmakladır. Onun için herkese nasihat vermeniz üzerinize vacibdir, borçtur.” İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri: “Ey Davud! Ben kıyamet günü gelince, ceddim olan Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz elimden yakalayıp: ‘Niçin bana hakkıyla uymadın?’ demesinden korkuyorum. Bu işler nesep (soy) işi değil, ibadet ve amel işidir.” dedi. Davud-i Tai Rahmetullahi aleyh Hazretleri hu sözleri duyunca ağlamaya haşladı: “Ya Rabbi! O’nun varlığı Peygamberlik soyundan meydana gelmiştir. Sözleri, yaşayışı herkese senettir, delildir. Dedesi Resul, annesi Betül Hazreti Fatıma evladından olduğu halde, böyle düşünürse, Davud da kim oluyor ki, yaptıklarının bir kıymeti olsun?”

……………………………………

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri mütevazı, yani çok alçak gönüllü idi. Kimseyi incitmezdi. Her mümini kendinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini çağırdı. Onlara dedi ki: “Geliniz, sizinle sözleşelim. Kıyamet günü içinizden hanginiz kurtulursa, onun diğerlerine şefaatçi olması için birbirimize söz verelim.” Dediler ki: “Ey Allah-ü Teâla Hazretleri’nin Resulü’nün evladı! Sizin bizim şefaatimize ihtiyacınız yoktur. Dedeniz Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, bütün insanların ve cinlerin şefaatçisidir. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri buyurdu ki: “Ben bu amellerimle işlerimle yarın kıyamet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım.” buyurdu.

……………………………………

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri bir müddet halvet (yalnızlık) haline kalmış, evinden insanlar arasına çıkmamıştı. Evliyanın büyüklerinden Süfyan-ı Sevri Rahmetullahi aleyh Hazretleri evine gelip: “Ey Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin torunu! İnsanlar bereketli nefesinizden, faydalı sohbetinizden mahrum kaldı. Niçin uzlete çekildiniz?” diye sorunca buyurdu ki: “Şimdi böyle gerekiyor. Zaman bozuldu ve dostlar değişti. Sözümüzün hakikati meydana çıktı.”

……………………………………

Zamanın hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: “Hemen git, İmam-ı Cafer-i buraya getir. Onu hemen öldürmek istiyorum.” Vezir: “Evinde oturmuş, gece gündüz ibadetle meşgul olan, devlet işlerine karışmayan bu kimseyi öldürmekten vazgeç!” dediyse de hükümdarı vazgeçiremedi. Vezir Hazreti İmam’ı çağırmaya gidince cellâtlara emir verdi: “İmam-ı Cafer Sadık Radıyallahu anh hazretleri içeri girince ben başımdan külahımı çıkardığım zaman hemen başını vuracaksınız.” Bir müddet sonra İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri içeri girdi. Hükümdar derhal ayağa kalktı, hürmetle Hazreti İmam’ı karşıladı. Koltuğuna oturttu, edeple karşısında diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler şaşırıp kaldılar. Hükümdar Hazreti İmam’a: “Efendim, benden bir emriniz olursa emredin yapayım.” dedi. İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri buyurdu ki: “Senden bir ricam, yok, beni bir daha yanına çağırma, Rabbime ibadetten beni alıkoyma, başka bir şey istemem.” Hazreti İmam gitmek üzere ayağa kalktı. Hükümdar izzetle ikramla onu uğurladı. Hazreti İmam gittikten sonra vücudunda bir titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince: “Bu ne haldir. Hani o zatı öldürteceksiniz?” diye sordular. Hükümdar cevap verdi: “İmam içeri girince, yanında büyük bir aslan vardı, lisanı hal ile bana onu incitirsen seni parça parça ederim.” diyordu. Bunu görünce ne yapacağımı şaşırdım.”3

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.43

2-Miftahul Kulub S.226

www.gavsulazam.de internet sitesinden yararlanılmıştır.

İMAM-I MUHAMMED BAKIR RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

Ehli Beyt’ten. On İki İmam’ın beşincisi, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin torunu ve İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri’nin oğludur. Hicri 57 (M. 676) senesinde, Receb ayının ilk Cuma günü Medine-i Münevvere’de Âlem-i Şühuda ayak basmıştır. İsmi şerifleri: “Muhammed” Künyeleri: “Ebu Cafer”. Lakabları: “Bakır”. Annesi İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri’nin kızı Fatıma’dır. Zikir ve Tarikat usulünü babası İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh Hazretleri’nden alıp safilerin kâmillerinden olmuştur. Zamanında, bütün dünyadaki evliyanın feyz kaynağı olup, evliyalık yolunda olanlara feyz, bunun vasıtası ile verildi. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, Medine’nin büyük fıkıh âlimlerindendir. Eshab-ı Kiram’dan Cabir Radıyallahu anh Hazretleri ve Enes Radıyallahu anh Hazretleri ile görüşüp onlardan ve ayrıca tabiinden olan büyük zatlardan hadis-i şerifler rivayet etti. İmamlığı on dokuz sene sürdü. Bütün ilimlere vakıf olduğu için kendisine, ilimde ve fazilette üstün manasına gelen “Bakır” denilmiştir.1

Ebu Nasır Rahmetullahi aleyh hikâye ediyor: Hazreti İmam’dan sordum ki: ‘Siz hakikaten Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zürriyetinden misiniz?’ Buyurdu ki: ‘Evet.’ Tekrar sordum: ‘Siz de Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ilimlerine varis misiniz?’ Buyurdular ki: ‘Evet.’ Dedim ki: ‘Öyle ise ölüyü diri ve körü görücü ve alacayı şifaya kavuşturmaya kadir misiniz?’ Dedi ki: ‘Hakk’ın izniyle kadirim.’ Sonra elini gözlerimin üzerine koyup: ‘Ya Şafi’! ’ dedi. O anda gözlerim açılıp yeri ve göğü gördüm. Bir elini gözlerime mesh edince gözlerim eski haline geldi ve buyurdu ki: ‘Ey Eba Nasr! Eğer kıyamet gününde hesapsız cennete girip Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin cemalini müşahede etmek dilersen, âmâ olarak kal ve eğer sual ve cevap vermek dilersen yine gözünü açayım.’ Dedim ki: ‘Öyle ise âmâ kalırım.’ Müteakiben buyurdular ki: ‘Biz Ehl-i Beyt’i Rahmeten lil âlemin’den ve Şecere-i Nübüvvet’teniz. İlim ve hikmet menbaı, ilim ve irfan madeni olduğumuzdan halkın belâsını çekeriz. Çünkü halkı Hakk’a davet ederiz. Fakat onlar kelamımızı anlamazlar. Hallerine terk etsek maksuda nail olamazlar. Onun için halkın belâsını çekeriz.’

İMAM-I MUHAMMED BAKIR RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

Nihayet İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, Ümmet-i Muhammedi irşad edip, Hicri 113 (M. 731) senesinde halife Hüşam tarafından zehirletilerek, şehiden vefat etmiştir. Mübarek vücutları Cennet-i Bakia’da İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri’nin yanına defnolunmuştur. Cenab-ı İmam: “Ey Rabbim! Ölümü, kabri ve sana hesap vereceğimi düşündükçe nasıl olur da senden dünyalık isteyebilirim? Can alıcı meleğin geleceğini ve canımı alacağını bildiğim halde dünya lezzetinden nasıl tad alabilirim? Rahmetinden ümit ediyor ve istiyorum. Ölümümü ve hesabımı kolay ve rahat eyle ve sonra azabı olmayan rahat bir ebedî hayat ihsan eyle Ya Rabbel âlemin!” derdi.

Oğlu İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu anh Hazretleri şöyle anlatıyor: “Babam bana vasiyet edip dedi ki: ‘Vefat ettiğim zaman beni sen yıka. Çünkü İmamı İmamdan başkası yıkayamaz. Kardeşim Abdullah da İmamlık davasında bulunacaktır. Ona karışma, çünkü ömrü kısa olacaktır. Namaz kılarken üzerimde bulunan gömleği bana kefen yap ve beni babamın yanına defnet. Kabrime de senden başkası girmesin’ buyurdu. Ben: ‘Aman efendim, bizi korkutmayın. Allah Celle Celaluhü Hazretleri geçimden versin, sıhhatiniz yerindedir’ dedim. Hazreti İmam buyurdu ki: ‘Bir saat evvel, babam İmam-ı Zeynel Abidin (RA) Hazretleri’nin sesini işittim. Bana: ‘Ey evladım Muhammed Bakır! Vasiyetlerini çabuk yap, çünkü senin de bize kavuşmana çok az zaman kaldı’ buyurdu. Bundan bir saat kadar sonra da babam vefat etti. Babam vefat edince ben yıkadım. Nihayet kardeşim Abdullah da İmamlık davasında bulundu fakat babamın bildirdiği gibi ömrü kısa sürdü.”

İMAM-I MUHAMMED BAKIR RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Hazreti İmam Medine’de bir grup insanlarla oturmuştu. Mübarek başını önüne eğdi. Bir müddet sonra kaldırdı ve: “Bir kişi, bir sene sonra Medine’ye gelecek, üç gün boyunca dört bin asker bulunan ordusu ile çok kimseleri öldürecek. Bundan büyük zarar göreceksiniz. Bundan sakınınız.” buyurdu. Buna bazıları inandı, bazıları da inanmadılar. Bir sene sonra kendisine inananları alarak Medine’nin dışına çıktılar. Nafi b. Erzak ordusu ile geldi. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nin haber verdiği zararları yaptı. Artık Medineliler “Bundan sonra İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri’nin her sözüne inanırız. Her sözü doğrudur. Çünkü o, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin evladındandır” dediler. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi aleyh Hazretleri’ne bakıp: “İslâmiyet’i bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın. Sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın. Sapıkları doğru yola çevireceksin. Allah Celle Celaluhü Hazretleri yardımcın olacak.” buyurdu.

……………………………………

Bir gün Esbab-ı Kiram’dan Cabir bin Abdullah’ Radıyallahu anh hazretlerinin yanına gitti. Hazreti Cabir’in gözleri kapalı bir halde idi. Selamını aldıktan sonra: “Sen kimsin?” diye sordu. O da, Muhammed bin Ali bin Hüseyin’im! dedi. Hazreti Cabir Radıyallahu anh hazretleri : “Ey Resulûllah’ın torunu yanıma gel!” diyerek yanına çağırdı. Müsafaha yaptıktan sonra dedi ki: “Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bana: ‘Ey Cabir! Sen benim oğullarımdan birini görüp konuşuncaya kadar yaşarsın. Oğlumun adı Muhammed bin Ali bin Hüseyin’dir. Allah Celle Celaluhü hazretleri O’na nur ve hikmet verecektir. O’na benden selam söyle’ buyurdu.” Cabir Radıyallahu anh hazretleri, emanet olan Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin selamını sahibine ulaştırdıktan bir müddet sonra vefat etti.

……………………………………

Zamanında bulunan biri anlatıyor: “İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri ile beraber Halife Hişam bin AbdülMelik’in evine uğradık. ‘Bu ev harap olacaktır, hatta toprağı başka yere nakledilip taşları açıkta kalacaktır.’ buyurdu. Bu söze çok hayret ettim. Halife Hişam’ın evini kim yıkabilir ki? diye düşündüm. Nihayet Hişam vefat edip yerine oğlu Velid geçti ve bu evin yıkılmasını emretti. Hakikaten ev yıkıldı, toprağını başka yere naklettiler.”

……………………………………

İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri Mekke ile Medine arasında bir katıra binmiş gidiyordu. Yanında birisi vardı ve o da rnerkeb üzerinde idi. Bir ara dağdan aşağı bir kurt inip geldi. Hazreti İmam’ın ayaklarına başını koydu. Kendi halince bazı sesleri çıkardı. Hazreti İmam’a bir şeyler söylediği belli idi. İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri onu dinledikten sonra: “Peki sen şimdi git. Ben arzu ettiğin gibi dua ederim” buyurdu. Bana: ‘kurdun ne söylediğini biliyor musun?’ diye sordu. Ben: “Allah-ü Teâlâ’nın Resulü ve Resulü’nün torunu bilir.’ dedim. Buyurdu ki: ‘Kurt, eşim şiddetli bir ağrıya tutuldu. Dua buyurun da ondan kurtulsun ve senin dostlarından hiç kimse benim neslime musallat olmasın. dedi ve ben de dua ettiğimi söyledim.”

