Asıl Esmalar

ES-SEYH ES-SEYYİD OSMÂN’ÜL-GEYLÂNÎ KADDESALLAHU SIRRUH

Evliyanın büyüklerinden olan Es-Seyh Es-Seyyid Osmân’ül-Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri Şeyh Abdulkadir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin torunlarındandır. Seyr-u süluku Şeyh Abdurrrezzak Hazretlerinden almıştır. Ne zaman dünya ya teşrif ettikleri ve ne zaman vefat ettikleri hakkında kesin bir bilgi yoktur. Şunda hiç şüphe yokki soyunun vermiş olduğu asaletle insanları hakyola davet ve irşad vazifesi içinde bir ömür sürdürmüş ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin rızasına Muaffak olmaya çalışmıştır. Pek çok kimsenin Allah Celle Celaluhü hazretlerine ulaşmasına sebep olmuştur. Tarikat-ı âliye-i Kadiriye’nin şanı yüce Kutuplarından biridir.

EŞ ŞEYH ES SEYYİD ABDÜRREZZAK GEYLÂNÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Gavsülazam Muhyiddin Seyyid Abdûlkâdir Geylânî ’Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu olup Hicri 528 Zi’1-ka’de’de (Temmuz-Ağustos 1134) dünya alemine ziynet verdi. İsmi Tâceddîn Ebû Bekr Abdürrezzâk Geylânî’dır

Küçük yaştan itibaren mübarek babalarının manevi terbiyesi altında ve rahle-i tedrisatında maddi ve manevi ilimleri tahsil ile kemale erişmiş, Şah Abdûlkâdir Geylânî ’Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin yolu, ekseriyetle O’nun ve O’nun mübarek soyundan gelen Seyyid Şerifler vasıtası ile yeryüzünde yayılmış, nice münkirlerin iman ile şereflenmesine vesile olmuş, İslam âleminin her tarafında Hak âşıklarını, deryayı ehadiyyetten kana kana içirmiş, mübarek cedleri Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem efendimize yakınlık ve muhabbet ufuklarında, velayet semasının cihanı aydınlatan güneşleri yapmıştır.

Seyyid Abdürrezzak Geylânî ’Kaddesallahu Sırruh hazretleri, mübarek babalarına çok yakındı. Şah Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinden pek çok rivayetlerde bulunmuş, O’nun hayatında geçen pek çok olayı nakletmiştir. O’nun vaazlarını kendi el yazısı ile kitap haline getirmiştir. Babasının son hac seferinde hac kafilesini idare etmiştir.

Bağdat’ın doğusunda bulunan ‘Hilbe’ şehrine nispetle kendilerine ‘Hilebi’ denmiştir.

Tarihçiler, O’nun, Çok doğru, son derece güvenilir, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Hadis-i Şeriflerini son derece iyi kavrayan ve Hadis bilgisi dorukta olan bir Muhaddis, Hanbeli mezhebinde fetva veren kudretli bir fıkıh alimi, Kur’an-ı Kerimin lafzını ve yüce anlamını cem eden kurra bir hafız, kendini Hakk’a kulluğa adamış zühd, vera ve takva sahibi bir zat-ı ali kadir olduğunda sözbirliği etmişlerdir.

Pek güzel bir el yazısına malikti. Hadis rivayet etmeyi ve talebelerini çok seven Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Başta Hadis ilmi olmak üzere çeşitli ilim dallarında ders okutmuş, pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar Şemseddin, Abdurrahman, Kemal Abdurrahim, Ahmet bin eşŞeyban, İsmail el Askalani, İshak bin Ahmet, Ali bin Ali hatib’dir.

Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinden icazet alan âlimlerdendir. Ayrıca Eddenisi, İbnünneccar, Eddıya, Ennecib, Abdüllatif, Ettaki el Beldani Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinden rivayet eden âlimlerdendir.

Vera, Zühd ü Takva, şahsiyet ve izzeti nefis sahibi bir Hak Dostu olan Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri, son derece cömert idi. Cumalar hariç, ibadet için evine kapanırdı. Hayâ ve edebi son derece yüksekti. Her anı, Cenabı zülcelâl vel kemal hazretlerinin murakabesi ile geçen, her yönüyle Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Ahlakı ile ahlaklanmış, fakru zarurete gayet mütehammil, zahid, abid, kanaat ve iffet sahibi, Selefin yolundan giden şerifül menzile yüce bir veli idi.

O’nun mübarek sohbetlerinde pek çok veli yetişmiştir. Bu zat-ı şerifler Şah Abdûlkâdir Geylânî ’nin manevi iklimini dünyanın her tarafına taşıyan veliler kervanına rehberlik eden güzide şahsiyetlerdir.

Seyyid Ebu Salih Nasr Geylânî, Seyyid Abdullah el-Hüseyni, Seyyid Osman Geylânî, Seyyid Abdürrezzak Geylânî ’den icazet alan büyük velilerden bazılarıdır.

Seyyid Abdürrezzak Geylânî (ks), İslam Tarihinde , ‘Ebu Bekir’, ‘Sıracül Irak’, ‘Cemalül eimme’, ‘Fahrül Huffaz’, ‘Şerefül alam’,’Kıdvetül Evliya’ ,‘Cemalül Irak’, ‘Es sufi’, ‘Tacüddin’, ‘Şeyhul Kıdve’, El Hafız’, gibi isimlerle anılmıştır.

Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Reşadet ve kudret-i kerametle temeyyüz etmiştir. Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri, ‘Cemalül Irak ‘ lakabı ile mahzar-ı tebcil-i ehl-i tariktir.

Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Gavsül Azam, Muhyissünneti veddin, Gavsü rabbil alemiyn,Gavsüssekaleyn, Gavsüssemedani, Kutburrabbani, Mahbubu sübhani, Kandilünnurani, Bazül eşheb, Eşşeyh Esseyyid Eşşerif Şah Abdûlkâdir Geylânî’ye açılan bir büyük kapıdır.

Bu yüce kapı öyle bir Muhabbet okyanusuna açılır ki, o gönül okyanusunun sahibi ,

Önceki güneşlerin hepsi battı ve gitti, bizim güneşimizse batmayacak ebedi’

ve ‘Bu ayağım bütün evliyanın boynu üzerindedir ‘

buyurmuştur.

EŞ ŞEYH ES SEYYİD ABDÜRREZZAK GEYLÂNÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN ESERLERİ

‘El erbeıyne an erbeıyne Şeyhan fil Hadis’

‘Cila lül hatır min kelami şeyh Abdülkadir.’

Seyyid Abdürrezzak’ın(ks) eserlerindendir.

‘Cila ül hatır’ adlı eser, ‘Keşfüzzünun’da’ zikredilmiştir. İçeriğinde iki mevzu vardır. Birinci mevizası Şah Abdûlkâdir Geylânî ’nin (ks) ‘Fethürrabbani’ adlı eserindeki 59. mevzu ile ikinci mevzusu, ‘Fethürrabbani’nin 57. mevzusu ile aynı tarihi taşımaktadır.

Eser, Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, Nr.685 de bulunmaktadır.

Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Şah Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin vaazlarını yazarak cem etmiş ,onları kitap haline getirmiştir. ‘Fütuhul Gayb ‘ adlı eser, Şah Abdülkadir’in 78 vaazının , Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri tarafından yazılıp kitap haline getirilmesi ile oluşmuştur.

Fütuhul Gayb’ adlı eser, Şah Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin menakıbını içeren ‘Behcetül esrar, Kahire,1304’ adlı eserin sayfa kenarlarında yayınlanmış, eserin sonuna, Şah Abdülkadir’in, Seyyid Abdürrezzak’a son vasiyeti, şeceresi, akide-i diniyyesi ve yazdığı kasideler ilave edilmiştir. Futuhul Gayb’ adlı eser, İbni Teymiyye tarafından ‘Şerhu Kelimatı min Fütuhul Gayb ‘ adı altında şerhedilmiş, ‘Camiurresail, Cidde, 1984 ’ adlı eser bünyesinde yayınlanmıştır.

Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin soyundan gelen zevat-ı kiram, Kalaidül Cevahir adlı eserde belirtildiği kadarı ile aşağıdaki şemada gösterilmiştir.

Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin, çocukları ;

Seyyid Ebu Salih Nasr( V 633 Bağdat)

Seyyid Abdurrahim (V 606 Bağdat)

Seyyid Fadlullah (V 656 bağdat)

Seyyid İsmail ( Bağdat)

Seyide Aişe

Seyide Saadet’ dir

EŞ ŞEYH ES SEYYİD ABDÜRREZZAK GEYLÂNÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

H.630/M.1207’de Şevval ayının altıncı günü cumartesi gününe tesadüf eden günde Bağdat’ta dar-ı bekaya göç etmiştir.

Vefat ettiği günü takip eden gün sala okunmuş, halk her taraftan gelip toplanmış, cenazesi şehrin dışına çıkarılarak, orada on binlerce kişi tarafından cenaze namazı kılınmıştır. Sonra ‘errasafe’ camisine omuzlarda taşınmış, orada da namazı kılınmıştır. Daha sonra halifeler türbesinin kapısına getirilip orada da tekrar namazı kılınmıştır. Son olarak Dicle nehrinden geçirilip ‘Babı harim’e’ getirilip orada da namazı kılınmış, böylece, O’nu çok seven ve O’nun cenaze namazına iştirak etmek isteyen ve Bağdat şehrinin muhtelif yerlerinde bulunan insanların arzusu yerine getirilmiş, neticede ‘ Hilbe’ denilen mevkide ‘Ahmet’ kabristanı’na defnedilmiştir.

EŞ ŞEYH ES SEYYİD ABDÜRREZZAK GEYLÂNÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Bir gün , Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri, mecliste halka ateşli konuşmalar yapıyordu. Bir Ara ‘Benim bu söylediklerimi, Kafdağı arkasında, kalpleri Hazretül Kudsün yanında bir topluluk dinlemektedir. Başlarındaki giysileri, neredeyse Rablerine olan şevklerinden tutuşup yanmak üzeredir. Mecliste oturanlar arasında bulunan Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri başını semaya kaldırıp bakınca durumu müşahade etti. Başlığı tutuşup yanmaya başladı. Şah Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretleri kürsiden indi ve onu söndürdü. Ve ‘Ey Abdürrezzak! Sen de onlardansın, gördüklerini anlat ‘ buyurdu. Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri biraz düşündükten sonra gördüklerini anlatmaya başladı.’Başımı kaldırıp göğe bakınca birçok kimsenin huşu içinde babamı dinlediklerini gördüm. Kimisinin elbisesi, tutuşmuş yanıyor, kimi feryad ediyor, kimi düşüp bayılıyor, kimi korkudan titriyordu’

1-Abdûlkâdir Geylânî ve Hayatı, İnsan Yayınları

2-Cevherden Gerdanlıklar, Âlem Yayınları

3-Makalat, Ömer Necati–1986

www.halisiyye.com internet adresinden yararlanılmıştır

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HÜSEYN-İL EZMİRANİ KADDESALLAHU SIRRUH

Evliyanın büyüklerinden Eş Şeyh Es Seyyid Hüseyin Ezmirani Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Abdürrezzak ul-Hamevi Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin hizmetinde bulunmuş ve kendisinden icazet almıştır. Kendisi hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Elbette ki hayatı boyunca yapmış olduğu hizmetleriyle birçok kimseleri irşad etmiştir. Birçok kimselerin Allah Celle Celaluhü hazretlerine vasıl olmasına vesile olmuştur. Allah Celle Celaluhü hazretleri Himmet ve Şefaatlerinden ayırmasın. ÂMİN!

ŞEYH AHMED-İ HİNDİ’L LAHORÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Kendisi hakkında pek bir bilgiye sahip değiliz. Fakat Hicri 1160 yılında düzenlenen suikastla vefat etmiştir. Hindistanlı bir velidir. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Meşayıh-ı kiramdan Şeyh Abdurrezzakü’l-Hamevî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin mübarek nesillerindendir. Şeyh Abdurrezzâku’l-Hamevi hazretleri de Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin nesillerindendir.

Hicri 1160 senesinde Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Gavsu’l-Azam Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu sırruh hazretlerinden aldığı manevi işaret üzerine gelip Şeyh Mahmud Hazretlerini İrşad ettiler. Sonra da yanındaki iki müridiyle beraber Süleymaniye sancağına, oradan da Surdaş’a hareket ettiler. Surdaş kasabasına giderken yanındakilerin suikast etmesiyle mübarek ruhlan dâr-ı bekaya vuslat etmiştir. Onun mübarek vücudunu da orada bir çukura gizlemişlerdi. Tam o esnada Şeyh Mahmûd Hazretleri de mürşidinin şehid olduğunu öğrendi. Yanına aldığı müridanıyla birlikte Hazreti Şeyh’in şehit edildiği yere gitti.

Hazreti Ahmed’in mübarek vücutlarını sırtına alıp yıkamak için su ararken birden yüksek bir dağdan damla damla su aktığını gördü. Engebe bir sahradan yürüyerek dağın zirvesine vardılar. Suyun çıktığı yere mübarek ayağıyla “Ya Allah” diyerek bir darbe vurdu. O anda su kuvvetli bir tazyikle akmaya başladı. Sonra cenazeyi gasledip namazı edâ ettikten sonra dağın yakınında bir yere defnettiler.

Şeyh Mahmûd Hazretleri, Şeyhinin kabrini güzel bir şekilde yaptıktan sonra uzun bir zaman burada kaldı. İnsanların irşadıyla meşgul oldu. Tür­benin çevresindeki arazilerden de satın alıp buraya vakfetti. Bir tane de halife tayin edip kendisi memleketine döndü.1

Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin makamları hâlen ziyaretgâhtır. Cenabı Hak, Himmetlerinden ayırmaya…

1-Miftahul İrşad 1993

ES-ŞEYH ES-SEYYİD MAHMÛDE’Z-ZENGİNEYİ’T-TALABANİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Şeyh Mahmûd Kaddesallahu sırruh Hazretleri, Irak velilerinden. İsmi Mahmud bin Yusuf’tur. Bâbâniyye sülâlesindendir.1 Babasının ismi Yusuf Ağa’dır. “Ağa” lafzı seyyid manasına gelir. Zira bulunduğu mahal ve vaktinin Iran lisanı lügatinde sâdât-ı kirama, seyyid yerine ağa tabiri kullanılmıştır.2

Yusuf Ağa, Karadağ mahallinden olup servet sahibi ve aynı zamanda belde halkının ileri gelenlerinden, “Zengine” aşiretinin reisidir. Hanımı da Zengineli Mir İsmail Bey’in kızıdır.

Şeyh Mahmud Kaddesallahu sırruh Hazretleri, hicri 1130 senesinde Karadağda doğdu. Mübarek İsimlerine uygun olarak çocukluk zamanlarından itibaren ömürlerinin ortalarına kadar İlim tahsilinde bulundular3, Mahmûd Zengenî önce Kur’ân-ı kerimi ezberledi. Sonra öncelikle okunması gereken kitapları okudu. Beldesindeki birçok medresede âlet ilimlerini tahsîl etti ve Molla Mahmûd adıyla şöhret buldu.İlmin İcâbı olarak da amellerinde kaim oldular. Akraba ve yakın çevresi, her ne kadar onu bu hayatından, azim ve gayretinden geri çevirmek için çalışmışlarsa da asla başarılı olamamışlardır,

Çevresindeki insanlar dinden ve İslami yaşayıştan uzaklaşmaya meyi etseler Hazreti Şeyh onlar devamlı uyarır, dini öğrenmek ve yaşamak hususunda teşvik ederlerdi. Haddi aştıklarında da inzivaya çekilir, İbadetle meşgul olurlardı, ilim öğrenmek maksadıyla yanına gelenleri de boş çevirmez, İlminden yararlanmaları için gayret sarf ederdi.

Şeyh Hazretleri evleninceye kadar hayatını bu Üslûp Üzere devam ettirdi. Evlendikten sonra vaktini ibadet, taat ve riyazete sarf ederek o derece meşgul oldular ki, bütün halk arasında her bakımdan örnek kabul edilen ve par­makla gösterilen bir kişi oldular.