……………………………………

İmam-ı Muhammed Bakır Radıyallahu anh Hazretleri gece geç vakte kadar ibadet eder, sonra Allah Celle Celaluhü hazretlerine şöyle yalvararak ağlardı: “Ya İlâhi! Ya Rabbi! Gece oldu herkes uyuyor. Ya Rabbi! Sen dirisin. Her şeyi biliyor, yapılan her şeyi görüyorsun. Uyuman ve uyuklaman olamaz. Seni böyle bilmeyen ihsanına kavuşamaz. Sen öyle kuvvet ve kudret sahibisin ki, hiçbir şey senin olmasını dilediğin bir şeyin olmasına mani olamaz. Rahmetin o kadar çoktur ki, rahmet kapılarını herkese açmışsın. Sana dua edenlerin, yalvaranların dualarını kabul edersin. Sana güvenen, kapına gelen kimseyi döndürmeye kimsenin gücü yetmez.”

1-Kadiri Yolu saliklerinin Zikir Makamları S.41

www.gavsulazam.de internet sitesinden de yararlanılmıştır.

İMAM-I ZEYNEL ABİDİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

Tabiin’in büyüklerinden ve On iki İmam’ın dördüncüsü. Hicret-i Nebeviyye’nin 46. ve (M. 666) senesi, Şaban-ı Şerif’in onbeşinci perşembe günü Medine-i Münvvere’de doğmuştur. İsmi Ali bin Hüseyin Bin Ali Bin Ebi Talib’dir Lakabları “Zeynel Abidin”. Babası İmam-ı Hüseyinra hazretleri, annesi Acem Padişahının kızı Şehri Banu’dur. Her gece bin rekat namaz kılmaya devam ettiğinden ismi şerifleri “Zeynel Abidin” namiyle iştihar etmiştir. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerinin oğlu olup bütün zürriyeti bundan vücuda gelmiştir. Diğer oğullarının nesli kesiktir. Zikir ve tarikat usulünü babası İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerinden alıp Zahir ve Batın ilimlerinde rabbani bir âlim olmuştur. Her hususta mahir olduğundan kendisi hakkında tabiinin büyüklerinden olan İmam-ı Zahidi (Allah ona Rahmet etsin) “O’ndan daha fakih görmedim.” demiştir. Birçok duaları, “Cami Sahife-i Kamile” adında bir eseri vardır. Bidayeti hallerindeki münacatı âlimler ve sofiler arasında meşhurdur. Fazlı ve kemali bahir çok kerametleri vardır. İmamlığı yani tasavvufta insanlara feyz vermesi doğru yola kavuşturması otuzdört sene sürmüştür. Hadis Fıkıh ve Tasavvuf ilminde âlimdir. Eshab-ı Kiram’dan çoğunu görmüştür. Şeriatı Ahmediyye ve Tarikatı Muhammediyye üzere İlâhi Kelimetullah eylemiştir.

Kerbela’da İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretleri şehit edilir edilmez ehli beyt çadırları Yezidin ordusu tarafından ateşe verilip eşyaları yağma edildikten sonra kadın ve kızlar çıplak develere bindirilip Şama götürülmek üzere yola çıkarıldılar. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Efendimizin mübarek başı Şama getirildikten sonra Şam ve Medine’de defnedilmiş, fakat bilahare İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri, babasının o mübarek kesik başını Kerbela’ya gönderip orada bedeninin yanında gömdürmüştür.

İMAM-I ZEYNEL ABİDİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri öteki Kerbela esirleri gibi bir müddet Sam’da kaldıktan sonra 58 yasında Medine’de Emevi halife ve hükümdarı tarafından zehirlenmek suretiyle Hicri 94 (M. 713) senesi Muharrem ayinin on sekizinde cumartesi günü sehid olur. İrtihali dar-ı Naim etmekle Cennet-i Bakia’da Kubbetül Abbas’a, amcası İmam-ı Hasan Radıyallahu anh hazretlerinin yanına defnedildi. Allah Celle Celaluhü hazretleri O’ndan razı olsun ve bizi onun kudsi feyiz ve şefaatleriyle faydalandırsın. (AMIN) Oğlu ve torunlarının çoğu Emevi ve Abbasiler tarafından zehirlenmek veya öldürülmek suretiyle şehit edildiler1

İMAM-I ZEYNEL ABİDİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri her abdest aldığında yüzü sararır, vücudu titrerdi. Sebebini sorduklarında: “Kimin huzuruna çıkacağımı biliyor musunuz?” buyururdu.

……………………………………

Büyük İslam Âlimi İmam-ı Esmai Rahmetullahi aleyh hazretleri diyor ki: “Bir gece Mekke’de Allah Celle Celaluhü hazretleri’nin evini ziyaret edeyim dedim. Tavaf ederken bir genci gördüm. ‘Ey Rabb-i Rahim’im. Bütün kapılar kapanmıştır. Sadece senin rahmet kapın açıktır. Ben aciz günahkârı ancak sen bağışlarsın. Mukaddes evin hürmetine beni rahmetine mazhar kıl.’ diyordu. Yaklaştım, gözlerinden billur gibi yaşlar akıtan genç kendinden geçti, yanına sokulup baktım. Bir de ne göreyim, İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri değil mi? Onu şevkle kucakladım, onun içli duası beni ağlattı. Baygınlıktan ayılınca gözlerini açtı: ‘Beni halikımın zikrinden kim alıkoydu?’ diye sordu. ‘A benim aziz efendim! Sen Peygamber evladından olduğun halde bu ağlaman ve inlemen nedir?’ dedim. Başını kaldırdı: ‘Ey Esma! Yüce Rabbimiz yasin Suresinin 49-53’üncü ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Onların beklediği sadece bir sayhadır (sur’a ilk üfürülüştür) ki, onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir… O zaman bir vasiyet söz bile yapamazlar, ailelerine de (çarşı ve sokaklardan) dönemezler… Bir de ikinci defa Sur’a üfürülmüştür. Ne baksınlar, kabirlerden Rablerine doğru akın ediyorlar. Başka değil, sade bir tek sayha (sur’a son bir üfürülüş) olmuş. Derhal hepsi toplanmış, hesap için huzurumuza gelmişlerdir.” Evet, o gönüller aydınlatan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin evlatları böyleydi, başı kesilmiş mum gibi sabahlara kadar gözyaşı döküyorlardı.”

……………………………………

Bir gece teheccüt namazı kılıyordu. Şeytan ejderha şekline girip, kendisini meşgul etmek istedi fakat o hiç aldırış etmedi. Ayak parmağını ısırdı. Namazdan sonra ejderhanın şeytan olduğunu anlayınca ona vurup: “Defol ey mel’un” dedi. İbadetlerini tamamlamak için kalktığında gaybdan üç kere: “Sen Zeynel Abidin’sin. (yani ibadet edenlerin süsüsün).” dendi.

……………………………………

Birisi aleyhine konuşmuştu. Bu kendisine söylenince onun yanına gitti. Onunla biraz sohbet ettikten sonra buyurdu ki: “Hakkımda bazı şeyler söylediğini duydum. Dediklerin doğruysa Allah Celle Celaluhü hazretlerinden mağfiret dilerim. Beni affetsin, dediklerin iftira ise, Allah Celle Celaluhü hazretleri seni affetsin. Selamı Rahmeti, bereketi de üzerine olsun.”

……………………………………

İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretlerinin bir devesi vardı. Yolda hiç kamçı vurmadan gider ve üzerindekini hiç incitmezdi. İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri vefat edince devesi kabri üzerine gelip göğsünü yere koyup inledi. Hiç kimse bu deveyi mezar başından kaldıramadı. Oğlu Muhammed Bakır Radıyallahu anh hazretleri orada bekleşen halka buyurdu ki: “Kalkması için fazla uğraşmayın. Bu deve burada ölecek.” Üç gün sonra deve orada öldü.2

……………………………………

Bir gün İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretlerini elleri kelepçeli, ayaklarında kayış bağlı olduğu halde Medine’den Bağdat’a götürüyorlardı. Zühri Rahmetullahi aleyh O’nu bu halde görünce çok ağladı ve dedi ki: “Keşke şimdi sizin yerinizde benim ellerim kelepçeli olsaydı.” İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri O’na dedi ki: “Ya Zühri! Bu bize hiç zor gelmez. İstediğim zaman el ve ayaklarımı açabilirim.” dedi ve çok hafif bir silkinme ile elindeki kelepçeyi ve ayağındaki kayışı açtı. Kısa bir zaman sonra eline kelepçeyi ayağına kayışı geçirerek buyurdu ki: “Bunlar kulların cezasıdır ve kolaydır. İstediğimiz zaman açabiliriz. Esas zor olan Allah Celle Celaluhü hazretlerinin azabıdır.”

……………………………………

Rivayet edilir ki, bir zaman İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri hastalanmıştı. Bir grup insan ziyaretine gelmişlerdi. Onlara buyurdu ki: “Buraya niçin geldiniz?” Onlar da: “Seni sevdiğimiz için buraya geldik.” dediler. “Bizi neden seversiniz?” deyince oradakiler de: “Siz Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin torunu olduğunuzdan, Allah ve Resulü için seviyoruz.” dediler. Buyurdu ki: “Kim Allah ve Resulü için bizi severse, Allah Celle Celaluhü hazretleri de kıyamet günü onu arşın gölgesi altında gölgelendirecektir. O gün o gölgeden başka gölge yoktur. Bu sevgililerin mükafatını Allah Celle Celaluhü hazretleri cennette onlara verecektir. Lakin bizi dünyalık için kim severse Allah Celle Celaluhü hazretleri de onlara hesapsız rızık verecektir.”

……………………………………

Bir gün İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretlerinin misafirleri vardı. Kölesi sofrayı getirirken sofra kölenin elinden kaydı, merdivenin altında oynayan küçük çocuğun üzerine düştü. Bu küçük oğlu vefat etti. Köle bu durum karşısında çok korkup titremeye başladı. İmam-ı Zeynel Abidin Radıyallahu anh hazretleri onun bu hali karşısında buyurdu ki: “Sen hiç korkma, seni affettim. Ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için seni azad ettim.” Bundan sonra da çocuğunun teçhiz ve tekvin işlerini kendi elleriyle yaparak cenazeyi kaldırdı.

1-Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S.40

2-İslam Ansiklopedisi 2.Cilt S. 85,86

İMAM-I HÜSEYİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN HAYATI

İmam-ı Hüseyin Bin Ali Radıyallahu anh hazretleri, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin torunu, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü hazretlerinin ikinci oğlu, On iki İmam’ın üçüncüsü ve Ehli Beyt’in beşincisidir. Hicreti Nebeviyyenin altıncı yılında (M.626) Medine-i Münevvere’de doğmuştur.

Fahri Âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ellerine alıp sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuyup ismi şeriflerini Hüseyin koymuştur. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerinin nesebi: Hüseyin Bin Ali Bin Ebi Talib, Bin AbdülMüttalib Bin Haşim El-Kureyşi El-Haşimidir. Künyesi: Ebû Abdullah’dır. Lakabları: “Seyyid-üş-şühedadır”.

Ümmü Haris Radıyallahu anh hazretleri anlatır:

“Bir gün Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin huzuruna vardım. “Bir rüya gördüm, çok korktum.” diye arz ettiğimde “Ne gördün?” diye sordular. “Sizin vücudunuzdan bir parça kestiler, benim yanıma eklediler.” dedim. “İyi görmüşsün. Fatıma’nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacaktır.” buyurdular. Bir müddet sonra İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretleri dünyaya geldiler.”

İbni Abbas Radıyallahu anh hazretleri rivayet ediyor: “Nebiler Nebisi bir gün sabah namazından sonra İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü hazretlerini çağırdılar. Mescidden çıkıp Fatımatüzzehra Radıyallahu anh hazretlerinin evine gittiler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretlerine kapıda durup kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretleri doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Sahabe-i Kiram da bütün orada idiler. İçeri girmek istediler. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü hazretleri: “İçeride dört yüz yirmi dört bin melek vardır.” dedi. Sahabe-i Kiram hadiseyi Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimize bildirdiler. Nebiler Nebisi, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü hazretlerine: “Meleklerin sayısını nasıl bildin?” diye sordular. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü hazretleri : “Melekler grup grup geliyorlardı. Her biri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi.” dedi. Bunun üzerine Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Allah aklını ziyade etsin Ya Ali!” buyurdular. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri doğduğu zaman kulağına: “O cennet çocuklarının efendisidir (seyyididir).” diye seslenmişti.

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Ahzab. Suresi 33’üncü ayetinde buyuruyor ki: “Allah-ü Teâlâ sizlerden ricsi, yani her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor.” Esbab-ı Kiram sordular: “Ya Resulûllah! Ehli Beyt kimlerdir?” O esnada İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri geldi. Mübarek hırkasının altına aldılar. Fatımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri geldi. O’nu da yanına aldılar. İmam-ı Hasan ve İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri de geldiler. Onları da öbür yanlarına aldılar: “İşte bunlar benim Ehli Beytimdir.” buyurdular. Bu ayeti kerime ile ilgili Hadis-i Şerifler, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin iki mübarek torununu sevmenin şart olduğunu belirtmektedir.1

İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin kutsal vücudunun karnından ayağına kadar olan kısmı fahri âleme benzerdi. Ashabın âlimlerinden, büyüklerinden olup günde bin rekat namaz kılardı. Yirmi beş defa hacca gitmiştir. İlmini, zikir ve tarikat usulünü babası Şah-ı Velayet’ten (RA) ve büyük kardeşi İmam-ı Hasan (RA) Hazretleri’nden alarak Muhammedî Kemaller ve Samedani Ruhaniyyet ile (mertebe-i Kusva) en büyük mertebe’ye nail olup Emri İlâhi olmuştur.

On sene kadar imameti kübrada bulunarak Zahiren ve Batınen dini mübini Muhammediyye’yi ifa ederek kalplerin sevgilisi olmuş ve mübarek yaşları 57’ye ulaşmıştı. (Dünyada 56 yıl, 5 ay, 5 gün yaşadı)

İMAM-I HÜSEYİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

Hicret-i Nebeviyye’nin 61’nci (M. 681) senesi Muharremin onuncu (AŞURE) Cuma günü Kerbela’da şehit edilerek mutlu başları (Rivayete göre) Şama gönderildi. Mübarek başları Mescid-i Emeviye içindedir. Diğer bir rivayete göre Medine-i Münevvere’de validesi Fatımatüzzehra Radıyallahu anh annemizin yanına konmuştur. Mübarek vücutları da Kerbela’ya defnedilmiştir. Allah Celle Celaluhü Hazretleri O’ndan razı olsun. O’nun feyizlerinden, şefaatlerinden ve kutsal sırlarından bizi faydalandırsın. (AMİN)2

İMAM-I HÜSEYİN RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ

Nur neslinin iki kolbaşısı İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri ve İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri bir gün hastalanmışlardı. Her gün, Nebiler Nebisi birkaç sahabesi ile muazzez torunlarını ziyarete geldiler. Sahabeler dediler ki: “Ya Ali! Çocukların için bir nezir yapmak istemez misiniz?” İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “Elbette isterim.” dedi. Allah’ın arslanı İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri ile mü’mine hatunların şefaatçisi Cenab-ı Fatıma-i Zehra Radıyallahu anh Hazretleri, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin rızasını taleb ve O’na şükür etmek ve yavrularının şifa bulmasını Cenabı Hak’tan niyaz etmek üzere üç gün oruç tutmaya nezir ettiler. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri ile Fatımatüzzehra Radıyallahu anh annemiz de oruçlarını tutmaya niyet edip başladılar. İlk günün akşamı iftar vaktinde iftar yapacakları zaman kapıya bir fakir geldi. Aç olduğunu beyan etti. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Fatımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri ile yiyeceklerini fakire verdiler, yine su ile niyet ettiler. Bu durum üç gün devam etti. Bunun üzerine Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri İnsan Suresi 8’inci ayetinde şöyle buyurdu: “(Yemeğe olan) sevgilerine ve iştahlarına rağmen yoksulu, yetimi, esiri doyururlardı.” Şanı pek Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri lütuf ve ihsan etti. İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri ve İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri şifa buldular.

……………………………………

Eshab-ı Kiram’dan Dıhye Radıyallahu anh Hazretleri devamlı ticaret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrail Aleyhisselam çok defa Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin huzuruna Dıhye Radıyallahu anh Hazretleri’nin şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrail Aleyhisselam Fahri Âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin huzurunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük olan İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri ve İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nden biri Cebrail Aleyhisselam’ı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak: “Dıhye dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim.” dedi. Koşup mescide geldiler. Cebrail Aleyhisselam’ın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrail Aleyhisselam’ın koynuna soktular.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz torunlarının bu halini görünce hicab edip, mani olmak istedi. Cebrail Aleyhisselam Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in mahcup olduğunu görünce dedi ki: “Ya Resulûllah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fatıma teheccüt namazını kılarken Hak Teâlâ Hazretleri beni gönderirdi. Ben de bunların beşiklerini sallardım. Fatıma rahatça namazını kılardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edepsizlik sanmayın. Bazen da bunların anneleri namazdan sonra uyurken bunlar ağlardı. Hak Teâlâ Hazretleri yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.” dedi.

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Ey kardeşim Cebrail. Şimdi birşey yapmadılar, daha ileri giderler endişesi ile mani oldum. Çünkü esbabımdan Dıhye isminde birisi vardır. Çok kere sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediyeler getirir. Sizi Dıhye zannedip ellerini koynunuza soktular.” buyurdu. Cebrail Aleyhisselam: “Ya Rabbi! Beni Habibinin (yanında utandırma.” diye dua etti. Cebrail’e : “Oturduğun yerde gözlerini kapa elini cennete sok, eline ne gelirse al.” diye hitap geldi. Cebrail Aleyhisselam ellerini cennete saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. İmam-ı Hasan Radıyallahu anh Hazretleri üzüm, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri de narı aldı. Bunları yerlerken bir dilenci geldi. “Ey Ehli beyt, o üzüm ve nardan bana da verir misiniz?” diye sordu. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz vermek istediğinde Cebrail Aleyhisselam mani oldu: “Ya Resulûllah! O dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken hile ile yemek istedi.” buyurdu.

……………………………………

Bir gün Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri ile oğlu İbrahim Radıyallahu anh Hazretleri’ni dizlerine oturttu. Cebrail Aleyhisselam gelip: “Ya Resulûllah! Hak Teâlâ Hazretleri bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç!” dedi. Nebiler Nebisi: “Eğer Hüseyin vefat ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fatıma’nın da canları yanar. Eğer İbrahim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum.” buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrahim vefat etti. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yanına her gelişinde onu öper ve: “Selamet ve Saadet o kimseye ki, oğlum İbrahim’i ona feda ettim.” buyurdu.

İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri’nin ilk çocukluğu Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hal çok sürmedi. İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh Hazretleri bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı.3

……………………………………

1. İslam Ansiklopedisi 1. Cilt S.149-150

2. İslam. Ansiklopedisi 1. Cilt. S.151

3. İslam Ansiklopedisi 1.Cilt S.150

İMAM-I ALİ KERREMULLAHÜ VECHEHÜ HAZRETLERİNİN HAYATI

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Eshab-ı kiramın büyüklerinden. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin damadı ve dördüncü halifesidir. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellemin amcası Ebu Talib’in oğludur. Künyesi “Ebul Hüseyin”dir. Bir künyesi de Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellemin iltifat buyurarak söylediği “Ebu Turab”dır. Hiç puta tapmadan Müslüman olduğu için “Kerremallahü Vechehu”, kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı “Kerrar”, “Esedallahül Galib” lakabları verilmiştir. Ayrıca takdiri ilâhiyeye gösterdiği tam rızadan dolayı da kendisine “Mürteza” denilmiştir. Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sevgili arkadaşı ve Zülfikâr kılıcının sahibidir. Âkil, Kâmil ve muhakkiktir. Kevser şerbetinin dağıtıcısıdır.

Şehidlerin önde geleni ve Ashabın cevheridir. Hazreti Fatıma annemizin eşidir. Fatıma binti Esed, öksüz kalan Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi şefkat ve muhabbetle bağrına basmış, bir gece rüyasında evinin nur ile dolduğunu Kabe etrafındaki dağların Kabe’ye secde edercesine eğilir gibi olduğunu görmüş ve bir aslanın doğduğunu müşahede etmişti. Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Hazreti Fatıma’ya: “Ey anne! Yüzünde bir değişme görüyorum, halin nasıldır?”, diye sordu. O da: “Oğlum biraz rahatsızım. Zira hamileyim.”, diye yanıt verdi. Bu sefer Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Anne; doğacak çocuk erkek olursa bana bağışlar mısın?”, diye sorunca Fatıma: “Vallahi bu doğacak çocuğu sana nezr eyledim”, buyurdu. Âlemlerin Efendisi doğacak çocuğun salimen doğması için Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne dua etti. Nihayet 9 ay tamam olunca Fatıma binti Esed Kâbeyi tavaf ederken sancısı tuttu. Beytullah’ın içinde İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ni dünyaya getirdi.

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin alnının nuru ayan oldu. Âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz annesine: “Adını ne koymak istersiniz?” diye sorunca, herkes fikrini beyan eyledi. Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim niyetim bu çocuğun adını Ali koymaktır. Zira Allah-ü Teâlâ Hazretleri de buna Ali dedi.” Bunun üzerine O’na Ali ismini koydular. Âlemlerin efendisi Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ni yıkadı. Sağını yıkarken soluna, solunu yıkarken sağına dönderdi. Nebiler nebisinin gözleri yaşardı. Fatıma binti Esed sordu: “Oğlum niye ağlıyorsun?” Âlemlerin efendisi Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Muhterem anneciğim! Bu çocuğu doğduğu gün ben gaslediyorum (yıkıyorum), o da beni ömrümün nihayetinde gasledecek (yıkayacak). Bu gözümün önüne geldi.” dedi.

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri günden güne gürbüzleşip büyüdü. Beş yaşından itibaren nebiler nebisi ile yaşamış Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin talim ve terbiyesinde yetişmiş, O yüce irfan hazinesinin feyzin den kana kana içmiştir. Çocuklar arasında ilk defa Muhammed Aleyhisselam’ın Peygamberliğini tasdik edenlerdendir.

Güzel ahlâkın canlı timsali idi. “Allah’ın Aslanı” diye tanınmıştı. Şecaati, metaneti, cesareti eşsizdi. Hiçbir vakit haddi aşmazdı. Hayatının sonuna kadar Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yanından hiçbir surette ayrılmamış, daima meclislerinde bulunmuş, onu can kulağı ile dinlemiştir. Küçük yaşta Müslüman olmuş ve Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yüksek nazarına, muhabbetine mazhar olduğundan dolayı kendisinde harikulade meziyetler tecelli edip durmuş, Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin ilmen ve ahlaken varisi olmuştur.1

Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: Ali benden, ben de Ali’denim.” buyurmuştur. Allah-ü Teâlâ Hazretleri hilafeti İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri ile tamamlamıştır. Bütün Sahabenin bahadırı ve alimi İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri olduğunda ulema ittifak etmişlerdir.