Hiç bir tarikata intisap etmeden ve meşâyıh-ı kiramın hiç birisinin elin­den hırka-i hilafet giymeden, sekiz sene boyunca hadsiz ve hesapsız bir mücâhede ile kulluk vazifesini icra etmeğe çalışmıştır. Lakin Allah dostu bir mürşid-i kâmilin nazarı ve teveccühü olmadan, tam bir riyazet ve mücâhede gayreti ile de olsa nefsi ıslah edip kalbi mutmain kılmak, böylece ârif-i billâh olan evliyâullahın arasına karışmak mümkün değildir. Bu haldeki İnsanın işleri de boştur. Nitekim bu hakka dair Hafız Şirazi Rahmetullahi aleyh şöyle demiştir.

“Marifet-i İlahiyye’nin nihayetsiz olan dergâh-ı âlisi yoluna Hızır Aleyhisselam gibi gönlü mamur bir mürşid-i kâmil ve merdi hakikî bulmadıkça sülük etme… Zira bu yolda insanoğlu İçin nice badireler, karanlıklar ve helak edici eziyetler vardır. Yalnız başına gidenlerin yoldan sapma ve tehlikeli mahallerde helak olma gibi korkunç bir durumları vardır.”

Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri her an manevî cepheden bir mürşid-i kâmilin nişan ve zuhuru temennisinden geri kalmazdı. Zira maksûda erişmek için bu şarttı. Ayrıca kendi sülûkunun sim, mürebbisiz (terbiye eden) müşahedelerinden kalbine gelen zevk ve sefadan gayrı bir şey de hâsıl etmezdi.

Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, gündüzleri, bir parça araziye ekmiş oldukları şeylerin lazım gelen hizmetlerin görür, bunun yanında Zikrullah ile de kalbini meşgul ederdi.

Yine günlerden bir gün normal alışkanlığı Üzere ekmiş olduğu şeyleri sulamaktaydı. Büyük bir kervan kafilesi Bağdat’a doğru giderken kafilenin İçinden bir şahıs binmiş olduğu devesiyle ayrılıp Hazreti Şeyhe doğru geldi:

—Ey Molla Mahmûd, sizi müjdeliyorum. Gelecek sene bu ayda evliya zümresine dâhil olursunuz.

Şeyh Hazretleri başını kaldırıp:

Size bu hadise ne sebepten malum oldu, diye sordu. Adam.-

Kutbu muhteşem, Gavsu’l-Azam Kaddesallahu Sırruh hazretlerini rüya âleminde gör­düm. Bütün evliya İle saf bağlamış yürüyorlar. Siz de onun peşinde yürüyor gördüm. Saflarına katılmak için bir adımınız kalmış idi. Bu adım ise bir sene beklemeye eştir, dedi.

O esrarlı kişi bu müjdeyi verdikten sonra yoluna devam edip gözden kayboldu. Tahkik edilince böyle bir şahsın kafile ile hiç bir tanışıklığının ol­madığı görüldü. Hatta kervana böyle bir kişinin hiç katılmadığı da beyan edildi.

Bunun üzerine Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, eskiden beri süregelen ibadet ve taatını daha da ziyadeleştirdi. Bu yolda ibadeti lüzumlu görerek manevî fetihleri bekleyen ve feyizleri gözleyen bir kişi oldular. Müjdelenen vakti derin bir hasretle, İnce bir hassasiyetle beklediler.

Nihayet o esrarlı kişinin bildirdiği ayda, günlerin birinde bir zat-ı muh­teremin, maiyetindeki iki müridiyle birlikte Bağdat cihetinden gelmekte ol­duklarını gördü.

Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, hemen onları karşılamak Üzere hareketlendi. O esnada mübarek lisanlarından şu beyitler döküldü:

“Ey ruhum! Çetin ve pek dağlar gibi Hakk’ın yolunda sâbid-i kadem ve İstikamet üzere olan arif-i billah’tan ilahi tecellinin nurları şimşek gibi çaktı ve onu gördüm.

Ey o tecellinin nurlarını alan ruhum! Allah Teala’nın İnayeti ile sana o tecelliden bir miktar şule giydirir de gelirim. Öyle ki narın nûr gibi ve kalbin vuslat-ı ilallah ile mesrur olur.”

Sonra gelenlerin yanına varıp hal hatır ve lazım gelen edep, erkân ve usulü layıkıyla yerine getirdi. Yer gösterip buyur etti. İkram ve iltifatta bu­lunda Bilahare Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri dervişlere:

Nereden teşrif ediyorsunuz, maiyetinde bulunduğunuz bu zat-ı muh­terem kimdir, İsmi nedir, diye sordu. Onlarda cevaben:

Bu zat, Kutbu’l-arifin Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Hindistan’ın Lahor vilayetinden gelmekteyiz, dediler.

Bu esnada Şeyh Ahmed-i Hindİ’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bizzat Şeyh Mahmûd’a hitaben dedi ki:

—Ya veledi, biz Mosdar vilayetinden manevî bir emirle senin irşad ve terbiyen için gönderildik.”

Molla Mahmûd, bu müjdeden fevkalade memnun olup Hazreti Şeyh’in ete­ğini tuttu, elini öptü. Onlara İzzet ve ikramda bulunup hususî bir mekân temin etti. Lazım gelen bütün ihtiyaç ve hizmetlerini de harfiyen yerine ge­tirdi.

Bir kaç gün sonra Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin Tarikat-ı Aliye’lerine inâbe ve intisap ettiler. Böylece Şeyh Ahmed Hazretlerinden el alıp Tarik-i Kadiriye şerefine mazhar oldular.

Kış mevsimi dolayısıyla havalar sertti ve şiddetli bir soğuk hüküm sürmekteydi. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri buyurdular ki:

— Biz sizin batini terbiyenize memur edildik. Sizin terbiyeniz İse henüz sona ermiş değildir. Vücuduma arız olan zafiyetten dolayı şiddetli soğuklara tahammül edemiyorum. Allah’ın İzni ve İnayeti ile kış mevsimini Karadağ’da geçirir, bahar mevsimi gelince de sizin irşadınıza başlarız. Ancak siz kendi evrâd ve ezkarınızla devamlı meşgul olunuz.

Şeyh Mahmud Hazretleri de bu emir ve tavsiye üzerine vakitlerini sıkı bir taat ve ibadetle geçirdiler. Bütün bir kış boyu devamlı beraber olup hususi sohbetler yaptılar. Yıllarca birbirini gözleyen İki ezelî dost olarak derin muhabbetlere daldılar. Halvetlerine kimse giremez oldu. Saatlerce baş başa kalıp Fuyuzat-ı Rabbani ve Aşk-ı Rahmani deryalarına dalıp mest oldular.

Bir müddet sonra ortalık bahar mevsimiyle birlikte yepyeni bir tazeliğe büründü. Böyle günlerin birinde Şeyh Ahmed Kaddesallahu sırruh Hazretleri, Şeyh Mahmûd Kaddesallahu sırruh Hazretlerine şöyle bir hitapta bulundu:

Ey Molla Mahmud! Size müjde. Validenizin kabirdeki hali bize keşf oldu. O rahmet-i Rahman’a müstağrak ve affedilmiş. Lakin babanız bir azap içindeydi. Hazreti Allah’tan afv ve mağfiretini istirham ettim. Cenabı mücibü’d-Deavat duamızı kabul edip onu da rahmetiyle mükerrem eyledi.

Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin nazar ve teveccühüyle müşerref oldu. Kendisine lütfedilen ihsana kavuştu. Şeyhinin delaletiyle vasıl-ı ilallah olup maksuduna erişti. Böylece nice yüksek makamları geçip Cenabı Hak yanında yüce ve mükerrem bir mertebeye vâsıl oldu.

Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, ona Kadirîlik hırkasını giydirdi. Ona hil’at ve hilafet verip on iki tarikten icazetli olarak makam-ı İrşada oturttu.

Günlerden bir gün Şeyh Mahmud Hazretleri, mürşidine şöyle bir me­ramını arz eder;

– Efendim, bizim dört bir yanımı? Kısmen ehl-i diyanet ve bize itikad eden kimselerdir. Bir kısmı da inkâr edip bize uymaz. Böyle olanların irşadını pek mümkün görmüyorum.

Bunun Üzerine Şeyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî Hazretleri der ki-

– Evladım, sizden talep edilen şey tesliktir (sülük ettirmedir), sülük değildir. Kulların İrşadıdır, reşad değildir. Zira teslikin ve irşadın faydası umuma mahsustur. Sülük ve reşadın faydası ise has ve seçilmiş olanlara mahsustur. Mendup için vacibi terk etmek şeriatte merdûdluktur. Şayet kulların kabul etmezlikleriyle müteessir iseniz, çekinmeyin. Zira Hazreti Allah sizi dergâh-ı İzzetine makbul buyurmuştur, O halde herkesin size itaati ko­laydır. Çünkü Cenabı Hakk Celle Celaluhü, kullarının kalplerine tasarruf İle kullanma hakkı ve salahiyetine sahip olduğu gibi:

“Allah’a itaat edene her şey itaat eder” sırınca bu beraberliğinizin en hayırlısıdır. Şimdi beş dirhem alıp Eş-Şeyh Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin fütuhat dolu ruh ariyetlerine fi-sebilillah infak ve ikram ediniz.

Şeyh Mahmûd Hazretleri derhal emri yerine getirdi. Sonra Şeyh Ahmed Hazretleri, onun elini mübarek elleri arasına atarak:

— Evladım, asla mahzun olmayınız. Zira sizi müjdeliyorum. Allah Celle Celaluhü indinden kuvvetlendirilmişsiniz. Zira senin sulbünden öyleleri gelecek ki, müminlere ışık, dini yaşamak İsteyenlere feyizlerin kandili olacaklar. Âlemi bir güneş gibi Nur-i İlâhi ile dolduracaklar. Zamanın oturulacak meclisi bu­rasıdır, artık buraya misk gibi bir koku gele… Bize lazım gelen vazifeyi İcra ve sizi terbiye ve irşâd etmek. Size sülûkun ve teslikin yollarını gösterdik. Sizi makam-ı irşada iblâğ eyledik. Bundan böyle siz de vazifenize kaîm olu­nuz, deyip bir çok vasiyet ve tavsiyede bulundu. Sonra da:

– Evladım, biz hayatımızın sonuna yaklaştık. Cenâbı Hakk’ın didarına kavuşmamıza az bir zaman kaldı. İnşallah bize şahâdet rütbesi nasip olacak, dedi.

Şeyh Mahmud Hazretleri bu hüzün dolu ayrılık sözlerinden gayet müteessir oldu. Efendisine şehitliğin ne suretle nasip olacağını izah etmelerini istirham ettiler. Şeyh Ahmed Hazretleri de cevaben dedi ki:

– Evlâdım, maiyetimde bulunan bu iki mürid uzun senelerdir bana hizmet ederler. Birisi kırk sene, diğeri de ona yakın bir zamandır benimle beraberdirler. Bu zaman içinde hiç bir kusurları da olmadı. Kendilerine bir feth-i bab olur ümidiyle ibadet ve taatla meşgul oldularsa da bunların kısmetleri ve fütuhata mazhar olmak gibi bir kabiliyetleri de yoktur. Zannederim ki, canıma kastedecekler bunlardır. Cenâbı Hak bir kuluna lütuf ve İhsan vermeyince, meşâyıh ve evliyâ-İ kirâm dahi kendi başına hiç kimseye bir şey vermeye mezun değildir. Bu hususta size düşen vazife, benim şahadetimi işittiğiniz zaman teçhiz, tekfin, namaz ve defin işlerinde hazır olmanızdır.

Bir müddet sonra Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, veda ederek maiyetindeki dervişlerle beraber tarikatını neşr etmek üzere Süleymaniye sancağına bağlı Surdaş kasabasına gitti. Diğer taraftan da Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretleri kendi beldesinde irşâd ile iştigal etmekteydi. Etrafındaki cemaat her gün daha da artıyor, az bir zamanda yetişen halifelerin gayretiyle birlikte de Tarik-i âliye gelişmiştir.5

Şeyh Mahmûd Hazretleri her halinde sükûtu tercih eder, vaktinin ekseriyetini farz, sünnet ve nafilelerin edasına sarf ederdi. Zikrullah’a çokça devam eder, elden bırakmazlardı. Kendileri her an kötü söylemekten, muharremattan, mekruhlardan ve menhiyattan ictinâb edip kaçtıkları gibi insanları da bu hususta şiddetle ikaz ve irşâd ederlerdi. Keramet ve olağan üstü halleri asla kendi Üzerine almaz, Allah’a havale ederdi. Kendisine teveccüh etmiş olanlara gayet merhamet ve şefkatle muamelede bulunur, garip, fakir ve zengin herkese elden geldiğince ihtiram, İltifat ve ikram ederdi.

Nakledilir ki, bir gün vecd’in galebe olduğu bir esnada huzuruna yedi seneden beri el ve ayaklan hareket etmeyen bir felçli hastayı, şifâ bulur Ümidiyle getirdiler.

Hazreti Şeyh bir nazar edip felçti adama kalkmasını emretti. Adam:

—Harekete kudretim yok, kalkamam, dedi.

Şeyh Hazretleri tekrar kalkmasını söyledi. Adam yine:

Ayaklarımda kuvvet ve herhangi bir canlılık alameti yokken nasıl ayağa kalkabilirim, dedi. Bu defa Hazreti Şeyh kuvvetli bir sayha etti ve ardından da:

Kum bi-iznillah, diye emretti.

Adam sayhanın şaşkınlığıyla birden bire elinde olmadan ayağa kalktı. Şeyhin duası bereketiyle şifayab oldu.

Şeyh Hazretlerinin müridlerinin çokluğu ve gelen giden misafirlerin fazlalığından dolayı tekke her an dolup boşalırdı. Gelen herkese de haline ve makamına göre İzzet ve ikramda bulunulurdu. Bir gün tekkenin mas­raflarıyla vazifeli mürid Hazret Şeyh’in huzuruna vararak dedi ki:

– Efendim, yeni mahsulün alınmasına elli gün kadar bir zaman var. Şu andaki mevcut zahiremiz ancak bir kaç gün daha tekkeyi İdare edebilir.

Bunun üzerine Hazreti Şeyh:

– Mevcut buğdayı değirmene götürüp un yaptırın. Müridlerden birisine de her gün abdestli olarak unu hamur yapıp yoğurmasını, zahireyi bir örtü altında tutmasını ve hiç kimseye de göstermemesini söyleyin, diye emretti.

Râvi Allah’a yemin ederek diyor ki:

– Yeni mahsul oluncaya kadar o buğday tekkeyi güzelce idare etti. Gelen gidenlerin çokluğuna rağmen hiçbir sıkıntımız olmadı.

Şeyh Mahmud Hazretleri buyurmuşlardır ki:

—Eğer bir mürşid, teveccüh ve himmetiyle kendi müridini beşerî sıfatlardan kurtarıp seyr-İ sülukunda terakkiye kudretli değilse o kimse irşad etmeye ve şeyhlik yapmaya layık değildir.”

Şeyh Mahmûd Hazretlerinin vefatına yakın şöyle manidar bir hadise zuhur eder:

İki kâmil derviş Kerkük yakınlarından geçerken biri diğerine dönerek der ki:

—Buradan bir hoş koku geliyor. Bu makamda ya bir evliyaullah metfundur, ya da metfun olacaktır!

O esnada da Şeyh Mahmûd Hazretleri hasta yatağında İken oğlu Şeyh Ahmed Hazretlerine bazı vasiyetlerde bulunmaktadır:

— Vefatımdan sonra cenazemi teçhiz ve tekfin edip Kerkük’e ulaştırın. Orada kadri yüce bir zatın zuhuruna kadar bekleyin. O şahıs gelince işaret edeceği yere kabrimi yaparsınız.

Kısa bir müddet sonra Şeyh Mahmûd Kaddesallahu sırruh Hazretleri irtihal edip Cenabı Hakk’a vasıl olur. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh emir üzere hareket ederek cenazeyi Kerkük’e götürür. Bakarlar ki, Şeyh Hazretlerinin işaret ettiği dervişler gelmiş, bekliyorlar. Onların tayin ettiği yere muhterem pederlerini dem ederler. Bir türbe, küçük de bir tekke yaparlar.