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ne ve ona benzeyenlere indiği rivayet edilen Ayet-i Kerimelerinde Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri Bakara Suresi 274’üncü ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr hayra harcayan kimseler var ya, işte onların Rableri katında ecirleri (mükâfatlan) vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”

Şura Suresi 23’üncü ayetinde ise “İşle bu sevaptır ki, Allah’a iman edip Salih ameller işleyen kullarını (onunla) müjdeliyor.”buyuruyor.

İMAM-I ALİ KERREMULLAHÜ VECHEHÜ HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Âlemlerin fahri ebedisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimize vahye intizar etti. Bu intizar üzerine Cebrail Aleyhisselam inip üç kere bu Kelime-i Tevhidi (LAİLAHEİLLALLAH) Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize telkin buyurdu. Hazreti Peygamber’den tariklerin en efdalini ve en kolayını en önce temenni eden İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri olmuştur. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri talepte bulununca Cebrail Aleyhisselam’ın telkin eylediği şekilde Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz de aşikare (cehri) Kelime-i Tevhidi (LAİLAHEİLLALLAH) Hazreti İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ne telkin etti. Sonra Sahabe-i Kiram Efendilerimizin yanına gelip hepsine aynı veçhile Kelime-i Tevhidi telkin etliler.2

HAZRETİ PEYGAMBER SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM EFENDİMİZ’İN İMAM-I ALİ KERREMULLAHÜ VECHEHÜ HAZRETLERİ’NE VASİYYETİ

“Ey Allah’IN arslanı olan Ali! Şecaat ve kuvvetine sığınma, seni yoldan şaşırtmayacak bir aklı kâmilin eteğine sarıl. Onun gölgesi altında yürümekle Peygamberlere varis ol, kıyamete kadar o aklı kâmilin evsafını sana söylesem bitmez. Çünkü onun vasfı, namütenahi olan Allah’ın vasfı demektir. Ey Ali! Aklı Kâmilin gösterdiği yoldan sakın dışarı çıkma. Çünkü onun yolu Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne vuslat yoludur. Her kim ki, aklı kâmilin gösterdiği yoldan sapar, kendince yaptığı taata itimat gösterirse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin kahr ve gazabına kendini teslim etmiş olur. Ey Ali! Sen kendine, kendi ilmine, kendi büyüklüğüne güvenmeyip, koca Ulül-Azim Musa’nın, Hızır’a tabi olduğu gibi, Akl-ı Kâmile himmet ve itaatla ondan istifadeye çalış.

Ey Ali! Zatım zatı hakta, sıfatını sıfatı hakda, efalini efali hakda fani kılmak üzere aklı kâmile sarıl. Ona mubayaa eden kimse, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne bayaa etmiş olur.”3

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimize: “Ya Resulûllah! Beni Allah’a ve yolların en yakınına ve en kolayına ve Allah yanında en efdali olanına delalet et.” dedi. Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de : “Benim ve benden önceki Peygamberlerin söylediklerimizin efdali “La ilahe illallah”dır. Ya Ali yanıma otur, dizini dizime getir. İki gözünü kapat ve benden üç kere dinle ve sonra sen üç kere söyle, ben dinleyeyim.” buyurdu. Sonra Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem gözlerini kapatıp yüksek sesle üç kere “La ilahe illallah” dedi. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri dinledi. Sonra İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri O’nun gibi söyledi. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz dinledi. İşte zikir telkininde İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ne aşikâre, zikri telkin etti.4

Görüldüğü gibi bizzat Efendimiz İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ne bu şekilde zikir telkin etmiştir. Yine İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimize sordu: “Ya Resulûllah! Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yolların hangisi en yakındır ve kullara en kolay ve Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin yanında en efdali hangisidir?” Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz cevaben buyurdu: “Ya Ali! Halvetlerde yani tenhalıklarda Allah-ü Teâlâ Hazretleri’nin zikrine devam etmeyi sana tavsiye ederim.5

İşte telkin hakkında varid olan hadisi serif ve rivayetler mezkur şekilde cereyan etmiş olmakla beraber Emirülmü’min İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri zikir ve tarikat kapılarını açmış bulunuyor.6

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur: “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısı ve kapıcısıdır.”7

Tasavvufun yayılma suretine ve on iki tarikatın açılma sebebine gelince Sufiyye Efendilerimiz beyan ve izah etmek üzere buyuruyorlar ki, Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz talim ve telkin hususunda Cenab-ı Zülcelal Hazretleri’ne vaki olan arzı niyazı üzerine emri Sübhani şöyle varid oldu: “Habib-i Zişanın cariyarından her birinin tecelli ve istidatlarına (mizaçları yaratılış kabiliyetleri) göre talim ve telkini zikrediniz ki feyziyab olalar” ve hakikatte cariyarın her birine başka bir surette telkin buyurularak ikmali seyri Sülük eylemişlerdir. Diğer sahabe-i Kiram (Allah onlardan razı olsun) aynı veçhile tekmili süluk edip Kemal bulmuşlardır. On iki İmam’a gelince, bunlardan dördü Ebubekir Sıddık Radıyallahu anh Hazretleri’nin yolundan ve sekizi de İmam-ı Hüseyin tarikatından Seyri Sülük görmüşlerse de her birisi tecelliyatı Sübhaniyyeye mazhar olup saliklerine ol veçhile talim ve telkin buyurduklarından on iki tarik zuhura gelmiştir. Binaenaleyh bunlardan başka olanlar bunlardan ayrılıp bunların kolları, şubeleri meydana gelmiştir. Fakat ta Hazreti Pir Gavsul Azam Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Efendimize gelinceye kadar ekser tarikler on iki İmam’ın tariklerinden ziyade Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin tarikleriyle Seyr-ü Sülük ede gelmişlerdir.8

Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz mümine hatunların şefaatçisi cennet gençlerinin efendilerinin nur annesi Fatımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri’ni İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ne nikâhladığı zaman Fatımatüzzehra Radıyallahu anh Hazretleri pederi nebiler nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimize buyurdu ki: “Beni hiçbir nesnesi olmayan fakir bir kimseye nikâhladın.” Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyuruyorlar ki: “Ya Fatıma! Sen erine razı olmaz mısın? Şunu iyi bil ki, Allah-ü Tebareke ve Teâlâ Hazretleri yer ehlinden ancak iki kimseyi ihtiyar etti. Birisi senin babandır, birisi de senin erindir.” Zira İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri silsilenin Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden sonra Birinci İmamı ve velisidir. Fil hakika İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin faziletleri hakkında birçok hadis vardır.

İlmin kapısı ve kapıcısı çeşitli gazvelere katıldı ve nice zaferler elde etti. Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin irtihaline kadar hiç yanından ayrılmadı. Nice yüz bin nasipsiz kâfir ve münafıkların kellesini vurdu. Nice hikmet incileri devşiren Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin nurlu yoluna çok büyük hizmetler eden İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin nihayet şu köhne dünyadan gitme, göç etme zamanı gelmiştir.

İMAM-I ALİ KERREMULLAHÜ VECHEHÜ HAZRETLERİNİN ŞEHADETİ

Şehadeti: Hicri: 40. Miladi: 642

Hicret’in 40. yılı Ramazan ayı gelmişti. Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, Muâviye’nin üzerine yürümek için hazırlık yapmakla meşguldü.

Taberi ve İbn’ül-Esir, Hz.Ali’nin şehâdet sebebini şöyle anlatır:

Mülcemoğlu, Haccâc ve Temim boyundan Amr;

“Halkın kurtulması için, Hz.Ali’nin, Muâviye’nin ve Âsoğlu Amr’ın ortadan kaldırılması” gerekli olduğu kanâatine vardılar. Bu işi yapacak kişilerin üçüde Hâricîlerdendi.

Mülcemoğlu Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretlerini, Haccâc Muâviye’yi, Amr da Âsoğlu Amr’ı, öldürmeye karar verdiler. Ramazan ayının 18. günü sabah namazında işlerini başaracaklardı.

İbn-i Mülcem Kûfe’ye geldi, mezhepdaşlarıyla buluştu; fakat yapacağı işi kimseye açmadı. Mülcemoğlu bir gün, mezhepdaşlarından birinin evinde pek güzel bir kadın gördü, vuruldu adeta. Kadına evlenme teklifinde bulundu.

Kuttame adındaki kadın:

“Benim mehrim pek ağır” dedi. “Üçbin dirhem vermedikçe bir köle ve halayık satın alıp bağışlamadıkça ve Ali’yi öldürmedikçe sana varmam ben” demişti.

Mülcemoğlu:

“İlk iki şartı kabul ederim” dedi; “Fakat Ali’yi öldürmek elimden gelmez benim.”

Kadının; babası ve kardeşi, Nehrevan da öldürülen Hâricîlerdendi. “İmkânı yok” dedi. “Ali öldürülmedikçe yüreğim soğumaz benim. Ben sana yardımcı bulurum.” dedi. Mülcemoğluna, Şebib ve Verdan’ı tanıştırdı; bunlar da Mülcemoğluna yardım edeceklerdi.

Mülcemoğlu, daha önce Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretlerine bey’at edilirken, bey’at etmek istemiş, Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri onu iki kere reddetmişti. Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, üçüncüsünde mübarek elleriyle başlarına ve sakallarına işaret buyurarak; “Buradan akacak kanla şunu boyayacak kişiyle ne işim var benim” demiş ve şu iki beyiti okumuşlardı:

“Ölüm gelip çatınca kuşan kemerini sen; seninle buluşunca telâşa düşme, dayan.

Ölüm, mahallene kondu mu, acıklanma, sızlanma dayan.”

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, zaten yaşamaktan bıkmıştı. “Allah’ım, sen beni bunlardan hayırlısıyla buluştur, bunlara da kötü birini musallat et” diye duâ etmişti.

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, bir gece Hazreti İmâm Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerinin, bir gece Cafer-i Tayyâr Radıyallahu anh hazretlerinin oğlunun evinde kalıyor, üç lokmadan fazla bir şey yemiyor; “Allah’ıma boş karınla temiz olarak kavuşmam daha sevimlidir bence” diyordu.

Ramazan ayının 18. günü, Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri evden çıkarken İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerine hediye olarak getirilmiş olan ördekler gagalarıyla eteğini tutmuşlardı.

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, onları kovalayanlara; “Bırakın” buyurmuştu; “Onlar ağlayanlardır; seher çağında da kader, yerini bulur.”

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri; “O gece Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi rüyada gördüğünü” de bildirmiş, şahadete tam hazırlanmıştı.

Mescide giren Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri:

“Namaz, namaz” diye uyuyanları uyandırmağa başlamıştı ki; Şebib bir kılıç salladı; fakat kılıç mescidin kapısına geldi. Bunun üzerine önceden gelip mescide gizlenen Mülcemoğlu:

“Yâ Ali! Hüküm ancak Allah’ındır” diye bağırarak Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretlerinin mübarek başlarına bir kılıç vurdu. Kılıç, Hendek savaşında Amr’ın yaraladığı yere geldi; imâme yarılmış, kılıç mübarek başlarına gömülmüştü.

Yere düşmüştü Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri; “And olsun Kâ’be’nin Rabbine” buyurmuştu. “Kurtuldum” dedi.

Suikastçılar kaçıyorlardı; kaçarken de bağırıyorlardı:

“Emîr’ül-mü’minin şehit edildi!…”

Şebib’i birisi yakaladı, kılıcını elinden aldı; fakat o, atik davrandı, kurtulup evine sığındı. Sesi duyan halk birbirine karışmıştı. Şebib’in amcasının oğlu, o gece Şebib’de konuktu. “Hâricî” değildi bu zât. Şebib’in telaşını görünce; “Yoksa” dedi, “Mü’minler emîrini sen mi öldürdün?”

Şebib:

“Hayır” diyecekken “Evet” dedi; o da kılıcını çekip Şebib’i öldürdü.