Mezkûr dervişler ise Kerkük’te vefat etmişler, Şeyh Cümcüme Hazretlerinin merkadi olan kubbenin arka tarafına defnedilmişlerdir. Kabirleri halen oradadır. Allah Celle Celaluhü sırlarının aziz eylesin, âmin…

Hazreti Şeyhin İki evladı olup İsimleri Şeyh Ahmed ve Şeyh Muhammed’dir. Şeyh Muhammed, muhterem pederinin vefatından sonra fazla yaşamamış hicri 1230 senesinde vefat etmiştir. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri İse pederinin makamında postnişin olup Tarik-i Aliye’yi yaymıştır.6

1. Ulemâüna fî Hidmet-il-İlm-i Ved’dîn; s.555

2. Miftahul irşad

3. Miftahul irşad

4. Ulemâüna fî Hidmet-il-İlm-i Ved’dîn; s.555

5. Miftahul irşad

6. Miftahul irşad

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD AHMED ET-TALABANİ EL-KERKÜKÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Şeyh Ahmed-i Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hicri 1194 yılında dünyaya gelmiştir. Babaları, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ismine olan muhabbetinden dolayı ismini Ahmed koymuştur.

Çocukluk zamanlarında ilahi aşkın İzleri ve Allah Celle Celaluhü hazretlerinin cez­beleri her hal ve hareketinde belli olurdu. Çoğu zaman vücudunda cez­belerin coşkun hallerinden kaynaklanan ürperti ve titremeler ortaya çıkardı. Sürekli olarak mübarek başlan, zâkirlerin tarzı Üzere hareket ederdi. Bu hal de gayr-ı ihtiyarî olurdu.

Bir gün muhterem babaları Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin huzurunda bulunuyorken mübarek başı anlatılan şekilde zikre başladı. Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de ona hitaben buyurdu ki:

– Ey oğul, vallahi kalbiniz avam ve havasın mıknatısıdır. Nazar-ı dikkatle bakıp görüyorum. Her ne vakit kalp ülkenizi vecd askerlerinin kargaşası İstilâ etse, o evin civarında dolaşanların ve misafirlerin çokluğundan, ziyaret edenlerin izdihamından ve dalga dalga gelenlere hizmet etmekten kararsız ve yorgun kalıyorlar.

Şeyh Ahmed-i Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri çocukluğunda tehlikeli bir hastalığa yakalanır. Hayatından ümit kesilmiş bir haldedir. Hal galebe edince ken­disini birden Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin meclisinde bulur. Sultan-ı Enbiya ve aleyhi efdâlü’t-Tahiyyat Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, ona iltifat edip gönlünü okşar. Acil şifa bulup hayırlı bir ömür süreceğini müjdeler. Kendisine altı kı­sımdan İbaret bir de inayet verir ve buyurur ki:

—Ya veledi, bu İnayet ruhsatını al. Lazım geldiği ve ihtiyaç hissettiğin anda kullan.”

Hazreti Şeyh bu olaydan sonra şuur ve idrake kavuşmuş, vücudundan damla damla akan terlerle kısa zamanda şifa ve sıhhat bulmuşlardır. Nak­ledilir ki, bu vakitten sonra Hazreti Şeyh’in duası müstecab olup her kime hayır dua etse o kişi yüksek derecelere kavuşurdu. Her kime de gazap etse mu­hakkak o da bir cezaya müptela olurdu.

Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri ilk önce şer! İlimleri, Özellikle fıkıh İlmini bi­hakkın tahsil etti. Daha sonra vecd hallerinin ve cezbelerin galebe et­mesiyle nefsini ıslah etmek ve ahlâk-ı hamide sahibi olmak için riyazet ile meşgul oldu. Haşyet-i İlahiyeden dolayı daima gönlü yanık ve gözü yaşlıydı. Daha genç yaşlarındayken nice âli makamları geçip vasılı ilallah İle maksuduna erişmişti.

Şeyh Mahmûd Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hicri 1215 yılında vefat edince, Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri henüz otuz yaşındayken irşad makamına oturmuştur. Otuz yaşlarında hüsn-i cemâli nur-ı kemâli o kadar güzel o kadar aşikâr ve parlaktır ki, hiç kimse mübarek cemâline dikkatli bir şekilde bakmaya muktedir olamazdı.

Şeyh Ahmed-i Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, kış mevsiminin en soğuk za­manlarında elbisesinin yakasını kapatmayıp sert rüzgârlara karsı Öylece göğsü açık dururda Bu hâle şahit olan bazıları:

– Bu şiddetli soğuklara nasıl tahammül ediyorsunuz. Mübarek vücudunuza bir zarar gelebileceği endişesi içindeyiz, dediklerinde Hazreti Şeyh ce­vaben şöyle buyururlardı:

– Vallahi, yüreğimde o kadar havf ve haşyet-i ilahi, o kadar aşk-ı Rabbani var ki, Zemherinin şiddetli soğukları sinemde kopsa, yine de muhabbetullah’ın ateşini teskin edemezler…

Tekkenin hamamını yakmakla vazifeli olan bir kişi, Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin seçkin müritlerinden olabilmek emeliyle dergâha devamlı gidip gelmiş ve bir sene kadar da sıkı bir ibadet ve taatla meşgul olmuştu. Bir gün Hazreti Şeyh’in huzuruna vararak inâbe ve intisap edeceğini, halis bir tövbeyi arzu ettiğini söyledi. Şeyh Hazretleri de ona Kelime-i tevhîd ve gerekli olan nasihati, tarikat âdabını ve sülûkun mesuliyetini, nefis tezkiyesi ve mücâhede yollarını tarif ederek dervişleri arasına kabul buyurdu.

Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri zamanında Kerkük ve çevresinde bir veba hastalığı zuhur eder. Bu hastalık bazen o raddeye varır ki, bir günde altmış veya yetmiş İnsan vebaya yakalanıp telef olur.

Süratle yayılan hastalık belde ahalisini bir korkuya düşürmüştü. Bu es­nada bir de çekirge sürüsünün ortalığı istila etmesi, ahaliyi hepten ça­resizliğin içine itmişti.

Şeyh Hazretleri, bu olay ürerine gerek evladına, gerekse müridanına çe­kirgelerin telef edilmemesini emrederek:

— Bunlar Allah’ın askerleridir. Sakın ha çekirge öldürmeyiniz, diye sıkı bir tenbihte bulundu.

Bir kaç gün sonra Hazreti Şeyh’e evlatlarından birinin vebaya yakalandığı haberi verildi. Tahkik edilince oğlunun bir çekirge Öldürdüğü anlaşıldı.

Bunun Ürerine Hazreti Şeyh, İki tane kurban kesilmesini, bunların tekkede bu­lunan dervişlere, ahalinin fakirlerine ve İhtiyaç sahiplerine dağıtılmasını em­retti. Hastalığa müptela olan çocuk o gece Allah’ın izniyle şifa buldu.

Belde ahalisi Hazreti Şeyh’e gelerek bu beladan kurtulmak için Cenâbı Hakka duada bulunmasını istirham ettiler. O da bir çekirge getirtip ona hal lisanı İle bazı şeyler söyleyerek salıverdi.

Ertesi gün hem çekirgeden, hem de vebadan hiç bir eser kalmadı. Hazreti Ahmed’in duası bereketiyle halk sıkıntıdan kurtuldu.

Kerkük’te bulunan tekkenin esasını ilk olarak bina eden Şeyh Ahmed-i Talabani Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Babasının vefatı münasebetiyle tesis etmiş olduğu tekke, hal-i hazırda insanların irşadı İle gelişmiştir. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri senenin bir kısmını bu tekkede, bir kısmını da Zen­gine’de müridlerin İrşad ve terbiyeleri ile meşgul olarak geçirmişlerdir.

Hazreti Şeyh’in on bir erkek ve dört kız olmak üzere on beş evladı dünyaya gelmiştir. Bunların cümlesi âlî kadir İnsanlar olup babalarının teveccühüne mazhar olmuşlardır. Gerek erkek, gerekse kız çocukları bu hususiyetleriyle meşhur olmuşlar, her birinden nice harikalar ve manevî haller zuhura gel­miştir.

Kızlarından Aişe Hatun ve Hatice Hatun’un İsimleri bilinmektedir.

Erkek evlatları ise şunlardır: Abdülkerim, Abdulfettah, Muhyiddin, Abdulgafûr, Muhammed Salih, Muhammed Arif, Abdülaziz, Hüseyin, Abdûlkâdir, Şeyh Abdurrahman Halis Talabani Kaddesallahu Sırruh ismi bilinmeyen diğer oğlu İse meczûbane bir halde kaybolmuş, hakkında herhangi bîr haber alı­namamıştır.

EŞ ŞEYH ES SEYYİD AHMED ET-TALABANİ EL-KERKÜKÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Şeyh Ahmed-i Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri altmış üç sene yaşamış, hicri 1257 tarihinde vefat etmişlerdir. Kabri şerifleri muhterem babaları Şeyh Mahmud Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin ya­nındadır.1

1-Miftah’ul İrşad 1993

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hicri 1212 (m. 1797) yılında Kerkük’te doğdu, İlk tahsilini burada, babası Ahmed Talabânî Hazretlerinin yanında yaptı. Sonra Süleymaniyeli Şeyh Kak Ahmed Kaddesallahu Sırruh İle birlikte medrese tahsiline başladı.

Gençlik zamanlarından itibaren velayetin alametleri üzerinde apaçık his­sedilirdi. Hareket ve sükûnet anlarındaki olgunluğu, meclislerdeki üslûbunun edebîliği Ahlakının kâmilliği ve sözlerinin hikmetli derinliği, ondaki manevî hale delalet ederdi.

Medrese tahsilini, muhterem babasının emri ile ilk önce Süleymaniye’de, sonra da Bağdat’ta ikama etti. Bağdat’ta Şeyh Abdurrahman Ruzbahâni’nin hizmetinde bulunup ilmî icazet aldı. Sonra tekrar Kerkük’e dönerek babasının hizmetine dâhil oldu.

Böylece Tarikat-ı aliyye-i Kadiriye’ye sülük edip babasının terbiyesi altında mücâhede, riyazet, İbadet ve taat ile meşgul oldu.

Berzenci seyyidlerinden Şeyh Maruf Köse Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Şeyh Ahmed Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleriyle sıkı dostluğu olan irşad sahibi bir şeyh-i kâmildi. Sık sık Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretlerini ziyaret eder, uzun uzun sohbette bulunurlardı. Bir ziyareti esnasında Hazreti Şeyhe şöyle bir sual yöneltti:

Ya Şeyh! Cenabı Hakk’ın size ihsan buyurmuş olduğu on bir tane evladınız var. Acaba bunların zekâtı lazım gelmez mi?

Şeyh Hazretleri onun bu manidar sualindeki niyeti anlayıp şöyle cevap verdi:

– Evet, Şeyh Abdurrahman müstesna olmak üzere, evlatlarımın tümü emrinizdedir.

Bunun Üzerine Şeyh Maruf:

– Ya Şeyh, esasen matlubumuz Abdurrahman’dır. Onu kendimize manevî evlad edinip uhdemize almak isteriz, der. Bu hususun bir manevî işaret olduğunu da İfade eder. Şeyh Ahmed Hazretleri asla İmtina göstermeyip Şeyh Abdurrahman’ı Şeyh Maruf Köse’nin Kaddesallahu Sırruh hizmetine teslim eder.

Şeyh Abdurrahman Hazretleri, uzun bir zaman Şeyh Maruf Hazretlerinin yanında kalır. Sohbetlerine devam ederek ilminden ve feyzinden istifade eder. Her geçen gün manevî derecesi daha da yükselir. Şeyh Maruf Köse Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin vefatına kadar da ibadete, Zikrullah’a ve onun sohbetlerine devam eder.

Şeyh Maruf Hazretleri ömrünün sonuna doğru bir hastalığa yakalanır. Hastalığına çare bulunamayınca Berzenci seyyidlerinden bir grup âlim ve fazıl kişiyi toplayarak, onların huzurunda hilafet hırkasını Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine giydirip tarikinden icazet verir, makam-ı irşada tayin eder. Huzurundaki İnsanlara da şunları söyler:

— Siz şahit olunuz. Cenabı Hakk’ın bu zayıf kuluna ihsan etmiş olduğu fuyûzât-ı İnsâniyye’yi ve metrûkât-ı zahiriyye’yi kamilen mânevi evladım Şeyh Abdurrahman’a tevdi eyledim. Sizler de bu zatın dünyada ve ukbâda muvaffak olması için dua ediniz…

Şeyh Maruf Hazretlerinin vefatından sonra tekrar babasının hizmetine avdet etmişlerdir.

Şeyh Abdurrahman-ı Halis Talabani Hazretleri, hem babasından, hem de Şeyh Maruf Köse Hazretlerinden hilafet hırkası giymekle müşerref ol­duğundan kendisine buna nispetle “Zül-cenâheyn” denilmiştir.

Şeyh Abdurrahman Hazretleri vaktinin bir kısmını Talaban’da, bir kıs­mını da Kerkük’te geçirmekteydi. Muhterem babası Ahmed Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vefatı üzerine müridanın irşâdıyla meşgul olmak üzere Kerkük’e yerleşmiş, kardeşi Şeyh Muhammed Arifi de Talaban’a göndermişti. Bun­dan sonra Şeyh Abdurrahman Hazretleri, kardeşlerinin her birisini kulların irşadı için değişik yerlere göndermiş, onlar da İslam’ın yayılıp Nur-ı Muhammed’in gönüllerde yerleşmesi için ruhen ve bedenen gayret sarf etmişler, canlarını ve mallarını Allah yoluna koyup vazifelerini sadıkane yerine getirmişlerdir.

Halisiyye-i Kadiriye’nin müessisi olan Ziyâüddin-i Abdurrahman-ı Halis Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, meşayıh-ı kiram efendilerimizin büyüklerindendir. Hazreti Şeyh Tarikat-ı aliyye-i Kadiriye’de seyr-i sulük, kelime-i tevhîd ve ism-i celâlle kasr etmek suretiyle yeni bir ictihad ve usûl tesis etmiştir. Bu mü­nasebetle Tarikat-ı Kâdiriye’de “Halisiyye” namıyla bir şube meydana gelmiştir.

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, meclisine gelen kimselere hep aynı nazarla bakardı. Onun müntesipleri arasında meczup İnsanlardan velilere, halk tabakasından paşalara kadar pek çok İnsan vardı.

Sultan Abdulmecid’in haremi Sultane Hatun, gördüğü rüyaların tesiriyle Şeyh Hazretlerinin müridesi olmuştu. İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir Buhâri-i Şerif kitabına kendi mührünü basıp başka hediyelerle birlikte Kerkük’e gönderdi. Ayrıca irâde-i seniyye ile Hazreti Şeyhe yüz kuruşta aylık bağlandı. Abdurrahman Halis Hazretleri, bunu muhtaç olanlara dağıtırdı. Hatta cemaziye’l-âhir 1262 tarihli irade-i seniyye de bildirildiğine göre Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin postnişin bulunduğu Gavsiyye hanigahının fakirlere ve yolculara açık bulunması, her akşam tekkede bir­kaç yüz derviş ve seyyahın eksik olmaması anlaşılmış olduğundan Bağ­dat’ta Şeyh Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vakfı artığından beş yüz kuruş da Şeyhin emrine tahsis edilmişti.

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu sırrahu’l-Mennân Hazretleri, kardeşlerini insanların irşadı için değişik yerlere gönderdikten sonra kendisi de zamanının bir kısmını Kürk köyünde, bir kısmını da Kerkük’te yüce ecdadının bina et­tiği tekke de geçirmekteydi. Uzaktan ve yakından İnsanlar akın akın gelip Hazreti Şeyh’i ziyaret etmekte, sohbetlerinden istifade edip feyziyab, intisap ve inabe İle Tarikat-ı aliyye-i Kâdiriye şerefine mazhar olmaktaydılar.

Bağdat’taki Haydariye Seyyidlerinden Haydarizâde İbrahim Efendi, “Tasavvuf risalesinin dördüncü nüshasında Şeyh Abdurrahman Halis Talabani Hazretleri hakkında kısmen sadeleştirip özetlediğimiz yazıda şöyle diyor:

-“Şeyh Abdurrahman Hazretleri, âlemi bir güneş gibi tutan evsaf-ı Muhammediye’den tamamıyla ve kamilen nasip dar olmuş ariflerin büyüklerinden idi. Bu cihetle sofilere mahsus yüceliklerle meşgul oldukları zaman himmetinin ve ruhâniyetinin âlîlikleri o kadar yükselirdi ki, lisan onun hakikatini beyan etmekten aciz kalırdı.

Fevkalade kâmil bir mertebeye, İkram ve saygı gösterilen yüce bir ma­kama vasıl olmuştu. Yaranıyla sohbet ettikleri zamanlarda gayet hoş sözlü, tatlı dilli ve karşısındakinin sözüne ve vicdanına hürmetli idi. Ahlakî düsturlar ile amil olduğu her hal ve tavrından belli olurdu. Her sabah ve akşam Tekkeye geldiklerinde muhakkak orada bir kaç yüz tane Müslim veya gayr-ı müslimden muhtaçlar bulunurdu. Hatta bir gün o fakirlerin arasında bu­lunan bir Mecusi seyyah kendi inancına mahsus olan ayinini icra et­mekteydi. Bu duruma şahit olan bazı müridan, müdahale etmek istemiş ise de Hazreti Şeyh, katiyetle onları men eylemişti. Hazreti Şeyh’in bu müsamahalı hareketinden sonra Mecusi Müslüman olmuştu

Nazarlarında dünya malı ve süsü zerre kadar kıymet taşımazdı. Çok de­falar çeşitli ihtiyaçlarını bulabilmek ümidiyle tekkeye gelen muhtaçlara ve­recek bir şeyler bulamadığı zamanlar, üzerindeki elbiseyi çıkarıp İhsan bu­yururlardı.”

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN ESERLERİ

Şeyh Abdurrahman Talabani Hazretleri, henüz genç yaşında iken fevkalade bir ilim seviyesine yükselmiştir. Devrindeki tüm İlimlere vâkıf olmuş, Türkçe, Arapça ve Farsçaya tüm incelikleriyle hâkim olmuştur. Hazreti Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Efendimizin hayat ve menkıbelerini anlatan Arapça “Behçetü’I-Esrar” adlı eseri, henüz on sekiz yaşlarındayken mükemmel olarak Türkçeye tercüme etmesi, Onun ilmi ve edebî yönünün en güzel aynasıdır.

Şiirlerinde “Halis” mahlasını kullanmış, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere Üç dilde şiir yazmıştır. Arapça şiirleri pek az olmakla birlikte üslup ve edâ bakımından Fuzûli’nin Arapça şiirlerinden daha da mükemmeldir.

Hazreti Şeyh’in bilinen Üç eseri mevcuttur. İlki Farsça ve Türkçe şiirlerinin toplandığı “Divânıdır. Dost ve yakınlarının teşvik ve arzusu üzerine h.l250’de iki defa olmak üzere yayınlanmıştır.

İkinci eseri “Kltabü’I-Meârif fi Şerh-i Mesnevi-i Şerif ismini taşır. Mevlâna CelâIeddln-i Rumî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin Mesnevisinden seçilmiş on sekiz beytin Farsça yapılmış şerhinden ibarettir.

Üçüncü eser ise “Behçetu’l-Esrâr Tercümesi” dir. Pirimiz Abdûlkâdir Geylâni Hazretlerinin hayatı ve menkıbelerini anlatan bu eser, aslen Nur Ali Bahsi Rahmetullahi aleyh tarafından Arapça olarak yazılmıştır. Muhterem babaları Şeyh Ahmedü’t-Talabanî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin arzusu üzerine bu eseri Türkçeye tercüme etmiştir.

Şeyhülislam Haydarî zade İbrahim Efendi, kısmen sadeleştirdiğimiz metinde Şeyh Hazretlerinin edebî kudretini ve ahlâki faziletlerini şöylece tasvir ediyor:

“-Arifane mesleğinin süslendirici sebeplerinden ve bilgideki tamlığından dolayı şiir dalında fevkalade bir kudrete malik İdi. “Halis”‘ divânıyla meşhur olan şiirleri mütalaa edildiğinde görülecektir ki, en fazla Mevlana, Nur Ali Bahşî ve Mağribi gibi şair sofîlerin çizgisini tercih bulmuştur. Bu cihetle şiirleri baştanbaşa hakikatin zevkiyle doludur.

Söz, kitabı insaniyetin her hangi bir sayfasına intikal ettirilse de Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin muttasıf oldukları ahlakî faziletlerin şerh ve taf­silatının mümkün olmadığı görülür. Bu münasebetle kendilerinin, hakikat âleminin ne kadar büyük bir merd-i kâmili olduğu anlaşılır. Bunu dahi iyi anlamak için zamanın büyük âlim ve ediplerinden olan Kadı Hüseyin Berzenci’nin Şeyh Hazretleri için yazdığı fesih ve beliğ manzum mektubun nazar-ı dikkatle incelenmesi kâfi gelir.”

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Şeyh Hazretlerinin vefatına yakın gecelerin birinde, seher vakti gökyüzünde kopan dehşetli bir infilak sesi ortalığı kaplar. Ardından da bütün yıldızlar sağa sola hareket etmeye başlarlar. Bu hal sebebiyle hayret ve kor­kuya kapılan halk, sabahleyin Hazreti Şeyh’e varıp hadisenin hikmetini sual ettiler. O da cevaben buyurdu ki:

Ehlullah’tan büyük bir zatın vefatına işarettir.

Nitekim üç gün sonra vefat ettiler.

Pir-i Sani Şeyh Ziyâüddin Abdurrahman Halis Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, 63 sene ömür sürüp h. 1275 senesinde dâr-ı canana irtihâl eylemiştir. Hazreti Allah Celle Celaluhü şefaatından ve himmetinden ayırmaya… Âmîn…

Beş tane erkek evladı vardır: Şeyh AH, Şeyh Abdûlkâdir, Şeyh Abdulvâhid, Şeyh Rıza, Şeyh Hasan.

Altı tane de kız evladı vardır: Fatma Han, Esma Han, Âmine Han, Ha-nife Han, Kibriya Han ve Halime Han.

Zevceleri: Safiye Hatun, Hatice Hatun, Sekine Hatun ve Meryem Hatun.

Türbe-i saadetleri, Tekke’deki Talabanî külliyesinde olup her zaman duaların kabul olduğu bir ziyârete açıktır.

Evliya-ı izam Efendilerimizin en büyüklerinden olan Abdurrahman Hâlis Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Kerkük yakınlarındaki Talaban köyünde doğup orada yetiştiği için “Talabanî” nispetiyle meşhur olmuştur.

Hazreti Şeyh’in hayatları zamanında Tarikat-ı Âliyye-i Kadiriye dünyaya yayılmıştır. Dünyanın hemen her tarafında tekke, halife ve sayısız müridleri vardı. Behemehal herhangi bir cihete dönülse, orada tekkesi mevcut olup kadri yüce halifeleri bulunurdu.

Nitekim Irak bölgesinde sayılamayacak kadar çok dergâhı, hesapsız ha­life ve mürdanı vardı.

Bunun yanında Türkiye’de, Türkistan’da ve Çin’de Tarikat-ı Âliyyegenişlemiştir. Ayrıca Afganistan, Herat, Hindistan, Hicaz, Mısır, Fi­listin, Yemen, Suriye, Iran ve Horasan gibi beldeleri de ihata etmiş dergâhları ve kulların irşadıyla memur halife ve müridanı mevcut olmuştur.

Yeryüzündeki müridânı insanların ufkunu bir güneş gibi nurlandırıp vasıl-ı ilallah’a ve şefaat-ı Rasûlullah’a ermeleri için gayret sarf etmişler, bir vesile-i mualla olmuşlardır.

Şeyh Ziyâüddin Abdurrahman Hâlis aleyhi rahmetü’l-mennân Hazretleri, mübarek ve muazzez ömürleri zamanında eşsiz bir insan-ı kâmil ol­makla beraber, asrının teki İdi. O, tarikat-ı hakikatte mürşid-i kamil, ârif-i billah, ehl-i velayetin kutbu; maddi ve manevî tasarrufu zahir, himmet ve kerametleri aşikar bir merd-i kamildi.

O’nun fazileti ve makamı yanında diğer evliyanın hail, güneşin yanında ayın hail gibidir.

Onların hallerini, vasıflarını, faziletlerini ve yüceliklerini anlatmak hu­susunda dillerimiz, kalemlerimiz ve kelamlarımız acizlik içindedir.

PİR-İ SÂNİ EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD ZİYÂÜDDİN-İ ABDURRAHMÂN-I HÂLİS TALABANÎYYİ KERKÜKİ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Yaşamlarını sürdürdükleri zamanda âlemin en büyük meşayıhlarındandı. Her sene be­hemehal Bağdat’a gider, Gavsu’l-Azam Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin türbesindeki devrana başkanlık eder, halka-ı zikri yönetirdi. Bazı Kadiri tekkelerinde yapıldığı halde Hazreti Abdûlkâdir Geylânî’nin tekkesinde ya­pıldığı görülmeyen bir şekilde kudüm çaldırarak devranı idare ederdi.

Bağdat’ta bulunan zamanın bazı âlimleri toplanıp Zikrullah esnasında kudüm çalmanın şer’-i şerife uygun olmadığını, Abdûlkâdir Geylâni Haz­retlerinin de bundan rahatsız olduğunu söylerler.

Makam-ı Geylânî’de bulunan nakıbü’l-eşrâf Seyyid Aliyyü’l-Bağdadî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine gelerek:

Şeyh Abdurrahman’ın Hazreti Pîr’in makamında kudüm çaldırmasına niçin müsamaha ediyorsunuz? Hazreti Pir’in rûh-ı şerifinin rencide olmasından korkmuyor musunuz? derler. Aliyyü’l-Bağdadi Hazretleri de su cevabı verir:

Ben sultanla veziri arasına giremem!

…………………………………………

Sivas valisi ve ahali, Şeyh Abdurrahman Hazretlerine Özel bir adamla mektup göndererek tarikatın neşri ve İnsanların İrşadı için halifelerinden bi­risini Sivas’a göndermesini rica ederler. Hazreti Şeyh’te halifelerinden han­gisine teklif ettiyse hepsi de:

Biz şeyhimizin nezd ü hizmetinden ayrılmak istemiyoruz, ayırmamasını da kendinden istirham ediyoruz, derler. Cenabı Şeyh büyük bir aşk ile kendisine bağlı olan halifelerini hüzne düşürmek istemez. Yine Sivaslıların ricasının tekerrür ettiği bir gün Kerkük’te kıyafet ve meşrep cihetiyle ka­lender bir seyyah görür ve:

Ey yabancı, buraya gel, der.

Onu o dakikada İrşad edip Sivas’a mürşid olarak tayin eder. Şeyh’in bu emri Üzerine:

Peki, efendim fakat Sivas’ın neresinde tarikatı neşr edeceğim, deyince Hazreti Şeyh Kaddesallahu Sırruh:

Neresi rahat gelirse orada, cevabını verir.

Bu kalender meşrep adam, mevsimin kış, Sivas’a varışının da akşamüzeri olması sebebiyle bir hamam külhanına sığınır. Geldiğini kimseye haber veremez.

Sivaslılar tekrar müracaat edince Hazreti Şeyh’ten şu cevâbı alırlar:

—Şeyhi gönderdim, arayın, hamam külhanında bulursunuz. Onlarda arayıp Nûr Ali Baba’yı bulurlar.

Ziya Paşa’nın Amasya mutasarrıfı bulunduğu sıralarda Amasyalıların da­veti üzerine Nûr Ali Baba Kaddesallahu Sırruh bu şehre gider. Halka nasihatlerde bulunur. Burada tanıştıkları Ziya Paşa da kendisine intisap eder.

………………………………………

Bir gün Şeyh Abdurrahman Hâlis Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin seçkin müritlerinden bir tanesi, rüya âleminde Risâlet penah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi, elindeki bir asa ile dörtgen bir şekilde hat çekmekte olduğunu görür. Yanına va­rınca Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden şu emri alır:

Şeyh Abdurrahman’a söyle, mescidi buraya bina etsin. Sabah olunca bu ricayı ve emri hemen Hazreti Şeyh’e anlatır, Hazreti Şeyh:

İnşaallah cami-i şerifi buraya bina edeceğiz, deyip bu müjdeden fevkalade memnun olarak Cenâbı Hakk’a hamd ve Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize salat u selâmda bulunur. Tekke-i muallâda bulunan cami-i şerif, işte bu ha­dise üzerine bina edilmiştir.

Bu binanın yapılışı ve tekkenin tamir edilişi İle ilgili de gayet manidar bir olay vardır. Şöyle ki:

Hazreti Şeyh Abdurrahman’ın Kaddesallahu Sırruh müridanından Şeyh Hacı Veli namında bir kadri yüce İnsan vardı. Bu zat Şeyh Ahmedü’t-Talabani Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin müridlerinden olup O’nun vefatından sonra Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş idi. O zamanlar doksan yaşlarında olan bu kadri yüce insan diyor ki:

Bir gün öğle namazından sonra Hazreti Şeyh, istirahata çekildi. Ben de kapının kenarına oturdum. Takriben yarım saat sonra:

Veli, İçeriye gel, diye buyurdular. Kapıyı açıp içeri girdim. Mübarek ba­şını yastığa dayamış, ayaklarını da şarka doğru uzatmış. Bana:

Ayaklarıma bakınız, buyurdu. Dikkatle baktım, bir şey hissedemedim.

Efendim, ayağınızda bir incinme ve ağrı var ise ovuşturayım, deyince tebessüm ederek dediler ki:

Ne kadar da habersizsiniz, parmaklarıma İyice bakınız. Dikkatle ba­kınca parmaklarında küçük bir hareketlilik gördüm.

Emriniz ne ise icra edeyim, dedim. Bana:

Katiyen istifadeden haberli değilsiniz. Şu hareketli parmaklan gör­müyor musunuz, dedi. Ben de:

Görüyorum efendim, dedim. Tebessüm edip:

Şu anda Hindistan’ın filan mahallesinde filan zatın kalbini tahrik ve teş­vik ettim. Bir miktar para temin edip bu tekkeyi imar için hemen hareket etmesini ve acele olarak gelmesini söyledim, İnşaallah tekke en güzel şe­kilde imar ve inşa edilecek, buyurdular. Ben de:

– Efendim, Hindistan’la muhabere buyurduğunuzu nereden bilebilirim.

Bu gibi işler ehli hal olanlara mahsustur, dedim.

Yanından çıkınca birisine o günü ve tarihi yazdırdım, Aradan kısa bir müddet zaman geçti. Şeyh Hazretleriyle birlikte büyük havuzun üstündeki çardakta ikindi namazını eda ettikten sonra bana dönerek;

– Tekkeyi tamir edecek olan Hindistanlı geldi. Kapıda bekliyor. Buraya getiriniz, diye emretti. Emir üzerine hemen kapıya koştum. Arap kı­yafetinde bir Hintli ve beraberinde de merkep üzerinde dolu bir heybe vardı. Hazreti Şeyh’in huzuruna varıp Hindistanlı bir zât tarafından bu dergahın tamir ve ihtiyaçlarına sarf edilmek üzere gönderildiğini beyan ede­rek hediyeleri takdim etti. Gelen şahsın bizzat tertibiyle Tekke’nin hâli hazırdaki durumu, camii şerif, kasr ve daireler hicri 1260 yılında bina edildi. Daha sonra da Ferik Tâhâ Paşa Bağdat’tan usta getirterek minareyi bina ettirdi.

……………………………………………

Ziyâüddin-i Abdurrahman Hâlis Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Şah-ı Velayet İmam Ali Kerremullahü vechehü Efendimize fevkalade bir muhabbet besler, sık sık Necef’te bulunan yüce makamlarına ziyarette bulunurlardı. Ona karşı beslediği aşk ve mu­habbetin coşkusuyla söylediği Farsça gazeli çok meşhurdur.