Mülcemoğlu’nu da birisi yakaladı, sürüyerek mescide götürdü. İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin Radıyallahu anh hazretleri ile yakınları mescide girdikleri zaman, Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretlerini mihrabın önünde yerden toprak alıp; “Ondan yarattık sizi, yine oraya iâde edeceğiz; oradan çıkaracağız bir kere daha sizi” meâlindeki âyeti okuyup, yarasına basıyor buldular. (Tâhâ 55. âyet)

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretlerini yaralı halde eve götürdüler. Yaranın şiddetinden, evdekilerin kimi kendinden geçiyor, kimi kendine geliyordu. Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri bir aralık mübarek gözlerini açıp başucundakilere bakarak şöyle buyurdu:

“En güzel, en yüce arkadaşa, en hayırlı konağa, en güzel huzûr ve istirahat yerine gidiyorum.”

Sonra Mülcemoğlu’nu, elleri bağlı olarak Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretlerinin yanına getirdiler.

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri:

“Ey Allah’ın düşmanı” dedi, “Ben sana iyilik etmedim mi?”

Mülcemoğlu:

“Evet” dedi, “İyilik ettin.”

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri:

“Peki” dedi, “Bu yaptığın ne?”

Mülcemoğlu:

“Kılıcımı kırk sabah biledim, Allah’tan, onunla halkın en kötüsünü öldürmesini diledim.” dedi.

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri:

“Sende onunla öldürüleceksin; halkın en kötüsü, görüyorsun ki sensin” buyurdu ve yanındakilere dedi ki:

“Bunu götürün, hapsedin, eziyet etmeyin, aç bırakmayın; siz ne yiyor, içiyorsanız buna da onu verin. Ben sağ kalırsam ne yapacağımı bilirim; ölürsem, o bana bir kılıç vurdu; siz de onu bir vuruşta öldürün; ama Allah’ın sizi bağışlamasını da istemez misiniz?”

Hak’ka kavuştuğu gece Hz.Ali’ye bir bardak süt sunmuşlardı. Yarısını içtikten sonra bardağı verdi; “Bunu” dedi; “O esirinize götürün, onu sakın aç bırakmayın.”

Sütü Mülcemoğlu’na götürdüler; “Zehirlidir” diye içmedi. Bu olayda, adâletle-zulüm, îmanla-îmansızlık, yücelikle-alçaklık, fazîletle-hıyânet; bir bardak sütle tarihe, insanlık tarihine geçti.

Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri Emîr’ül-mü’minîn, Ramazan ayının 21. gecesine kadar yaşadılar. Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri bu fânî dünyadan göçmeden önce, oğlu İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretlerini yanına çağırdı; onlara vasiyetini yazdırdı ve imâmlık emanetlerini İmam-ı Hasan Radıyallahu anh hazretlerine teslim etti.

İmâm Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, Hicret’in 40. yılı (Milâdi 661) Ramazan ayının 21. gecesi, Hak’ka vuslat etmiştir. Hazreti Ali Kerremullahü vechehü hazretleri Hak’ka kavuştuğunda 63 yaşında idi. Türbesi Necef şehri-IRAK’tadır..9

İMAM-I ALİ KERREMULLAHÜ VECHEHÜ HAZRETLERİNİN MENKİBELERİ

Bir gün Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz onları abası ile örttü, sonra şöyle buyurdu: “Yarabbi! Bunlar benim Alim ve Ehli Beytimdir. Bunlara bereket ihsan eyle, bunları benim örttüğüm gibi sen kendilerini rahmetinle mağfiretinle setreyle. Hakikat ben bunları çok seviyorum, sende sev, sevenleri de sev, sevmeyenleri de sevme.” buyurdu. Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin siyah aba ile örttükleri şunlardır: Hazreti İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü hazretleri, Hazreti Fatımatüzzehra, oğulları Hazreti İmam-ı Hasan, Hazreti İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh hazretleridir

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Sıffin harbine giderken yolda susayan askeri için su bulamayınca birçoklarının kaldıramadığı bir taşı tek başına kaldırdı, altında leziz bir su çıktı, içtiler. O taşı yine yerine koydu. Bu hadisenin geçtiği yerde kilise vardı. Rahip hadiseyi oradan gördü. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin yanına geldi: “Sen Peygamber misin?” diye sordu. “Hayır, ben son Peygamber Muhammed bin Abdullah’ın halifesiyim.” buyurdu. Rahip: “Elini ver ki, Müslüman olayım.” dedi. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri elini uzattı. Rahip Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldu. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri rahibe: “Sen bu yaşa kadar kendi dinini yaşamışsın ne sebeple bizim dinimize girdin?” diye sordu. Rahib: “Ey Emirül-mü’minin! Biz kitaplarımızdan okuduk. Bu taşı Peygamber veya (peygamber varisi) kaldırabilir. Senin bu taşı kaldırdığını görünce arzuma kavuştum. Yıllarca beklediğim şeyi buldum.” dedi. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri bu sözü işitince ağladı. Gözlerinin yaşından sakalı ıslandı. Sonra: “Allah Celle Celaluhü Hazretlerine hamd olsun ki, beni unutulmuşlardan değil, kitabında zikredilenlerden eyledi.”.10

Amr İbni zi-Mürr El-Hemadani Rahmetullahi aleyh Hazretleri’nden rivayet edildiğine göre İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Kufede kılıç darbesi alınca huzuruna girdim, başını bir şey ile sarmıştı. Dedim ki: “Ey müminlerin emiri! Yarayı bana gösterir misin?” Hemen sargıyı açtı, baktım bir şey yok. Hafif bir yaradan ibaret dedim. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “Evet sizden ayrılmaktayım” dedi. Kerimesi Ümmü Gülsüm perde arkasından ağlamaya başladı. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “Kızım sükut et eğer benim gördüklerimi görecek olsan ağlamazsın” dedi. “Ya Emir el-Mü’minin ne görüyorsun?” diye sordum. Buyurdu ki: “İşte bunlar melekler ile nebiler cemaati. İşte bu da Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz. Ya Ali müjde sana, teveccüh etmekle bulunduğun hal, şu içinde bulunduğun halden daha hayırlıdır diye buyuruyor.”

Ümmü Seleme, Esma binti Ümeys, Cabir bin Abdullahi’l Ensari ve Ebu Saidil Hudri Radıyallahu anh Hazretleri’nden Rivayet edilen hadis-i şerifte Allah-ü Teâlâ Hazretleri İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri için güneşi iki kere batarken geri çevirmiştir. Birisi Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zamanı şeriflerinde idi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz huzurlarında İmam-ı Ali (KV) Hazretleri olduğu halde evlerinde idiler. Cebrail Aleyhisselam vahy getirdi. Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz vahyin ağırlığından mübarek başını İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin dizine koydu. Güneş batıncaya kadar kaldıramadı ve namazını oturduğu yerde ima ile kıldı. Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimizi rahatsız etmemek için yerinden kalkmadı. Sultan-ı Kâinat Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz vahyin ağırlığından kurtulunca: “Ya Ali! İkindi namazını kıldın mı?” diye sordular. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “İma ile kıldım.” dedi. Habibullah güneşe geriye dönerek dağın üzerinde durması için emir verdiler. Güneş geriye dönerek dağın üzerinde durdu. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri namazını kıldı, güneş tekrar yerine gitti. İkincisi Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden sonra İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Babil’e giderken Fırat nehrinden geçmek icabetti. İkindi vakti idi. Beraberindekilerin bir kısmı ile kendileri ikindi namazını kıldılar. Bir kısmı da hayvanlarını sudan geçirmeye uğraştı, güneş battı. Bunlar ikindi namazını kılamadılar. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri dua buyurdu. Hak Teâlâ Hazretleri güneşi geriye getirdi. Namazını kılmayanlar selam verinceye kadar güneş kaldı. Sonra korkunç bir ses çıkararak battı.11

……………………………………

Kâbe-i Muazzama, Mekke fethinde putlardan temizleniyordu. Peygamberler Peygamberi Efendimiz İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin sırtına basarak Kabe duvarına yetişmenin imkânsız olduğunu anlayınca kendisi çöktü ve: “Ya Ali! Üzerime çık.” İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “Ya Resûlüllah! Sizin omzunuza nasıl çıkayım? Siz benim omzuma çıkın.” dedi. Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Ya Ali sen buna dayanamazsın. Çık omzuma.” buyurunca İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Âlemlerin fahri ebedisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sırtına çıkıyor. Putların bulunduğu noktaya çıkıyor. O demde Hazreti İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri öyle bir yere çıkmıştır ki, bütün ufukları kucaklayabileceğini sanıyor ve her nereye baksa on sekiz bin âlemin efendisini görüyor ve kalan putları oradan temizleyerek Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sırtından iniyor.

……………………………………

Bir gün Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz İmam-ı Aliyyel Mürteza’nın pak alnını öpmüştü. Abdulmuttalib oğlu Hazreti Abbas Radıyallahu anh hazretleri sordu: “Ya Resûlüllah! Bu adamı seviyor musun?” Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz: “Ey Abbas!” dedi. “Bu şahıs benim mahbubumdur. Bunun sevgisinden gaflete düşmek benim için mümkün değildir.”13 Devamında da buyurur ki: “Her kim beni severse Ali’yi de sever ve her kim Ali’yi sevmezse beni de sevmez.”12

……………………………………

Bir gün Hazreti İmamı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ne biri geldi. “Bana bilinmeyen şeyleri öğret, bellet.” dedi. Buna cevap olarak Hazreti İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri sordu: “İlmin başını ne yaptın?” Adam sordu: “İlmin başı nedir?” İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri sordu: “Rabbini bildin mi?” Bu soruya adam: “Evet.” dedi. Hazreti İmam Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri tekrar sordu: “Bu babda ne gibi işler yaptın?” Buna karşılık adam: “Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin dilediğini.” dedi. Bundan sonra sözü Hazreti İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri aldı ve şöyle dedi: “Kalk git artık, bu halini kuvvetlendir. Sonra bana gel o zaman sana bilinmeyen şeyleri belletirim.” dedi.13

……………………………………

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri irfan sahibi için şöyle buyurdu: “İrfan sahibi bu dünyadan göçünce onu kıyamet günü ne Sıddıklar ne de Şehidler görebilir. Cennet sahibi cennette bulamaz.” Bunun üzerine orda bulunanlar: “O halde nerede bulunur?” diye sordular. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Kamer Suresi 55’inci ayeti kerimeyi okudu: “Rıza gösterilen bir yerde… Kudretine nihayet olmayan bir Melik’in (her şeye hakim bulunan Allah Teâlâ’nın) huzurunda…” Bu bir Ayeti Kerime idi. Onlara okudu sonra şöyle devam etti: “Onlar mezardan kalkınca Cebrail’i, Mikail’i, cenneti, sevabı, eşlerini ve yavrularını sormazlar. Şöyle derler; ‘Nerede sevdiğim? Hani iyiliğimi kendisi ile bulduğum zat?’ derler.”14

……………………………………

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri namaz kıldığı zaman baygınlık hali sorulunca şöyle anlatırdı: “Yerin ve göğün kabul etmediği emaneti yerine getirmek kolay değildir. Nitekim bu hususta Haşr Suresi 21’inci ayetinde şöyle buyrulmuştur: Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak o dağı Allah korkusundan baş eğmiş parçalanmış görürdün.”

……………………………………

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri hayatının sonuna kadar Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yanından hiç ayrılmamıştır. İlminde derya olup bir eliften kırk deve yükü kadar mana çıkaracak mertebeye erip ilmin kapısı ve kapıcısı ve yine ilmin onda dokuzunun sahibi, onuncudan da hisse sahibi olan silsile yolunun Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden sonra ilk İmamıdır.

……………………………………

Kerametler sarayının eşşiz sultanı İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri elinde avucunda ne varsa son meteliğine kadar harcardı. Nur asrında bir gündü. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri bütün kadınların efendisi, derinlik ve incelik misali Fatımatüzzehra Radıyallahu anh hazretlerine: “Ya Fatıma!” dedi. “Evimizde yiyecek bir şey var mı?” Fatıma annemiz: “Hayır Ya Ali!” buyurdu. Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri onlar isteseydi, uhud dağını altın yaratıp emirlerine sunardı ama onlar şu üç günlük dünyada midelerine taş sarıp günlerce yiyecek bir şeyler bulamadıkları halde sonsuzluk âleminin saadeti için şu dünya cilvelerine aldanmamışlardır.