Hazreti Şeyh’in halifelerinden Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh şöyle bir vakıa anlatıyor;

Cenâbı Şeyh Abdurrahman Hazretleri bir tecelli-i ilâhi neticesinde kendini Firdevs-i ala’da bulur. Karşısında gayet yüce bir köşk müşahede eder. Kime ait olduğunu sual edince Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anh Efendimize ait ol­duğunu söylerler. Bir zaman sonra yine bir köşkle karşılaşır. Onun da Hazreti Ömerü’l Faruk’a radıyallahu anh ait olduğunu söylerler. Üçüncü bir köşke tesadüf eder:

Bu kimindir, diye sorunca:

Cedde’l-Haseneyn İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretlerine aittir, derler. İçeri gi­rince etrafında çeşit çeşit mücevher görür. Hayli miktar alarak dışarı çıkar.

Hazreti Şeyh’in müridi devam ederek şöyle diyor;

– Bu hadiseden sonra âlemin kendisine olan muhabbeti ve meyli daha da fazlalaştı. Ziyaretine gelen bütün İnsanlarda ve tüm halkın ağzında Hazreti Şeyh’in şöhreti anlatılır oldu. Hatta Bağdat’a gelişinde bütün ahali kendisini karşılamaya çıktı.

………………………………………………

Kerkük şeyhlerinden Ali Efendi Kaddesallahu Sırruh şöyle bir olay naklediyor:

– Hazreti Şeyh’in Hoşnav mıntıkasında Kak Molla isminde bir müridi vardı. Bu zat bir gün Erbil’e gider. Orada Bağdat’tan yeni gelmiş olan Abdulfettah isminde bir şeyhin sohbetinde bulunur. Cemaatten biri, Bağdat valisinin Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hakkındaki fikrini sorar.

Şeyh Abdulfettah:

– Valinin Şeyh hakkındaki fikrini pekiyi görmedim. Anladığıma göre Şeyh Abdurrahman’ı idam edip tekkesini alt üst etmeyi düşünüyor.

Kak Molla, oradaki cemaati alaylı bir sevinç içinde görür. Hemen oradan ayrılıp bir bakkala gider:

– Bu civarda Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin bir müridi, halifesi veya tekkesi yok mudur, diye sorar. Bakkal:

– Şu karsıdaki hane Şeyh Abdurrahman’ın halifesinindir. İsmi Abdulhakim Efendi’dir. Gayet âlim ve faal bir zattır. Şu anda evinde olsa gerek, der.

Sadık mürid hemen Abdulhâkim Efendi’nin evine varır, durumu olduğu gibi anlatır. O da bu haberden ziyadesiyle kederlenir ve Hazreti Şeyh’e hemen bir mektup yazarak bir adamla âcil olarak gönderir. Hazreti Şeyh mektubu İn­celedikten sonra bir cevap yazıp aynı şahısla geri gönderir. Abdulhakim Efendi, Şeyhinden gelen mektubu muhabbetle yüzüne gözüne sürer. Mek­tubu yanında hazır bulunan müridlere ve mollaya okur. Hepsi memnun ve mesrur olurlar. Zira mektupta valinin görevinden azledildiği yazılıdır.

Nitekim bir hafta sonra vali azledilerek koruma altında İstanbul’a çağrılır. İstanbul’a giderken Kerkük’e, oradan da Erbil’e uğrar. Molla, valiye is­tihza İle sorar:

– Vali efendi, nasıl. Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin himmetini gördünüz mü?

Vali cevaben der ki:

— Bunların hepsi Şeyh Abdurrahman’ın darbesidir. Kerkük’e vasıl ol­duğumda Şeyh’in yanına varıp halimin ne olacağını sordum. Bana:

– Merak etmeyin. İstanbul’a vardığınızda rahat edersiniz, dedi.

Nihayet vali İstanbul’a varışının son gününde bir sancıya yakalanarak vefat eder.

………………………………………………

Merhum cennet-mekân Hacı Veli Kaddesallahu Sırruh anlatıyor:

– Bir ilkbaharda, nisan ayının ortalarında Hazreti Şeyh, hem gezmek, hem de Zikrullah ve Allah’ın kudretini tefekkür etmek üzere bir seyahat ya­pılacağını emir buyurdular. Bu emri müridlerine, yakınlarına ve ahaliye haber verdi. Herkes kendi durumuna göre pirinç, yağ, hurma ve saire şey­ler getirdiler. Tekkede toplanan bu erzak, yemek yapılmak üzere gidilecek dağa götürüldü. Kendisi de sabah namazını cemaatle eda ettikten sonra belde ahalisi ve maiyetiyle birlikte gidilecek yere hareket etti, Beldede hü­kümet görevlileri, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan başka kimse kalmadı.

Gelenler tepenin etrafındaki sahraya dağılıp kimi sohbetle, kimi zikir ve tesbihatla, kimi muhabbetle, kimi de namaz ve ibadetle meşgul oldu. Mev­simin bahar olması münasebetiyle ortalık yeşile boyanmış, laleler, güller ve nice çiçekler açmış, etrafı güzel bir bahar kokusu kaplamış ve âlem vasfı mümkün olmayan bir güzelliğe bürünmüş idi. Kuşlar cıvıldaşmakta, kendi lisan-ı halleri ile Allah’ı Celle Celaluhü hazretlerini zikretmekte idiler.

Arif-i billah olan kişi kalp gözüyle bakınca bütün bu hallerin her bi­risinden nice ibretler alır. Böyle olanlar Hikmet-i Huda’nın zuhurunu anlayıp halden hale geçerler. Kalp gözü ama olanlar da ancak zahiri eğlence ve sefadan başka bir şey görmezler.

Zuhuru perde olmuştur zuhura

Gözü olan delil ister mi nura.

Hazreti Şeyh’in emriyle yemekler yendi, kalanlar da çevrede bulunan köy­lere taksim edildi. Tam o esnada ufukta bir bulut peyda oldu. Bir kaç da­kika sonra da bütün gökyüzünü kapladı. Bu ani başlayan yağmur gittikçe şiddetlenince Şeyh Hazretleri bana dönerek dedi ki:

Veli, yüksek bir ses ile nida et Ahaliden hiç bir fert dağın aşağı ta­rafına inmesin; aşağıda olan herkes de yukarı çıksın. Zira aşağıda kalan yağmur ve sel suyundan helak olur.

Bu emir herkese duyuruldu. Herkes dağın tepesinde toplandı. Yağmur iyice şiddetlendi, şimşekler çakmaya başladı. Velhasıl âlemi bir dehşetli hâl ve İnsanları da tarifsiz bir korku kapladı.

Şeyh Abdurrahman Halis Kaddesallahu Sırruh Hazretleri yine beni yanına çağırdı, gittim. Etrafında İnsanlar küme küme bekleşiyorlardı. Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efen­dimizle ilgili şöyle bir hadise anlatmaya başladı;

—Vakti saadette Hazreti Risaletpenah Efendimiz Ashab-ı kiramına bizim gibi seyrana çıkacaklarını emretti. Peygamberimizin emri üzerine Ashabı kiram icab eden hediyelerini takdim ettiler. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem de kendi ihsanını bizzat ilave etti. Böylece hep beraber Medine-i Münevvere’nin haricinde bulunan bir dağa gittiler.

Aynı şekilde yağmur katre katre yağmaya başlayınca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bütün sahabelerin dağın tepesinde hazır olmalarını emir ve irade buyurdular. Ashab-ı kiramın hepsi tepenin üzerinde toplandılar. Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem o zaman mübarek sağ elinin şahadet parmağıyla semaya doğru sağ tarafa İşaret buyurunca bulut sağ tarafa çekildi. Şeyh Hazretleri bunu an­latırken aynen Peygamberimizin yaptığı gibi sağ elinin şahadet parmağıyla buluta İşaret edince bulut sağ tarafa doğru yöneldi. Hazreti Şeyh sözüne devam ederek buyurdu ki:

– Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz daha sonra mübarek parmağını sol tarafa çevirdi. O taraftaki bulutlar da çekildiler. Bunu söylerken kendisi de parmağını sol tarafa çeviriyor, aynı şekilde bulutlar da çekiliyordu.

Sözüne şöyle devam etti:

– Hazreti Peygamber Efendimiz daha sonra da mübarek parmağıyla cenup ve şimale doğru işaret etti. Bu işaret üzerine tepenin dört bir tarafı açıldı, güneş ortaya çıktı. Sanki yağmur hiç yağmamış gibi idi. Hazreti Şeyh bunları anlatırken aynı hareketleri yaptığından bizim de bulunduğumuz tepede yağmurdan hiçbir eser kalmadı.

Lakin tepenin aşağısında şiddetli yağmurlar devam ediyordu Nihayet o dereceye vardı ki, çöl ve sahralar suyun altında kaldı. Çevredeki evlerin kimi tahrip oldu, kimi hasar gördü. Kimine de hiç bir şey olmadı.

Ahaliyi şiddetli bir korkuya düşüren bu yağmur ve sel tehlikesi sekiz saat kadar devam etti. Hazreti Şeyh’in duasının bereketi ile tüm ahali yağmur teh­likesinden kurtuldu Arkasından da yol ve çevredeki sel suları çekildi.

Hazreti Şeyh dönüş İçin emir verdi, hazırlıklar tamamlandı. İnsanların kimisi mutlu ve sevinçli iken, kimisi de sel münasebetiyle beldenin harap olduğu zannında İdiler. Zira kalplerine evlerinin, çoluk çocuklarının, anne ve babalarının perişan oldukları yolunda bir vesvese düşmüştü. Fesad bir fikir içlerini kemirmekteydi. Şehre varınca hemen yakınlarının yanına koştular:

Yağmurdan haliniz nasıl oldu, diye hal ve durumlarını sual ettiler. Onlar da;

Hazreti Şeyh’in duası, bereketi ve kerameti sayesinde hiç bir meşakkat görmedik, dediler. Bu cevap üzerine İtikadı sağlam olmayanlar, Hazreti Şeyh’e gelerek eline ayağına kapanıp, yanlış şeyler düşündüklerinden dolayı affedilmelerini İstirham ettiler. Hazreti Şeyh’te onları bağışlayıp nasihat ve iltifatta bulundu.

……………………………………………………

Hacı Veli Kaddesallahu Sırruh Şöyle bir olay naklediyor:

Kış mevsimi idi. Kar ve yağmur her tarafı etkisi altına almıştı. Akşam namazını eda ettikten sonra Şeyh Abdurrahrnan Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, istirahat etmek için hususi odalarına çekildiler. Ben de bazı işlerle meşgul olu­yordum. Aradan takriben iki saat geçmişti ki, beni çağırdı, hizmetlerine vardım, ibrik ve sabun getirmemi emir buyurdular. Hayretle mübarek ellerinin siyah nefte gark olduğunu gördüm. Çünkü dışarı hiç çıkmamıştı. Böyle bir şeyle meşgul olma İhtimali de yoktu. Sebebini sormaya cesaret edemeyip hayrette kaldığımı görünce

Veli, teaccüb etme, buyurdular. Devam ederek:

—Fakirin biri madenden neft almış giderken Kırmızı Değirmen yakınlarında merkebi çamura saplanmış, yük de yere düşmüş. Biçare kal­dırmaya muktedir de değildi. Havanın soğuk olması yüzünden de perişan bir halde İdi, Bizden istimdâd İle yardım talebinde bulundu. Biz de varıp merkebi çamurdan çıkardık, nefti de sırtına yükledik. Onun için ellerim neft oldu. O şahıs da henüz gelmektedir, diye İzah buyurdular.

Dışarı çıkıp tekkenin küçük kapısından yolu gözlemeye başladım. Kısa bir zaman sonra adam çıkıp geldi.

Aman ya Şeyh, dâhilim ya Şeyh, ayağınızın toprağına kurban olayım, hayatımı satın aldınız, beni kurtardınız, diye kendi kendine konuşuyordu. Yanına varıp:

Bu tehlikeli soğukta nereden geliyorsun, bu sözleri kimin için söy­lüyorsun, dedim. Hadiseyi, Şeyh Hazretlerinin haber verdiği gibi anlattı. Ben de kendisine:

Şimdi geç oldu. Sabah gelir Şeyh’in hizmetiyle müşerref olursun. Ay­rıca bu hal ile görüşmek de uygun olmaz. Elbiselerini de değiştirir gelirsin, dedim.

Bundan dolayıdır ki, ömürden fayda hâsıl etmek ve her türlü müşkülattan kurtulmak için arif-i billah’ın himmet ve hikmetine müracaat İle necat bulmak gerekir.

Mürşid-i kâmil mürid-i sadıkın sultanıdır,

Her ne emr etse ana ferman anın fermanıdır.

………………………………………………………

Hazreti Şeyh’in müridlerinden Ahmed Efendi Kaddesallahu Sırruh diyor ki:

— Gecenin birisinde sohbet esnasında Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin menakıbından bahsediliyor, herkes duyduğu veya gördüğü bir hârikayı anlatıyordu. O esnada nur yüzlü, siyah sakallı, orta boylu, memur elbisesi giymiş, kırmızı fesli, elinde teşbih ve lisanında zikir olduğu halde bir garip adam geldi. Selam verip otundu.

Müsaadeniz olursa bendeniz dahi Şeyh Hazretlerinin bizzat şahit ol­duğum bir menkıbesini nakletmek isterim, dedi. Cemaattekiler hüsnü kabul gösterip memnuniyet İfadesinde bulundular. O da devam etti:

Bendeniz Bağdat Valisi merhum Ali Pasa Hazretlerinin yaveri idim. Halk birbirine Şeyh Hazretlerinin Bağdat’a geleceğini haber veriyordu. Ha­beri işittiğim halde, bu zatla bir tanışıklığım olmadığı İçin pek kulak as­madım. Merhum Ali Paşa o zamanlar gayet hasta idi. Hatta geceleri sa­ğından soluna dönemez, bana işaret eder, ben de arzu ettiği tarafa kendisini çevirirdim. Bu süre İçinde vaktimi zayi etmemek için ibadet, tilâvet-i Kur’an ve zikrullah ile meşgul olur. Paşa Hazretlerinden de gafil ol­mayıp hizmetine bakardım.

Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin Bağdat’a teşrif edeceğini işit­memin üzerinden bir İki gece geçmişti. Bu gecelerden birisinde pencereleri kapatıp kapıyı kilitlemiş oturuyordum. Birdenbire perdeler kalktı ve kilitli olduğu halde kapı açıldı. Ardından da iki şahıs İçeri girdi. Ali Paşa hemen yerinden kalktı, el pençe divan durdu. Tanımadığım bu İki zatın önünde mütevaziâne başını aşağı eğip bekledi. Birdenbire böyle acayip bir halin or­taya çıkışından hayrette kaldım. Zira anahtar bende iken kapı nasıl açıldı, bizzat kapattığım perdeler nasıl kalktı, sağına ve soluna dönemeyen Paşa Hazretleri birden nasıl ayaküzeri durdu; anlayamadım, şaşırdım kaldım.

Gelenlerden önde olan kişi Paşaya bazı şeyler söyledi:

Şu arkamda duran şahsı tanıdınız mı?

Hayır, Efendim, tanımıyorum.

—Bu zat, Şeyh Abdurrahman Halis Talabani’dir. Bağdat’a teşrif ediyor. Yarın sabahleyin asker alayı ile karşılar, gayet hürmetle, edep ve erkanla hizmetinde bulunursunuz.

Sonra kapı kapandı, perdeler indi.

Paşam, bu hal ne idi. Bu şahıslar kimlerdir, diye sordum. Paşa:

Evladım gördünüz mü, dedi. Ben de dedim ki:

Evet, Paşam, gördüm.

Vallahi oğlum, bahtiyarsınız. Demek ki bize olan hizmet ve emeğiniz zayi olmamış, öndeki zat Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh Hazretleriydi. Yanındaki de Abdurrahman Hâlis Talabani Kaddesallahu Sırruh hazretleri idi. Bağdat’a teşrif edeceklerinden karşılamamı emrettiler.

Evet, Paşam, işittim.

– O halde hemen hazırlıklara başla. On tane kurban kesip icab eden ye­mekleri tertip eyleyin. Ahaliye de nida etsinler, yarın çarşı pazarı kapatıp Hazreti Şeyh’i karşılamaya varsınlar.

Ertesi gün Bağdat sayılı günlerinden birini yaşıyordu. Sanki büyük bir bayram şenliği vardı. Bütün ağızlar Hazreti Şeyhin yüceliğinden bahsediyordu.

…………………………………………………………………

Şeyh Abdurrahman Halis Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, gençlik yıllarında bir müddet Berzenci seyyidlerinden Şeyh Kak Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleriyle beraber Süleymaniye’de ilim tahsilinde bulunmuş, dost olmuşlardı. Bu zât, manevi ta­sarrufu olan kadri yüce bir veliyi kamil idi.

Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh, hac farizasını ifâ etmek üzere Hicaz’a gitmişti. Şeyh Abdurrahman Hazretleri de onu karşılamak maksadıyla Bağdat’a gitmek üzere hazırlık yapmıştı, Bu durum Şeyh Ahmed Hazretlerine kalp ci­hetinden ayan oldu. Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin değil Bağdat’a gel­mesini, kendisi Kerkük’e vardığında karşılamasını ve hatta hususi oda­sından dışarı çıkmasını bile katiyen kabul edemeyeceğine yemin billah etti.

Bu şiddetli arzu karşısında Şeyh Hazretleri, hususî odasından bile çıkmadı, Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, odasına gelince kucaklaşıp musafahada bulundular. Misafirine hizmetin en iyisini yapmaya çalıştı. Zira kalbinde karşılayamamanın sıkıntısı vardı.

Diğer taraftan bu hadisenin sırrına eremeyenler, ileri geri laflar ettiler. Şeyh Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri akraba ve yakınlarını, fesat çıkarmaya ça­lışanları ve su-i zanda bulunanları toplayarak onlara meseleyi şöyle izah etti:

– Bu zâtın manevî hakikatini anlatmak mümkün değildir. ki, ona, Fahr-i âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bizzat ihdası selam tebliğini irâde buyurmuştur. Hazret-i Peygamberin ihdası selam emrettiği bir kimsenin beni karşılamasını nasıl kabul edebilirim. Onun İçin işin en güzeli, ona her hakte hürmet edip tazim ve ikramdan geri kalmamaktır.

……………………………………………………

Şeyh Ali Kaddesallahu Sırruh diyor ki;

– Şeyh Abdurrahman Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin vefatından sonra yakın ve uzak yerlerden bölük bölük insanlar gelip taziyede bulunurlardı. Bir seferinde Süleymaniye ahalisinden Seyyid Ahmed Kaddesallahu Sırruh Hazretleri taziye için Kerkük’e teşrif edip dergâh-ı Aliye’de misafir oldular. Taziyeden sonra memleketine dönerken belde ahalisi, eşraf ve seyyidler de kendisini uğurlamaya çıkmışlardı. Bir tepenin yanına gelince hayır dualarda bulunup herkesle vedalaşıp Sonra beni yanına çağırdı. Vardım elini öptüm, oda beni Öptü:

Ya Şeyh ali, siz kimin evladı okluğunuzu bilir misiniz? diye sordu. Ben de

Şeyh Abdurrahman’ın oğluyum, dedim. Bu sefer:

Evet, Şeyh Abdurrahman’ın oğlusunuz. Lakin babanızın nasıl bir zat olduğunu anladınız mı? dedi.

Siz daha iyi bilirsiniz, diye arz ettiğimde:

Şeyh Ali, Şeyh Ali Vallahi ve Billahi ve Tallahi ile yemin ederim ki, Hazreti Fahr-i âlem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz indinde kendisine babanızdan daha yakın bir veli yoktur, dedi ve ağlamaya başladı. Sonra tekrar Allah’ın adıyla yemin ederek dedi ki:

—Hazreti Gavsu’l- Azam Abdûlkâdir Geylâni Kaddesallahu Sırruh indinde de ona babanızdan daha yakın bir veli yoktur. Artık size bu kadar izahat kâfidir.

…………………………………………………………

Dergâh-ı Aliye’nin aşçıbaşısı Kasım Efendi diyor ki:

—Şeyh Abdurrahman Hazretleri, bir miktar hurma temin edilmesini em­retti. Tekkede olmadığı için de bir kaç müridini gecenin yansında Kafan ülkesinde “Halisât” denilen bir yerden hurma almaya gönderdi.

Yola çıkanlar sabah üzeri bir yere varmışlar, vardıkları yerin Kerkük’e yakın olduğu zannında imişler. Ancak sorduklarında Halisât’a geldiklerini öğrenmişler. Halbuki Kerkük’le Halisât arası yedi günlük bir mesafedir.

Hazreti Şeyh’in himmet ve bereketiyle yedi günlük mesafeyi az bir zamanda kat etmişlerdir.

Hazreti Allah Celle Celaluhü şefaatinden ve himmetinden ayırmaya… Âmîn…

1. İbnülemîn Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, 1. cilt, İstanbul, 1969, s. 537-539;

2. Ata Terzibaşı, Kerkük Şairleri, 2. cilt, Kerkük, 1968, s.45-78.

3. Miftahul irşad 1993

EŞ-ŞEYH EŞ-SEYYİD DEDE OSMAN AVNİ BABA URFAVÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Dede Osman Avni Baba Hazretleri aslen Urfa’lıdır. Babasının adı Ebdal Muhammed’dir. Dedesi ise Eyyûb Urfavî Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Seyyid olup, bütün fertleri mutasavvıf olan bir ailenin çocuğu olarak bu şuhud âlemini şereflendirmiştir. Hayatını Urfa’da Mevlid-i Halil Dergâhında, insanları irşad ile geçirmiştir. O zamanlar Halep vilayetinin Urfa Sancağında bulunan Mevlid-i Halil Tekkesi Vakfından kendilerine senelik 1500 kuruş tahsisat ayrılmıştı. 1814 yılında babası Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretleri, bu fani âlemden göçtü. Mevlid-i Halil Dergâhında bulunan kabirlerin ikisinin, kardeşlerine ait olduğu anlaşılmaktadır. Daha önceleri Rufaî iken, dedesine intisap etmiş, böylece Tarikat-ı Kadiriyye şerefine mazhar olmuştur. Dedesi Eyyûb Urfevî Hazretlerinin vefatından sonra makam-ı irşada oturmakla müşerref olmuştur.

Dede Osman Avni Baba, Hazreti Allah’ın kitabına, emir ve nehiylerine sımsıkı sarılmış, Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin sünnet-i seniyyesinden Zerre ayrılmamış, bu hususta insanlar için de fevkalade güzel bir örnek olmuştur. İlmiyle amil, fazıl ve muttaki idi. Evliyaullah Efendilerimizin büyüklerinden olup sayısız müridi vardı. İnsanlara karşı derin bir merhamet ve engin bir şefkate sahipti. Müminlere zarar gelmesine tahammül edemezdi.

Dede Efendi, hayatları boyunca hiç evlenmemişlerdi. Zahiren evlatları yoktu fakat manevî evlatları sayılamayacak kadar çoktu.

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri bu ümmetin işlemiş olduğu günahları ve dünyanın çirkefini görmeye dayanamadığından Cenabı Hakk’a şöyle bir duada bulunur:

-“Ey merhameti bol olan Allah’ım! Sen işinin hâkimisin. Ben ümmet-i Muhammed’in günah İşlemesine, bu dünyanın çirkefine tahammül edemiyorum. Gözlerimin ışığını al da onları görmeyeyim.”

Cenabı Hak, duasını kabul buyurur. Hazreti Şeyh bu vakitten sonra gözleri açık halde görme hasletini kaybetmiştir. Hizmetinde devamlı birisini bulundurur, onun rehberliğinde gezip dolaşırlardı.

EŞ-ŞEYH EŞ-SEYYİD DEDE OSMAN AVNİ BABA URFAVÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Bir gün Dede Efendi Hazretlerinin huzur-ı saadetlerinde bir adam:

Bizim memlekette evliyalar şöyle keramet sahibi, böyle kerametleri, var, diye yersiz ve lüzumsuz laflar etmeye başlar. Bunun üzerine Şeyh Hazretleri adama dönüp:

Şöyle mi, diye mübarek elini tacına götürerek hafifçe hareket ettirir. Orada bulunanlar bir de bakarlar ki, Urfa’nın dağları sallanıyor.

Adam hemen Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin eline ayağına kapanarak yaptığı yanlış hareketlerden dolayı af diler. Dede Efendi’nin ne büyük bir veli okluğunu, küçük bir hareketi ile nelere muktedir okluğunu anlayıp mahcup olur.

…………………………………………………

Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Dede Osman Avni Baba hakkında şöyle derdi:

—Dede Efendi’nin manevi elbisesinin her tarafı tamamen terfilerle doluydu. Hatta almış olduğu mânevi terfilerden dolayı elbisesi görülmez olurdu.”

…………………………………………………

Günlerden bir gün Dede Osman Avni Baba Hazretleri abdest alırken birden bire kolunu Iki Uç defa suya sokup çıkarır. Yanında bulunanlar bu ani ve manidar hareketin hikmetini öğrenmek İsterler. Lakin Hazreti Şeyh hiçbir şey söylemez.

O zamanlar Urfa’da Ermeniler de vardır. Bunlar genellikle ticaretle ve balıkçılıkla uğraşmaktadırlar.

Hazreti Şeyhin dergahına bir gün Uç tane ermeni gelir. Dede Osman Avni Baba’yı sorarlar. Müridler:

Dede Efendi’yi ne yapacaksınız, deyince onlar:

Kendisine bazı hediyeler getirdik. Onları takdim edeceğiz, cevabını verirler. Tekkedekiler bunun sebebini sorarlar. Ermeniler derler ki:

Biz ticaretle uğraşırız. Geçen gün teknemiz Akdeniz’de fırtınaya tutuldu. Herkes bir köşeye çekilip bu fırtınadan kurtulmak için dua etmeye başladı.

O esnada İçimizden birisi:

– Müslümanların bir Dede Efendisi var, sıkıştıklarında ondan yardım istiyorlar. Biz de isteyelim. Olur ki yardım eder, dedi. Biz de yardım istedik. Tam o anda tekneyi kurtarmak için Dede Efendi’nin elini uzattığını gördük. Ondan sonra fırtınadan kurtulduk ve sağ salim geri döndük. Bunun Üzerine müridler;

– Bu kadar açık bir delil karşısında Müslüman olmak için daha ne bekliyorsunuz? Sizin Hazreti Şeyhe en büyük hediyeniz iman etmek olur, dediler. Onlar da Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin huzuruna vanp kelime-i şahadeti söyleyerek iman ite müşerref oldular.

………………………………………………………………

Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin mübarek gözleri görmediği için devamlı olarak yanında, yakın hizmetiyle meşgul olan genç bir müridi vardı.

Bir gün zamanın Urfa valisi bir vazifeli memur göndererek müridi askere çağırır. Vazifeli memur, valinin bu çağrısını gayet edep ve erkan ile Dede Efendi ye İletir. Hazreti Şeyh der ki:

— Vali Efendiye söyle. O, her gün asker. Bu sebepten ötürü onu mazur görsün.

Dede Efendi’nin bu ricasını vali kabul etmez. Tekrar rica edilir; araya eşraftan bazı hatırı sayılır kimseler girer. Tüm bunlara rağmen vali yine de ısrarından vazgeçmez.

Vali, vazifeli memuru tekrar yollayarak müridi ayaklarından sürüyerek getirmesini söyler. Valinin bu tavrından hiddetlenen Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu ırruh Hazretleri, o anda eline aldığı bir bıçağı duvara saplar.

Vazifeli memur geri döndüğünde görür ki, aynı bıçak valinin koltuğunun altında saplı duruyor. Vali de ölmüştür.

EŞ-ŞEYH EŞ-SEYYİD DEDE OSMAN AVNİ BABA URFAVÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI VE KABR-İ ŞERİFİ

Hayatını zühd ve takva ile geçiren Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin 1883 Yılında vefat ettiği zaman hayatta çocuğunun bulunmadığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri ile mübarek cedlerinin ve hulefasının metfun bulunduğu bu küçük kabristan, Hazreti İbrahim’in dünyaya teşrif buyurdukları mağara ile dergâh hücreleri arasında, Mevlid-i Halil Camisi avlusunun güneyinde yer almaktadır. Bu kabristanda sekiz kabir vardır. İki kabirde mükerrer defin yapılmıştır. Kabristanın girişindeki tarihi kitabede

“Burası sırrı yüce olsun, bütün evliyanın sultanı Gavs’ul azam Abdûlkâdir Geylânî’nin pak dergâhıdır” yazılıdır. Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin Kabri, bu mübarek mekânın önünde ve doğusundadır.

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine ait emanetlerin sergilendiği küçük bir hücre vardır. Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin günümüze kadar ulaşabilen sancakları, muinleri, tesbihi, külahı, tacı, keşkülü, şamdanları Mevlid-i Halil Medresesine vakfettiği Aşıkpaşa’nın ‘Garibname’ adlı eseri bu hücrede ziyarete açıktır. Burada aynı zamanda Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Sakal-ı Şerifleri de bulunmaktadır. Bu hücrenin doğusunda, Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine ve diğer Kadiriyye Ricaline ait kabirlerin bulunduğu küçük bir kabristan ile bitişiğinde medrese odaları yer almaktadır. Bütün bu külliyeye dergâh adı verilmiştir.

Dergahta bulunan kitabeler ile tercüme ve sadeleştirilmiş halleri şöyledir.

1-Dede Efendi’nin (ks) Kabri:

Kabrin baş dikmesinde,

“Hâzâ kabrü el merhum el mağfuru lehu, hadimü hazel makamil mübarek , el mukbilu alellah vel mu’ridu ammen sivahu, Eş-şeyh Esseyyid Dede Osman Avni ibni Eşşeyh Esseyyid Ebdal Muhammed Baba, kad intekale min daril fena ila daril beka bi nidai irciı, fi Şehri Zilkade eşşerife, sene 1300” yazılıdır.

Anlamı:”Bu Kabir günahları bağışlanmış, hakkın rahmetine kavuşmuş, bu mübarek makamın hizmetçisi, Allah’a yönelmiş, Ondan başka her şeyden i’raz etmiş, Eşşeyh Esseyyid Ebdal Muhammed Oğlu Eşşeyh Esseyyid Dede Osman Avni’nindir. İrciı nidası ile 1300 senesi şerefli Zilkade Ayında fena âleminden beka âlemine intikal etti.”

Kabrin ayak dikmesinde,

“Günahım çok mukirrim ya ilahi, ümidim geru sen perverdigare, ilahi red kılma mürüvvetinden, kapına gelmişim ben yüzü kara, günahkârım deyu derviş ümidin kesme, Muhammed Mustafa gibi şefaatkanımız vardır. Katre-i eskimle Rumi fevt tarihin verdim. Kurb-i Hakkı tuttu menzil-i münevver-i Osmani, Hüvel Hayyül Baki, irham hali ya Munis ya Selam”

Anlamı:”Ya İlahi günahım çok, bunu ikrar ediyorum. Ümidim terbiye edip kullarını rızıklandıran sanadır. Kapına yüzüm kara geldim. Beni ihsanından red kılma ! Ey derviş! Günahkârım diye ümitsiz olma! Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem gibi bir şefaatçimiz vardır. Gözyaşımın damlası ile rumi vefat tarihini verdim. Osman Efendi’nin nurlu menzili Hak yakınlığını tuttu. O Allahü Teala Hay ve Bakidir.

Halime merhamet et. Ya munis ya Selam!”

2-Bu Derviş Eyyub Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu, Merhum Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.1129 yılı Rebiülahir Ayında vefat etti

3-Bu, Bekir’in oğlu, fakirin hizmetçisi merhum ve mağfur Derviş Eyyub el Kadiri Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir. Allah Celle Celaluhü hazretleri, kabrini nurlandırsın.1195 yılı şerefli Zilhicce ayında Allah’ın rahmetine kavuştu.

4-Bu, Molla Muhammed’in oğlu Merhum Dede İbrahim Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.Allah Celle Celaluhü hazretleri kabrini nurlandırsın.1120 senesinde vefat etti.

5-Bu, mübarek makamın hizmetçisi Evliya Mustafa Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu Merhum Sofi Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.1304 yılında fena aleminden beka alemine göçmüştür.