……………………………………

Bir gün Ashab-ı Kiram, Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ni çok sevmelerinin sebebini sordular. Serveri âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Varın, Ali’yi çağırın.” buyurdular. Ashabı kiramdan birisi, İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’ni çağırmaya gitti. Habibi Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri gelince: “Ya Ali! Sen birine iyilik etsen o sana kötülük yapsa sen ne yaparsın?” buyurdular. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “İyilik yaparım, Ya Resulûllah .” dedi. Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz aynı soruyu yedi kere sordu. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri yine: “İyilik yaparım, ya Resulûllah.” dedi ve ilave ederek: “O kimse bana hep kötülükte bulunsa, ben hep yine ona iyilik yaparım.” dedi. Bunun üzerine Eshabı Kiram: “Ya Resulûllah! Ali’yi çok sevmenizin sebebini anladık. Bu sevgiye lâyık olduğunu gördük.” dediler.

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yatağında canı pahasına yatmış, bilahare Medine’ye Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yanına ayakları şişmiş parçalanmış olarak vasıl olmuştur. Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz meşakkate katlanmış olan narin, nazik ayaklarını okşamış, kendisine afiyeti için dua buyurmuştu. Hatta İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin bu fedakârlığı üzerine Bakara S. A.207nazil olmuştur: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızası için nefsini feda eder.”

……………………………………

Nebiler Nebisi Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz O’nun için buyurdu ki: “Ya Ali! Seni ancak mü’min olan sever, sana ancak münafık olan buğz eder.”1

……………………………………

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri Irak’a giderken Abdullah bin Selam Radıyallahu anh hazretleri O’nun ziyaretine gelmiş: “Ya Ali! Irak’a gitme, korkarım ki orada vücuduna bir kılıç ağzı isabet eder.” demiştir. İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri: “Evet Allah Celle Celaluhü Hazretleri’ne yemin ederim ki, bunu bana Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz haber vermiştir.” diye buyurmuştur.16

1- İslam Ansiklopedisi 1.Cilt S. 103,104

2- Kadiri yolu saliklerinin Zikir Makamları, S. 14

3- Tasavufi Ahlk. 2.Cilt S. 299-300.

4- Buhari ve Müslim

5- Kitab-ül Kalad’ül Cevahir Fi Menakibi Şeyh Abdulkadir S. 17

6- Şarani El Envarül Kudsiyye

7- Keşfül Hafa 1203

8- Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Makamları S. 16.

9- www.tevhidgemisi.com

10- İslam Ansiklopedisi 1.C. S.111

11- Buhari ve Müslim

12- Firdevsi Ahbar da Muaz B. Cebelin riv. Ettiği H.Ş

13- Tirmizi

14- Onların Alemi S. 137

15- Onların Alemi S. 223

16- İslam Ansiklopedisi 1. C. S. 106

17- İslam Ansiklopedisi 1. C. S. 107

NEFSİN YARATILIŞI

Yüce Allah Celle Celaluhü hazretleri ne zaman ki nefsi yarattı, ona: “Beni bildin mi” diye sordu. “Nefse ve onu (İnsan biçiminde) düzenleyene; ..Sonra da o nefse isyanını ve itaatini öğretene ki,Muhakkak (Allah’ın küfür ve isyandan) temizlediği nefis kurtulmuştur.” (Şems Suresi 7-8-9’uncu ayetler)

Yüce Allah Celle Celaluhü Hazretleri nefse: “Ben kimim ve sen kimsin?” diye sordu. Nefs cevap verdi: “Sen sensin, ben de benim.” Nefs, Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin huzurunda senlik benlik davasında bulunduğundan beri bu davayı bırakmamıştır.

Bunun üzerine Cenabı Hak Celle ve Ala Hazretleri nefse hışım eyledi ve o hışmın pırıltısından Cehennem yaratıldı. Buyurdu ki: “Cehennemi üç bin yıl yaksın ve ısıtsınlar.” Cehennem öyle karardı ve karanlık oldu ki, cehennemin içinde göz gözü görmez oldu. Ve iyice ısındı. Allah Celle Celaluhü Hazretleri’nin buyruğu ile nefsi Cehennemin içine attılar. Orada bin yıl yandı. Sonra Cehennemden çıkararak Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin huzuruna götürdüler, yine soruldu: “Ey nefs! Bildin mi? Sen kimsin? Ben kimim?” Nefs yine cevap verdi: “Ben benim, Sen sensin.”

Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri buyurdu, bin yıl daha Cehennemde yaktılar. Yine aynı soru soruldu ve aynı cevap alındı. Götürüp bin yıl daha yaktılar. Cehennemde azab ettiler, aynı cevabı tekrarladı. Görüyor musun? Nefsi emmare üç bin yıl Cehennemde yandığı halde senlikbenlik davasından vazgeçmedi.

Bu defa Allah Celle Celaluhü Hazretleri gıdasının kesilmesini irade buyurdu, gıdasını kestiler. Aradan üç gün geçmeden nefs feryada başladı. “Beni Rabbime götürün.” dedi. Cehennem ehli buna şaşıp kaldılar. Kendi kendilerine: “Bu ne acep sırdır ki, bu nefs üç bin yıl Cehennemde yandı, türlü türlü azaplar gördü de bir kere ‘Rabbim Sensin’ demedi, Senlik benlik davasından vaz geçmedi, üç gün gıdası kesilmekle ‘Beni Rabbime götürün. Bana mevlam gerektir, başka hiçbir birşey gerekmez’ demeye başladı.”

Cehennem Malikleri Allah Celle Celaluhü Hazretleri ne niyaz ettiler: “İlahi Sen Gaipleri bilicisin. Şu nefs cehennemde üç bin yıl yandı da hiç kimseye baş eğmedi. Şimdi üç gün aç kalınca ‘Beni Rabbime götürün’ diye feryada başladı.” dediler. Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri nefsi Huzuruna getirmelerini irade buyurdu ve nefse sordu: “Ya nefs! Bildin mi? Ben kimim ve sen kimsin?” Nefs bu defa şu cevabı verdi: “Sen benim Mevlamsın ben senin zaif kulunum.”

Allah Celle Celaluhü Hazretlerinin nefse bu şekilde muamele yaptırmasından muradı, nefsi açlıktan başka hiçbir şeyin acze düşüremeyeceğini ve kulluk makamına getirilemeyeceğini bildirmektir. Şunuda iyi bil ki, az yemek gönlü saflaştırır. Nefsin karanlık ve bulanıklığını giderir. Kişinin zihni pak ve kuvvetli olur. Gönül yumuşak olur. Açlık kişinin gafletini giderir.

Az yiyen kişiler ibadet taatlerinden zevk ve lezzet bulurlar. Zikirden tespihten Namazdan, Oruçtan ve bütün Hakkani işlerden Sefa alırlar. Bütün batıllardan kaçınır az yiyenler alçak gönüllü ve merhametli olurlar. Gece gündüz Allah Celle Celaluhü Hazretlerini zikrederler, dillerinde daima hayır kelam olur. Gözlerinde, gönüllerinde hikmet bulunur. Kendi acizliklerini bilirler. Ölümü unutmazlar, günahlarından ötürü pişman olurlar ve çok açlık çeken kişiler Arifi billah da olurlar. Çok açlık çektiklerinden dolayı kendilerine Marifet kapıları açılır az yiyen kişiler, nefsani gıdalardan kesilir ve Ruhani gıdalara erişirler. Gönüllerine Hakkın Muhabbeti dolar. O muhabbetin nuru dimağlarına çıkar. Az yemekle gönüle Hakkın Muhabbeti dolar. Bu sebeple Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Amellerin efendisi açlıktır.” buyurmuşlardır.

Bütün saadetler hep az yemekle az yemekten elde edilir. Bütün minnetlerde çok yemekten başa gelir.

Allah Celle Celaluhü Hazretleri İsa Aleyhisselam’a buyurdu: “Eğer beni görmek istersen, aç ol.” O halde ebedi Saadeti isterseniz açlığı ihtiyar ediniz. Şu bir kaç günlük ömürü az yemekle ve nefs mücahedesiyle geçiriniz. Zira Yusuf Suresi 53’üncü ayetinde şöyle buyrulur:

“Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbimin esirgediği nefis müstesnadır.. Çünkü Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir.”

Yine Resûlüllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Yüksek makamlara vasıl olmanın sebepleri açlıktır.”

Şunu muhakkak olarak bilmeli ki, açlık Nebilerin, Velilerin ve Salihlerin; tokluk ise kafirlerin, münafıkların ve hayvanların hasletidir.1

NEFSİN KÖTÜ SIFAT VE ÖZELLİKLERİ

Kötülüğü emreden, insanlara dünyadaki imtihanlarını kaybettiren nefsin yaklaşık 12 temel kötü sıfatı vardır: Açık ve gizli şirk, zulüm, küfür, yalancılık, şehvetperestlik, nefs arzusunu tanrı edinme, alaycılık-dedikodu, kibir, israf, cimrilik, hased-kıskançlık, ihanet-vefasızlık, öfkekin.

1- AÇIK ŞİRK-ALLAH’A ORTAK TANIMA

Allah Celle Celaluhü Hazretleri A’raf Suresi 191’inci ayetinde “Hiçbir şey yaratmayan, bizzat kendileri yaratılmış olan şeyleri mi ortak koşuyorlar?”

İsra Suresi 22’nci ayetinde : ” Allah ” yanı sıra tanrı oluşturma!…

Nisa Suresi 116-117’nci ayetlerinde : “Allah; Kendisine ortak koşulmasını affetmez, ama bunun dışında kalanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir. Onlar, Allah’ı bırakıp ta dişilere taparlar ve böyle yapmakla Allah’ı bırakıp sadece kendine hiçbir hayırı bulunmayan şeytana tapmış olurlar.”

Şirk; Mutlak Tek olan Yaratıcı Kudret’e ortak tanımaktır. Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri Bir’dir; eşi, benzeri, ortağı yoktur ve hiçbir şeye de ihtiyacı bulunmaz. Müşrikler yani Allah Celle Celaluhü hazretlerine ortak koşanlar ateist değildir. Allah Celle Celaluhü hazretlerini inkar etmezler, ancak Allah Celle Celaluhü hazretlerine ortak tanırlar. Kur’ân’da belirtildiği gibi Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri, katilin bile günahlarını dilerse affedebilir, ancak şirkin affı suçlu bizzat af dilemedikçe yoktur.

Şirk çok çeşitlidir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Mekke Şehrini İslâmlaştırmadan evvel, Kâbe de müşriklerin yapmış olduğu heykel şeklinde birçok putları bulunmaktaydı. Şehvetlerine çok düşkün olan Arap müşriklerinin bu putları genellikle kadın şeklindeydi. Kâbede, korku ve dehşet veren mabutları da bulunmaktaydı. Bunlar, güneşe, yıldızlara, meleklere de taparlardı. Cehaletleri ve nefislerinin kötülüğü doğrultusunda şeytana uymuşlar, açık bir sapıklık içinde bulunmaktaydılar. Peygamber Efendimiz; Mekke’yi fethettiğinin birinci günü, Kâbe’deki tüm putları kırdırarak yok etmişti.

2- GİZLİ ŞİRK-ALLAH’A ORTAK TANIMA

Yusuf Suresi 106’ncı ayetinde: Onların çoğu Allah’a ortak koşma hali (Gizli şirk) dışında iman etmezler.