6-Bu, Derviş Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu Derviş Seyyid Eyyub Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.Allahü Teala ikisine de rahmet eylesin.sene 1229 İkinci defin, Derviş Es seyyid Ahmet Kaddesallahu Sırruh hazretleri oğlu Derviş Es seyyid Hafız Süleyman Kaddesallahu Sırruh hazretleri, 1272 yılı Zilhicce Ayında vefat etti. Allah Celle Celaluhü hazretleri rahmetine gark etsin.

7-Bu Derviş Ebdal Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu Sofi Muhammed Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.1282 yılında Allah’ın rahmetine kavuştu.

8-Bu Müslim’in Oğlu, mübarek makamın hizmetçisi Merhum Es seyyid Derviş Halil Hafız Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir.Allahü Teala, Seyyidel mürselin hürmetine kabrini nurlandırsın ve Ondan razı olsun.1325 yılı Zilkade ayında vefat etti. İkinci defin, “Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin Halifesi Antep’li Mustafa Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin kabridir. Sene 1340 Cemaziyelevvel” Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Halisiyye Kolunun Anadolu’ya açılan kapısıdır. Gavs’ul Azâm Abdûlkâdir Geylânî’ Kaddesallahu Sırruh hazretlerinden gelen iki büyük tasavvuf ekolünü kendisinde cem etmiş bulunan Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, öyle bir mertebe-i ulyaya yücelmiştir ki, gönül ehli, rütbelerinin çokluğundan manevi elbisesinin dahi kapanıp görülemediğini ifade buyurmuşlardır.

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri Gavs’ul Azâm Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerine iki ayrı koldan bağlanmaktadır. Birincisi Kerküklü Mutasavvıf Sair Edip Abdurrahman Halis Kaddesallahu Sırruh hazretleri vasıtası ile Cemalül Irak Seyyid Abdürrezzak Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerine, ikincisi, Eyyub Urfevi Kaddesallahu Sırruh hazretleri vasıtası ile Seyyid Ebubekir Abdülaziz Kaddesallahu Sırruh hazretlerine bağlanmaktadır. Seyyid Abdürrezzak Kaddesallahu Sırruh hazretleri ve Seyyid Ebubekir Abdülaziz Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Gavs’ul Azâm Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin çocuklarıdır. Kadiriyye yolu, ekseriyetle, Hazret Pirin çocukları vasıtası ile neşrolunmuştur.

Aliyyül Bağdadî (Kadiri)Kaddesallahu Sırruh hazretleri, silsilede adı geçen diğer cedleri gibi, Bagdat’ta Nakibul Esraf ve Kadiriyye vakfı mütevellisi idi.1289 da vefat etmiştir. Kabir taşında “Hazreti Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimize daima bağlı kalmış, ahiret gününün korkusu ile Cenabı Hakkı fasılasız düşünmekle geçen ömrünü daima büyük ceddi Gavs’ul Azâm’ın eserlerini payidar kılmaya harcamıştır. Süleyman ül Kadirinin oğlu Aliyyül Bağdadî (Kadiri) burada metfundur ” yazılıdır. Aliyyül Bağdadî (Kadiri) Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin neseb-i âlileri şu şekilde belirtilmektedir.

Eşşeyh Esseyyid Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin oğlu,

Seyyid Abdülaziz Kaddesallahu Sırruh neslinden,

Seyyid Zeynüddin-i Kebir Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Veliyüddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Nuruddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Hüsamüddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Muhammed Derviş Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Zeynüddin Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Mustafa Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Süleyman Kadiri Kaddesallahu Sırruh oğlu

Seyyid Aliyyül Bağdadî (Kadiri) Kaddesallahu Sırruh..”

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri adları tespit edilebilen üç halifesi vardır. Bunlar:

Urfa’lı Halil Hafız Kaddesallahu Sırruh,

Antep’li Mustafa Kaddesallahu Sırruh

Kövenk’li Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleridir

1. Urfalı Halil Hafız Kaddesallahu Sırruh hazretleri 1832 de doğmuştur. Babasının adı Müslim, annesinin adı Ümmühan’dır.1907 yılında vefat etmiştir.7 Şubat 1880 tarihinde Dede Efendindin vefatından üç yıl önce Mevlid-i Halil Camiine imama tayin edilmiştir

2. Antep’li Mustafa Kaddesallahu Sırruh hazretleri 1921 yılında, Hafız Halil Efendi’den on dört yıl sonra vefat etmiş aynı kabre defin olunmuştur. Bu zat vasıtası ile Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin yolu Antep’te intişar etmiştir

3. Hacı Ömer Hüdai Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Elazığ’ın Kögenk Köyünde metfundur.(bakınız Hacı Ömer Baba Maddesine)

Cenabı Hak Hazretleri rütbe-i mübareklerini daha da aziz ve âli, himmet ve teveccühlerinden de ziyadesiyle hisseyab eyleye, amin!..

1. Karakaş,M.’Şanlıurfa Evliya ve Alimleri’, Şanlıurfa 1996, s.10-50

2. Bağdati İ.D.,’El Bazül Esheb’,Uluçınar Yay.İstanbul 1976 s.100-200

3. Sahiner,N.’Gaziantep’in Yok Edilen Camileri’,İstanbul 1995, s.51

4. Alpay,B.,’Şanlıurfa Şairleri’,Şanlıurfa 1986 ,s.70-110

5. Miftahul irşad 1993

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri 1821 yılında Harput’un Mürü (Yünlüce) köyünde doğdu. Babası İbrahim Efendi’dir. Lakapları Kaymakamzade diye söylenir. Çocukluk ve gençlik yıllarına ait yeterince bilgi edinemedik.

Genç yaşında gönüllü olarak Erzurum askerlik ocağına kaydoldu. Kısa bir zaman sonra da kır serdarlarının başına reis oldu.

Bu yıllarda askerlerine hoş ve safâlı davranır, onları rahat yerlerde yatıp kendisi de büyük düşman bildiği nefsiyle mücadeleye giriştiği için çakıl taşlarının üzerinde yatardı. Kaputunu başına çeker sabaha kadar Cenabı Hakk’a taat ve ibadette bulunur, durmadan ağlayıp Zikrullah ile meşgul olurdu. Hazreti Allah Celle Celaluhü hazretlerine sık sık şöyle dua ederdi:

—Ey ulu Rabbim! Senin merhametin sonsuz bir deryadır. Şu yatan kullarının hüzün ve kederlerini bertaraf eyle. Onların hüzün ve kederlerini ben mücrim kuluna kerem kıl…

Ey Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım! Onları ve cümle kullarını cevr ü cefadan uzak eyle. Bu kullarına her iki dünyanın iyiliklerini ve güzelliklerini lütuf ve ihsan eyle. İki cihanda da zevk ve sefâlar içinde yaşamalarını nasip eyle…”

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bir vazife münasebetiyle Erzincan’a gönderilir. O zamanlar Erzincan’da Terzi Baba Kaddesallahu Sırruh vardır ve halkın irşadıyla meşgul olmaktadır. Bu vesile ile onun sohbet ve vaazlarında bulunur.

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN TARİKATI TELKİN ALMASI

Bir gece rüya âleminde kendisine:

—Bu kadar zaman maddi paşalık yaptın. Biraz da manevî paşalık yapsan, olmaz mı, dîye hitap edilir.

Derhal Muhammed Vehbi Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin (Terzi Baba’nın) dergâhına gider, Rüyasını anlatır, intisap etmek istediğini söyler.

Terzi Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri:

—Evladım, senin nasibin halifemiz Arapkirli Ömer Nurani Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerindedir. Var ona git, der.

Ömer Nurani Baba (k.s.) Hazretlerinin Türbesi

Bu emir üzerine askerlik görevinden istifa edip Arapkir’in yollarına düşer. Şiddetli bir kışın hüküm sürmesi onu yolundan bir an bite döndürmez. Nihayet Arapkir’e varıp Ömer Baba’ya intisap eder. Böylece İlk olarak Tarik-ı Nakşî’ye şerefine mazhar olur.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri senelerce Ömer Nuranî Baba’nın sohbetlerine devam edip hizmetinde bulunda Onun feyiz ve himmetinden ziyadesiyle İstifade etti. Teveccühüne nail oldu.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh günlerden bir gün şeyhini ziyaret etmek maksadıyla Arapkir’e gitti. Yanına da şeyhine hediye etmek üzere bir çuval dolusu pamuk aldı.

Arapkirli Ömer Nuranî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, vaktiyle zengin bir tüccar iken her şeyini Allah yoluna sarf edip zaruret içine düşmüştü. O sıralarda, Ali Rıza Paşa’nın kardeşi olan hanımının çıkrık eğirerek ürettiği İplikleri satmak suretiyle geçinmektedir. Bunun İçin pamuk almasını İsteyerek onu bir hayli sıkıntıda bırakmıştı. Tam bu sırada Şeyhinin kapısına gelen Huda! Baba, onların konuşmasının bitmesi İçin uzun süre bekledi. Sonra dayanamayarak kapıyı vurdu ve içeri girdi, hediyesini takdim etti:

Evladım, o çuvalındaki nedir?

Efendim, belki lazım olur diye bir miktar pamuk getirdim, dedi, Arapkirli Ömer Nuranî Baba Kaddesallahu Sırruh:

Ya Ömer’im, sen Hızır mıydın ki, bana böyle yetiştin, deyip müridine teveccühte bulundu ve bir nazar etti. O teveccühün neşesiyle kendinden geçen Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Peygamberlerin cümlesiyle görüşüp Hazreti Peygamber Efendimizle pirinç pilavı yediğini gördü. Hazreti Peygamberimizin dua ve iltifatlarına mazhar oldu. Nice ali mertebeleri kat etti.

O anı Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri şöyle anlatıyor:

-“Bana öyle bir hal oldu ki, Efendim beni 124 bin Peygamberin ruhaniyetiyle bir anda görüştürdü. Cümlesi saçlıydı. Kiminin saçı sırtına, kimininki beline, kimininki de topuklarına kadar uzanıyordu. Sadece Hazreti İbrahim Aleyhisselam ve Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin saçları kısa idi.”

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bu hadiseden sonra bir müddet daha Şeyhi Arapkirli Ömer nurani Baba’ya hizmette bulundu

Günlerden bir gün yine Şeyhini görmek için Arapkir’e gitti. Fakat Şeyhi ona kapıyı açmadı. Ne kadar ısrar ettiyse de çare olmadı.

—Evlad, senin burada nasibin kalmadı. Git kendine başka bir yer bul.

— Hayır, Efendim, benim kapım bu eşiktir. Buradan başka bir yere gidemem.

Hüdâî Baba, Şeyhinin eşiğine kapandı, yalvardı, yakardı. Bu hale dayanamayan Arapkirli Ömer Nuranî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri onu içeri alıp dedi ki:

– Evlad, artık benim sana yapabileceğim bir şey yoktur. Ben seni getirebileceğim yere kadar getirdim. Buradan öteye seni ancak Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri götürür. Artık var git nasibini Urfa’da ara.

Böylece onun, Meşâyıhı Kadiriye’den Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine gitmesi gerektiğini, geri kalan manevî tahsilinin o’nun tarafından İkmal edileceğini işaret ve tavsiyede bulundu.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri bu tavsiye Üzerine derhal Urfa’nın yolunu tuttu: Urfa’da ise Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Hüdâî Baba’nın gelmesini beklemektedir.

Urfa’da İse Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri kendisine hizmet eden müridi alarak Arapkir tarafındaki kapılardan birinde beklemeye başladı. Müridine de “şu tipte birisi gelecek; onu başına haber ver” dedi. Nihayet beklenen kişi karşıdan göründü. Dede Efendi ayağa kalkarak:

– Ömer, diye seslendi.

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh iltifat etmedi. Bunun Üzerine Dede Efendi:

– Ömer Nurani Baba’nın dediğini unuttun mu? dedi. Bu sözü duyan Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri gelip Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin elini Öptü ve teslim oldu…

Bir müddet sonra Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Hüdâî Baba’yı hacca gönderdi. Halep, Şam, Hicaz civarlarında uzun bir zaman Borlu Kuddûsî Baba ile beraber seyahat ettiler.

Hacı Ömer Hüdâî Baba (k.s.) Hazretlerinin Sancağı

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN BAZI MENKIBELERİ

Hac farizasını ifa etmek için Arafat dağında bulunduğu sıralarda bir gece rüyasında Hazret-i Fatıma validemizi gördü:

– Ey Ömer, git de babam Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kabristanından akan rahmet suyundan iç, ellerini, yüzünü yıka…

– Ey Nebiyi Zişan’ın kızı!.. Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kabristanında rahmet suyu yoktur ki İçeyim.

Hacı Ömer Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin elinden tutan Fatıma Radıyallahu anha validemiz onu doğruca babası Fahr-i Kâinat Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kabri saadetlerine götürdü.

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh türbeye girince hayretler içinde kaldı. Çünkü Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kabrinin mübarek ayakları dibinde nûranî bir su akıyor, bakanların gözlerini kamaştırıyordu. Fatımâ validemiz hemen eğilip avuçladığı suyu Hüdâî Baba’ya içirdi. O’nun ellerini yüzünü yıkadı.

Sonra:

—Yavrum, Ömer… Nasibini aldın, dedi. Ortadan kayboldu. Aynı anda birden bire uyanan Hacı Ömer Hüdâî Baba, vücudunun tamamen titrediğini, İçinin ferahlamış olduğunu, dilinin “Allah” esmasını zikrettiğini gördü.

………………………………………………………

Günlerden bir gün büyük bir âlimin Mekke’ye geldiğini, Kâbe’de halka vaaz ettiğini duydu. Akın akın o tarafa giden halka karıştı. Beytullah’a gitti. Gürdü ki, hakikaten de çok büyük bir âlim o kadar güze! Vaaz ediyordu ki dinleyenler coşkunluk içindeydiler. Kimisi ağlıyor, kimisi kendinden geçmiş, kimisi de baygın bir haldeydi. Avam tabakasındaki halktan, yukarılara doğru âlimler, şeyhler ve şehir eşrafı o büyük âlimi dinlemek İçin Kâbe’de bulunuyorlardı. Yüzü yeşil bir nikapla örtülü olan âlim zat, gittikçe coştu, halkı da o derece coşturdu.

Sohbetin ardından Beytullah’ta bulunanların cümlesi o kadri yüce zata intisap ettiler. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh ise bir köşeye çekilmiş, hiç sesini çıkarmadan duruyordu. O’nun bu hal sohbet eden zât tarafından anlaşılmış olacak ki, Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’ne yaklaşıp:

– Ey asasına dayanmış olan kişi! Seni tek kanatlı bir kus gibi görüyorum. Bana biat edersen, seni çift kanatlı kuş yaparım, diye manidar bir sual yöneltti, Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri hiç tahmin etmediği bir anda kendisine yöneltilen bu suale karşılık birdenbire durakladı. Sonra kendini toplayıp tanımadığı bu zata şöyle cevap verdi:

– Efendim, benim de sizin gibi bir sultanım var. O beni layık olursam, isterse alî eder, İsterse zelil eder. Size karşı bir kusur işlediysem affedip beni mazur görün. Bana dua buyurun yeter.

Bu sadıkane cevap üzerine Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri yüzündeki nikabı kaldırdı. Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh İse, bu kadri yüce insanın kendi şeyhi olduğunu görünce hepten şaşırıp kaldı. Ziyadesiyle memnun ve mesrur oldu

Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de, müridinin bu sadıkane teslimiyeti ve bağlılığı Üzerine O’na teveccüh edip nazar buyurdu. Nice manevî mertebelerden geçirip O’nu maksûduna eriştirdi.

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Dede Osman Avni Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri için şöyle derdi:

—Zahiren gözleri görmezdi ama manen müminlerin hallerini sezer, onların durumlarını bilirdi. O devrinin kutbu idi.”

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, şeyhinin vefatından sonra irşad makamıyla vazifelendirildi. Çok sayıda halifesi, sayılamayacak kadar müridi oldu. Anadolu’da ve dünyanın değişik yerlerinde Tarikat-ı Âliye’yi neşrettiler.

…………………………………………………

Şeyh Hazretleri Zikrullah yaptırırken bazen mazhar(def) çaldırır, zikri onunla birlikte yaptırırdı. Bu hadiseyi duyan belde halkı laf ederdi. Bu durumu bebe müftüsü Beyzade Efendi’ye şikâyet ettiler.