Zümer Suresi 3’üncü ayetinde: İyi bilin ki, halis Din ancak Allah’ındır. Allah’tan başkalarını veliler (dostlar) edinerek: ” Biz onlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz. ” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah, onların aralarında tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Her halde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

Şirk yani Allah Celle Celaluhü hazretlerine ortak koşma iki türlüdür: Açık şirk ve gizli şirk. İnsanların çoğu Allah Celle Celaluhü hazretlerini inkâr etmemekle beraber, O’na cehalet ve bilgisizlikten dolayı bilmeden gizli şirk koşarlar. Şefaatçi olacaklarını zannettikleri birtakım putları ve kimseleri aracı kabul ederler, böylece yedek tanrıları da kendi yaşamlarına sokmuş olurlar. Oysa Yüce Yaratıcı’nın dışında bir varlık, kudret ve kuvvet kabul etmek gizli şirktir.

Kur’ân, aracılık ve şefaatçilik yaparak büyük günah işleyenlere cevabını vermiştir. Kaf Kâf Suresi 16’ncı ayetinde : ” … Biz insana şah damarından daha yakınız… ” ve Bakara Suresi 255’inci ayetinde: ” … Allah’ın izni olmadıkça kim şefaat edebilir… ” Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: ” Ben ümmetimin görünen şirklerinden korkmam, görünmeyen şirklerden korkarım. ” demiştir. Başka bir hadisinde de: ” Gizli şirk karıncanın ayakları gibidir, ses çıkarmaz. ” diye buyurmuştur

Gizli şirk nelerdir? Dini ikiyüzlülük bunların başında gelir. Maun Suresi 1-7 arasındaki ayetlerde: ” Gördün mü o dini yalan sayanı. İşte odur yetimi iter-kakar, yoksulu doyurmaya ön ayak olmaz. Vay haline o namaz kılanlara ki, namazların da gaflet içindedirler, ikiyüzlülüğe sapanlar onlar. Ve yardıma engel olurlar. ” Bu tipler; dindar görüntüsü altında, şeytanın yolundaki sapıklardır. Servet ve varlık ile şımarma bir toplumun batış sebebi olur. Gönlü Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sevgisi ile dolu varlık sahipleri, mutlulukla ödüllendirilir, ancak bolluktan Allah Celle Celaluhü hazretlerini unutarak dünya zevklerine dalanlar, azab ile ceza görmekten kurtulamazlar. Hıristiyanların ” Mesih Allah’ın oğludur ” gibi inanışları, Allah Celle Celaluhü hazretlerine ortak koşmanın tipik sapıklıklarıdır.

3- ZULÜM – EZİYET ETME

Zulüm; lügat manası olarak haksızlık, eziyet, işkence anlamındadır. Zûlüm yapana da zalim denir. Zalimler asla mutluluğu bulamaz ve kurtuluşa eremezler. Onlar, Allah’ın sevmediği nefislerin başında gelmektedir.

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri asla zulmetmez. Ancak zulümler; çok bilgisiz ve nefsinin kötü arzularına esir olan insanlardan kaynaklanmaktadır. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sevmediği benliklerin başında zalimler gelmektedir. Küfür (Allah’ı inkar), bozgunculuk, şirk (Allah’a ortak koşma), israf, kibir, hainlik v.s. gibi diğer sevilmeyen sıfatların tamamı veya parçalı olarak zalimlerde bulunmaktadır. Onlar, aynı zamanda küfre sapmış kâfirlerdir.

Yaratılış düzenini bozan zulüm mutlaka bir gün sona erdirilecek, yerini adalete bırakacaktır. Yaratılış kanunu gereği bu oluşlar Yeryüzünde hep devam edecek; böylece insanlar ıstırap ve eziyet çekecek adım adım olgunlaşarak da kemale ereceklerdir.

Al-i İmran Suresi 57’ayetinde : … Allah, zalimleri sevmez.

Kasas Suresi 50’nci ayetinde : … Allah, zalimler topluluğunu güzele ve doğru yola eriştirmez.

Mâide Suresi 45’inci ayetinde: … Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sevmedikleri benliklerin başında, İlâhî Yasa’lara ters davranmayı adet haline getiren zalimler gelmektedir. Onlar lânetlenmişler, mutlaka azaba da uğrayacaklardır.

4- KÜFÜR – GERÇEĞİ ÖRTME

Küfür; gerçeği örtme, nimeti gizleme, inkâr etme, nankör olma manalarına gelir. Küfre sapana da kâfir denir. Allah Celle Celaluhü hazretlerinin varlığını kabul etmeme sapıklığıdır. Gerçeği örten, iman etmeyen bu nefs; Allah Celle Celaluhü hazretlerinin katında canlıların en kötüsü olduğunu Kur’ân açıklamaktadır.

Küfür; varlık ve oluştaki mükemmelliği, güzelliği, nimet ve lütfu görememe, Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin varlığını kabul etmeme sapıklığıdır. Küfür ehli; Yeryüzünün nimetlerine saplanmışlar, iman etmemişler, olgunlaşamayarak da dünya’da ki sınavlarını kaybetmişlerdir.

Zalimlerin özellikleri; Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin sevmedikleri benliklerin tümünü içerdiğinden, zalimlerle ilgili ayetler aynı zamanda zalim olan kâfirler için de geçerli olmaktadır. Bakara Suresi 254’üncü ayetinde: ” … Küfre sapanlar, zalimlerin ta kendileridir. “

Bakara Suresi 276’ncı ayetinde: … Allah, nankörlüğe batmış günahkârlardan hiç birini sevmez.

Enfal Suresi 55’inci ayetinde: Allah katında yeryüzünde dolaşan canlıların en kötüsü, gerçeği örtenlerdir. Bunlar iman etmezler.

5- YALANCILIK

Tasavvuf ehli; ” Emmâre nefsin (nefsin en kötü hali) başbakanı yalandır, önce o terk edilmelidir. ” diye vurgulamışlardır. Kötülüklerin başı olan yalancılığı adet haline getiren nefs, en büyük sapıklığın içindedir ve hiçbir zaman doğru yola ulaşamaz. Çünkü yalan zırhı, nefsin işlediği kötülükleri örter ve yeni kötülüklere başlangıç zemini hazırlar. Nefsin arınması, kulun yücelmesi yalancılığı kesin olarak terk etmekle başlar.

Mü’min Suresi 28’inci ayetinde: …Eğer yalancı ise yalancılığı kendi aleyhindedir… Allah, haddi aşan yalancıları doğruya ulaştırmaz.

Nahl Suresi 105’inci ayetinde: Yalanı ancak, Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar. Yalancılık edenler onların ta kendileridir.

6- ŞEHVETPEREST’LİK ve NEFS ARZUSUNU TANRI EDİNME

Onlar azgınlıklarının cezasını bulacaklardır. Şehvetperest, şehvetine, cinsel isteğine aşırı düşkün demektir. Nefsin en kötü sıfatlarındandır. İnsanın hayvan seviyesine düşerek Dünya’da ki sınavını kaybetmesine yol açar. Şehvet; kulları dünyaya bağlayan, çalışma ve yaşam arzusunu körükleyen, neslin devamı için de mutlaka gerekli, Allah Celle Celaluhü hazretlerinin kullarına bahşettiği büyük bir lütufdur. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri, bu yönümüzü ilâhî yasalara uygun ve dengeli bir biçimde, kurallara uygun kullanmamızı istemektedir.

Ancak nefsin aşırı, güçlü isteğini frenlemeyip haddi aşarak şehvetleri peşinde koşanlar, büyük bir sapıklık içinde kalacaklar, azgınlıklarının cezasını da bulacaklardır. Başkasının karısına veya kocasına göz dikenlerin, türlü sapık ilişkilerde bulunanların sonu yalnız sıkıntı ve acıdır. İnsanlar; destek ve kuvvetlendirilmesi gerekli en zayıf noktası olan şehvetlerin mahvedici etkisinden kurtulmak için, bütün azim ve iradesini kullanmalı, bunu öldürmek değil, ancak ıslah etmek esas olmalıdır. Örneğin üreme organını keserek nefsin şehevî arzusunu yok etmek yerine, onu frenleyip iyileştirerek disiplin altına almaktır.

Nisa Suresi 27’nci ayetinde : … Şehvetleri peşinde koşanlar, sizin büyük bir sapma ile hak yoldan dönmenizi isterler.

Meryem Suresi 59’uncu ayetinde: … Namazı bıraktılar, şehvetlerinin peşine düştüler.

NEFS ARZUSUNU TANRI EDİNME

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin gösterdiği yolu bırakarak, zevk ve şehvete dönük arzuları tanrı edinenler, ancak büyük bir sapıklığın içine düşmüş olurlar: ” Bu Dünya hayatından başka hayat yoktur. Onun için zamanımızı zevk ve sefa içinde geçirmeli, nefsimizin her türlü isteklerini yerine getirmeliyiz. ” diyorlar. Oysaki bu Dünya hayatının geçici olduğunu, esas yaşamın ahiret hayatı olduğu gerçeğini kabul etmeme yanılgısındalar. Ali İmran 3/14 de şöyle buyrulmuştur. ” Nefsanî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar Dünya hayatının geçici menfaatleridir. ” Ayette belirtildiği gib Dünya nimetleri insanlara yaşamak ve neslin devamı için çekici kılınmış, yaratılış yasalarına göre de gereklidir. Ancak kendilerini yaratan, sonsuz nimetler veren Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerine hamd ve şükür etmeyi unutmak. Nefsin geçici arzuları olan kadın veya erkeğe, oğullara, altın-gümüş ve paraya, mal ve servete, otomobillere, şan ve şöhrete, yiyip-içme ve eğlenceye aşırı hırs ve düşkünlük göstermek suretiyle onları tanrılaştırmak, Allah Celle Celaluhü hazretlerine ortak koşmak demektir. Oysa şirk yani Allah’a ortak koşmak, hiç affedilmeyen yegâne günahtır. Nisa Suresi 48’inci ayetin: ” … Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder, Allah’a şirk koşan büyük bir günah işlemiştir. “

Zuhruf Suresi 23-24’üncü ayetlerinde: İğreti arzusunu tanrı edineni gördün mü?… Dediler ki ” Dünya hayatından başka hayat yoktur; burada ölürüz, burada yaşarız. Bize zamandan başkası zarar vermez. ” Hâlbuki buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece öyle sanıyorlar.

Kasas Suresi 50’nci ayetinde : … Onlar, kendi arzuları peşinden giden kimselerdir. Allah’ın gösterdiği yolu bırakıp ta, nefislerinin arzularına uyan kimseden daha sapık kim olabilir. buyruluyor.

7- ALAYCILIK – DEDİKODU, ŞÜPHECİLİK

Kur’ân; şüphecilikten, herkesten şüphe eden bu yıkıcı nefisten çok sakınmamızı, sinsi casuslar gibi ayıp aramak günahı işlenmemelidir. Dedikodu (gıybet) yani arkadan çekiştirme de, nefsin en kötü sıfatlarından biridir. Bir kimsenin arkasından onun hoşlanmayacağı şeyler söyleyerek dedikodu yapmak, doğru dahi olsa günahtır. Eğer yapılan çekiştirme yalan ise, iftira olacağından çift günah işlenmiş olur. Ancak kötü bir kimsenin kötülüğünden korunmak için arkasından konuşulursa, bu çekiştirme olmaz.

İnsanlar arasındaki yegâne üstünlük ölçüsü olan takva yerine; zenginlik, mevki, şöhret gibi iğreti nimetleri büyüklük ölçüsü yaparak alay etmeyi adet haline getirmek, nefsin yanılgısıdır. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri böyle şımarık ve sapık kimselere de uyarıda bulunuyor: ” Alay edenlerin vay haline! ” Alaycılık nefsin arınmasını önlemekte ve dünyada ki sınavını da kaybettirmektedir.

Hucurat Suresi 11’inci ayetinde : Ey İnananlar! Bir topluluk başka bir topluluk ile alay etmesin. Olabilir ki alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Bazı kadınlar başka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Kendi kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü takma isimler ile çağırmayın…

Hucurat Suresi 12’inci ayetinde: … Şüphecilikten çok sakının. Çünkü şüpheciliğin bir kısmı ağır günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın. Biriniz diğerinin arkasından çekiştirmesin. Sizden biri ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi?

Hümeze Suresi 1’inci ayetinde: Arkadan çekiştiren, kaş ve göz hareketleriyle alay eden kimselerin vay haline!

8- KİBİR

Kibir, insanın kendini diğerlerinden üstün ve büyük zannetmesidir. Nefsin bir tür hastalığıdır. Başı yükseklerde mağrur ve acımasızdır. Daha ileri hallerde; herşeyi yapmaya gücü olduğuna inanır, temel insancıl özelliklerini de kaybeder, saparak ta yoldan çıkarlar.

Kendini beğenme hastalığı olan egoizm ve bencillik hat safhadadır. Hep benlik duygusu hâkimdir. Ben ve benimki kelimecikleri söz ve davranışın temelini oluşturur. Bu mülkün gerçek Sultan’ını ancak ölümünden sonra öğrenebilecektir.

Lokman Suresi 18’inci ayetinde: Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme! Çünkü Allah, kurula kurula kendini övenlerin hiçbirini sevmez.

Furkan Suresi 21’inci ayetinde: … Kendi benliklerinde büyüklük kuruntusuna düştüler ve korkunç bir biçimde azdılar.

9- İSRAF VE CİMRİLİK

İsraf, dengesiz aşırı harcama, haddi aşma demektir. İsrafa sapana da müsrif denir. Cenâbı Allah Celle Celaluhü hazretleri; nîmetlerini Yeryüzünde dengeli olarak verdiğinden, israf edilerek saçılıp tüketilmesini istememektedir. Harcamalarda, ne israf ve ne de cimrilik olmayan orta yol en uygun olanıdır. Böylece tabiattaki denge korunacak, toplumlar nimet ve rızıklardan adaletle istifade edeceklerdir. Oysa insanların birçoğu da israfa da cimriliğe de saparak negatif bir tutum sergilemektedir.

Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin lütfu ile verilen nimetleri, gerek kendimiz kullanırken ve gerekse başkalarına istifade ettirirken etrafa saçarak israf edilmemelidir. Çünkü Allah Celle Celaluhü hazretleri, israf edenleri sevmemekte, böylelerine alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.

En’am Suresi 141’inci ayetinde: … Allah, israf edenleri sevmez.

A’raf Suresi 31’inci ayetinde: … Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.

10-KISKANÇLIK – HASED

Kıskançlık, insanlarda derece derece mevcut bir duygudur. Ancak sevgisizlik ve ayrıcalıklı muamele bu hissi, Yusuf Aleyhisselamın kıssasında olduğu gibi öldürme girişimine getirecek kadar azdırır. Akıl ve mantık bile bu hisleri söndürememiştir.

Hased; çekememezlik, kıskançlık demektir. Bu duyguyu taşıyanlar, kendilerinde olmayanın başkalarında da olmasına katlanamazlar, o nimetin de mahvolmasını isterler, bu gayelerine erişmek için de her türlü kötülüğü yapabilirler. Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretleri, hasedçinin kötülüğünden ancak Rabbine sığınılırsa kurtulmanın mümkün olduğunu vurgulamaktadır. Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: ” Hased bir şeytandır, öfke de bir şeytandır. “

11-İHANET – VEFASIZLIK

İhanet; hainlik, vefasızlık, itimadı kötüye kullanmak, sözünde durmayıp oyun etmek demektir. Nefse ihanet ise; kendini aldatmak, bir menfaat elde eder zannıyla adaletten ayrılarak insanın kendisine zarar vermesidir. Kendini aldatmak, Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin insanlara emaneti olan nefse ihanet demektir. Sözleşme ve emanetleri bozarak hainlik edenlerin hilesi başarıya ulaştırılamaz, böyle nefs sahipleri de yücelerek arınamazlar.

Nisa Suresi 107’nci ayetinde: Nefslerine hıyanet edenlerden yana mücadele etme. Çünkü Allah, hainlikte aşırı giden, çok günah işleyenleri sevmez.

Yusuf Suresi 52’nci ayetinde: … Allah hainlerin hilesini başarıya ulaştırmaz.

12-ÖFKE (GAZAB) – KİN

Nefsin yıkıcı sıfatlarından olan öfke, kalbin intikam hissi ile coşmasıdır. Bu tür benlikler; olur olmaz her şeye hiddetlenir, kızar. Haşin, sert ve acımasızdır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: ” Öfkeden korkunuz! Çünkü o, Ademoğlunun kalbinde yakılan bir közdür. “

Kin; öç almak için fırsat kollamak, intikam hissi ile dolmak demektir. Türlü nedenlerle hırsla kirlenen nefsin kalbi kararır, aklı fikri yalnız intikam alma hissi ile dolar. Bu duygu onu devamlı öfke halinde tuttuğundan, içten sevgi ve gerçek iman ile Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerine kulluk etmesine imkân vermez.

Kin ve öfkenin insan nefsindeki yıkıcılığını önlemenin yolunu Kur’ân, yukarıdaki ayetle açıklamıştır: ” Takva sahiplerini yaptığı gibi, kin ve öfkelerinizi yutunuz ve insanların kusurlarını da affediniz ki iyiye ve güzele yönelebilesiniz. “

: O Takva sahipleri ki… Kızdıklarında kin ve öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler…

Al-i İmran Suresi 1118’inci ayetinde: Ey iman edenler! Sizden olmayanları dost edinmeyin… Onlar sıkıntıya düşmenizi isterler… Ağızlarından kin ve öfke taşmaktadır… 2

BİRİNCİ DAİRE: NEFS-İ EMMARE

(salikin ilk halidir)

Nefs-i Emmare: Hayvani ruhun kendi yaratılışı olan sıfatı

Yusuf Suresi 53’üncü ayetinde”Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder” emrettiği üzere emmare’dir. Üç sınıftırlar. Bunların hepsi “Biz Müslüman’ız” derler, ama taklit ehlidirler.

Birinci Sınıf

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrettiklerinden hiç bir şeyi yapmazlar.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin yasakladıklarının hepsini yaparlar.

Biz hakikati bulduk kabilinden türlü türlü sözler söylerler.

Kendileri nefsin elinden esir olup cehennemlik olmuşlardır.

Kendi işledikleri kötü fiiilleri, günah olan şeyleri oldukça güzel görürler. Hatta onlarla iftihar ederek mutlu olurlar.

Bunlara nasihat fayda etmez, neticede imansız olarak ölürler.

Bunların yolunda gitmek caiz değildir. Tarikattan haberi olmadıkları olmadığı gibi temel dini esaslarda bile sapıklığa düşmüşlerdir.

İşledikleri günahları ve yaptıkları kötülükleri ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yalanlarlar.

Bunlar dan insanlık sıfatı tamamen kalkmış, hayvanlık sıfatı ile sınıflanmışlardır.

Bu sıfatla yetmiş iki fırka ve bütün kâfirler sıfatlanmışlardır.

Bunların hepsi de:

Bakara Suresi 7’nci ayetinde “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir” buyrulan buyruğa uymuşlardır.

Bunlardan insafa gelip imanı kabul etmiş yoktur. Meğerki hidayet erişe…

İkinci Sınıf

Bunlarda Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrettiklerini yerine getirmezler ve yasaklarından sakınmazlar.

Bütün haramları işlerler. Lakin harama helal demezler. Ancak haramdır diye işlerler ve derler ki,

“Kırk gün günahkâr iken bir gün tövbekâr oluruz. Allahü teala merhametlidir, affedicidir. Kulunun kusurunu affeder. Su bulanmayınca durulmaz. Bir gün oluruz ki, bunların hepsine birden tevbe ederiz. Tevbesiz bile ölsek bize azap etmek Allah’ın şanından değildir. ..” diyerek birbirine tesellide bulunup, geçersiz delillere ve müjdeci ayet-i kerimelere dayanarak bütün haramları işlerler.

Allah Celle Celaluhü hazretleri korkusu asla içlerine sirayet etmeyip yaptıkları pisliklere de zerre kadar pişman olmazlar.

Küçük güzel bir iş yapsalar o zaman hemen sanki Allah Celle Celaluhü hazretleri cennetin anahtarlarını onlara vermiş gibi iftihar ederler.

Bu sınıftan da insafa gelip günahlarından pişmanlık duyarak tevbe edenler yok denecek kadar azdır.

Bunlar da:

Araf Suresi 179’uncu ayetide”Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” Belirtilen hükme tamamen uymuşlardır.

Üçüncü Sınıf

Tarikat ehli olanların nefs-i emmare sahibi olanlardır. Bunlarda Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrettiklerini yerine getirmezler ve yasaklarından sakınmazlar.

Hem kusurlarını bilirler, yine yasaklanmış fiilleri işlerler. Pişmanlıkla tövbe edip ahlaklarını ve hallerini değiştiremezler.

Bu sıfatla ahirete giderlerse emmare halinde olduklarından çoğunluğu imansız ölürler.

Bunun ilacı, yani emmare sıfatından levvame sıfatına dönmenin ilacı ” Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” hadis-i şerifine uyarak kendini hesaba çekersin. Yani:

Kötü bir fiil işlediğinde hemen ardından Cenabı Allah Celle Celaluhü hazretlerinin yüce varlığını hatırlayarak onun âlim sıfatını düşün. O her şeyi bilir.

Ceza gününün şiddetini ve işlediğin kötü fiilleri düşün ve ne kadar ağır gelse de pişmanlık duy, bir daha işlememeye kesin karar ver tövbe et.

Allah Celle Celaluhü hazretlerinin emrettiklerini yerine getirme konusunda da iyice düşün ve yapmaya çalış.

Tövbe ederken fırsat geçerse yine işlemek fikri olursa tövbesi kabul olunmaz. Zira böyle tövbeler münafık tövbesidir ve makbul değildir.

Günah işlediği zaman hemen peşinden elinde olmadan pişmanlık duyar ve yaptığı günaha ciğeri yanıp gözlerinden yaş akıtıyorsa o vakit bilsin ki levvame sıfatı kendisine hal olmuştur.

NEFS-İ EMMARE’NİN RÜYALARI:

Nefs-i Emmare’nin dairesi, kötülüklerin meydana geldiği dairedir ki, bunda küfrün sıfatlan, inadın nitelikleri mevcuttur. Örnek olarak: Birisi rüyasında domuz veya köpek, fil veya akrep, yılan veya fare, ya da pire, bit ve benzeri haşereden birini veyahut eşekgillerden bir hayvanı veya içki, tütün, afyon ve benzeri uyuşturucu maddelerden birini ya da bunlara benzer meyhane, bulanık durgun su, bulanık akar su gibi bir sey görecek olursa, bu, NEFS-i EMMARE’nin özelliklerinden bazısıdır. İnsan bu sıfatlardan biriyle vasıflanınca, artik nefsinin hevesine uymuş olur. Bunun için, onun riyazete ve nefs-i tasfiyeye, zikirle meşgul olmaya ihtiyaci vardır. Böylece bu daireyi birinci isim, usullerden birincisi olan LA İLAHE İLLALLAH ismiyle “kesip atsın..

Emmare dairesinde domuz, haram sıfatıdır. Köpek gazap sıfatıdır. Fil kendini beğenmişlik sıfatıdır. Yılan, fitne ve fesat doğuran dilin sıfatıdır. Maymun, ikiyüzlülük ve koğuculuk sıfatıdır. Akrep, azab sıfatıdır. Fare, halka kapalı, Allah’a ise malum olan bir takım fullerin sıfatıdır. Aynı zamanda fareyi gören kimsenin nefsanî heveslerine uyduğu ve onların peşinde koştuğu yorumu çıkarılır. Pire, bit ve benzeri haşere ve parazitler, dinen mekruh kılınan şeylerin irtikap edildiğine delalet eder. Eşek, yarar sağlamayan bir işe başlandığına ya da başlanacağına yorumlanır. Çöplük, dünyaya meyletmenin sıfatıdır. îçki içmek, haram işlemenin sıfatıdır. Sadece içki görüp onu içmemek, haram şeyleri elde etmeyi tasarladığına delalet eder.

Meyhane görmek, kalbin fasit fikirlere bağlı bulunduğuna yorumlanır.