Bu vesileyle günlerden bir gün Müftü Efendi, Hüdâî Baba’yı uyarmak, güyâ o’nu irşâd etmek maksadıyla şehre davet etti. Baba Hazretleri şehre vasıl olup müftünün evine gider. Bakar ki Müftü Efendi namaz kılıyor. Selam verip bir köşeye oturur. Müftü Efendi namazı bitirdikten sonra Hüdâî Baba’ya dönüp;

Siz kimsiniz, diye sorar. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de:

Ben sizin dümbelekçi dediğiniz şeyhim, diye cevap verir.

Müftü:

Namaz kılan adama ancak senin gibi birisi selam verir, diye hakarete yeltenince Hazreti Şeyh, Müftü’ye şöyle cevap verir:

Müftü Efendi, sürü otlatıp koyunları saymak namaz mıdır?

Namazda iken koyunlarını hatırından geçiren Müftü, yaptığı kusurdan müteessir olarak af diler, Hazret-i Şeyh’e hürmette bulunur.

………………………………………………………

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri İmam Bedrettin Efendi’yi getirterek aralarında şöyle bir vazife taksiminde bulunur:

—İmam Efendi, sen hoca ve müezzinlerle, okumuş yazmış olanlarla ilgilen. Onların dilinden sen anlarsın. Eşraftan olan zenginlerle, varlıklı ve mevki sahipleriyle de bu efendi meşgul olsun. Onları da ancak bu irşad eder. Bize de Ümmet-i Muhammed’in fakir ve günahkarları, hey gazileri, kalender meşrep olanları kalsın. Onlarla da biz uğraşalım.

Hakikaten de Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin halife ve müridlerinin ekseriyeti zikredilen İnsanlardan müteşekkildi. Hatta o devirde Elazığ ve çevresinde Hamza namıyla meşhur ve halkın fevkalade korktuğu bir eşkıya vardır ki, İlginç bir hadiseden sonra Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine intisap etmiş ve o’nun seçkin halifelerinden olmak şerefini kazanmıştır.

Şöyle ki:

Hamza Baba, namlı bir eşkıya iken devamlı soygun yapmakla uğraşırdı. Günlerden bir gün Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerini soymaya karar verdi. Karanlık bastırınca bahçeye girdi. Tam bahçenin ortasına gelince ayakları birdenbire tutulur. Ne kadar uğraştıysa bir türlü ayaklarını hareket ettiremedi. Bir de bu esnada öyle bir aksırık nöbetine yakalandı ki, mani olmak için ne kadar gayret sarf ettiyse yine de engel olamadı, birdenbire akardı. Hemen ardından da Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin sesini duydu:

Hamza, gel!.. Biz aldığımızı vermeyiz. Verdiğimizi de almayız.

Baba, silahı bırakıp da mı geleyim, yoksa alıp da mı geleyim, deyince Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri cevaben şöyle buyurdular:

Al gel evladım, al gel; onun da lazım olacağı zamanlar olur.

………………………………………………………

Hacı Ömer Hüdâî Baba (k.s.) Hazretlerinin Tac-ı Şerifi

Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin sayılamayacak kadar müridi ve kendinden sonra tarikini neşreden altmış tane mümtaz halifesi vardı.bu halifelerden bazıları şunlardır:

1. Ahmet Visali Kaddesallahu Sırruh

2. Kürklü Hacı Muhammed Kaddesallahu Sırruh

3. Göllü Mustafa Kaddesallahu Sırruh

4. Hamza Kaddesallahu Sırruh ,

5. Sükrü Kaddesallahu Sırruh ,

6. Muharrem Hilmi Kaddesallahu Sırruh ,

7. Tepecikli Mehmet Kaddesallahu Sırruh ,

8. Perçençli Mehmet Kaddesallahu Sırruh ,

9. Boranlı Abdullah Kaddesallahu Sırruh ,

10. İzolulu Muhammed Emin Kaddesallahu Sırruh hazretleridir

Bunlardan biri de eş-Şeyh es-Seyyid Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleridir. Muhammed Baba, Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’ne intisap ettikten sonra, o’nun muhabbetine ve teveccühüne nail oldu. Hüdâî Baba’nın o’na olan muhabbetini çekemeyen bazı müridanı:

– Baba Hazretleri, bu adamda ne buluyor ki, o’nu böyle fazla seviyor, diye söylenirlerdi. Onların bu hali Hüdâî Baba’ya malum oldu. Bunun sebebini onlara göstermek için bir gün hepsini evine davet etti. Ellerine birer kürek vererek Tekkenin önündeki bahçede biraz çalışmalarını söyledi.

Kimi elindeki kürekle, kimi de kazmayla bir ark açıyorlardı. Birden Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh güldü.

• Söyleyin bakalım niçin güldüğümü? dedi. Hiç birinden cevap çıkmadı.

Kürdoğlu, sen söyle diyince Hacı Muhammed Baba:

Efendim, bizim küreklerle attığımız toprakların Habeşistan’da cihad eden Müslüman askerlere siper olduğunu görüyorum, cevabını verdi.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri diğerlerine dönerek:

Niçin o’nu daha fazla sevdiğimi şimdi anladınız mı, dedi.

…………………………………………………………

Şeyh Hazretleri’nin Muharrem Hilmi Efendi İsminde bir arif müridi vardı. Bu zat Harput’ta müezzinlik yapar, ilim tahsilinde bulunurdu. Bir gün Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri’nin Harput’a geldiğini öğrenince gidip o’na intisap etti. Sohbetiyle ve feyziyle şeref buldu. Şeyh Hazretleri şehirden ayrılırken Muharrem Hilmi Efendi:

– Efendim, mekânınızı bize söyleseniz. Bazı zamanlar sizi görmek için gelmeyi arzu ederiz, diye maruzatta bulundu. Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de cevaben buyurdular ki:

— Evlad, biz müridimizi istediğimiz zaman kalbine bir çengel takar çeker getiririz. Gerisine lüzum yoktur.

Bir müddet sonra Muharrem Hilmi Efendi’nin gönlüne Şeyhinin aşk ve muhabbeti öyle düştü ki, yolu izi ve adresi bilmediği halde Elazığ’ın yollanıra düştü. Köğenk’e gelince Hazret-i Şeyh’in evini sorup öğrendi, o tarafa yöneldi. Bir de baktı ki, efendisi bahçenin önüne çıkmış yolu bekliyor. Yanına gelince Hazret-i Şeyh o’na manidar bir hitap ile şöyle buyurur;

—Evlad, ben sana istediğim zaman çeker getiririm diye söylememiş miydim?

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI ÖMER HÜDÂÎ BABA KÖĞENGÎ

KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Hacı Ömer Hüdâî Baba (k.s.) Hazretlerinin Kabr-i Şerifi

Hüdâi Baba Hazretleri’nin “Hüdâî mahlasıyla arifane ve âşıkane söylediği şiirler pek meşhurdur. Müridânından Muharrem Hilmi Efendi, Hazreti Şeyh’in şiirlerini “Divan-ı Hüdâî” ismiyle bir araya toplamıştır. Hazreti Şeyh, bir kurban bayramı üzeri 85 yaşlarında olduğu halde vefat ey­ledi, (rûmi: 1321, m: 1905).

Eş-Şeyh Es-Seyyid HACI Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin mübarek kabri saadetleri halen Elazığ’ın Köğenk (GÜNTAŞI) köyündedir. Torunları türbesinin korunmasıyla İlgilenmekte ve gelen giden ziyaretçileri layıkıyla ağırlamaya çalışmaktadırlar. Son zamanlarda Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh vakfı çalışmaları da ya­pılmaktadır. Mübarek makamları ziyarete açıktır.

Cenabı Hak sırrını aziz kılıp mübarek makamlarını daha da &lf eylesin. Himmet ve şefaatlerinden mahrum eylemesin. Amin…

1. Muharrem Hilmi,Divan-ı Sırri, Ns.S.Ates,Yeni Ufuklar Nesriyat, İstanbul

2. Muharrem Hilmi,Makamat-ı ezkar-ı ilahiye lissalikittarikatil Kadiriyye, Ns.S.Ates.,Pars Matb., Ankara

3. Günerkan AYDOĞMUŞ’. Harput Kültüründe DİN ALİMLERİ

4. Miftahul İrşad

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI MUHAMMED BABA KÜRKÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN HAYATI

Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Elazığ’ın Hazar gölü kenarındaki Kürk köyünde doğdu. O bölgede kendilerine Gafur oğulları denmektedir. Mübarek hayatlarının ilk zamanlan hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri ile nerede ve ne zaman tanıştıkları da pek bilinmiyor.

Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, kendi köyündeki gayrı menkulü satarak manen olduğu gibi zahiren de Şeyhine yakın olmak için Köğenk’e taşınmayı arzu eder. Bu talebi Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri tarafından da kabul edilir. Kendisine Köğenk’te bir parça da arazi satın alınır. Böylece oraya, şeyhinin daha yakınına yerleşir.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin sohbetine devam edip mümtaz halifelerinden olur. Uzun seneler şeyhinin yakın hizmetinde bulunur.

Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri fani dünyadan baki âleme teşrif buyurduktan sonra kendisinin manevî hal ve derecesine hiç kimse ulaşamayınca Kurbiyetu’l-Kübra makamı Yemen’de bulunan bir şeyh-i kâmile nasip olur. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin halife ve müridanının eski neşe ve feyizli halleri kalmadı.

Bunun üzerine Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine Medine-i Münevvere’ye gidip Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ziyaret etmesini ve hizmetinde bulunmasını emir ve işaret eder. Bu manevî emir ve tavsiye üzerine Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri derhal Medine’ye gider. Orada yedi yıl kadar mücavir olarak kalır.

Bir gün Ravza-i mutahharaya vasıl olup Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimize:

— Bana ya şeyhimin makamını verin, ya da canımı alın, diye arz-ı meram ederek istirhamda bulunup şefaatlerine sığınır. Nihayet Cenabı Hakk Celle Celaluhü hazretlerinin lütuf ve keremi, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şefaat ve teveccühleri, Pirimiz Mahbubu-ı Subhanî Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin ve silsile-i meşayıh-i kiram efendilerimizin himmet ve duaları bereketi ile Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerinin makam-ı âlileri Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerine ihsan edilir.

Bir müddet sonra Köğenk’e dönmesi manen İşaret olur.

Bunun Üzerine Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri Köğenk’e gelip Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin postuna oturup İrşad makamına geçti. Onun makam-ı İrşada oturmasını hoş karşılamayan diğer halifeler toplanıp onu makamından tard etmek, posttan kaldırmak İstediler:

– Hüdâî Baba’nın bir tek halifesi sen misin ki, gelip buraya oturdun. Bu hakkı nereden aldın; sen kendini ne zannediyorsun, gibi sözler sarf ettiler.

Ne kadar uğraştıysalar da muvaffak olamadılar.

Yine böyle bir zamanda Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri gayet celalli bir halde onlara şöyle der:

– Kuvvetiniz ve kudretiniz varsa kaldırın beni buradan. Manevî kuvvetiniz varsa, işte ben hazırım, kesin. Sonra da diriltin, diriltebilirseniz. Şayet buna muktedir değilseniz, gelin, ben kesip sonra da dirilteyim!..

O esnada müridandan bazılarına Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin makamı malum oldu. Boyun eğip tasdik ettiler.

Bu hadiseden sonra bir daha da kimse gelip kendisini rahatsız etmedi. Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin müridânının cümlesi kabul edip rızalık gösterdiler.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri der ki:

Hacı Muhammed Baba (k.s.)Hazretlerinin evi

– Bir sebepten dolayı Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleriyle beraber bir yere gidiyorduk. Giderken birden durdu, bir tarlaya girdi. Bîr avuç arpa başağı alıp elinde iyice öğüttü. Sonra da “Ya Allah” deyip elindeki ekin kılçıklarını üfledi. Saman parçaları da uçup gözden kayboldular.

Kocatepe-Haymana Harbinin devam ettiği zamanlardı. Ertesi günkü gazetelerde, Kocatepe-Haymana’daki düşman askerlerinin gözlerine ekin kılçıklarının battığı, düşmanın heder olduğu yazılıydı.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri, Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin şöyle buyurduğunu naklediyor:

-Cenabı Hakk Celle Celaluhü Hazretleri ile aramda bulunan yetmiş üç bin perdenin yetmiş iki binini Bi-iznillahi Teala kaldırdım. Birisinin de ibiklerini topladım.”

Bazen Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine sıtmaya müptela olan hastaları getirirler, şifa bulması için Hazreti Allah’a dua etmesini isterlerdi. Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri de gelen adamlara; Saçının dalından bir kıl koparıp verir, onlarda suya koyup içince sıtma hastalığından kurtulurlardı.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri diyor ki:

– Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleriyle Diyarbakır’dan dönerken bir köye uğradık. Orada bulunan köylülerden birisi Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretlerine gelerek:

– Efendim, hanımım ölüm döşeğinde hasta yatıyor. Ölürse çoluk çocuğum Öksüz kalır. Dua buyurun da hastalığından şifa bulsun, diye arz-ı meramda bulundu.

Bunun üzerine Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri hastanın kulağına bazı şeyler okudu.

Köyden ayrılıp epey bir müddet gittikten sonra Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri birdenbire durdu:

– Eksik ettik Hayri! Kadıncağızın ömrü ziyâde oldu ama onun İçin rızık talebinde bulunmadık, Yaşar fakat rızık olarak hiç bir şeyden istifade edemez, dedi ve beni kadının kulağına bir şeyler okumam için köye geri yolladı.

Baba, ne okuyayım, diye sordum.

Aklına ne gelirse onu oku, dedi. Ben de gittim. Ya Rabbi, bu kadının rızkını temin buyur, diye dua ettim. Bir de şifâ ayeti okudum. Babanın yanına geldiğim zaman şöyle buyurdu:

İşte İş şimdi tamam oldu. Bundan böyle hem yaşar, hem de rızkından istifade eder.

Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri diyor ki:

Bir gün Elazığ’a yayan gittim. Ayaklarım şişti. Bunu gören arkadaşlar:

Senin bu halin nedir, dediler. Ben de:

At üstünde gezmiş adamım. Bu şeyhte kuvve-i kudsiyye olmasa bu hale gelir miydin, derken Şeyh Hazretleri arkamdan seslendi:

Sen, seni mi geliyor sanıyorsun. Biz nazar ediyoruz da geliyorsun, dedi ve ilave etti:

Hanımlarınızı sevdiğiniz kadar bizi sevseniz, sizi Allah’a ulaştırırım…

EŞ-ŞEYH ES-SEYYİD HACI MUHAMMED BABA KÜRKÎ KADDESALLAHU SIRRUH HAZRETLERİNİN VEFATI

Hacı Muhammed Baba (k.s.)Hazretlerinin Türbe-i Saadetleri

Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh Hazretleri H.1348/M.1929 yılında dar-ı bekaya vuslat etmişlerdir. Kendinden sonra irşad makamına Hacı Mustafa Hayri Baba Malatyevi Kaddesallahu Sırruh hazretleri geçmiştir. Köğenk’te mürşidinin yanı basında bulunan nurlu kabirleri, ask ve muhabbet erbabının ziyaretgâhıdır. Ariflerin kâmillerinden ve Kadiriye’nin önde gelen mürşitlerinden olan Hacı Muhammed Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri, Pir Abdûlkâdir Geylânî Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin irfan bahçesinde yetişmiş bir gül-i rana idi. O da, mürşidi Hacı Ömer Hüdâî Baba Kaddesallahu Sırruh hazretleri gibi on iki tasavvuf yolundan da irşad makamını ahz etmişti. O’nu koklayan Allah âşıkları, nurlu meclislerine can atıp, O Hazretin hakikat kokusundan zevk almış ve sermest olmuşlardır. Kabirlerinin yanındaki kitabede;

“Saadetle gelen gelsin bu dergâh-ı refi’ sana

Maarif şem’ini yaksın, bu lazımdır her insana “

yazılıdır. Cenâbı Hak makamlarını daha da ali eyleyip himmet ve teveccühlerinden ayırmaya, amin!..

1-Miftahul irşad 1993

2-Makalat Ömer Necati 1986

3- Hacı Mustafa Hayri Baba Kaddesallahu Sırruh hazretlerinin Müridleriyle yapılan röportajlardan da yaralanılmıştır.